Uyuşmazlik mahkemesi kararlari



Yüklə 5,59 Mb.
səhifə141/148
tarix07.04.2018
ölçüsü5,59 Mb.
#47478
1   ...   137   138   139   140   141   142   143   144   ...   148

ESAS NO : 2009/282

KARAR NO : 2010/115

KARAR TR : 03.05.2010

(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : Davalı Bankada 399 sayılı KHK hükümlerine göre sözleşmeli personel olarak çalışırken işten çıkartılan davacı tarafından, tekrar işe başlatılması talebiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R


Davacı : Ş. B.

Vekili : Av. C. Ö. K.

Davalı : Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü

Vekili : Av. A. B.


O L A Y : Davacının, Bankada 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre sözleşmeli personel olarak görev yaparken işine son verildiğini, ancak, Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin E:1999/397 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucu beraat ettiğini belirterek Bankada tekrar işe başlatılması talebinde bulunması üzerine Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü’nce davacıya gönderilen:

3.3.2008 gün ve 2100 sayılı yazı ile, eski görevine iadesi hususundaki bila tarihli dilekçesinin incelendiği, Adana Bölge Başkanlığı Şubesi kalorifercisi iken Yönetim Kurulunun 25.2.1999 tarih ve 145 sayılı kararı gereğince görevden çıkarma cezası ile cezalandırılarak 5.3.1999 tarihi itibariyle Bankalarıyla ilişiğinin kesildiği, bu itibarla, evvelce de bildirildiği üzere Bankalarında tekrar görevlendirilmesinin mümkün olmadığı;

11.3.2008 gün ve 2301 sayılı yazı ile de, göreve iade talebi hakkındaki 24.1.2008 tarihli dilekçesine 1.2.2008 tarihli iadeli taahhütlü yazıları ile, “Adana Bölge Başkanlığı kalorifercisi iken Yönetim Kurulunun 25.2.1999 - 145 sayılı kararı ile görevden çıkarma cezası ile cezalandırılmanıza karar verilerek 5.3.1999 tarihi itibariyle Bankamızla ilişiğiniz kesildiğinden, Bankamızda tekrar görevlendirilme-nizin mümkün olmadığı” belirtilerek cevap verildiği, ancak verdiği adreste bulunamadığından yazılarının iade edildiği, aynı konudaki tarihsiz dilekçesine de 3.3.2008 tarihli yazıları ile cevap verildiği, bu defa göndermiş olduğu 1.3.2008 tarihli dilekçe de incelenmiş olup, “Görevden Çıkarma Cezası ile cezalandırılmanıza karar verilerek Bankamızla ilişiğiniz kesildiğinden yeniden görevlendirilmenizin mümkün olmadığı” görüşlerine eklenecek bir husus bulunmadığı bildirilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının, uzun yıllar Ziraat Bankası A.Ş. Adana Şubesi nezdinde memur olarak görev yaptığını, ancak, 1999 tarihinde vergi kaçakçılığı suçundan Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin E:1999/397 sayılı dosyası ile yargılanmaya başlanmasından ve hakkında soruşturma açılmasından sonra 5.3.1999 tarihi itibariyle Ziraat Bankası A.Ş. ile olan ilişiğinin, hakkındaki bu suçlama ve açılan ceza davası nedeni ile kesildiğini, yapılan ceza yargılaması sonunda davacının beraat ettiğini, dosyanın derecattan geçerek kesinleştiğini ve ilişik kesme kararının gerekçesi olan bu isnadın işbu beraat kararı ile ortadan kalktığını, 25.2.1999 tarih ve 145 sayılı ilişik kesmeye dair idari işlemin gerekçesinin anılan beraat kararı ile ortadan kalkması üzerine davacının davalı Kuruma başvurarak, davalı Kurumda yeniden görevlendirmeyi talep ettiğini, bunun üzerine davalı Kurum tarafından bu haklı talebin, 3.3.2008 tarih ve 002100 sayılı karar ile, yukarıda bahsi geçen beraat kararı ile birlikte ilişik kesme idari işleminin sebebinin ortadan kalkmasına karşın reddedildiğini, bu idari kararın yasaya ve hukuka aykırılık teşkil etmekte olup, davacının mağduriyetine sebep olduğunu ileri sürerek davalı idarenin 3.3.2008 tarihli, 2100 sayılı kararının iptali sureti ile davacının davalı Kurum nezdindeki işine iadesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ; 29.5.2008 gün ve E:2008/772, K:2008/1182 sayı ile, davanın, Ziraat Bankası Adana Şubesi’nde görev yapmakta iken 5.3.1999 tarihi itibariyle Banka ile ilişiği kesilen davacının, tekrar göreve başlatılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 3.3.2008 tarih ve 2100 sayılı işlemin iptali istemiyle açıldığı, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 1. maddesinde, “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi denir” hükmünün yer aldığı, öte yandan, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1/1 maddesinde; İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin C, D, E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözümünde, iş mahkemelerinin görevli olduğu hükmüne yer verildiği, dosyanın incelenmesinden; Ziraat Bankası Adana Şubesinde görev yapmakta iken vergi kaçakçılığı suçlaması ile açılan ceza davası nedeniyle 5.3.1999 tarihinde Banka ile ilişiği kesilen davacının; söz konusu davadan beraat ettiği gerekçesiyle tekrar göreve başlatılması istemiyle yaptığı başvurusunun, 3.3.2008 tarih ve 2100 sayılı işlem ile reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle görülmekte olan davanın açıldığının anlaşıldığı, 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun'da yer alan düzenlemelerden; davalı Bankanın, 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı dışında, 4603 sayılı Kanun’a göre yeniden yapılanan, sermayesinin tamamı şu an için Devlete ait olmakla birlikte Bankalar Kanunu ve genel hükümlere tabi, kendine özgü kamuya ait bir anonim şirket statüsünde bulunan ve dava konusu işlemi bu sıfat ve statü altında gerçekleştiren bir kuruluş olduğu; öte yandan, 4603 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin 4743 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile değişik 3. fıkrası ile bu Yasa kapsamındaki bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tabi olmayan personel çalıştırılamayacağı kurala bağlanmış olduğundan, bu tarih itibariyle Bankada çalışacak personelin özel hukuk hükümlerine tabi olduğu ve bu statüde istihdam edilmesi gerektiği, bu durumda, iş akdine bağlı olarak çalıştırılması gereken davacının, tekrar göreve başlatılması istemiyle yaptığı başvurusunun reddinden doğan uyuşmazlığın, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi hükmü uyarınca görüm ve çözümünün adli yargının görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, davalının 11.3.2008 gün ve 2301 sayılı işleminin iptali istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.



ADANA 4. İŞ MAHKEMESİ; 20.4.2009 gün ve E:2008/749, K:2009/272 sayı ile, davacı vekilinin, Mahkemelerine vermiş olduğu 11.11.2008 tarihli dava dilekçesi ile, müvekkilinin uzun yıllar davalı işyerinde memur olarak görev yapmakta iken 1999 yılında vergi kaçakçılığı suçundan dolayı Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1999/397 Esas sayılı dosyası ile yargılanmaya başlandığını, hakkında açılan soruşturma neticesinde işverence 5.3.1999 tarihi itibariyle ilişiğinin kesildiğini, yapılan yargılama neticesinde davacının beraat ettiğini, ilişik kesme işlemi sebebinin ortadan kalkması üzerine tekrar işe başlatılması için işverene müracaat ettiğini, ancak, talebinin reddedildiğini, yapılan bu idari işlemin iptali için davalı Kurum aleyhine Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 2008/772 Esas ve 2001/182 Karar sayılı dosyası ile iptal davası açtıklarını, ancak görevsizlik kararı verildiğini, eldeki davanın ise müvekkilinin tekrar işe başlatılması için açıldığını belirterek, usul ve yasaya aykırı idari işlemin iptali ile müvekkilinin Kurum nezdindeki işine iadesine karar verilmesini istediği, davalı vekilinin, 4.12.2008 tarihli cevap dilekçesi ile, öncelikle davanın görev yönünden reddi gerektiğini, bankalarda 4857 sayılı İş Kanunu’na tabi çalışanlarla bankalar arasında çıkacak ihtilaflarda iş mahkemelerinin görevli olduğunu, söz konusu hükmün davacıya uygulanabilmesi için davacının müvekkili Banka ile özel hukuk hükümlerine göre çalışmak üzere belirsiz süreli hizmet akdi imzalamış olması gerektiğini, ancak, davacıya, 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak Adana Bölge Müdürlüğünde kaloriferci olarak çalışmakta iken gerçekleştirdiği usulsüzlük neticesinde Disiplin Yönetmeliğinin 9/0 maddesi uyarınca Yüksek Disiplin Kurulunun 8.2.1999-9 ve Yönetim Kurulunun 25.2.1999-145 sayılı kararı ile görevden çıkarma cezası verildiğini, davacı, hakkındaki soruşturmaya konu fiillerini 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak çalışmakta iken işlediğinden ve daha sonra da özel hukuk hükümlerine göre çalışmak üzere belirsiz süreli hizmet sözleşmesi imzalamadan görevden çıkarıldığından, eldeki davanın iş mahkemelerinin görev alanına girmediğini belirterek davanın görev yönünden reddine karar verilmesini istediği, ayrıca davanın bir aylık hak düşürücü süre içinde açılmadığını, yine görevden çıkarma cezasının iptali için açtığı Adana 2. İdare Mahkemesi’nin 1999/380 Esas sayılı dosyasında 1999/1253 Karar sayılı karar ile, davanın reddine karar verildiğini ve verilen kararın, Danıştay 12. Dairesi’nin 30.12.2002 tarih ve 2000/1570 Esas, 2002/507 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiğini belirttiği, olayda uygulanması gerekli 4857 sayılı Yasa’nın 20. maddesi gereğince dava seri muhakeme usulüne tabi olduğundan, Usul Kanununun 501 ve devamı maddeleri gereğince taraflara usulüne uygun davetiye ile tüm delilleri ibraz etmeleri için kesin süre verildiği, tüm delillerin istenildiği, davalı Bankadan davacıya ait özlük dosyasının istenildiği, şahsi dosya içerisinde davacı ile Banka arasında 16.8.1989-15.8.1990 tarihleri arasında geçerli olan sözleşmenin imzalandığı, yine 1.1.1990-31.12.1990, 1.1.1991-31.12.1991, 10.2.1992-31.12.1992 tarihli hizmet sözleşmelerinin imzalandığı, ilgilinin sosyal güvenlik bakımından 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olduğu, ayrıca davacının 399 sayılı KHK hükümlerine tabi olarak çalıştırıldığının anlaşıldığı, Ankara 1. İdare Mahkemesi’nin 2008/772 Esas - 1182 Karar sayılı dosyasının onaylı örneğinin getirtildiği, incelenmesinde, davacının tekrar göreve başlatılması istemine karşı davalının verdiği 3.3.2008 tarih ve 2100 sayılı red kararının iptalini istediği, Mahkemece yapılan yargılamada 29.5.2008 tarihli kararla davanın görev yönünden reddine karar veriIdiğinin anlaşıldığı, davanın, işe iade davası olduğu, iş akdinin feshinin haklı ve geçerli nedene dayalı olduğunu ispat külfetinin işverene ait bulunduğu, öncelikle davada hangi yargı yolunun yetkili ve görevli olduğunun belirlenmesi gerektiği, iş sözleşmesinin feshi nedeni ile işe iade davası açılmasının öncelikli koşulunun taraflar arasında İş Kanunu hükümlerine göre düzenlenmiş hizmet akdi bulunması gerektiği, davacının işyeri ile ilişkisinin 1999 da kesildiği, kesilen bu ilişkinin dayanağının da 399 sayılı KHK olduğu, davalı Bankanın kamuya ait tüzel kişilik olduğu, dolayısı ile yaptığı işlemlerin taraflar arasındaki sözleşmenin dayanağının 399 sayılı KHK olduğu da dikkate alınarak idari tasarruf niteliğinde bulunduğu, bu itibarla, tıpkı dosyada bulunan daha önce davacının işten çıkartılmasına neden olan Banka disiplin kurulunun kararlarına karşı açtığı davalarda olduğu gibi idari yargıyı ilgilendirdiği, işten çıkartma işleminden sonra yapılan mevzuat değişikliği ile Bankanın artık 4743 sayılı Yasa gereğince özel hukuk hükümlerine tabi olmayan personeli çalıştıramayacağına dair düzenleme bulunmasının sonucu değiştirmeyeceği, öncelikle davacının başvurusu üzerine davalının red yönündeki idari tasarrufunun hukuka uygun olup olmadığının saptanması gerektiği, bunun da idari yargıya ait bir görev olduğu, Mahkemelerince yapılan değerlendirmede bu konuda Ankara 1. İdare Mahkemesi’ne açılan 2008/772 Esas-182 Karar sayılı dosyada verilen görevsizlik kararının Mahkemelerini bağlayıcı nitelikte olmadığı, kararın temyizden geçmediği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Coşkun GÜNGÖR’ün katılımlarıyla yapılan 3.5.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, adli yargı dosyasının davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece idari yargı dosyası örneği ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ ile Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre sözleşmeli statüde çalışırken görevden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilerek 5.3.1999 tarihi itibariyle Bankayla ilişiği kesilen davacının, ceza davasında beraat ettiğini belirterek Bankada tekrar işe başlatılması istemiyle yaptığı başvurunun reddi yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

15/11/2000 gün ve 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde, “1. Bu Kanunun amacı, Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketinin (bankalar) çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını ve özelleştirmeye hazırlanmalarını sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılmaları ile hisse satışlarına ilişkin düzenlemelerin ve hisselerin tamamına kadarının özel hukuk hükümlerine tabî gerçek ve tüzel kişilere satışının gerçekleştirilmesidir.

2. Bankalar, anonim şirket statüsündedirler. Bu Kanunda yer alan hükümler dışında 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile genel hükümlere tabidirler…”; 2. maddesinin üçüncü fıkrasında, “3. Bankaların bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut personeli hakkında aylık, özlük ve emeklilikleri yönünden tabi oldukları mevzuatın uygulanmasına devam olunur. Bunlardan uygun görülenler istekleri halinde, emeklilik statüleri devam etmek üzere özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılabilir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile ilgileri devam eden personelin özel hukuk hükümlerine göre çalışacakları süreler kazanılmış hak aylıklarında değerlendirilir ve emeklilik işlemlerinde söz konusu Kanunun ek 48 inci maddesinin (b) fıkrası ile ek 68 inci maddesi hükümleri uygulanır. Bu kadro ve pozisyonlar emeklilik, istifa, ölüm ve sair nedenlerle boşaldıkları takdirde hiçbir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. (Değişik beşinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılacak personelin sayısı, unvanı, ücret ve sair mali hakları bankaların genel kurullarınca tespit olunur. (Değişik altıncı cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Genel kurullar, bu yetkilerini yönetim kurullarına devredebilir. (Ek yedinci cümle: 18/4/2007-5626/1 md.) Personel istihdamına ilişkin diğer hususlarda yönetim kurulları yetkilidir”; 3. maddesinin beşinci fıkrasında, “5. (Ek: 16/7/2004-5230/7 md.) Bankalarda 4857 sayılı İş Kanununa tâbi olarak çalışanlarla bankalar arasında çıkacak ihtilaflarda iş mahkemeleri görevlidir”; geçici 1. maddesinin birinci fıkrasında, “1. Bankaların ana sözleşmeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yapılacak ilk genel kurullarının onayı ile yürürlüğe girer. Mevcut yönetim kurulu üyelerinin görevleri genel kurullarca yenileri seçilinceye kadar devam eder. Bankaların tüm diğer personeli bu Kanunla bulundukları kadro ve pozisyonlara atanmış sayılır”; üçüncü fıkrasında “3. (Değişik : 30/1/2002 - 4743/6 md.) Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel çalıştırılamaz. Yeniden yapılandırma sürecinde bankaların yönetim kurullarınca gerek özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif edilen ancak özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı kabul etmeyen gerekse özel hukuk hükümlerine göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme imzalanmayan personel, bankaların yönetim kurullarınca Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.

Devlet Personel Başkanlığı kendisine bildirilen personel listelerini en geç kırkbeş gün içerisinde (özelleştirme kapsam ve/veya programındaki kuruluşlar hariç) tespit edeceği kamu kurum ve kuruluşlarındaki boş kadro ve pozisyonlara atanmalarını sağlamak üzere ilgili kurum veya kuruluşa gönderir. İlgili kurum ve kuruluş bildirimin ulaştığı tarihten başlayarak en geç beş iş günü içinde bu personelin atanmalarını yaparak atamalara ilişkin bilgileri Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığı ile ilgili bankalara bildirir. Atama tarihi itibarıyla personelin bankalarla ilişiği kesilmiş sayılır. Personelin atandığı kurumda fiilen göreve başlayacağı tarihe kadar geçen sürede her türlü malî ve sosyal hakları bankalarca karşılanmaya devam olunur. Bu fıkrada hüküm bulunmayan hallerde 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi hükümleri uygulanır.

Ataması yapılan personel hakkında bankalar tarafından yapılacak tebliğ işlemini takiben 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 62 ve 63 üncü maddelerinin uygulanmasından atamayı yapan kamu kurum veya kuruluşu sorumludur…”; geçici 6. maddesinde (Ek: 30/1/2002-4743/6 md.), “…25.11.2000 tarihinde bu bankalarda çalışan personelden özel hukuk hükümlerine geçirilenlerin hizmet sözleşmelerinin 31.12.2003 tarihine kadar, bankaların disiplin yönetmelikleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla 1475 sayılı İş Kanununun 17 nci maddesi dışında kalan sebeplerle bankalar tarafından feshedilmesi halinde söz konusu personel hakkında bu Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca işlem tesis edilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. Bu kapsamda olan personele sözleşmenin feshi nedeniyle ihbar ve kıdem tazminatı ödenmez. Bankaların kurduğu, kuracağı ve iştirak ettiği veya edeceği bilgi sistemleri ve/veya alternatif dağıtım kanalları amaçlı şirketlere bu bankalardan geçen ve T. C. Emekli Sandığı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi uyarınca kurulan Türkiye Emlâk Bankası Anonim Şirketi Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı ile irtibatları devam eden personelden isteyenlerin anılan sosyal güvenlik kurumları ile irtibatları devam eder. Bu fıkra hükümleri bu personel hakkında da uygulanır.

(Ek fıkra: 1/8/2003-4971/24 md.) Ancak başka kamu kurum kuruluşlarına atanmak üzere 31.12.2003 tarihine kadar bildirilecek olanlar, özel hukuk hükümlerine tâbi statüye geçmeden önceki son kadro veya pozisyonu ile bildirilir. Bu şekilde nakledilenler hakkında 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin beş ve altıncı fıkralarının uygulanmasında, özel hukuk hükümlerine geçmeden önceki son kadro ve pozisyonlarına ait malî hakları esas alınır. Bu fıkranın uygulanmasında özel hukuk hükümlerine  göre yapılan ödemeler hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Özel hukuk hükümlerine tâbi olarak geçen süreler hakkında 4046 sayılı Kanunun geçici 9 uncu maddesi hükümleri uygulanır.

(Ek fıkra: 16/7/2004-5230/7 md.) 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tâbi olmakla birlikte halen bankalarda çalışmakta olup başka kurumlara nakli sağlanamayan personel, bu Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca işlem tesis edilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir”; 4. maddesinde, “Bu Kanun, bankalar hakkında sermayelerindeki kamu payı % 50`nin altına düşünceye kadar uygulanmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, 1475 sayılı İş Kanunu, 22.5.2003 tarih ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi ile, -14. madde hariç- yürürlükten kaldırılmış, 4857 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinde, “Diğer mevzuatta 1475 sayılı İş Kanununa yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır” hükmüne yer verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, Adana Bölge Müdürlüğü’nde 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre sözleşmeli statüde kaloriferci olarak çalışırken görevden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilerek 5.3.1999 tarihi itibariyle Bankayla ilişiği kesilen davacının, ceza davasında beraat ettiğini belirterek Bankada tekrar işe başlatılması talebinde bulunduğu, davalı Bankaca, bu istemin, görevden çıkarma cezası ile cezalandırılmasına karar verilerek Bankalarıyla ilişiğinin kesilmesi nedeniyle yeniden görevlendirilmesinin mümkün olmadığı belirtilerek reddedildiği, davanın da istemin reddi yolunda tesis edilen işlemin iptali istemiyle açıldığı anlaşılmıştır.

T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü, 4603 sayılı Kanun ile özelleştirmeye hazırlanmasının sağlanması amacıyla yeniden yapılandırılarak, özel hukuk hükümlerine tabi anonim şirket statüsüne dönüştürülmüş ise de; Yasanın 4. maddesinde, bu Kanunun Banka hakkında sermayesindeki kamu payının % 50'nın altına düşünceye kadar uygulanacağının öngörülmesi ve Bankanın, sermayesinin de tamamının halen kamuya ait olması gözetildiğinde, kamu bankası niteliğini sürdürdüğü açıktır.

Ancak, davalı Bankada, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine göre sözleşmeli olarak çalışan davacının bu statüsü, görevine son verilmesi üzerine sona ermiştir. Bu durumda, 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun’un yukarıda sözü edilen geçici 1. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tâbi olmayan personel çalıştırılamaz” hükmü gözetildiğinde davacının, Bankada tekrar işe başlatılması talebiyle yaptığı başvurunun reddinden doğan uyuşmazlığın, özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünün adli yargı yeri olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, İş Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.


SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Adana 4. İş Mahkemesi’nin 20.4.2009 gün ve E:2008/749, K:2009/272 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 3.5.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2009/94

KARAR NO : 2010/118

KARAR TR : 07.06.2010

(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : İl Özel İdare Müdürlüğünden alınan ruhsat üzerine kum ocağı olarak işletilen yerin, daha sonra, mera olduğu nedeniyle açılan müdahalenin önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme davası sonucunda; tazminat ödenmesine ilişkin ilamın icraya konulması üzerine, Maliye Hazinesine ödenen miktarın; mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin veren davalı idareden tazmini istemiyle açılan davanın, İDARİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : S. A. Y.

Vekili : Av. M. Ç.

Davalı : Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü

Vekili : Av. O. B.


O L A Y : Davacı vekilince dava dilekçesinde, davalının, önceden olduğu gibi İl Daimi Komisyonu kararı ile kum ocağı olarak işletmek üzere kum ocakları alanında bir bölümü davacıya kiraladığı, davalı tarafından davacıya 18.8.1992 tarihli kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verildiği, kiralama aşamasında konu ile ilgili bütün birim ve kuruluşlardan gerekli izinlerin alındığı, başta Mal Müdürlüğü ve Defterdarlık olmak üzere bütün birimlerce bu alanda davacının ve davalı tarafça kiraya verilen diğer kişilerin kum ocağı işletmesinde sakınca olmadığının bildirildiği, davacının Devlet kurumlarının bu onayları sonucu kum ocağı işletmeye başladığı ve bir miktar kum aldığı, davacının davalı ile yaptığı akit hükümleri gereğince ödemesi gereken kira-ecrimisil bedellerini aksatmadan ödediği, davacının kira süresinin dolmasından sonra, yani 1994 yılından sonra kum ocağı ile bir ilgisinin olmadığı, kum ocaklarının bulunduğu Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin, bu alanın köy merası olduğu ve kullanımının köy halkına ait olduğu iddiası ile 10.5.1993 tarihinde dava açtığı, davada, bu alanın Tokuşlar Köyü 2460 parselde kayıtlı mera olduğunu ileri sürerek, davacının ve alandan kum aldıklarını düşündükleri diğer kişilerin müdahalesinin önlenmesini talep ettikleri, açılan bu davanın yargılaması aşamasında Maliye Hazinesinin bu alanın mera olduğunu, meraların mülkiyetinin Hazineye ait olduğunu iddia ederek davaya katıldığı, yapılan yargılama sonucu Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinin 1995/263 E, 1995/291 K sayılı kararı ile verilen müdahalenin önlenmesi kararının Yargıtay’ca onandığı, bu karar üzerine Maliye Hazinesince, davacı ve diğer şahıslar ve kuruluşlar aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinin 1996/195 E sayılı dosyasında, müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzleri bulunduğunun tespitinin istenildiği, Mahkemenin 2000/164 K sayılı kararı ile bu miktarların tespit edildiği, tespit davasında belirlenen miktarIarla davacı aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinde tazminat ve eski hale getirme davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nce 2002/114 E, 2004/133 K sayılı kararla 493.128.415 lira tazminata hükmedildiği, kararın Yargıtay’ca onanarak kesinleştiği, bu karardaki tazminatın, takip alacaklısı Maliye tarafından Afyon 1. İcra Müdürlüğü’nün 2001/2522 sayılı dosyasında takibe konulduğu ve hesaplanan borç miktarı 3.313,00YTL’nin davacı tarafından ödendiği, davalı İl Özel İdaresinin, mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan merayı kendi tasarrufundaymış gibi göstererek ve resmi işlemlerle kum ocağı olarak davacıya kiraladığı, davalının hukuka aykırı işlemleri ve haksız eylemi sonucu davacının tazminat ödemek zorunda kaldığı, davacı tarafından Maliyeye ödenen bedelin davalıdan rücuen tahsili için dava açılmasının zorunlu olduğu ileri sürülerek 3.313,00YTL alacağın, 1.4.2005 ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açılmıştır.

AFYONKARAHİSAR 1. SULH HUKUK MAHKEMESİ; 9.11.2006 gün ve E:2006/349, K:2006/1710 sayı ile, davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin kum çakıl ticareti işlerini yaptığını, davalının İl Daimi Komisyon kararı ile 18.8.1992 tarihli kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verdiğini, kiralama aşamasında bütün birim ve kuruluşlardan gerekli izinlerin alındığını, her hangi bir sakınca olmadığının bildirildiğini, Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin bu yerin köy merası olduğunu iddia ederek müvekkili hakkında 10.5.1993 tarihinde 2460 parsel sayılı taşınmaz yönünden mera nitelemesi nedeniyle dava açtığını, Hazinenin davaya katıldığını, yargılama sonucunda Hazinenin talebinin haklı bulunarak müvekkilinin müdahalesinin önlenmesine karar verildiğini, bu kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine bozma sonrasında Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 1995/263 Esas, 291 Karar sayılı ilamı ile verilen müdahalenin önlenmesi kararının Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 1996/4369-4686 karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiğini, Maliye Hazinesinin, bu karar üzerine Sincanlı Hukuk Hakimliği’nin 1996/195 Esas sayılı dosyasında müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzlerinin olduğunun tespitinin talep edilmesi üzerine Mahkemenin 2000/164 Karar sayılı kararı ile bu miktarların belirlendiğini, tespitte bu miktarlarla ilgili olarak Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/77 Esas sayılı dosyasında tazminat ve eski hale getirme davası açıldığını, yapılan yargılama sonucunda bu davanın reddedildiğini, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin yerel mahkemenin kararını bozduğunu, bozma üzerine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nin 2002/114 Esas sayılı dosyasında yeniden yapılan yargılama sonucunda 493.128.-YTL tazminata hüküm kurulduğunu, bu kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 2005/527 Karar nolu kararı ile onanarak kesinleştiğini, bu kesinleşen karar üzerine Maliye tarafından Afyon 1. İcra Müdürlüğü’nün 2001/2522 sayılı dosyasında takibe konulduğunu, hesaplanan borç miktarı olan 3.313,00 YTL’nin müvekkili tarafından ödendiğini, davalı idarenin mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan merayı kendi tasarrufundaymış gibi göstererek ve resmi işlemlerle kum ocağı olarak müvekkiline kiraladığını, davalının haksız eylemi sonucu müvekkilinin yukarda yazılı miktarda tazminat ödemek zorunda kaldığını, müvekkiline yükletebilecek hiçbir sorumluluk ve kusur bulunmadığını, bu nedenle, müvekkil tarafından Maliyeye ödenen 3.313,00YTL alacağın ödeme tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar vermesini talep ettiği, davalı vekilinin cevap dilekçesinde ve duruşmalardaki beyanlarında, Taş Ocakları Nizamnamesi’nin 10. maddesi ve ilgili maddelerine göre İl Daimi Komisyonunun 6.2.1991 tarih ve 55/54 sayılı kararı ile davacıya işletme izni ve ruhsatı verildiğini, ruhsat verme işleminin idari bir işlem olduğunu, bu işlemin hukuka aykırılığı iddiasının iptali ve bu nedenle zarar ve tam yargı taleplerinde görevli yargı yerinin adli yargı değil idari yargı olduğunu, ayrıca Sinan Paşa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/77 Esas sayılı dosyasında yerel Mahkemece, müvekkili ile Hazine arasındaki uyuşmazlıkta 3533 sayılı Kanun uyarınca davanın tefrik edilerek 2000/168-154 Esas ve Karar sayılı, 22.9.2000 tarihli kararı ile, davanın idari yargı yerinde açılması gerektiğinden görevsizlik kararı verildiğini, bu kararın kesinleştiğini, bu nedenle, açılan davanın öncelikle görev yönünden reddi gerektiğini bildirdiği, husumet yönünden ise, ruhsatın Yücel Hafriyat Şirketine verildiğini, davacının ehliyetinin bulunmadığını, zaman aşımı yönünden ise, ruhsatın verildiği tarihten itibaren 15 yıllık sürenin geçtiğinden dolayı zaman aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini beyan ettiği, Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2002/114-133 Karar nolu, 31.5.2004 karar tarihli dosyasının yapılan incelemesinde; davacının Maliye Hazinesi, davalının Seyit Ahmet Yücel olduğu, davanın tazminat davası olduğu, davacının Sincanlı İlçesi, Tokuşlar Kasabası, 2460 nolu parselin mera vasfında olduğunu, buradan kum alınarak mera vasfının yok edildiğinden bahisle eski hale getirme bedelinin talep edildiğini, yapılan yargılama sonucunda davacının davasının kısmen kabul kısmen reddine karar verildiğini, bu kararın temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 31.1.2005 tarih ve 2004/16794 Esas, 2005/527 Karar nolu kararı ile onanarak kesinleştiğinin anlaşıldığını, davanın tazminat talebine ilişkin bulunduğunu, davacı taraf, davalı idarenin hukuka aykırı olarak, yeterli araştırma yapmadan, kendisine mera olan yerin kum ocağı olarak işletilmesi için ruhsat ve izin verdiğini, Maliye Hazinesine kum bedeli ve eski hale getirme gideri olarak tazminat ödemek zorunda kaldıklarını, bunun davalının kusurundan kaynaklanmadığını, bu sebeple, ödenmiş olan tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ettiğini, davanın öncelikle görev yönünden incelenmesi gerektiğini, davacı tarafın, davanın, davalının haksız eyleminden kaynaklanması nedeniyle adli yargı yerinde görülmesi gerektiğini bildirdiğini, konuyla ilgili olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 11.2.1959 tarih ve 17/15 sayılı kararı ve yine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 5.5.2003 tarih ve 2003/746 Esas - 5852 Karar sayılı kararı ile yine aynı Dairenin 17.3.2003 tarih ve 2002/12690-2003//3012 E-K sayılı kararı, yine aynı Dairenin 13.3.2003 tarih ve 2002/12388-2003/2809 E-K sayılı ilamlarında da belirtildiği üzere bu tür davalarda uygulanacak göreve ilişkin genel düzenlemelerin açıklandığı, buna göre İl Özel İdaresinin Devlet içerisinde olan işlem ve eylemlerinin kural olarak kamusal nitelik taşıdığı, dolayısıyla işlem ve eylemlerin kamu hizmeti olarak değerlendirilmesi gerektiği, bir kamu kurumu tarafından verilen kararlar üzerine plan ve projesine göre yapılan iş sırasında bu işin yapılması nedeniyle uğranılan zararların idari kararın ve fiilin neticesinde meydana geldiği, kamu kurumunun görevlerinden olan işi yapmayı kararlaştırması idari bir karar olduğu gibi, bu kararı yerine getirmek üzere plan ve proje yapıp o işi görmesinin de kararın neticesi olan birer idari eylem olduğu, bu eylemlerden doğan zararlar idarenin hizmet kusuruna binaen meydana geldiğinden, yargılamanın idare mahkemesinde yapılması gerektiği, somut olayda tazminat istemine konu olayın kamu niteliğindeki eylem sonucu meydana geldiği anlaşıldığından, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi gereğince idareye karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerektiği, böylece yapılan yargılama sonucu toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, dosyada kusur oluşturduğu iddia edilen eylem ve işlemin idarenin aldığı karar gereğince kum ocağı işletilmesi olduğuna göre işlem ve eylemin idari nitelik taşıdığı, davalı idarenin sorumluluğunun kaynağını hizmet kusurunun teşkil ettiği, bu nedenle, hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitinin idare mahkemesine ait olduğu, dosyada Maliye Hazinesi tarafından İl Özel İdaresi hakkında aynı ruhsat nedeniyle açılan tazminat davasında Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nce görevsizlik kararı verildiği ve bu kararın kesinleştiği anlaşıldığından, davanın idari yargı yerinde görülmesinin icap ettiği gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ’nin 26.6.2008 gün ve E:2008/9025, K:2008/11836 sayılı kararı ile onanmak suretiyle kesinleşmiştir.

Davacı vekili, bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.



AFYONKARAHİSAR İDARE MAHKEMESİ; 26.12.2008 gün ve E:2008/543 sayı ile, davacı S. A. Y. vekili Av. M. Ç. tarafından kum-çakıl ticareti ile iştigal eden müvekkilin davalı idarenin mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan merayı kendi tasarrufundaymış gibi göstererek kiraladığı kum ocağını işletmesi sonucu Hazine tarafından açılan dava neticesinde idarenin haksız eylemi nedeniyle ödenmek zorunda kalınan 3.313,00TL tutarındaki tazminatın ödeme günü olan 1.4.2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idarece tazmini istemiyle Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü’ne karşı dava açıldığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, a) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları, b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davaların idari dava türleri olarak belirlendiği, idari yargı yerinde açılacak davaların da bu nitelikteki uyuşmazlıklar olması gerektiği, dava dilekçesi ve eklerinin incelenmesinden, davacı vekili tarafından Mahkemelerine verilen dilekçe ile; davacının kum-çakıl ticareti ile uğraştığı, davalı Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğü’nün maliki olduğu ya da kullanımında bulunan kum ocaklarını kiraya verdiği, bu bağlamda Afyonkarahisar İli, Sinanpaşa İlçesi sınırları içerisinde yer alan Tokuşlar kum ocaklarının İl Özel İdare Müdürlüğü tarafından değişik kişilere kiraya verildiği, Afyonkarahisar İl Daimi Komisyonu’nca alınan karar ve çeşitli kurumların bu alanda ve davalı idarece kiraya verilen diğer kişilerin kum ocağı işletmesinde sakınca olmadığının bildirilmesine ilişkin izinleri sonucunda Tokuşlar kum ocakları sahasında yer alan belli bir bölümün kum ocağı olarak işletilmek üzere davacıya kiralanarak bu amaçla 18.8.1992 tarihli kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verildiği, İl Özel İdaresi’nce kiralanan kum ocaklarının bulunduğu Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin söz konusu alanın Tokuşlar Köyü, 2460 parselde kayıtlı köy merası olduğu ve kullanımının köy halkına ait olduğu iddiasıyla davacının ve kum ocaklarının kiraya verildiği diğer kişilerin müdahalesinin önlenmesi istemiyle 10.5.1993 tarihinde açılan davada, Maliye Hazinesinin alanın mera olduğunu ve meraların mülkiyetinin ise Hazineye ait olduğunu ileri sürerek davacı Köy tüzel kişiliği yanında davaya katıldığı, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda Maliye Hazinesinin talebi haklı bulunarak davacı şahıs ile diğer davalıların müdahalesinin önlenmesine karar verildiği, kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine bozma sonrasında yapılan yargılama sonucu Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nce verilen E:1995/263, K:1995/291 sayılı müdahalenin önlenmesi kararının Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin E:1996/4369, K:4686 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, kesinleşen müdahalenin önlenmesi kararı üzerine Maliye Hazinesi’nce davacının da aralarında bulunduğu müdahalede bulunan şahıslar aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nde E:1996/195 sayısına kayden açılan davada meraya müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzlerinin olduğunun tespitinin istenildiği, Mahkemenin 2000/164 sayılı kararıyla bu miktarların tespit edildiği, bunu müteakip Maliye Hazinesi tarafından tespit davasında belirlenen miktarlarla ilgili olarak davacı aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/77 Esas sayılı dosyasında tazminat ve eski hale getirme davası açıldığı, yerel Mahkemece yapılan yargılama sonucu verilen kararın temyiz edilmesi neticesinde Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce bozulması üzerine Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2002/114 Esasına kaydedilen davada yeniden yapılan yargılama neticesinde Mahkemece 2004/133 sayılı kararla 493.128.-TL tazminata hükmolunduğu, kararın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin E:2004/16794, K:2005/527 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, takip alacaklısı Maliye tarafından kesinleşen bu kararın Afyon 1. İcra Müdürlüğü’nün 2001/2522 sayılı dosyasında takibe konulduğu ve hesaplanan borç miktarı olan 3.313,00YTL’nin davacı tarafından alacaklı Maliye Hazinesi’ne ödendiği, bu defa davacı vekilince, davalı İl Özel İdaresinin davacıya kiraladığı kum ocağını işletmesi nedeni ile Sincanlı Asliye Hukuk Mahkemesi kararı uyarınca davacının Hazineye ödemek zorunda kaldığı 3.313,00YTL alacağın ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsili istemiyle Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılan davada, adı geçen Mahkemenin 9.11.2006 gün ve E:2006/349, K:2006/1710 sayılı kararı ile, “dosyada kusur oluşturduğu iddia edilen eylem ve işlemin idarenin aldığı karar gereğince kum ocağı işletilmesi olduğuna göre işlem ve eylemin idari nitelik taşıdığı, davalı idarenin sorumluluğunun kaynağını hizmet kusurunun teşkil ettiği, bu nedenle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitinin idare mahkemesine ait olduğu” gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verildiği, anılan kararın Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 26.6.2008 gün ve E:2008/9025, K:2008/11836 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmesi üzerine Mahkemelerinde bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı, hukuk devleti olmanın kaçınılmaz gereklerinden biri olarak, kamu gücünü kullanan idarenin, tek yanlı iradesiyle idari işlem tesisinden önce, bu işlemin maddi ve hukuki sebeplerini ortaya koymasının zorunlu olduğu, bu bağlamda, kamu gücünün kullanımının da hukuksal düzenlemelerle çizilen sınırlar içerisinde ve hukuka uygun kullanıldığı ölçüde meşru olduğu, idarenin, hiçbir kurala dayanmayan keyfi uygulamalarının, idare hukukunun konusuna giren “idari eylem” veya “idari işlem” olarak kabulünün olanaklı bulunmadığı, idarenin açık ve ağır biçimde kanunilikten ve hukukilikten yoksun olan ve bu haliyle “haksız fiil” olarak kabul edilebilecek uygulamalarına karşı açılacak davaların görüm ve çözümünün de adli yargının görev alanı içerisinde bulunduğu, dava konusu olayda; dava dosyası ile Afyonkarahisar 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin E:2006/349, K:2006/1710 sayılı dosyasında yer alan bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; olay tarihinde yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre taş ocaklarının kiraya verilmesi ve ruhsata bağlanması konusunda il özel idarelerinin yetkili olduğu dönemde, davaya konu taşınmazın İl Özel İdaresi’nce ihaleye çıkarıldığı, davacının ihaleyi kazandığı ve kendisine üç yıl süre ile kiraya verilerek kum ocağı işletmek üzere ruhsat verildiği, davalı İl Özel İdaresi’nce kum ocağı olarak işletilmek üzere ihaleye çıkarılarak kiraya verilen ve ruhsata bağlanan Tokuşlar Köyü, 2460 parsel sayısında kayıtlı taşınmazın kadastro çalışmaları esnasında mera olarak tespiti ve bu tespitin 20.12.1977 tarihinde kesinleşmesi nedeniyle taşınmazın davacıya kiraya verildiği tarih itibariyle mera vasfında olduğunun açık olduğu, söz konusu dönemde yürürlükte bulunan konu ile ilgili mevzuat hükümlerinde il özel idarelerine meraları ihale yoluyla taş, kum, çakıl ve toprak ocağı olarak kiraya vermesine dair bir yetki verilmediği, İl Özel İdaresi’nin yetkisi olmadığı halde Tokuşlar Köyü, 2460 parsel sayılı taşınmazı kum ocağı olarak işletilmek üzere ihaleye çıkardığı ve davacıya ruhsat verdiği, ayrıca kamu malları grubunda, orta malı taşınmazlar olarak sınıflandırılan meraların özel mülkiyete konu olamayacağı ve bunların kamu hizmetine tahsis olundukları, yetkili idarece kamu malı olmaktan çıkarılmadıkları sürece temlik edilemeyecekleri, temlik edilebilmeleri için de, mutlak surette kamu hizmetine tahsis olunma niteliklerinin, yetkili organın hukuka uygun bir tasarrufu sonucunda ortadan kalkması, dolayısıyla kamu malı olma niteliğini yitirmeleri gerekirken, olayda yetkili idare organlarınca kamu mülkü olmaktan çıkarılmış bulunmayan mera vasfındaki taşınmaz mala yetkili olmayan idare tarafından el atılarak kum ocağı olarak işletilmek üzere davacıya kiraya verildiğinin görüldüğü, bu duruma göre; idarenin üzerinde tasarruf yetkisi olmadığı halde kamu malı olan merayı kum ocağı olarak işletilmek üzere ihaleye çıkararak kiraya vermesi karşısında idarenin bu eyleminin haksız fiil niteliği taşıdığı, bu itibarla, davacının idarenin haksız fiil oluşturan kum ocağı kiralama faaliyeti nedeniyle Hazineye ödemek zorunda kaldığı zararın tazminine yönelik bulunan davanın, Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi gerekeceği, ancak daha önce adli yargı yerince görevsizlik kararı verilip, bu karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğinden, görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvuru zorunluluğu doğduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, bu konuda verilecek karara değin davanın incelenmesinin ertelenmesine karar vermiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE :

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Mahmut BİLGEN, Habibe ÜNAL, Sıddık YILDIZ, Muhittin KARATOPRAK ve Sedat ÇELENLİOĞLU’nun katılımlarıyla yapılan 7.6.2010 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; İdare Mahkemesince, idari yargı dosyası ile birlikte adli yargı dosyası da gönderilmek suretiyle 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Dr. İlknur ALTUNTAŞ’ın davada adli yargının, Danıştay Savcısı Mehmet AKKAYA’nın davada idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Dava, davacı tarafından Afyonkarahisar İl Özel İdare Müdürlüğünden alınan ruhsat üzerine kum ocağı olarak işletilen yerin, daha sonra mera olduğu ileri sürülerek açılan müdahalenin önlenmesi, tazminat ve eski hale getirme davası sonucunda, 493.128.415.-TL tazminat ödenmesine ilişkin ilamın icraya konulması üzerine, Maliye Hazinesine 3.313,00YTL ödemek zorunda kalmaları nedeniyle, bu miktarın; mülkiyeti ve tasarruf hakkı kendisine ait olmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin veren davalı idareden tazmini istemiyle açılmıştır.

Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde idari dava türleri sayılmış, bu maddenin (1-b) bendinde de, idari eylem ve işlemlerden dolayı hakları muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları, görüm ve çözümü idari yargının görev alanına giren idari dava türleri arasında gösterilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, davalı tarafından davacıya 18.8.1992 tarihli kum ocağı işletme izni ve ruhsatı verildiği, davacının kum ocağı işletmeye başladığı ve bir miktar kum aldığı, kum ocaklarının bulunduğu Tokuşlar Köyü tüzel kişiliğinin, bu alanın köy merası olduğu ve kullanımının köy halkına ait olduğu iddiası ile 10.5.1993 tarihinde dava açtığı, davada, bu alanın Tokuşlar Köyü 2460 parselde kayıtlı mera olduğunu ileri sürerek, davacının ve alandan kum aldıklarını düşündükleri diğer kişilerin müdahalesinin önlenmesini talep ettikleri, açılan bu davanın yargılaması aşamasında Maliye Hazinesinin bu alanın mera olduğunu, meraların mülkiyetinin Hazineye ait olduğunu iddia ederek davaya katıldığı, yapılan yargılama sonucu Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinin 1995/263 E, 1995/291 K sayılı kararı ile verilen müdahalenin önlenmesi kararının Yargıtay’ca onandığı, bu karar üzerine Maliye Hazinesince, davacı ve diğer şahıslar ve kuruluşlar aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinin 1996/195 E sayılı dosyasında, müdahalede bulunan kişilerin ne miktarda tecavüzleri bulunduğunun tespitinin istenildiği, Mahkemenin 2000/164 K sayılı kararı ile bu miktarların tespit edildiği, tespit davasında belirlenen miktarIarla davacı aleyhine Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliğinde tazminat ve eski hale getirme davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda, Sincanlı Asliye Hukuk Hakimliği’nce 2002/114 E, 2004/133 K sayılı kararla 493.128.415 lira tazminata hükmedildiği, kararın Yargıtay’ca onanarak kesinleştiği, bu karardaki tazminatın, takip alacaklısı Maliye tarafından Afyon 1. İcra Müdürlüğü’nün 2001/2522 sayılı dosyasında takibe konulduğu ve hesaplanan borç miktarı 3.313,00YTL’nin davacı tarafından ödendiği, bakılan davanın da, İl Özel İdaresi Müdürlüğünün kendisine ait olmayan, tasarruf hakkı ve yetkisi bulunmayan meranın kum ocağı olarak işletilmesine izin vermesi işleminden dolayı ödemek zorunda kalınan tutarın tazmini istemiyle açıldığı anlaşılmaktadır.

Madenler, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, aranması, işletilmesi, ruhsata bağlanması ayrıntılı idari kurallarla düzenlenmiştir.

Olayda kum ocağı işletmek üzere davacıya işletme izni ve ruhsatı veren davalı İdarenin bu işlemlerinin idari işlem olduğu kuşkusuzdur.

Buna göre, davalının hukuka aykırı işlemleri ve haksız eylemi sonucu tazminat ödemek zorunda kalındığının ileri sürülerek kamu hizmeti yürüten davalı İdarenin, bu hizmeti yürüttüğü sırada verdiği zararın tazmini istemiyle açılan dava, olayda, kamu hizmetinin yöntemine ve hukuka uygun olarak yürütülüp yürütülmediğinin, hizmet kusuru veya başka nedenle idarenin sorumluluğu bulunup bulunmadığının saptanmasını gerektirmektedir. Bu hususların saptanması ise idare hukuku ilkelerine göre yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1-b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yerleri görevlidir.

Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun reddi gerekmiştir.


SONUÇ :Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna,bu nedenle Afyonkarahisar İdare Mahkemesi’nce 26.12.2008 gün ve E:2008/543 sayı ile yapılan BAŞVURUNUN REDDİNE, 7.6.2010 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
Yüklə 5,59 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   137   138   139   140   141   142   143   144   ...   148




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin