95
takiben bütün Müslümanlar’ın imamı tayin edildiğine inanmak” olduğunu
belirtir (Tûsî, 1963, II, 56). Çağdaş yazarlardan Muhammed Cevâd
Muğniye’ye göre “Şîa, diğer fırkalardan şu görüşleriyle ayrılır: İmam,
Nebi’den gelen bir nasla tayin olmuştur. Nebi’nin, halifesinin tayinini
unutması ve halifelik işini ümmetin seçimine bırakması caiz degildir. İmam,
büyük ve küçük bütün günahlardan korunmuştur. Nebi imâmete başkasını
değil, Ali b. Ebî Tâlib’i tayin etmiştir ve o ashâbın kesinlikle en üstünüdür”
(Muğniye, 1989, s. 12-3).
Sünnî ve Şiî kaynakların bu tariflerine göre Şîa:
a) Hz. Ali’ye taraftar olanların,
b) Hz. Ali’nin bizzat Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü (
efdal)
olduğuna inananların,
c) Hz. Ali’nin bizzat Hz. Peygamber tarafından imamlık
ve halifeliğe tayin
olunduğunu; dolayısıyla halifeliğin onun ve Ehl-i Beyt’inin hakkı
olduğunu ileri sürenlerin,
d) Hz. Ali’den sonraki imamların da mutlaka onun soyundan (
Ehl-i Beyt),
açık veya gizli bir
nass ile tayin ve vasiyet olunacağını kabul edenlerin,
e) İmamların büyük ve küçük günahlardan korunmuş (
masûm) ve özel
(
vehbî) bir bilgiyle donatılmış olduklarını söyleyenlerin
teşkil ettiği bir
topluluktur (Fığlalı, 1984, s. 18).
İlk dönemde kullanılan
Şîatü Ali ifadesiyle lafzî mi yoksa ıstılahî anlam mı
kastedilmektedir?
Şiî müelliflerin yukarıda ortaya koyduğu tarifler, ilk bakışta Şîa’nın sanki
Hz. Ali ve hatta Hz. Peygamber zamanında vücud bulmuş bir fırka olduğu
izlenimini uyandırmaktadır. Halbuki Şiîlik, tarihi gerçekler ışığında Hz.
Ali’nin zamanında bile bir fırka haline gelmiş değildir. Görünen o ki, Arap
dilinde ve günlük hayatta ıstılah anlamının dışında taraftar manasında
kullanılan Şîa kelimesinin Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde geçmesi,
Şîa’yı böyle bir anlayışa sevk etmiş olmalıdır (Fığlalı, 1984, s. 19-20).
Görüldüğü gibi Şiî müellifler, meşruiyet gerekçesiyle Şîa’nın lafzî ve ıstılahî
anlamını birbiri yerine kullanırken, bazı Sünnî kaynaklar da o dönemdeki
mevcut siyasî topluluk için
Râfıziyye veya
Sebeiyye isimlerini
kullanmışlardır. Muhaliflerinin zem, dışlama ve ayıplama maksadıyla
kullanmış oldukları bu kavramların dinî içeriklerinin ve bununla
ilgili diğer
görüşlerin ne zaman, kimler tarafından ve hangi şartlarda savunulduğu ve
aidiyeti konusunda ise önemli tartışmalar vardır.
Sonuç olarak imam veya halifenin, yani devlet başkanının gerekliliği
konusunda Ehl-i Sünnet’le aynı görüşü paylaşmasına rağmen Şîa, Ehl-i
Sünnet’in aksine, imâmetin ümmetin seçimine ve takdirine bırakılmış,
umumun yürüteceği işlerden olmayıp bilakis İslâm’ın
temeli ve dinin rüknü
olduğuna inanmaktadır. Yine onlara göre Peygamber’in bunu gizlemesi ve
yürütülmesini ümmete bırakması düşünülemez. Aksine, Allah’ın Peygamber
vasıtasıyla ümmete bir imam tayin etmesi ve o imamın da masûm (büyük-
küçük günahlardan arınmış) olması gereklidir. Nitekim Şîa nass ve tayin
nazariyesine, yani Hz. Ali’nin Allah tarafından Peygamber vasıtasıyla imam
tayin edilişine inanmakta ve nassları bu istikamette yorumlamaktadır. Ayrıca
imâmet iddialarına mesned teşkil edebilecek bir hadis külliyatı da vücuda
96
getirilmiştir. Şiîliğin tanımını bununla irtibatlı olarak ele alan Şîa, Şiîliğin
tohumlarının bizzat şeriatın sahibi tarafından atıldığını söylemek suretiyle
sözkonusu mezhebin zuhurunu Hz. Peygamber dönemine kadar geri
götürmektedir.
Şîa’nın, mezhebin ortaya çıkışıyla ilgili ileri sürmüş oldukları rivâyet ve deliller
için ayrıca 6. Ünite’ye müracaat ediniz.
Dostları ilə paylaş: