Kader beni, iki Alman devletinin tam sınırları üzerinde bir ka­sabada, Braunau am Inn'de dünyaya getirdi. Alman olan Avusturya, büyük Alman vatanına tekrar dönmelidir



Yüklə 1,96 Mb.
səhifə44/51
tarix28.10.2017
ölçüsü1,96 Mb.
#18647
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   51

Bu gibi kimselerin çoğu çekilip gitti. Bir kısmı da gayet müteva­zı bir şekilde uzaklaştı. Bir nevi eleştiri hastalığına tutulmuş olan kimseler vardır. Bunların maksatları bir heyet teşkil etmektir. Bu heyet kontrol maksadı ile yetkisiz olduğu birçok işe burnunu sokar. Böyle hareket etmek Nasyonal Sosyalistçi bir iş olmaz. Ben bu gibi kimselerin müdahalelerine karşı, partinin intizamlı ve mesul organ­larını korudum. Bir işe yaramayan ve herhangi bir işi beceremeyen bu heyetleri zararsız hale getirmek için, bunlara bir iş bulmak yeti­yordu, işte bu sayede, bizim heyetimizin nasıl gürültü çıkarmadan sessizce dağıldığını ve ani olarak tekrar bulunması ve toplanması imkânsız hale geldiğini görmek pek gülünecek bir olay oldu. Bu olay bana, bizim heyetimize benzeyen diğer bir kuruluşu, Reichstag'ı hatırlattı. Eğer Reichstag'daküere de nutuk imalinde buluna­cakları yerde, ellerine bir iş tutuşturulsaydı, bu bol keseden atıp tutan kimseler, kişisel sorumluluklarının gerektirdiği işleri görecek­leri için, gürültü çıkarmadan çabucak ortadan kaybolacaklardı.

Ben şuna inandım ki, namuslu bir idareci buluncaya kadar ara­maktan bıkılmamalıdır. Bu namuslu idarecilere hareket ve faaliyet­lerinde tam bir hürriyet ve serbesti, maiyetleri üzerinde de kayıtsız şartsız bir otorite vermelidir. Bu kimseler yalnız üstlerine karşı me­sul olmalıdırlar. Tam bir ehliyet ve liyakate sahip olmayan bir kim­se, astına karşı otorite sağlayamaz.

iki sene içinde beri zafere ulaştım. Fikirlerim kabul edildi. Ça­lışmalarımın kesin başarısını 9 Kasım 1923 günü gözlerimle gör­düm. Dört sene önce partiye girdiğim vakit partinin bir mührü dahi yoktu.

9 Kasım 1923 günü parti feshedilip, mallarına el konunca bü­tün eşya ve gazetenin değerinin yüz yetmiş altın markı geçtiği görül­dü.
BÖLÜM 25

Hareketin büyük bir hızla büyümesi, bizi 1922 yılı içinde, bu­gün bile kesinlikle halledilmemiş bir dâva hakkında bir karar alma­ya zorladı. Hareketin, toplulukların kalbini ve fikrini kazanabilmesi için çabuk ve kolaylıkla tatbik edilecek usulleri tetkik ettik. Yaptığı­mız bu teşebbüslerde, işçinin sadece mesleki ve ekonomik alandaki müttefiklerinin, bizden daha başka düşünen çeşitli siyasal fikirlere sahip kimselerden ibaret bulunmasıyla tamamen bizim adamımız olamayacakları yolundaki itirazlarla devamlı bir şekilde karşılaşıyor­duk. Bu itiraz oldukça ciddi idi. Bir sanat sahibi olan işçinin, bir sendikanın üyesi olmadan yaşaması imkânsızdı. Bu kadro içinde o-nun ancak sanat kıymeti korunuyor, esnaflığı da ancak sendika yo­luyla bir nevi devam garantisi elde edebiliyordu, işçilerin çoğunluğu kooperatif aleyhinde ücretler için direnmişler ve işçiye kısmi bir ge­lir temin eden ücret tarifesiyle susturulmuşlardı. Şüphesiz ki bu di­renmeler, bütün işçiler için fayda temin etti. Özellikle, namuslu bir adamın, mücadele haricinde kalmış olmasına karşılık sendikaların şiddetli mücadeleleri neticesinde elde edilmiş ücreti cebine attığı va­kit, vicdanında bir endişe doğuyordu. Normal burjuva işleriyle bu mesele pek zor hallolunabilirdi. Bu işler, meselenin gerek ahlâki ve gerekse maddi safhasına katiyen nüfuz edemezdi. Burjuva kendi ik­tisadi faydalarını ön plâna aldığı için, işçi kuvvetlerinin tamamının bir teşkilâta sahip olmasına karşıydı. Sırf bu sebeplerden dolayı, burjuvalardan çoğu hür bir fikir ve kanaate erişebilmekte zorluk çe­kiyordu. Bu dâvada hiç ilgi ve faydaları olmayan, ağaçları görmedik­lerini ileri sürerek ormanı görmemek isteğine yenilmeyecek olan üçüncü şahıslara başvurmak zorunluydu. Onlar, iyi niyetleri saye­sinde, bizim bugünkü ve gelecekteki hayatımıza bağlı bir dâvayı ko­laylıkla idrak edebileceklerdir.

Sendikaların gayesi, lüzumu ve özü etrafında, kitabımın ilk bö­lümünde açıklamalar yapmıştım.

Devlet, gerek koruma tedbirleri aracılığıyla (ki genellikle so­nuçsuz kalır) ve gerek yeni bir toplu eğitim ile, işçinin işverene kar­şı durumunda bir değişiklik meydana getirmedikçe, işçi için iktisadi topluluğun üyesi olması dolayısıyla, eşit hakkım ileri sürüp çıkarla­rını savunmaktan başka yapacağı bir husus kalmayacaktır. Bu birlik ruhuyla tamamen muvaffak olunur ve vatandaşların, müşterek ha­yatlarım tehlikeye koyabilecek birçok sosyal haksızlıklar tamir edi­lir. Kaldı ki, ben bütün beyanatlarımda daha da ileri gidiyordum. Yani toplum vazifeleri duygusuna zerre kadar malik olmayan, hattâ sadece bir insaniyet hissi bile beslemeyen patronlara esir insanlar bulundukça, işçinin bu hakkının tabii telâkki edilmesini korumak i-cap ettiğinde, dayanışmanın korparatif temel üzerinde işçilerin bir grupmam şeklini alması gerekeceği sonucuna varıyordum.

1922 senesinde genel düşüncemde hiçbir nokta değişmiş olmu­yordu. Fakat aydınlık ve açık bir ilke hâlâ bulunmamıştı. Yalnız ka­zanılmış bilgiden dolayı bir memnuniyet göstermek yaraşmazdı. On­lardan uygulama alanında da sonuçlar çıkarmak gerekirdi.

Aşağıdaki davalara açıklık kazandırmak pek lüzumluydu:

1) Sendikalar gerekli midir?

2) Nazi partisi kendisinin kooperatif olduğunu mu ilân etmeli, yoksa üyelerim herhangi bir sendika kadrosuna kanştırmamalı mıdır?

3) Sadece Nazi bir sendikanın vasıfları neler olmalıdır? Böyle bir sendika olduğu takdirde maksadı ve işi neler olacaktır?

4) Bu husus uygulama alanına nasıl konacaktır?

Birinci soruya gereği kadar cevap vermiş olduğumu zannede­rim. Durumun bugünkü görünüşüne bakılırsa, fikrimce, sendikalar­dan vazgeçilemez. Tam tersine onlar milletin ekonomik hayatının en lüzumlu kuruluşları arasında bulunmaktadırlar. Önemleri yalnız toplumsal mahiyette değil, milli mahiyettedir.

Kaldı ki, halk kütlelerinin hayati ihtiyaçlarının karşılandığını gören ve bununla beraber sağlam ve dürüst bir sendika teşkilâtı sa­yesinde bir çeşit terbiye ve disiplin alan bir millet, bu sebepten dolayı hayat kavgasında genel bir karşı koyma kuvvetinin, fevkalâde bir şekilde arttığını da görür.

Sendikalar -her şeyden önce- ticaret odalarının, istikbaldeki ekonomik parlamentoların köşe taşı sıfatları ile gereklidirler.

Böylece ikinci sorunun çözümü de aynı biçimde kolaylaşır. Eğer mühim olan kooperatif ise, Naziliğin bu konuda yalnız kuram­sal değil tatbiki bir şekilde de bir yer alması lüzumludur. Fakat, na­sıl olmalıdır? işte bu sorunun cevabı oldukça zordur.

Nazi hareketi şu fikre inanmalıdır. Hareketin gayesi ırkçı Nazi devletini kurmaktan ibarettir. Böyle bir devletin gelecekteki bütün kuruluşlarının aksiyonu bizzat kökten "gelişme" bulmayı icap etti­rir. Evvelce yetişmiş birtakım "yedek insan" hazinesine sahip olmak lüzumu vardır. Hiçten veya sadece kamu kuvvetinden hareketle, birdenbire muayyen bir teşkilât meydana getirileceğine inanmak büyük bir hata olur. Mekanik bir surette meydana getirilmesi pek çabuk kabil olan ve dış görünüşten çok daha önemli bulunan ruh, şekle daima canlılık vermelidir. Toplumsal bir vaziyete bir Führer ilkeleri, zorla empoze edilebilir. Ancak bu ilkelerin, gerçekten diri olmaları ve en küçük ayrıntıya varıncaya kadar ağır ağır meydana gelmeleriyle kabildir. Bunlar yıllar boyunca seçilmiş ve hayatın acı gerçeklerinden kuvvet ve metanet kazanmış ve bu şekilde Führer'in düşüncelerim fiile çıkarmaya kabiliyetli hale gelmiş bir insan malze­mesi üzerine kurulmalıdır.

Demek ki bir güç kesesinden yeni bir devletin anayasası için pek ani olarak taslaklar çıkarılabileceğine ve bu taslakların yukarı­dan gelme emredici bir sesle kabul ettirilebileceğine ihtimal veril­memelidir. Bunu tecrübe etmek mümkündür. Yalnız sonuç, mu­hakkak ki sürekli olmayacaktır. Çünkü çoğu zaman bu, ölü doğmuş bir çocuktan farksız olacaktır, işte bu husus Alman milletine, We-imar anayasası ile beraber, son elli yıl içinde yaşanan olaylar ile hiç­bir ilişiği bulunmayan yeni bir bayrak armağan etmek girişimini ha­zırlamaktadır.

işte bunun için Nazi devleti bu yoldaki tecrübelerden sakınma­lıdır. Devlet çoktan beri mevcut olan iç teşkilâtı ile gelişebilir. Bu teşkilâtın özü itibariyle, sonunda canlı bir Nasyonal Sosyalist devlet yaratabilmek için Nasyonal Sosyalizmin canlı ruhunda hayat bul­muş olması gerekir. Yukarıda önemine değindiğim gibi, yavru verecek hücreleri çe­şitli meslek temsillerinin yönetim odalarına ve daha doğru bir de­yimle her şeyden önce korporasyona dayanmalıdırlar. Eğer bu son­raki mesleki temsil ve merkezi ekonomik parlamentonun bize bir Nazi müessesesi tarafından sunulması gerekirse, bu önemli hücrele­rin bir Nazi duygusallığını ve düşüncesini taşımaları da gerekir. Bir hareketin kurucuları devletin içine alınmalıdır. Ama devlet, birden ve sonraki bir tılsım etkisi ile kendini kapsayan teşkilâtları, eğer bu teşkilâtların hayattan yoksun birer eser durumunda kalmalarını iste­miyorsa, hiçten yaratamaz.

işte bu görüşle Nazi hareketi kendisine ait korporatifin gerekli­liğini kabul etmelidir. Şu düşünce de bunu emretmektedir: Ge­rek işverenlere, gerek işçilere bir halk topluluğunun ortak kadrosu içinde karşılıklı bir çalışma birliği yönünde verilecek gerçek bir Nazi eğitimi, kuramsal öğretilerin, teşviklerin ve devletlerin sonu­cu olamaz. O her günkü hayatın kavgasından doğar. Hareket, özel ve büyük ekonomik toplulukları o ruha göre ve onunla birlikte eğit­meli ve birbirlerine yaklaştırmalıdır, işte böylesine ileri bir çalışma ortaya konulamazsa geleceğin ve gerçek bir halk topluluğunun ye­niden canlanması, yalnızca bir düş olarak kalır. Yalnız hareketin mücadelelerinin hedefi olan büyük ülkü, gelecekte yeni durumu sırf cepheden ibaret kalmayarak sağlam hükümler üzerine dayandırmış biçimde gösterecek olan o genel yöntemi yavaş yavaş oluştura­caktır. Bunun için hareket, korparatif düşünceye yalnız böyle bir niteliğe sahip olarak, kendini sunmakla kalmamalıdır. Hareket ayrı­ca eylemsel görünümleri için, Nazi devleti düşüncesi ile üyelerden ve taraftarlardan oluşan küçük bir toplulukla, gerekli eğitimi de ver­melidir.

Şimdi üçüncü soruya cevap vermek gerekiyor.

Nazi korporasyona bir sınıf kavgası organı değildir, bir mesleki temsil organıdır. Nazi devleti hiçbir "sınıfı tanımaz ve kabul etmez. Fakat, yalnız siyasal bakımdan tamamen eşit hukuk ile ve aynı ge­nel görevlerle burjuvaları tanır. Burjuvalarla beraber devletin "res-sortissant'ları bulunur ki, bunlar, siyasi bakımdan hiçbir hukuka kesinlikle sahip değillerdir.

Nazi manasıyla korporasyonun vazifesi, bazı adamlan grupmanları sayesinde kendilerini ağır ağır sınıf haline getirmelerini ve sonra toplumun içinde benzer surette teşekkül ettirilmiş diğer kuruluşlar­la çatışmaya girişmelerini sağlamak değildir. Esasen, bizim bu vazi­feyi korporasyona vermememiz icap eder. Ancak korporasyon Marksçı çatışmanın ve mücadelenin oyuncağı olduğu zaman kendi­sine böyle bir sorumluluk verilir.

Gerçekten korporasyon "sınıf mücadelesi" ile aynı mânaya gel­mez. Onu kendi sınıf mücadelesi için bir vasıta yapan Marksizm'dir. Hür ve bağımsız olan milli devletlerin iktisadi temellerini felce uğ­ratmak milli sanayi ve ticaretlerini yok etmek için ve hür milletleri, bu sayede devletlerin üstünde ve dünya çapında olan Yahudi mali­yesinin emrine bağlı bir esaret altına almak için enternasyonal Ya­hudi âleminin kullandığı silâhı Marksistler yaratmıştır.

Nazi korporasyonunun, bu sebepten dolayı milli iktisadi hayata iştirak eden belirti grupların teşkilâtlı olarak toplanmaları sayesinde milli ekonominin güvenini arttırması, milli halk bünyesi üzerinde her türlü tahripkâr engelleri savarak, kuvvetini çoğaltması gerekli­dir. Amaç birtakım engellerin devlete zarar vermelerine ve ekono­mi için bir felâket teşkil etmelerine fırsat bırakmamaktır.

Grev meselesine gelince, bu Nazi korporasyonu için, milli üre­timin bir tahribi ve sekteye uğratılması vasıtası değildir. Antisosyal yapısı dolayısıyla halk topluluklarının ekonomik ilerlemelerini önle­yen bütün engellere karşı mücadele sayesinde milli üretimi çoğalt­mak ve devam ettirmek vasıtasıdır. Çünkü her ferdin faaliyet mey­danı iktisadi tatbikatta aldığı içtimai ve hukuki vaziyet ile daima ir­tibatlıdır. Bu tatbikat karşısında takip ettiği yol bu vaziyetin tetki­kinden anlaşılır.

Nazi işçisi milli iktisadi refahın; kendi maddi saadetinin temi­natı mânasına geldiğini anlamalıdır.

Ve yine Nazi patron şunu bilmelidir ki, işçilerinin saadeti ve tatmin olması kendi iktisadi refah ve saadetinin meydana gelmesi­nin ve gelişmesinin başta gelen ilk büyük şartıdır.

Nazi işçiler ve işverenler halk topluluklarının delegeleridir. Ey­lem ve davranışlarında onlara büyük ölçüde verilen kişisel özgür­lük, onların uygulama yeteneklerinin gelişmesine sebep olur. En us­tasını, en yeteneklisini ve en çalışkanını daha da ilerletmek için ge­reken doğal ayıklamaya engel olunmamalıdır.

Bu sebepten dolayı, Nazi korporasyonu için grev, ancak ırkçı Nazi devleti mevcut bulunmadığı bir sırada istifade edilmesine mec­buriyet olan bir vasıtadır. Hakikatte ırkçı Nazi devlet, patronlardan ve proletaryadan teşekkül etmiş daima topluluklara zarar vermek neticesini gösteren korkulu ve şüpheli kavgası yerine, herkese hak ve hukuka hürmeti telkin etmek vazifesini üzerine almıştır. Ticaret odalarına düşen vazife milli iktisadi faaliyeti devam ettirmek ve bu­nun noksan ve kusurlarını ortadan kaldırmaktır. Bugün milyonlarca insanı çatışmaya zorlayan hatta savaşa sürükleyen şeye artık sanayi odalarında ve iktisadi parlamentoda çözüm çaresi bulunmalıdır, iş­verenler ve işçiler ücret mücadelesi içinde birbirleriyle artık uğraş­mamalıdırlar. Zira her iki topluluk da davalarını topluluğun ve devletin iyiliği uğrunda müşterek olarak halletmelidirler. Devlet dü­şüncesi her şeyin üstünde alev ve kıvılcım saçan harflerle yüksel­meli ve parlamalıdır. Tüm her şeyde olduğu gibi, bunda da en başta partiden önce vatan geldiği ilkesi egemen olmalıdır.

Nazi korporasyonunun görevi, aşağıdaki amacı gerçekleştirebile­cek biçimde eğitim vermekten ibarettir:

Milletimizin ve devletimizin güvenliğinin sürekliliği hususunda her şey ortak olarak çalışmalıdır. Bu da her kişinin doğuştan sahip olup, toplum tarafından geliştirilen yetenek ve kuvvetine bağlı ola­rak ortaya çıkacaktır.

Böyle korporasyonları nasıl gerçekleştirebileceğimiz şeklindeki dördüncü soruya cevap vermek, eskiden son derece güç görünüyor­du.

Yeni bir arsa üzerinde temel atmak kolaydır. Daha önce temel atılmış bir arsada temel yapmak ise güçtür, işinde uzmanlaşmış bir mağazanın bulunmadığı bir yerde yeni bir mağaza açılabilir. Ama benzer bir kuruluş mevcut ise, bu iş daha güç olur. Ayrıca durum ve şartlar yalnız bir mağazanın yaşayabilmesine uygun olan yerlerde ise bu iş çok daha güç meydana getirilebilir. Çünkü böyle bir yerde kurucular yalnız yeni mağazalarını müşterilere kabul ettirmekle ka­lamazlar, yaşayabilmek için o güne kadar o yerde yaşamış olan ma­ğazayı da yok etmek sorunu ile karşılaşırlar.

Bir Nazi korporasyonu, öteki korporasy onların yanı sıra anlam­sızdır. Çünkü bir korporasy onda, benzer ya da düşman olmayan öteki kuruluşlara karşı bir hoşgörü beslemek düşünülemez. Bu, dünyada genel ve genel olduğu kadar yaradılıştan var olan bir görevdir. Korporasyonlar kendi kişiliklerim savunmak ve güçlendir­mek zorundadırlar. Böyle bir eğilim olduğuna göre hiçbir anlaşma yapılamaz, işte yalnız kesin ve kişiliğine özgü bir hakkı koruma gö­revi vardır.

Bu durumda, sonuca varmanın iki yolu vardır:

A) Önceden bir korporasyon kurmak ve sonra yavaş yavaş en­ternasyonal Markçı korporasyonlara karşı savaşmaya koyulmak.

B) Veya tam tersine olarak mevcut Markçı korporasyonlara so­kulmak ve bu kuruluşları bizim esas gayemizin hedefine çevirmek için bunları yeni ruhla doldurmaya, takviyeye çalışmak.

Birinci yol uygun ve kolay olmayacak kadar güç ve imkansızdı. Karşılaştığımız zorlukların en başında mali vaziyet geliyordu. Çün­kü o zamanlar mali olanaklarımız çok azdı. Buna paralel olarak gelir kaynaklarımız ise sınırlı idi. Korkunç bir surette gelişen enflasyon yavaş yavaş vaziyeti daha da kötüleştiriyordu. O yıl­larda korporasyonun üyeleri için elle tutulabilecek kadar maddi bir yardımdan bahis olunması imkân dahilinde değildi. İşçilerin bir korporasyon için aidat vermelerine böylece hiçbir sebep kalmamış­tı. Hattâ Marksizm'e taraftar olanlar dahi, Rurh'da M. Çuno'nun cepleri milyonlara kavuşuncaya kadar, takatsiz ve bitkin bir duruma düşmüşlerdi. Bu milli Reich şansölyesi Marksçı korporasyonların kurtarıcısı kabul edilmelidir.

Biz o zamanlar bu çeşit oluşumlara güvenemezdik. Hiç kimse için parasal sıkıntısına bir yarar sağlamayan bir korporasyona gir­mek pek çekici bir şey değildi.

Diğer taraftan, böyle yeni bir kuruluşun ve teşkilâtın az çok entelektüel olan fırsat kollayıcılar için ufacık bir peynir parçası bile yaratmamış olduğunu mutlak surette söylemek isterim.

Özellikle, kişi sorumluluğu bunda çok önemli bir rol oynuyor­du. Bu güçlü işin çözümünü kendine verebileceğim bir adamım bi­le yoktu. O vakitler sınıf kavgası kuruluşunun yerine Nazi kor poratif düşüncesinin başarısına yardım için Marksist korporasy onla­rı gerçekten yok edecek bir kimse, milletimizin büyük adamları ara sına girecek ve heykelinin gelecekteki nesiller için Raüsbonne Wal holl'unda dikilmesi icap edecekti.

Fakat böyle bir kaide üzerine dikilmeye lâyık hiçbir kafa tanı madım. Enternasyonal korporasyonlarda orta halli kafalardan fazla bir şey bulunmadığı yolunda bize karşılıkta bulunmak oldukça yanlış olur. Bu söz hakikatte hiçbir olumlu mâna ifade edemez. Çünkü o korporasyonlar kuruldukları vakit, bu zor bir iş değildi. Bugün Nazi hareketinin çoktan beri azametli bir temel üzerinde mevcut olan ve en ufak ayrıntısına varıncaya kadar her yönüyle tamam olan kor­kunç bir teşkilâttır. Saldıran, galip gelmek niyetinde ise, daima sa­vunandan daha dahiyane davranması gerekir. Korporatif Marksist kale, bugün sıradan kişiler tarafından idare olunabilir.

Bu kaleler yalnız üstün bir insanın olağanüstü enerjisi dahiyane kabiliyeti sayesinde hücum yoluyla zapt edilebilir. Böyle bir adam bulunmazsa, kaderle boğuşmak boşuna olur. Kaldı ki daha iyisini yapmaya muvaffak olmadan mevcut bir nizamı altüst etmeye kalk­mak bütünüyle manasızdır. Hayatta tasarlanan bir şeyi, gerekli oları güçlerin yokluğu yüzünden bir yana bırakmaktansa, ona yalnız yar­dım etmenin ya da kötü biçimde sarılmanın, çok zaman daha olum­suz sonuçlar vereceği düşüncesini değerli bulmak uygun olur.

Hiç demagojik olmayan başka bir düşünce de bu görüşü des­tekler. O günlerde bende kesin bir kanaat vardı. Bugün de aynı ka­naatteyim: Ekonomik sorunlara, büyük bir siyasal mücadeleyi karış­tırmak tehlikeli olur, düşüncesinde idim. Bu husus özellikle bizim Alman milletimiz için düşünülürse doğrudur. Çünkü bu takdirde ekonomik mücadele derhal siyasi mücadelenin enerjisini bir miktar kendine aktaracaktır, insanlar tasarruf ve iktisat yoluyla ufak bir eve sahip bulunamadıklarını düşünürlerse artık yalnız bu amaca mev­cudiyetlerini bağlayacaklardır. Bir zaman sonra o toplanmış paralan şu veya bu yolla ellerinden gasp etmeyi tasarlayan kimselere karşı siyasi yolla savaşmaya takadan kalmayacaktır. Siyasi kavgada kana­atleri ve düşünceleri yolunda savaşacak yerde tamamen "dahili ko-lonizasyon" düşüncesine gömülecekler ve çok defa, iki sandalye arasına oturacaklardır.

Bugün mücadelenin başlangıcında bulunan Nazi hareketinin, ön­ce gayesinin büyük bölümünü meydana getirmesi ve ona bir şe­kil vermesi lâzımdır. Hareket büyük gayesinin yayılabilmesi için mücadeleye bütün enerjisi ve yeteneği ile katılmaya mecburdur. Ba­şarı, ancak bütün kuvvetin, savaşın emrine ve hizmetine verilmesi şartı ile düşünülebilir, iktisadi meselelerle uğraşmak, faal dövüş kuvvetini felce uğratabilir. Bugün klâsik bir kavgada bu hususu göz önünde bulunduruyoruz. 1918 Kasım devrimi korporasyonlar yönün­den yapılmadı; onlara rağmen yapıldı. Alman burjuvazisi, Alman­ya'nın istikbâli için hiçbir siyasi kavgaya girişmiyor ve yapıcı iktisadi çalışma içinde bu geleceğin yeter derecede karşılanmış olduğu inan­cım besliyordu.

Bu gibi tecrübeler bize ders olmalıdır. Zira bizde de, bundan başka türlü cereyan etmeyecektir. Hareketimizin bütün enerji ve kuvvetini siyasi mücadele üzerinde ne kadar çok toplayabilirsek, başarıyı o kadar çok bekleyebiliriz. Vakitsiz surette korporasy on, ko-lonizasyon ve benzeri davalarda ne kadar fazla uğraşırsak, devamı uğ­runda faydalı netice o kadar önemsiz olacaktır. Çünkü bu davalar ne kadar önemli olsa da, biz ancak siyasi kuvvet ve nüfuzu ele ge­çirdikten sonra halledilecektir.

O zamana kadar, bu davalar hareketi felce düşüreceklerdir. Ha­reket, vakitsiz olarak onlarla meşgul olursa, siyasi amaç daha çok engellere rastlayacaktır. Korporatif hareket, siyasi hareket tarafından vücuda getirilirse de bunun zıddı olması kolayca mümkündür.

Gerek milletimiz ve gerekse hareket için gerçek bir fayda, yalnız başına korporatif hareketinden gelebilir. Ancak bir şartla ki bu Nazi korporatif hareket bizim Nazi fikirlerimizle kuvvetli surette dolu bulunmalıdır ve Marksçı yollara düşmek tehlikesinden de ar­tık kurtulmuş olmalıdır. Zira kendi görevini yalnız Marksist kor­porasy ona rekabetten ibaret sanan bir Nazi korporasy onu, hiç mev­cut olmasa daha yararlı olur. Nazi korporasyonu Marksist korporas-yona sadece kuruluş sıfatıyla değil, hepsinden önce, fikir ve ideoloji sıfat savaş ilân etmelidir. Onun sınıf fikri ve sınıf mücadelesinin müjdecisi bulunduğunu duyurmalıdır. Ve onun yerine Alman bur­juvazisinin mesleki yararlarının koruyucusu olmalıdır.

Bütün bu görüşlerin evvelce partiye özgü korporasyonlar ku­rulması lehinde birer kanıt meydana getirmiş bulundukları ve halen bu kanıtı destekledikleri bende hiçbir ispata muhtaç olmayacak de­recede açıktır.

Yeter ki hiç beklenmeyen bir anda bir büyük siyasi deha ortaya çıksın ve bu davaları halletmeye, kader tarafından tayin edilmiş ol­sun.

Bundan böyle partili arkadaşlarımıza yalnız iki çare kalıyordu. Ya bugüne kadar mevcut bulunan korporasyonlardaki arkadaşları­mız imkân nispetinde tahrip edici bir tesir yapacaklardı yahut kor­porasy onlar dan ayrılacaklardı.

Ben burada genellikle bu ilk çareyi uygun buldum.

Esas olarak 1922-1923 yıllarında bunu tehlikesizce başarmak mümkündü. Çünkü enflasyon zamanında korporasy onun kendi ce­bine atacağı kâr üye sayısı itibariyle hiçti. Bu bakımdan, baştan ba­şarısızlık ihtimali gösteren tecrübelere girişmekten kaçınmıştım. Ve üyelerine yararlı olacaklarına ihtimal vermediğim bir kuruluşun kendi menfaati için, bir işçinin zaten indirilmiş gündeliğinden bir kısmını almasını cinayet olarak kabul etmiştim.

Eğer yeni kurulmuş bir siyasal parti bir gün birden ortadan kal­karsa bunda o kadar zarar yoktur. Daima bir fayda vardır. Kimsenin bu yüzden şikâyet edeceği düşünülemez. Esasen buna da hakkı yoktur. Zira fert, siyasal bir harekete bir şey verirken, artık onu kaybolmuş olarak kabul eder. Fakat bir korporasy ona aidat ödeyen bir üye bunun karşılığında kendisine garanti edilmiş bir ücrete hak kazanır, işte buna önem verilmezse, böyle bir korporasy onun kuru­cuları yalancıdırlar. Yahut hiç olmazsa suçlu tutulmaları gereken ahmak ve beyinsiz insanlardır.

işte bizim 1922 yılındaki hareketimiz bu görüşte idi. Başkaları bunu belli bir şekilde daha mükemmel anlıyorlar di. Onlar sendika­lar kurdular.

Sendikaların bulunmamasından ötürü bizi kınıyorlardı. Bunu düşünmemiş olduğumuz için bizi dar görüşlü olarak vasıflandırı­yorlardı. Aynı zamanda bu tutumumuzu, görüşümüzün hatalı oldu­ğuna kanıt sayıyorlardı. Fakat bu buluşlar da ehemmiyetini yitir­mekte ve ortadan silinmekte gecikmedi. Sonunda, son tahlil de biz­dekinin aynı oldu. Yalnız şu fark vardı: Biz ne kendimizi ne de baş­kalarını aldatmıştık.

BÖLÜM 26


Reich'ın dış işlerinin idaresinde mutlak bir sistem eksikliği göze çarpar bir durum meydana gelmişti. Çünkü Almanya'nın müttefik­lerine karşılık gelen bir antlaşmalar siyasetine istinat edecek tedbirli ilkeler bulunup da meydana konmamıştı. Devrim bu hatayı düzelt­mek bir yana dursun, bunu daha da ileriye götürdü. Devrimin saye­sinde karışık planlarının gerçekleştiğini gören muhitlerin, sonucu bağımsız bir Alman Devleti kurmaktan ibaret olacak bir antlaşmalar politikası takip etmekte hiçbir yararlan yoktu. Böyle bir antlaşma Kasım canilerinin içlerinde saklı tasarıyla, tezat meydana getirirdi, iktisadiyatın ve Almanya'nın üretim kuvvetlerinin enternasyonal ha­le getirilmesine engel olurdu. Fakat bilhassa korkulacak olan şey Reich'ı yabancı ülkelerden bağımsız kılmak için zaferle idare edil­miş bir kavganın iç politika üzerinde bir gün nüfuz ve kudreti elle­rinde bulunduranlar için uğursuz olabilecek bir tesir yapabilmesi i-di. Hakikaten, bir milletin zulüm ve baskıya karşı ayaklanıp da ken­disine başlangıçta kendi varlığının şuuru verilmemiş olması aklın alacağı bir şey değildir. Bunun tersine olarak da, dış siyasette elde edilmiş olan büyük başarılar milli duygunun uyanması üzerine tesir yapardı. Tecrübeler gösteriyor ki, bir milletin kurtarılması için giri­şilmiş olan her ayaklanma o milletin vatanseverliğini geliştirir ve milleti kendi içindeki milliyet aleyhtarı unsurların tahriklerine karşı uyanık bulundurur. Barış vaktinde katlanılan ve çoğu zaman dikkat bile edilemeyen birtakım kimseler ve durumlar, milli coşkunluk ve heyecanın bir milletin tâ ruhuna varıncaya kadar karıştırdığı dert­lerle, açık bir karşı koymaya yarayacak derecede bir muhalefetle 'karşılaşırlar. Bu muhalefet onlar için öldürücü olur. Örneğin her yanda, bir savaş meydana geldiği vakit, casuslara karşı duyulan kor­kuyu bir düşününüz. Bu korku, o sırada ani olarak kendini gösterir. O vakit de insan ihtirasları en üstün derecelere yükseltilmiştir. Ço­ğu zaman haksız olmakla birlikte en adi zulüm ve tecavüzleri mey­dana getirmiştir. Halbuki herkesin uzun barış yılları içinde daha çok casusluğa maruz kalmak tehlikesi içinde yaşadığım düşünmek gerekirdi. Ancak gayet tabii sebeplerden dolayı, kamuoyu o zaman­lar bu casusluğa o kadar önem vermezdi.

Kasım olaylarının dönemeçlerinin meydana çıkardığı devlet asalaklarının ince içgüdüleri zulüm ve baskıya karşı halkın ayaklan­masına yardım edecek ve bu suretle milli ihtirasları alevlendirecek başarılı bir antlaşma politikasının kendi canice mevcudiyetlerine bir son vereceğini derhal hissetti.


Yüklə 1,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   40   41   42   43   44   45   46   47   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin