"Proletaryanın, sömürücülerin direncini bastırmak için olduğu kadar, nüfusun büyük yığınını -köylülük, küçük-burjuvazi, yarı-proleterler- sosyalist ekonominin 'kurulması' işinde yönetmek için de devlet iktidarına, merkezi bir güç örgütüne bir zor örgütüne gereksinmesi vardır." (Devlet ve İhtilal, s.32)
Stalin'in bu düşünceyi, bu bütünlüğü içinde ne büyük bir yetkinlikle kavradığını görmek için, Leninizmin İlkeleri başta, çeşitli eserlerine bakmak yeter. Hangi başarıyla uyguladığı konusunda bir fikir edinmek için ise, her şey bir yana, bizzat Gorbaçov'un konuşmasında verilen tarihsel döküme bakılabilir.
Modern revizyonistler ne yaptılar? Teslim etmek gerekir ki, onlar da tutarlı davrandılar. Yalnızca proletarya diktatörlüğü döneminde sınıf düşmanına, döneklere, hainlere uygulanan baskı ve şiddeti mahkum etmekle kalmadılar; her türlü sınıf farklılığının giderildiği sınıfsız topluma ulaşıncaya dek, komünizme dek, yalnızca ve yalnızca, bir sınıfın, proletaryanın egemenlik aracı olması ve öyle kalması gereken proletarya diktatörlüğünü tasfiye ettiler. Yerine "bütün halkın devleti"ni geçirdiler. Proletarya partisini tasfiye ettiler, yerine "bütün halkın partisi"ni geçirdiler.
Bileşimi neydi bu "bütün halk"ın? Cevabı son 19. Konferans kararlarından yukarıya aktarılan parçada var. "Tüm sınıflar ve sosyal gruplar"! Sınıflardan ve sosyal gruplardan(125)oluşan bir "sosyalist" toplum, ama proletarya egemen değil! Proletarya egemenliği, "sosyal gelişmenin bir sonraki evresinde", yerini "tüm sınıflar ve sosyal gruplardan oluşan" bütün halkın egemenliğine bırakmış!
Marksizm-Leninizmin ABC'siyle alay etmektir bu.
Proletarya diktatörlüğüne tarihsel düşmanlık
Modern revizyonistlerin -bu arada 70. yıl konuşmasında Gorbaçov'un- demokrasi kavramı II. Enternasyonal teorisyenlerininkinden farksızdır.
Revizyonizmin demokrasi kavramı sınıfsal bir içerik taşımadığı için, doğal olarak sınıf mücadelesi boyutunu da içermiyor. Aynı anlama gelmek üzere, diktatörlük öğesini de içermiyor. Dolayısıyla, Stalin, sınıf mücadelesine önem ve ağırlık verdiği için, demokrasiyi ihmal ya da ihlal etmiş, demokrasi yerine diktatörlük uygulamış oluyor.
Öte yandan, revizyonistler, gerçek bir demokrasinin varlığını, yığınların tarih sahnesine, siyasal arenaya, kendi çıkarları doğrultusunda etkin, yaratıcı ve dönüştürücü bir güç olarak çıkıp çıkmamalarına göre değil, "kişi hakları", "insan hakları" ölçütlerine göre saptıyorlar. Burjuva demokrasisinin bu ikiyüzlü burjuva kavramlarını, Sovyet tarihine, Sovyet demokrasisine uyguladıkları için, Stalin'in bir "diktatör", Sovyet demokrasisinin "keyfi", "rastgele" bir diktatörlük olduğu sonucuna varıyorlar.
II. Enternasyonal liderleri olarak bilinen burjuva uşaklarından farkları şudur ki, birincilerin Lenin'in ve Bolşevizmin şahsında söylediklerini, revizyonistler Stalin'in ve "yakın çevresi"nin şahsında ifade ediyorlar. Bu biçime ilişkin bir farktır ve Lenin'in ve Bolşeviklerin ülkesinde, Lenin'in ve Bolşevizmin arkasına saklanmak ihtiyaç ve zorunluluğundan kaynaklanıyor. Yarın bir ihtiyaç ve bir zorunluluk olmaktan çıkabilir, ama bugün henüz değil.(9 Haziran 1988 tarihli Cumhuriyet gazetesinin verdiği bir habere göre, Moskova'da yayınlanan aylık, Novy Mir dergisinde çıkan uzun bir yazıda, Lenin, "ekonomiyi rayına oturtmak için aşırı sert önlemler almakla suçlandı."
"Sert önlemler" istemek suçsa, Lenin'de daha ne suçlar var! Örneğin O, 1919 Mayısında muzaffer Macar işçilerine gönderdiği ve içinde son derece soğukkanlı bilimsel çözümlemeler yaptığı mesajında, şunları da söylüyor: "Metin olun. Dün sizi, proletarya diktatörlüğünü desteklemiş olan sosyalistler arasında ya da küçük-burjuvazi arasında yalpalamalar başgösterebilir, bunları acımasızca bastırın. Savaşta korkağın meşru yazgısı mermi çekirdeğidir.") Fakat örneğin euro-komünistlerin böyle bir sıkıntıları olmadığı(126)için, onlar da tıpkı II. Enternasyonal teorisyenleri gibi, asıl muhatabına, dosdoğru Lenin'e saldırıyorlar.
Jakoben Diktatörlüğü amansız bir terör dönemiydi. Bu nedenledir ki, Büyük Fransız Devrimi tarihine "Terör Dönemi” olarak geçti. Aslında burjuva devrimini bütün sonuçlarına vardırmak, kökleştirmek çabasından başka bir şey olmadığı halde, burjuvazi tarafından hep nefretle anıldı. Jakobenizm demokrasi düşmanlığı ve keyfi diktatörlük, Robespierre kanlı bir diktatör sayıldı. Burjuvazi ve onun işçi hareketi saflarındaki liberal uzantıları tarafından.
Burjuvazinin paradoks gibi görünen bu tutumunu, 1848 Aralığında, Burjuvazi ve Karşı-Devrim başlıklı makalesinde, Marks şöyle çözümledi:
"Tüm Fransız terörizmi, burjuvazinin düşmanlarıyla, mutlakiyet ile, feodalizm ile ve darkafalılık ile avamca hesaplaşmaktan başka bir şey değildi." (Sol Yayınları, C.1, s.171, vurgular Marks'ın)
Paradoksun sırrı Marks'ın altını çizdiği "avamca" kelimesinde yatıyordu. Burjuvazi, kendi düşmanlarıyla olsa bile, burjuvaziye özgü bir biçimde değil de, "avamca" hesaplaşılmasını affetmemişti.
Kişi ya da azınlık diktatörlüğü ile suçlanan Jakobenizm, gerçekte yığınların aktif desteğine dayandı. Jakobenler mecliste azınlıkta, Paris sokaklarında çoğunluktaydılar. Bu(127)sayededir ki tüm istek ve iradelerini meclise de kabul ettiriyorlardı.