Konusu: İmam’ın (r a) Başlattığı Hareketin, Evrensel Düzlemde Bir Dine Dönüş Çağına Başlangıç Teşkil Ettiğinin Beyanında


Maddi Medeniyetin Günden Güne Artan Karmaşıklığından Eziklik Duygusuna Kapılmak



Yüklə 1,65 Mb.
səhifə37/89
tarix17.11.2018
ölçüsü1,65 Mb.
#83124
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   89

Maddi Medeniyetin Günden Güne Artan Karmaşıklığından Eziklik Duygusuna Kapılmak




Önsöz


Uluslararası düzlemde gerçekleşen değişimlerin derinliğine indiğimiz takdirde insanın yeni medeniyetten ve bu medeniyetin yıkıcı sonuçlarından eziklik hissettiğini, bu medeniyetin çağdaş insanın hayatını düzenlemekten aciz kaldığını ve sonuç olarak da insanın din ve maneviyata yöneldiğini çok iyi bir şekilde anlayabilmekteyiz. Rönesans ve sonraki dönemlerde, batı medeniyetinin öncüleri ve teorisyenleri, kiliseyi sahneden bir kenara iterek ve insan ve evren hakkındaki eksik anlayışlarına asalet kazandırarak, akıl ve vahiy ile ilim ve iman arasında uyuşmazlığın ifadesi olan en önemli öğretilerini ortaya koymaya başlamış ve yavaş yavaş sekularizm akımını insanın toplumsal hayatına egemen kılmış ve de dinin ve dini öğretilerin, hayatı idare ve düzenleme alanındaki olumlu varlığına engel teşkil etmiştir.

Sekularizm (secularism) akımı, hakikatte insanın siyasi, toplumsal ve ilmi tüm alanlarında dinin bütünüyle kenara itilmesi anlamını ifade etmektedir, ayrıca da batıda ortaya çıkan bir çok ekoller, bu düşüncenin gölgesinde ortaya çıkmıştır ve batının medeni düzeni de bu düşüncenin direkt sonucu konumundadır.1

Batının tek boyutlu ve materyalist medeniyeti boş iddialarıyla, insan hayatının toplumsal alanının dini öğretilere ciddi bir şekilde mukabelede bulunması düzleminde yavaş yavaş insanın maddi ve manevi karmaşık sorunlarını halletmek hususundaki acizliğini ortaya koymuştur. Bu acizliğin şifresini ise, bu medeniyetin ortaya çıkışındaki asıl çekirdeğinde, yani batının felsefi düşünce, kültür, insanbilim ve evrenbilim bakış açısında aramak gerekir. Ayrıca şunu da izah etmek gerekir ki batı medeniyeti, alem ve insana ateist bir bakış açısıyla bakarak ve de vahiyden tümüyle koparak, beşer hayatını yeniden düzenlemek için bir çözüm ortaya koymaya çalışmıştır. Ama bu çözüm insanın ve yaratılış aleminin varlıksal gerçekleriyle uyuşmadığı için gerekli işleve sahip olamamıştır. İnsanın gerçek yüceliğini inkar esasına dayalı bir tefekkür ve de bu tefekkür üzere kurulu yeni medeniyet, insan hayatını düzenleme bağlamında hareket etmiş ve bununla da kalmayıp, bir çok toplumsal uyumsuzlukların da ortaya çıkıp çoğalmasına bir ortam hazırlamıştır ve de batılı ve batı hayranı toplumları bu ortamdan kaynaklanan buhranlar girdabına yuvarlamıştır.



Çağdaş Dünyanın Uyumsuzluklarının En Büyük Etkeni Yeni Medeniyettir

Biz bu eserimizde batı medeniyetinin çeşitli sonuçlarını tümüyle yalanlamak ve reddetmek peşinde değiliz, ama, “yeryüzü cennetini icad etmek hedefiyle ortaya çıkan yeni medeniyet”1 sadece dünyanın kuzey yarım küresindeki nüfusun, batılı ülkelerin %15’inin tekelinde olan göreceli bir maddi ilerleme ortamını sağlamasının yanısıra insan hayatının çeşitli boyutlarında bir çok zararlara da neden olmuştur.

“Şüphesiz bugün hiç kimse yeni oluşum ve değişimleri, aydınlık çağı ve sanayi devriminin sonuçlarını ve insan hayatındaki üretim biçimi ve bakışını inkar etmemektedir. Ama bütün bu elde edilen sonuçlar, parmak ve selim bir akıl hesabıyla, ortaya çıkan gafletler, uyumsuzluklar, sapıklıklar, çatışmalar, kültürel ve ahlaki sürtüşmeler karşısında hesaplanacak olursa, o zaman ne büyük musibete ve çıkmaza sürüklendiğimiz ortaya çıkacaktır.

21. yüzyılın eşiğinde dünya, kader tayin edici büyük buhranlara maruz kalmıştır. Bu buhranlar, millet ve devletlerin fikirsel, iktisadi, siyasi ve içtimai tüm alanlarını geniş anlamıyla kapsamış durumdadır. Bilgi devrimi ve ultra modern toplumların dejenere olmuş değerleri kalkınmakta olan milletlerin strüktürel boyutuna, davranış biçimine ve hedefine üstünlük çalmaktadır. Modernitenin debdebeli yükselişinde milletlere müjde verilen sistem ve düzen, hakikatte dünyada bir çok düzensizlik ve uyumsuzlukların da kökeni haline gelmiştir.”1

Batı bir taraftan bütün dünyanın kapsamlı bir ilerleme ve gelişme kaydetmesinin gerekliliğini yüksek sesle dile getirirken, bir yandan da makyavelist temeller esasınca iktisadi ve benzeri adilane olmayan siyasetlerini sürdürerek, mahrum ülkelerin hayati sermayelerini adaletsizce kullanmakta ama, zengin ve fakir ülkeler arasındaki derin uçurumlardan dem vurmayı da ihmal etmemektedir. Usulen “batı, teknolojik ve maddi ortamlarda hareket ederek üçüncü dünya ülkelerinin durumunu daha da bir vahim hale getirmiştir.”1

Batı modernitesi kendi aklının önerdiği metotlara boyun eğerek, insanı bir alet olarak düşünme temeli ve tabiatta sınırsız tasarrufu onaylamasıyla, beşer hayatını tahrip ve tehdit eden en temel etken konumuna dönüşmüştür. Çevreyi tehdit eden ciddi buhranlar ve de fevkalade bir düzeyde atom silahlarını bulundurmak da bunun apaçık örnekleri konumundadır.



Maddi Medeniyeti Körü Körüne Taklit Döneminin Sona Erişi


Beşerin batı medeniyetinin öğretilerini körü körüne kabul ettiği dönemden geçmesiyle, artık yeni medeniyetin büyük ve istenmeyen zararları, tekamül ve ilerleme basamaklarından çıkış olarak sayılmamaktadır. Şimdi artık, yeryüzü küresinin sakinlerinin büyük bir bölümü şu hakikati derk etmişlerdir: “Yeni asrın putları ve yalancı vaatleri insanın arzularını temin etmeye kadir olmadığı gibi hatta bizzat insanın kendisini de büyük bir eziklik ve yenilgiye maruz bırakmıştır.”2

Üstat Allame Muhammed Taki Caferi (kuddise sıruhu) de bu konuda Kanada’nın Vancouver şehrinde dünyanın meşhur bilginlerinden bir gurubun düzenlediği Vancouver toplantısının bildirisine, bu toplantıya katılanların açık bir şekilde yaptığı uyarılara, bu bildiride insan hayatını yoklukla tehdit eden çeşitli sorunlara ve yeryüzü küresinin sağlıksız durumu hakkındaki uyarılara ve de siyasi ve iktisadi düzenlerin sorumsuzluk hissine işaret ederek şöyle yazmaktadır: “Evet, 19. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yarısındaki insanlar, dahilerin, bilginlerin, siyasetçilerin ve ekonomistlerin yaptığı tüm işleri, medeniyet ve gelişmişliğin hesabına yazmakta idiler.”Beyler uyanık olun, bugünün bir yarını da vardır” diyen herkese şöyle cevap veriyorlardı: “Beyefendi, sen kendi işine bak, sen beşerin ilerlemesinin önüne engel teşkil etme, sen işine bak, cahilliğin insanlara egemen olduğu asır artık geride kaldı, bugün sadece ilim diliyle konuşulabilir.” Bunların karşısında bilinçli olan bir gurup ise şöyle diyordu: “İnsanın vicdanı ve hedefli ilmin hakikati aşkına insan yetiştirmek ve gerçek bir medeniyet oluşturmak adına bizleri bu içi boş kelimelerle aldatmayınız. Zira biz çok eskiden beri şu hakikati derk etmiş bulunmaktayız:

“Yol düzdür ve altında tuzaklar

Tuzaklar içinde mana kıtlığı

Kelimeler ve isimler tuzaklar gibidir

Şirin çakıl kelimesi ab-ı hayattır.”1

Üstat Allame Caferi (kuddise sıruhu), “günümüzdeki siyasi ve iktisadi sistemler, sadece kısa müddetli menfaatleri düşünmektedirler” diye Vancouver bildirisinde açıkça yer alan maddeyi zikrederek şu ilavede bulunmaktadır: “Siyaset ve iktisadı pratik olarak idare eden kimselerin, kısa müddetli menfaatleri düşünmesi şaşılacak bir husus değildir. Asıl şaşılacak husus, üniversite ve ilmi merkezlerin bu düşünceleri ilmi bir surette, hakikatmiş gibi sade beyinlere ve araştırmacılara sunmasıdır.”1


Yüklə 1,65 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   33   34   35   36   37   38   39   40   ...   89




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin