Nebe' SÛresi



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə8/8
tarix04.01.2019
ölçüsü0,58 Mb.
#90346
1   2   3   4   5   6   7   8

Sürenin siyakı (gelişi) ikinci görüşe şahitlik ediyor. Çünkü sürenin tamamı tekrar dirilmeye dair gücün isbatını sergiliyor. İnsanın yok olmasından sonra tekrar geri getirilmesine güç getirmeyi sergiliyor. Tekrar dirilmeyle alakalı delillerden üç delil taşıyor. (kapsıyor)

Birincisi: Tarık sahibi gök onun yaradılışındaki azametten dolayı. Kudrete delalet etmesindeki büyüklük.

İkincisi: İnsanın ilk önce atılan bir sudan yaratılması gelen ayette olduğu gibi: «Deki: Onları ilk defa inşa eden diriltir.»9

Üçüncüsü: Gelen ayetin toplamının arzettiği mana: «Andolsun o dönüşlü göğe, o yarılıp çatlayan yere»1 Yani yağmurun yağmasıdır ve bitkinin bitirmesidir. Yani öldükten sonra yerin tekrar dirilmesidir. Kısımlarının tekrar dirilmenin tahakkuk etmesine delaleti münasiptir.

Bu kendisinden sonra gelen az bir mühlet vermekle sakındırmayı tekid ediyor. Kıyamet günü “fasl” günü diye isimlendirildi. Allah’ın şu sözünde olduğu gibi: «Bunları hangi güne ertelediler? “Hüküm gününe!” “Hüküm günü nedir bilir misin? Hakkı yalan sayanların o gün vay haline!» 2

“Veyl” bu ayette yalancılar için zikredilmiştir. Bu da elimizdeki sürede geçen kafirlere süre vermeye denk oluyor. Yemin ile yemin edilen arasında bağ kurduğumuzda daha açık ve net olur. Çünkü yağmur kesildikten sonra bulutların yeniden çarpışmasıyla tekrar geri dönmesi insanın öldükten sonra yerden tekrar dönmesine denktir. Yerin bitkilerden dolayı yarılması, tekrar dirilme günü mahlukata yarıldığına benziyor. Allah en doğrusunu bilir.
Yüce Allah’ın «Haberin olsun ki kafirler hep hile kuruyorlar. Ben de hilelerine karşılık veririm.»3
Bu fiilin Allah’u Teala’ya nisbeti: Karşılık babındanaır. Allah’ın şu sözü gibi: «Onlar hile yaptılar komplo hazırladılar Allah’ta onların hilelerini, komplplarını boşa çıkardı.»4 Ve şu sözü gibi: «Biz onlarla alay ediyoruz dediler. Allah’da kendileriyle alay eder.»5 Sözlükte şu sözü söyleyenin sözü gibidir. Hangi yiyeceği istediği sorulduğundan çıplak olana sorulduğundan dolayı acil ihtiyacı olan elbiseyi istiyor.
Bir yemek seç sana pişireni buluruz dediler.

Bana bir cübbe ve bir gömlek pişirin dedim.


Selef, söylem yoluyla Allah’a nisbet edilmesinin doğru olmadığına ittifak ettiler. Ondan kendisine bir isim türetmekte caiz değildir. Kulların fiilline karşılık söyleniyor. Çünkü o, karşılıksız Allah’a söylenilmesi yakışmıyor. Mukabelede bulunması, sonsuz ilimde, hikmtte ve kudrette arzedilmiştir. “Keyd”in aslı: Bir şeyi kuvvetle tedavi etmektir. (iyileştirmektir)

İbn-i Faris “Mekayisi luğe” adlı sözlükte şöyle der: Araplar “Keyd”i hileye kullanırlar. Araplar hilleyi keyd diye isimlendirler. Allah Teala şöyle dedi: «Hile mi istiyorlar?» Buna binaen burada “keyd” açıklanmamıştır. Eğer burada “mekr” (hile) manasında ise şeyhin, (Allah’ın Rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) bununla ilgili açıklaması daha önce, şu ayetin tefsiri esnasında bir miktar geçmişti. Allah’ın sözü: «Öbürleri ise hileler yaptılar, komplolar hazırladılar. Allah’da onların hilelerini, komplolarını boşa çıkardı. Allah, hileleri boşa çıkarmakla pek güçlüdür.»6 Onların hileleri Hz. İsa’yı öldürmeye kalkışmalarıdır. Allah ise İsa yerine benzerini verdi. Yani İsa’ya benzeyen bir kişiyi onun yerine koydu.

fiu ayeti Kerime daha önceden geçmişti: «Kendilerinden önceki kafirler de peygamberler için hileler, tuzaklar kurmuşlardı. Ama neticede Allah onların binalarını ta temellerinden yıktı da üstlerindeki tavan tepelerine çöktü. Hem de azap onlara hiç fark etmedikleri bir yerde gelmişti.»7 Bu Nemrud’un kıssasındadır. Onlara hile yaptı ve yüksek bir bina (köşk) yaptı onunla göğe çıkmak için. Allah onların bu hilelerine müsade etti. Onları yukarıya tırmanmaya müsade etti. Sonra binalarının temelini aldı bina başlarına yıkıldı.

Aynı şekilde hile buradadır. Oonlar islama ve müslümanlara hile yapıyorlar. Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmeye çalışıyorlar. Allah onlara mühlet veriyor taki helaklarının zamanı gelinceye kadar. Bunun gerçekleşmesi Bedir’de oldu. Allah’a Resülüne savaşa çıktılar. Hayallerinde ve övgülerinde ve Allah’ın onların gözlerinde müslümanların sayısını az gösterdi. Taki savaşı arzuladılar. Ve savaş alanına yağmur yağdı. Onlar yerde gübre idiler. Müslümanlar da orada toprak idi. Onların üzerine çullandılar ve müminler sabrettiler.Sonra Allah savaşmaları için meleklerini gönderdi. Allah Teala en iyisini bilir.


Yüce Allah’ın sözü: «Onun için sen kafirlere mühlet ver, onlara az bir zaman tanı.»1
fieyh, (Allah’ın Rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) “def ul’ iyhamu ıd-tırab” adlı kitabında şöyle dedi: Buradaki mühlet verme, gelen ayeti kerime ile ters düşüyor. «Müşrikleri nerede bulursanız öldürün.»2

Cevap: Mühlet verme seyf ayetleriyle nesh edilmiştir.(hükmü kaldırılmıştır.)

Bu Taberi’nin sözünü ifade ediyor. Her ne kadar Taberi’den açık olarak nas gelmemişse de Kurtubi’den nakledilmiştir. Belkide aynı ayette buna deliller vardır. O der «Onlara az bir zaman tanı.3» Çünkü “rüveyda” az manasına geliyor. “imhal” işaret ettiği azlıkla kayıt altına alındı. Bu da sonsuz değildir. Allah’u Teala en iyisini bilir.

BİTTİ

A’LÂ SÛRESİ
(172-184)

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA

Allah Teala’nın: «Rabbinin yüce ismini tesbih et.»1
Tesbihin manası daha geçmişti. Layık (uygun) olmayan bütün her şeyden tenzih etmek manasındadır. Burada tesbih etmekle emredilmek Rabbinin ismine tevcih edilmiştir. Ve diğer ayetlerde de emir Allah Teala’yı tesbih etmek için geldi. Allah’ın şu sözü gibi: : «Geceleyin O’na secde et; O’nu geceleri uzun uzun tesbih et.»2

Ve benzeri diğer bir ayet : «Akşamlarken ve sabahlarken, Allah’ı tesbih edin.»3

Ve Rabbı Subhanehu ve Tealanın tesbih edilmesi : «Senin güçlü olan Rabbın, onların vasıflandırılmalarından münezzehtir.»4 Bu ayette ihtilaf oldu: Acaba buradaki tesbihten kasıt Allah’ı tesbih etmemek mi yoksa bu sürede gelen ayette olduğu gibi Allah’ın ismini tesbih etmek midir?

Sonra, Allah Tealanın ismini tesbihindeki kasıtta ihtilaf oldu. Buna bağlı olarak ta isim ve musemma meselesi geldi.

fieyhin (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) bu konuyla ilgili açıklaması gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «Ya Muhammed! Yüce Rabbinin adını tesbih et! »5 fieyhin sözü: Ayette geçen “ba” harfi gelen ayette de olduğu gibi mefulunun başına gelmiştir: «(Hurmayı kendine doğru silkele, üzerine derilmiş taze hurmalar dökülsün.»6 (dedi) bunda geçene havale ediyorum. Kurtubi den nakledilen söze göre: İsim, isim sahibi manasındadır (musemma manasındadır demiştir.) demiş. Bunun doğruluğuna delil olarak arap sözlerinden Lebid’in sözünü getirdi:
-fiİİR- sh 172

Ve şöyle dedi:Bana göre burada isim, isim sahibi (musemma) manasına gelmesi gerekmez. Amacın ismin kendisi olmasının mümkün olmasından dolayı. Çünkü Allah’ın isimleri konusunda insanlardan bazıları saptı (ilahad etti.), bazıları ise tenzih ettiler. Allah, isimlerini güzellikte en yüsek şekilde vasfetti. Allah’ın kerim sıfatlarına şamil gelmerinedn dolayı. Gelen ayette olduğu gibi : «En güzel ismler Allah’ındır. O’na o isimlerle dua edin.»7

Ve Allah Teala nın sözü: «Hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.»8

Sonra şöyle dedi: İsim ve isim sahibiyle (musemma) alakalı kelamcıların sözlerini (görüşlerini) zikretmek istiyor değiliz. İsim, isim sahibi (müsemma) mi değil midir? Çünkü bizim buradaki gayemiz ayetin manasının açıklamasıdır.

fieyhin (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) sözü, amacın şöyle olma ihtimalini taşıyor: Sapanların, saptıkları şeylerden Allah’ın isimlerinin tenzih eedilmesi, Allah Teala’nın şanına yakışmayan bütün şeylerden tezih etmek gibidir. Aynı şekilde burada ismin, isim sahibinin (müsemmanın) manasına gelmesi gerekmediğini kapsadığı gibi. Allah izin verirse belki bu noktaların kısaca beyanını getirebiliriz.

Allah’ın isimlerinin tenzihine gelince birçok mana vardır.

Bunlardan: bu isimleri putlara vermekten tenzih etmek: Lat, Uza ve ilahların ismi gibi.

Yine bu manadan: O isimlerle oynamaktan ve eğlenmekten tenzih etmek. Huşu ve celaleti götürücü bir halde o isimleri telafuz edilmesi gibi. Onunla kötülük yapan ve oynayan gibi. Ve benzeri oynayan ve namazdan dalgın olan gibidir. Fakat vay o namaz kılanların haline ki, onlar namazlarından gafildirler! Veya o isimleri konulması uygun olmayan bir yere koymak. Elbise veya kablara deseni desen olarak koymak gibi.

Yine ondan: Temiz olmayan yerlerden (mekanlardan) tenzih etmek. Resulullah (s.a.v.) helaya girdiğinde elindeki üzerinde Muhammed Allah’ın Resulu (a.s.v.) yazılı yüzüğü çıkarırdı.

Ondan: Matbaadan yazılmış yaprakları Allah’ın isimlerinden dolayı saygı göstermek.

Buna göre bu ayet, Vakıa ayetine açıklama oluyor. Rabbinin ismi mefulu bihin yerinde gelmiştir. O da tesbih kastedilmiştir. Allah Tealanın tesbih edilmesine göre, şöyle dediler: İsim, (müsemmadır.) ism sahibidir. Kurtubi ve onun dışındakilerin dediği gibi. Dediler: İsim sıladır. Lebib’in geçen şiirinde olduğu gibi.

İsim acaba o isim sahibinin (müsemmanın) aynısı mıdır yoksa değil midir meselesine gelince. Fahr-ı Razi buna işaret edrek şöyle dedi: “O ince bir vasıftır.”

fieyhin (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) sözü: “Burada bana göre isim, isim sahibi (müsemma) manasında olması gerekmez.” söylediği şeyin doğruluğu için az bir açıklamayı gerektiriyor.

Razi, mukaddimeden sonra bu meseleyi irdeledi: Bu konuda şöyle dedi: Bir kısım insanlar bu ayete tutundular. İsim, sahibinin (müsemmanın) kendisidir.

Ve ben derim: Delil getirmedeki kaynak ancak tartışma yerinden kurtadıktan sonra mümkün olur. Burada ismin ne olduğu ve müsemmanın ne olduğunun açıklanması gerekir.

Biz deriz: şayet isimden kasıt bu lafızsa müsemmeden kasıtta o zatsa, akıl sahibinin şöyle demesi mümkün olmaz: “İsim müsemmadır.”fiayet isimden kasıt o zat ise ve müsemmadan da ayı zat kastedilmişse sözümüz müsemmanın kendisidir olur. Bu o zattır, müssema da o zatın kendisidir. Akıl sahibinin bunda ayrılığa gitmesi mümkün değildir. Bu meselenin vasfında incelik olduğunu öğrendik. Müteahirin (sonradan gelen alimler) düştüğü şüpheyi zikretti. İsim lafzının harf ve fiilin kısımlarından olması sebebiyle mütekedimin kastı, söylemede ve isimlendirmede isim sahibinin kastedilmesidir.

Burada bilniyor ki: fieyh, (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) bunun beyanından neden kaçtı? Bu beyanı kısaca okuyucunun dikkatini çekmek için getirdik. Mutekadimin veya müteahirinin yanındaki bütün takdire binaen: fiayet bu ihtimal diğer zatlardada oluyorsa da, Allah’ın zatında ve isimlerinde vaki olmaz. Çünkü Allah’ın isimleri için hükümler var başkalarının isimlerinde böyle hükümler bulunmamaktadır. Geçtiği gibi Allah subhanehu ve Teala’nın isimleri için tesbih, tenzih ve onlarla dua hakkı vardır.

Burada bir görüş var onu açıklayanı görmedim. Fakat bazı tefsircilerin sözlerinden ve sünnetin işaretiyle anlaşılıyor o da: Tesbih burada zikir ve kulluk yapma manasındadır. Hamdetmek, şükretmek ve tekbir getirmek gibi.

Razinin sözünde şu sözü geldi; mana, Rabbinin isimlerini zikretmek suretiyle tesbih et oluyor. Ve benzeri Teberi’nin bazı görüşlerinde söylediği sözler gibi.

Sünnetin buna işaretine gelince: Teberi ve onun dışındakilerin Resulullah (s.a.v.) onu okuduktan sonra şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Yüce olan Rabbimi noksanlıklardan tenzih ederim”

Aynı şekilde başka bir rivayette, ne zaman ki : «O halde Rabbini yüce ismi ile tesbih et»1 ayeti indiğinde Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki “bunu rükularınızda yapın.” Sonra bu ayet indiğinde: «Rabbinin yüce adını tesbih et»2 şöyle buyurdu: “Onu secdelerinizde yapın” .

Kurtubi namazda ve namazın dışında faziletiyle ilgili uzun bir eser zikretti. Fakat bu eser sahih değildir.

Sahih bir hadiste : “Her namazın sonunda otuz üç defa sübhanallah deyin ve otuzüç defa tekbir getirin ve yüz defa “Allah’tan başka ilah yoktur” ile yüz defa hamd ediyordu.” dedi.

Hz. Aişe (R.Anha) dan sahih bir rivayet geldi: fiöyle dedi: : «Resulullah (s.a.v.), Allah’ın yardımı ve zaferi geldiğinde» ayeti indikten sonra : «Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim Rabbimiz. Ve sana hamd ederiz. Allahım beni mağfiret et!” demeden hiç namaz kılmadı. Ve Hz Aişe dedi: Kur’anı tevil ediyor.

Ümmu Seleme : «Resulullah (s.a.v) onu kıyamında ve oturuşunda, gelişin ve gidişinde diyordu» Rabbinin ismini tesbih et: Yani Rabbini zikret.

Bu mana aynı süredeki diğer ayetlerin de delalet ettiği manadır Bu gelen ayet: : «Doğrusu felaha ermiştir: Temizlenen, Rabbının adını anıp namaz kılan.»3 Rabbinin isminin zikredilmesini açıkladı: Rabbının ismini tesbih et geldiği gibi ve zikir, tesbih yerinde gelmiş. Bizim de işaret ettiğimiz odur. Muvafikiyetler Allah’a aittir.

Allah Tealanın sözü: «Yaratıp düzene koyan»4

Yaratmak diye isimlendirmesi bütün mahlukata genel sözü olsun diyedir. Secde ayetinde geçtiği gibi doğrultmak: : «O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış.»5 Tesviye: düzeltmek, düzene sokmak manasına geliyor. Allah bütün mahlukatı düzgün kendi yaradılışlarını ölçülü yapma, uygun ve onun için yarattığı en güzel şekilde düzgün yapılı yarattı. Gökleri yarattı ve onları en düzgün yapılı bina kıldı. Direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı. Onda ne bir çatlaklık ne de bir yarık bulamazsın. Onu yıldızlarla süsledi.

Yeri yarattı. Ve döşeyip yerleşmeye hazırladı. Ondan sularını ve otlaklarını çıkardı. Dağlarını oturttu. Onu döşek ve beşik yaptı. Ağaçları yarttı. Ve ona uygun meyveler düzgün yapıya soktu. Ateşini yakıtı ve bunun dışındaki şeylere uygun halde yarattı.

Bu hayvanlar yaradılışında ve düzgün yapısında ayeti: : «Bakmıyorlar mı o develere, nasıl yaratılmış? Bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiş? Bakmıyorlar mı dağlara, nasıl dikilmiş? Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?»6

İnsana gelince o en güzel surette yaratılmış. Bunların hepsi insana, Allah’ın zatından isimlerini ve bütün sıfatlarını zikretmeyi gerektiren bir hak olmuştur. fiöyle ki, yaradılışı ile düzenini bir araya getirmiştir. Bu da kudretin kemal noktasından ve bu kudretin bütün noksanlıklarından tenzihi içindir.

Allah Tealanın sözü: «Takdir edip hidayeti gösteren»7

Burada takdir bütün takdir edilenleri kapsaması için söylenmiş. O da bütün mahlukata döner. Çünkü takdir yaratıkların ihtiyaçlarındandır. Allah’u Tealanın buyurduğu gibi: «Muhakakki biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü, her iş için bir vade belirlemiştir.»8 Bu ayetleri ve benzerleri kudret delilllerinin en büyükleridir. Allah Teala, Firavun, nebisi olan Hz. Musa (a.s.)’dan Rabbini sorduğundan, Allah’ın tam tarifini yaparken onları bir arada verdi. fiöyle buyurdu: «“Hele, dedi, Firavun “sizin Rabbinizde kim Musa! “Rabbimiz, dedi, her şeyi yaratan, sonrada onu yaratılış gayesine uygun yola koyan, Yüce Yaradandır, buna iyice inan”»1

Allah Tealanın: «Yaratıp düzene koyan» ayetinin, genel açıklaması geçti. Burada yarattığı her şeyi takdir etti. Bütün mahlukatı Allah’a hidayet etti ona takdir edilen göz, yüksek alemde işlerin takdiri tayin edildi. Melekleri, takdir edilen o işlerin tenfizi için hidayet edildi. Gezegenlerin hareketleri takdir edilmiş ve onu bu takdir edildiği şeye hidayet etmiştir. Bütün cisimler (gezegenler) kendi ekseninde hareket etmektedirler.

Ağaçlarda ve bitkilerde, kendileri için gelme zamanı, takdir edilmiş ve onlar kendilerine takdir edilene hidayet edilmişler. Kök aşağıya iniyor, dallar (bitki) yukarıya doğru uzanıyor. Bunun gibi hayvanlar döllenmesinde ve yavrulanmasında ve emzirmesinde, hepsi kendisine takdir edilene hiadyet olunmuşlar. Bunun gibi insanda böyledir.

Fahr-ı Razi şöyle dedi:Bütün kainat alem bu ayetin mantığı altına girer.

Geniş olarak manası ise; fieyhin Ta-ha süresi: «Rabbimiz, dedi, her şeye hilkatını verdi ve sonra da doğruya giden yolunu gösterdi»2 ayetinin tefsiri esnasında geçti.

Allah Tealanın sözü: «Bundan böyle sana Kur’anı okutacağız da unutmayacaksın. Yalnız Allah’ın dilediği başkadır. Çünkü o açığı da bilir, gizliyi de»3


“Sana okutacağız” cümlesinin manasını, fieyh (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) daha önce Ta-ha süresinde gelen ayetin tefsiri anında yapmıştı: «Sana vahyedilmesi henüz tamamlanmadan unutma endişesi ile Ku’anı okumada acele etme.»4 Ve onu Kıyame ayetiyle beyan etti: «(Resülüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. fiüphesiz onu, (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir.»5

“Fela tensa” (Unutmayacaksın) sözünü fieyh (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) açıklamasını “Def-ul İyhamul Idtırab” adlı kitabında, nash edilip unutturulan ayetlerle birlikte konu olarak ele aldı. Allah izin verirse fayda için olan bu tamamlayıcı bölümle beraber zikredilen kitap ta matbaaya verilecektir.


Yüce Allah’ın sözü: : «Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.»6
Bu ayette geçen “İn”, acaba şart edatı olan “iz” manasında mıdır yoksa şart edatı mıdır? Ve acaba, muhalıf mananın şartı için midir yoksa değil mi? bütün bunları fieyh, (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) adı geçen kitabında geniş olarak ele almıştır. Onun şart edatı olduğunu söyleyen görüşü tercih etmiştir. Ve davet edilenleri üç kısma ayırmıştır: Faydası kesin olan, faydasız oluşu kesin olan, ihtimal dahilinde olan. Ve şöyle dedi: Öğütün yeri faydasızlığı kesin olmayan, kendisine devamlı beyan olunduğu halde yüz çeviren gibidir. Ebu Leheb gibi. Allah Teala öğüdün fayda vermeyeceği sonunu haber verdi.
Yüce Allah’ın sözü: : «Saygısı olan öğüt alacaktır.»7
Öğütün hikmetini fieyh (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) daha önce açılamasını yapmıştı.

Öğüt vermenin kısımlarından, mümine öğüt verilmesidir. O da gelen ayetin tefsiri esnensında olmuştu: «Öğüt ver, çünkü öğüt müminlere fayda verir.»1


Yüce Allah’ın sözü: : « Pek bedbaht olan da ondan kaçacaktır. O ki, en büyük ateşe girecektir.»2

Yanı geçmişteki azgınlıkları sebebiyle kaçacaklar. Allah Teala’nın buyurduğu gibi: «Bedbahtlar cehenneme atılacaklar. Çeşitli azabın dehşetinden, devamlı sürette anırp canları çıkasıya feryat edecekler.»3

Yüce Allah’ın sözü: : «Sonra da orada ne ölecek ne de hayat bulacaktır.»4
Ondan iki olumsuzu giderdi. Çünkü insan haddi zatında ya diridir ya da ölü. İkisi arasında bir vasıta da değildir. Fakat kıyamet gününde ölçüler ve tartılar değişiyor. Bu da azplandırmada gayet açıktır. fiayet ölse istarahat edecektir. Azapla karşılaşacak kendisiyle hayat olmamasıyla birlikte. Allah Tealanın kelamında olduğu gibi: «Ne ölüm hüküm verir ki ölsünler ne de ateşin azabı hafifletilir.»5

Ve Yüce Allah’ın sözü: «Ve ona bir yanda ölüm gelecek, oysa o ölecek değildir (ki azaptan kurtulsun.)»6

Bu mananın açıklamasıyla ilgili şeyhin (Allah’ın rahmeti onun ve bizim üzerimizde olsun) beyanı Tâ-ha süresinde gelen ayetin tefsiri esnasında geçti: «fiurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de dirilir.»7

Yüce Allah’ın sözü: : «Kendisini arındıran, rabbinin ismini anıp namaz kılan mutlaka kurtuluşa ermiştir.»8

Burada kurtuluş (feleh), temizlenen, namaz kılan ve rabbinin ismini anıp ta namaz kılan a isnad edildi. Bu ayettin dışında başka bir aytte temizlenme işi Allah’ın isteğine isnad edilmiştir: «Eğer üstünüzde Allah’ın lütfü ve merhameti olmasaydı, içinizde hiç bir kimse temize çıkamazdı.»9

Bunun açıklamasını fieyh, gelen ayetin tefsiri anında yapmıştı: «Eğer üstünüzde Allah’ın lütfü ve merhameti olmasaydı, içinizde hiç bir kimse temize çıkamazdı.»9 Buradaki temizlenme şirkten ve isyanlardan temizlenma durumudur. Yoksa zekatı vermek mansında değildir. Görünürde Necm süresindeki nefsi medh etme olduğundan dolayı nefin temize çıkarılmasında nehy vardır: «Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü o, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.»10 Hucurat süresinde olduğu gibi bazen de tezkiye sahih olmuyor: «Bedeviler “inandık” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz, ama “islam olduk” deyin.»11


Yüce Allah’ın sözü: : «Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Oysa ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Kuşkusuz bu ilk sahifelerde vardır. İbrahim ve Musa’nın sahifelerinde.»1
“Tusirune” (tercih ediyorsunuz) “Ta” ile de “Ya” ile de okundu. Gelen ayete döner: «O bedbaht ki en büyük ateşe girecektir.»2 ( yani o büyük ateşe girecek bedbahtlar dünyayı ahirete tercih ediyorlar.) “Ta” ile okunması hitap için olur ve daha geneldir. Bu emrin geçen ümmetlerde de genel bir emir olmesı hasebiyle ilk suhufların tamamında genel olarak bahsediliyor. İbrahim ve Musa’nın suhufunda zikredildi. Bunun tehlikesine delelet eden ve onun bütün ümmetlerde yaygın bir iş olmasıdır.

Bunun sebeplerine delalet eden ayetler geldi. Onlardan cehalet ve hakikatleri bilmeme gelmektedir. Gelen ayet-i kerimenin de işaret ettiği gibi: «Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve bir oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.»3 yanı daimi hayat.

Kurtubi Malik b. Dinar’dan şu sözü rivayet etmektedir. “şayet dünya gidici altından olsa ve ahiret kalıcı porselenden olsa, kalıcı porseleni geçici altına tercih etmek gerekir. Nasıl oluyor da dünya geçici porselenden olduğu halde kalıcı altın olan ahiret geçici porselene tercih edilmiyor.”

Bunu sebeplerinden, dünya insana süslü gösterildi ve peşin verildi. Gelen ayette olduğu gibi: «Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan, sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık için bezenip süslendi.»4

fionra şöyle buyurdu: «Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Nihayet varılacak güzel yer, Allah’ın huzurudur.»5

Allah Teala varılaca bu güzel sonu beyan etti. O kendi vasfında “Ahiret daha hayırlı ve kalıcıdır.” ibaresine karşılık geliyor. Ve şöyle buyurdu: «(Resülüm!) De ki: size bunlardan daha iyisini bilditeyim mi? takva sahipleri için Rableri yanında , içlerinden ırmaklar akan ebediyyenkalacakları cennetler, tertemizeşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.»5

Bu karşılığı düşün! Dünyada altın, atlar, kadınlar, şağmal hayvanlar ve ekinler (tarlalr) vardır. Bütün bunlara karşılık ahirette daha genel ve daha kapsamlı cennet vardır. Fakat ayette geçen “tertemiz eşler” nassı dünyadaki ve ahiretteki kadınların farkı bilinmesi içindir. Daha önceden geçtiği gibi: «Süzme baladan ırmaklar, tadı değişmeyen, bozulmamış sudan ve içince lezzet veren şaraptan ırmaklar ki, bu şaraptan ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir.»6 Ve bunun dışında ahiretin daha hayırlı olduğuna dair naslar.

fiüphesiz ki, ahireti tercih eden dünyayı tercih edenden daha fazladır. Görünen budur. Allah Tealanın bunu açık olarak gelen ayette ifade ettiği gibi: «İnkâr edip kâfir olanların, dünya hayatı süslendi. Bu yüzden onlar, iman edenlerden bazısıyla alay ediyor. Oysa ki (iman edip) Allah’ın azabından korunanlar, kıyamet gününde onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.»7

Bu nedenle ortaya çıkan, insanların dünya hayatını tercih etmelerinin sebepleri, dünynın süslendirilmiş olması, dekore edilmiş olması, insanların gözlerinde mal, evlat, at ve hayvanlarla cazip hale getirilmiş olmasıdır. «Servet ve oğullar, dünya hayatının süsüdür; ölümsüz olan işler ise, Rabbinin nezdinde hem sevapça daha hayırlı, hem de ümit etmeye daha lâyıktır.»1

Bu ortayere serilen sadece vaki olan şeyden haber verme yoluyla değildir. Bilakis onun arkasında faydası gerekli olarak isimlenmişlerin haber verilmesi vardır. O da halı bu olanın kötülenmesidir. Bu halın ilacını araştırmanın gerekliliğidir.

İlacı istemeye gittiğimizde hakikkatte biz insan için en tehlikeli konuya yönelmiş oluruz. Çünkü onun dunya hayatı ve sonu ahiret hayatını kapsıyor. Saadetinde, feyzinde veya talihsizliğinde ve bahtsızlığında hükmediyor. Bize en yakın kaynak, bu süredeki bu noktanın ta kendisidir. O da kendinden öncekini: «Saygısı olan öğüt alacaktır. Pek bedbaht olan da ondan kaçacaktır. O ki, en büyük ateşe girecektir.»2 Ve kendisinden sonrakini kendisine bağlamasıdır: «Kendisini arındıran, rabbinin ismini anıp namaz kılan mutlaka kurtuluşa ermiştir.»3 Bu ayetler bütün ümmeti davet ümmetini iki kısma ayırdı.

Öğüt ve uyarıya gelince, Allah Teala buyurduğunda: «Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse»4 Bu nebi (s.a.v.)’ın konumudur. Ümmetin taksimatı iki ayetin taksimatına göre iki kısma ayrılıyor. Saygısı olan öğüt alacaktır ve öğütten istifade edecektir. Öğütte ona fayda verecektir. Pek bedbaht olan da ondan kaçınacaktır. Ne öğütten faydalanacaktır ne de öğüt ona fayda verecektir.bundan sonra kurtuluşa dair hüküm geldi: doğrusu temizlene kurtuluşa ermiştir. Yanı korkan, Rabbinin ismini zikreden, namaz kılan ve Allah Tealayı zikretmekte gafil kalmayan kurtulmuştur. Bu nefsiyle olan konumudur. Bu konu Hadid süresinde geniş olarak yer verilmiştir. Bize ve bizden önceki ümmetlere yönlendirme sergilenmiştir. «İman edenlerin Allah’I anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.»5

Kalbın katılaşması, hayatın üzaması ve oyalanma: bütün bunlar gaflette ve dünyayı tercih etmede esas etkenlerdir. Korku ve zikir ise: Ahireti tercih etmede en önemli etkenlerdir. Sonra dünya kendi hakıkkatıyla gelen ayette arzedildi: «bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçının hoşuna gider. Sonra kurur da sen onu sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çarçöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlilikten başka bir şey değildir. Rabbimizden bir mağfirete; Allah’a ve peygamberlerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.»6

Bu siyakta hastalık ve ilaç bir arada vasfedildi. Hastalık gururdur, ilacı ise Allah’tan mağfiret istemektir ve rızasına koşmaktır.

Yüce Allah’ın sözü: «Kuşkusuz bu ilk sahifelerde vardır.»7 İşaret isminin süreye döndüğünü söyleyenler oldu. Bu sürenin tamamı; tevhid, kıyamet, zikir ve ibadetlerin manasını taşıması içindir. İlk sahifeler: İbrahim ve Musa’nın sahifeleri. İlklere bedel olmasına binaendir.

Kurtubi’den şöyle bir rivayet geldi: İbrahim (a.s.)’ın sahifeleri misallerdi. Musa (a.s.)’ın sahifeleri vaazlardı. Onlara birer örnek zikretti.

Fahrı Razi’nin yanında Ebu Zer (r.a.)’nın rivayeti: Resulullah (s.a.v.)’den soru surdu. “Allah kaç kitap indirdi.” O da şöyle buyurdu: “Yüzdört kitap. Adem’e on sahife, fiit’e elli sahife, İdris’e otuz sahife, İbrahim’e on sahife , Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan inmiştir.

Buna göre Kur’an da ilk sahifelerden olan var. başka manaların da olduğuna delalet edenler de geldi. Bunun gibi İbrahim ve Musa’nın suhuflarında var. Necim süresinde gelen ayette olduğu gibi: «Yoksa, Musa’nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim’in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi? Gerçekten hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü yüklenmez. Bilirsin ki insana kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ilerde görülecektir.» sonuna kadar.



Bu da teyid ediyor ki onların çoğu misaller ve vaazlardır. Aynı şekilde semavi kitapların birbirleriyle bağlarını tekid ediyor.


????? ??? ?? ????????
Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin