7- Hitap Tarzları
Kur'ân-ı Kerîm, umûmen bütün insanlara hitab ettiği gibi, hususî kavimlere de hitab eder. Her çeşit misaller Kur'ân'da irâd edilmiştir. (Araf, 89; Kehf, 54). Onları Allah'ı tanımaya, hidayetine tâbi olmaya davet eder. Mesela şöyle buyurur; "Ey Âdem oğullan, siz kendi içinizden elçiler gelip size âyetlerimizi anlattıkları zaman (günahlardan) korunup (kendisini) düzeltenlere korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir" (A'raf, 35). Bu ve benzeri âyetler Kur'ân'da, insanlara peygamberlerin ve kitapların geleceğini bildirir, yani naklî delilleri gösterir. Ayrıca ulûhiyeti tanıtıcı aklî deliller, nazar ve tefekküre davet edici âyetler pek çoktur. Kalpleri ve akılları uyarmak için onda her vesile bulunur. Her muhit ve çevredeki her kalbe ve akla hitâb eder. insan ruhunun her haline, her merhalesine seslenir.1445 Çünkü Kur'ân'da her türlü insan tipini bulmak mümkündür.1446
Gökler ve yer, âyet ve ibretlerle doludur. Beşer fıtratında da yeterli gizli bir dil vardır. Bu fıtrat uyanık ve açık olursa bu kâinattan çok şey dinler ve anlar. Kur'ân, insanı, göklere, yere tevcih eder. Ölçüyü kaçırmadan, göz, kulak, kalp ve aklı bunlara yöneltir. Öylece Allah'ın varlığını, celâlini, tedbirini, saltanatını, hikmet ve ilmini, insana sezdirir.1447 Kâinat son dörece büyük ve ebedî bir mucizenin sergi alanıdır.1448 Yeryüzünü gezip görmeye, önceki kavimlerin hallerinden, kalıntılarından ibret almaya davet eder (Hacc,46). "Göklerin, yerin melekûtuna ve Allah'ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakıp ibret almadılar mı? Peki buna inanmadıktan sonra hangi söze inanacaklar? " (A'raf, 185).
Kur'ân'm yolu böyle akıl ve nakil, yani delil yoludur. "De ki: "İşte Benim yolum budur, Allah'a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar... Allah'ı ortaklardan tenzih ederim, ben ortak koşanlardan değilim" (Yusuf, ıos).
"(Ey Muhammed), sen hikmetle, güzel öğütle Rabbinin yoluna çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabbin yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O, yola gelenleri de en iyi bilendir" (Nahi, 125). Bu âyet hakkında değerli tefsir ve görüşler vardır. Âyette üç yolla davet zikredilir. Hikmet, güzel öğüt ve en güzel yolla mücadele. Bu üç yol, insanların üç sınıfına yöneltilecek tarzdadır. Bu üç sınıf:
1- Aklî incelemelerin, felsefî görüşlerin kendilerine hakim olduğu kimselerdir. Bunların sayısı genellikle az olur.
2- Orta tabakadır ki, selim fıtrat üzeredirler. Bunlar, sayıca insanlığın çoğunu teşkil ederler.
3- Tabiatında mücadelecilik, inad bulunan kimselerdir. Davetçi, muhatabların dunjmuna göre, bunlardan birinci sınıfa hikmetle, ikinci sınıfa güzel öğüt ve nasihatla, üçüncü sınıfa da en güzel bir tartışma usûluyla davette bulunmalıdır.1449
Bu âyette hikmetin burhan (kesin) delil, güzel mev'izanın da hitabî delil olduğunu, mücadale yolu ile birlikte Peygamberimizin (sav) risaletinin tamam olup, beyaz, siyah her ırka şâmil olduğunu ifade edenler de vardır.1450 Kur'ân'da her çeşit ve seviyeden insanlara gıda olacak mahiyette davet usûlleri mevcuddur. Ancak bunların muhatablara göre takdir ve tevcihi çok önemlidir. Mev'iza ehline hikmetle davette bulunulsa, süt çocuğunun kuş etiyle beslenmesi gibi zararlı olur. Hikmet ehline mücadele yoluyla hitab edilmesi, yetişkin bir adamın, ana sütü ile beslenmesi gibi tiksinti verir.1451 Bazıları da bu âyette mücadelenin ayrı zikredildiğini, onun bir davet yolu olmadığını öne sürmüşlerdir.1452
Söz buraya gelmişken, cedel hakkında malumat vermek yerinde olur kanaatındayız. CDL, ipi sağlamca bükmek demektir.1453 Mücadele ve cidal ise çekişme ve yenişme usulüyle, karşılıklı görüşmedir. Sanki tartışan iki taraftan her biri kendi ipinin fitilini (davasını) sağlamca bükmeye çalışırken, hasmının görüşünden çözmektedir. Cidalde bir de hasmını sert yere düşürme mânâsı vardır.1454 Bu lügat mânâlarından da anlaşılan, sırf yenmek için mücadele manâsıyla mücadele ve cedeli Kur'ân tasvib etmemiştir, Kur'ân münakaşadan kaçınmıştır.
Onun için, Kur'ân cedel yerine daha çok davet kelimesini kullanmış ve mücadele ile tartışmayı da ahsen (en güzel) vasfı ile sınırlamıştır.
Bu itibarla Kuran, hitab tarzlanndan ilk karşılaşmada hemen tartışmaya girmez. Kur'ân, kendisini, dinleyenlere sevdirmek ister. Kendi müsbet yolunu ve fikrini delilleri zikrederek ortaya koyar. Bu daha ziyade ulûhiyet ve ahiret mevzularında görülür. Vakit darlığı halinde, bir kaziyye olarak fikrini ortaya atar, onları destekleyecek delilleri bile zikretmez. Buna rağmen itirazla karşılaşır, muarız tarafından mecbur bırakılırsa, en güzel şekilde mücadeleyi kabul eder.1455 Buna en güzel örnekler Hz. İbrahim (as) ile Nemrud (Bakara. 258-259). Hz. Musa ile Firavun arasında geçen ulûhiyet tartışmasıdır (Şuara, 23-28). Fakat davet ve mücadele mevzubahis olunca Nuh (as) hiç unutulmaz (Hud. 32). Bu makul yollar Kur'ân'ın asıl hedefinin, insanları yıkmak ve ilzam etmek değil, irşad etmek olduğunu gösterir. Çünkü irşad, ihyadır, diğeri ifnadır.1456
Bu asıl hedeften dolayıdır ki Kur'ân lügat manâsıyla sırf cedeli, hep zemm makamında kullanmıştır. Çünkü bu çeşit mücadelede iyi niyet ve irşad gayesi ortadan kalkmış, hasmı sırf düşürüp yenme arzusu hâkim olmuştur. Bu durumda hasma galebe çalınsa dahi kalbi kazanılamayıp bilakis kırılacağı için, bu usûl yine iman ve hidayete vesile olamaz. Kur'ân'ın uzak durduğu zihnî cedele bir örnek verelim; Allah, müşriklere hitaben "Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız hep cehennem odunusunuz. Siz hep beraber cehenneme gireceksiniz. O taptıklarınız eğer ilah olsalardı cehenneme girmezlerdi.
Halbuki hepsi ebedî olarak orada kalacaklardır" (Enbiya, 98-99) buyurunca müşrikler, "Meryem Oğlu Isa da mı cehennemlik?" dediler. " (...) Bunu sana sırf bir tartışma olarak misal veriyorlar. Doğrusu onlar çok cedelci adamlardır" (Zuhmf, 58) buyuruldu. Müşriklerin bu sözü zihnen şekil ve mantık kuralları bakımından doğrudur; fakat akl-ı selim, vicdan ve hakikat bakımından tam bir mugalatadır. İşte Kur'ân böyle felsefe ve zihnî mantık yollarını takib etseydi bir neticeye ulaşamazdı. Çünkü akide böylesi cedel üzerinde inşa edilemezdi. İşte Kur'ân'ın yolu bu hakikat ve vicdana ulaşma yoludur.1457 Nitekim Cübeyr b. Mut'im, Peygamber (sav) den bir akşam vakti Tur Sûresini dinler; "Yoksa kendileri hâlıksız mı yaratıldılar? Yoksa onlar (kendi nefislerini) yaratanlar mıdır? Yoksa gökleri yeri onlar mı yarattılar? Hayır, (onlar hakkı) anlamazlar. Yoksa rabbinin hazineleri onların yanında mı? Yoksa onlar mı her şeye hakim olmuşlar?" (Tur, 35-371 âyetine gelince "nerdeyse kalbim yerinden uçacaktı. Bu İslâm'ın kalbimdeki ilk tesiridir"1458 diyerek daha müşrikken Kur'ân'ın hakkaniyet metodunu en güzel şekilde dile getirir. İşte bu olay Kur'ân'ın gerçekçi yolunun gönüllere yaptığı tesiri anlatan elle tutulur bir misalidir. Nitekim Hz. Ömer de Tâhâ Suresini dinleyince müslüman olmuştu.
Fakat ne yazık ki Kur'ân'ın bu mânâ gerçeği ve lafız harikasının ikna ve telkin yolu yerine, Abbasiler Devrinde felsefe ve kelam yolu tutulmuştur. Halbuki Kur'ân, insanlara hitab ederken, ulûhiyet meselesini zihnî bir münakaşa tarzında ele almaz. Onu metafizik bir mevzu olarak ele alıp diyalektik bir metod içinde de sunmaz. Onu insanın kalbine inmeyen ölü bir felsefe meselesi olarak ortaya koymaz. Bunun yerine kainat sayfalarından, yaratılış sahnelerinden, fıtrat çizgilerinden, idrakin apaçık gerçeklerinden söz ederek, bambaşka bir güzellik ve çekicilikte, duygu ve ilham dolu intibalar taşıyan canlı bir mesele olarak ele alır.1459 Kainat sahnelerinden mürekkeb ruhi şuura hitab eden bir tablo içinde takdim eder, hissi uyarır, hayali canlandırır.1460 Bunu türlü üslûplarla yapar.
Kur'ân, insanı insan olarak ele alır. Kafasıyla, kalbiyle, duygularıyla, zaaflarıyla, kıskançlıklarıyla, ceberutuyla, iddialarıyla, zanlarıyla ve bütün muamma yönleriyle ele alır, onun derinliklerine nüfuz eder ve onu Allah'a çeker. Bazen en büyük varlıklardan bahsederken, birdenbire en küçük bir daireye geçer. Göklerin ve yerin yaratılışından bahsederken, bakarsınız insanın sesinden, simasından, nimet ve hikmet inceliklerinden bahis açar (Rum, 22). Ta ki öylece fikir dağılmasın, kalp boğulmasın, ruh Mabudunu doğrudan doğruya bulsun.1461
Kur'ân meseleyi idrake yaklaştırmak için bazan teşbihler ve darb-ı mesellerle anlatır (Zümer, 29- Nahi 74-75- Nur, 39-40).1462 Bazan mukayese ile anlatır (Ratueo; Nahi,i7).1463 Bazan parçalara ayırarak istidlal eder, bazen parçalamadan (Enbiya,29-35;Nah!,59-65).1464 Bazen Allah'ın fiillerini, beşerin nazarına ilahî sanatın kumaşları gibi serer, sonra bir özetle dürer ve onlardan esmayı çıkarır.1465 Bazen Kuran rububiyet hükümlerini geniş bir kesrete serer,sonra bir vahdet rabıtası ile birleştirir. Bazen zahirî sebepleri azletmek için müsebbibin gayelerini, semerelerini gösterir,1466 (Abese,24-27). Bazen de meselenin hakikatini olduğu gibi ortaya koyar, tanıtır. Putların gerçek durumlarını ortaya dökmesi gibi.1467
Bütün bunlarla birlikte Kuran anlaşılmaz delil ve müddeâ-dan kaçınmış her sınıf insanı irşadla birlikte bir derecede umumun hissiyatına hürmet etmiştir.1468 Mevzunun önemiyle mütenasip en yüksek lafız belâgatiyle de -bilhassa mekki sûrelerde-edebiyata düşkün arapları adeta çarpmıştır.1469
Dostları ilə paylaş: |