Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə138/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   193

Tanzimatçıların “usûl-ü cedid” konusunda halkı aydınlatmasını bir yana bırakalım, memur kadrosu da meselelere yeterince vakıf değildi. Her tarafa ferman yollandığına göre memurların merkezin beklentilerinin aksine tavırlarını, ya kavrayış kıtlığına ya da kasıtlı davranışa bağlamak gerekecektir. Bir misâl verelim. Anadolu’da asayiş problemlerinin gittikçe ivme kazandığı bir sırada taşradaki bir kısım görevlilerin Tanzimat’ı yorumlarken, devletin fonksiyonlarını adeta âtıl hale getirecek bir anlayışı benimsemeleri dikkat çekicidir. Bütün hukuk sistemlerinde asilerin kolluk kuvvetlerine silahla karşılık vermeleri halinde misliyle mukabele görmeleri benimsenmişken, hele XIX. yüzyılda bu böyleyken, “Tanzimat var” diyerek asayiş meselelerinin hallinde yöneticilerin çekimser davranmaları ilginçtir. Meselâ Sivas valisi, eşkıyalık yapan Afşarlar tarafından karşı konulması ihtimalini dikkate alarak, merkezden “misliyle mukabele etmek” üzere izin istemekteydi.42 Halbuki Osmanlı tatbikatında normal olarak valinin aslî görevlerinin başında eyaletin güvenliğini sağlamak ve bunun için gerektiğinde askerî birlikler kullanmak gelmekteydi. Bu istisnaî bir misâl değildir. Aşiretlerin halka yaptıkları zulümlerden şikâyet eden Kalecik Kazası Meclisi, Tanzimat Fermanı’nın ilanından on yıl kadar sonra, “Tanzimat-ı Hayriye münâsebetiyle mukâbeleye dahi cesâret olunamadığından” söz etmektedir.43 Bu durum Tanzimat Fermanı’yla getirilen, “Yargılanmadıkça kimsenin idam edilemeyeceği” hükmünün, mahallî yetkililerin idarî konularda inisiyatif kullanmalarını engelleyecek biçimde yorumlandığını; böylelikle o çeşit konularda ikide birde merkezden izin alınmaya çalışıldığını, dolayısıyla zaman kaybına sebebiyet verildiğini göstermektedir. Zaman kaybı ise daha fazla can ve mal güvenliği ihlâli demek idi.

Tanzimatçıların hedefi, Fermanda da ilan edildiği üzere, bir buçuk asırdır devam eden bozulmanın ve çözülmenin bertaraf edilmesiydi. Ancak bu amaca uygun yetiştirilen memur kadrosu olmadıktan, onların halkı soymaya kadar varan rüşvet ve zimmet suçları önlenmedikten sonra başarı nasıl elde edilecekti? Bu önemli bir mesele idi ve sonuç alınması kolay görünmemekteydi. Zira yeni ilkelerin toplum tarafından kabul görmesi devlete güveni gerektiriyordu ki, bunun da yolu memurlara olan güvenin artırılmasından geçmekteydi. İlan edilen ilkelerin cazibesi, etkileyici biçimde takdimi yani tanıtımı önemliydi; fakat daha önemlisi yıllardır belli bir düşünce ve hareket tarzına göre yaşamış olan memur kadrosunun arzu edilen biçimde davranması sağlanabilecek miydi? Birkaç yıl öncesinin devamlı rüşvet alan memuru bir anda, ne şekilde dürüst, çalışkan, insana hizmetten zevk alan görevliler haline getirilecekti? Bundan dolayı Tanzimatçıların en önemli problemi, iç ve dış meselelerden ziyade devleti temsil edecek kadroların niteliği idi. Mümtaz Turhan, Tanzimat Fermanı’nın iddialı içeriğine karşılık mevcut anlayışın başarısızlığı normal kıldığını ifade ederek şöyle demektedir: “İctimaî bünyenin, teşkilât ve müesseselerin, asırlarca hüküm süren zihniyetin, itiyat ve teamüllerin, devlet adamlarının ekseriyeti karşısında tanzimat ıslahatının hemen muvaffak

olamaması gayet tabiiydi.”44 Berkes ise memur kadrosuyla getirilmek istenen yenilikler arasındaki dengesizliğe dikkat çekmektedir: “Bu kadar ağır bir uygulama yükünü başarıyla yürütecek bir uzman kadrosu yoktu. Maliyecisi, memuru, subayı, mühendisi, doktoru, ekonomisti, öğretmeni, hakimi, savcısı olmayan bir devlet bu yükü kaldıramazdı.”45

Gerçekten de yenilikleri kemâle erdirecek kadroların yetersizliği yüzünden işler yavaş ilerlemekteydi. Reformcuların ülkenin içine düştüğü dejenerasyonun, otoritesizliğin, eskimişliğin giderilmesinde; siyasî, askerî, adlî, iktisadî modernleşmenin gerçekleştirilmesinde samimi bir arzu içerisinde olduklarını söylememek için sebep bulunmamaktadır. Başta padişah olmak üzere bir an önce işlerin rayına oturtulmasını isteyenler çoğunluktaydı. Hatta Sultan Abdülmecid, 13 Ocak 1845 tarihinde Babıâli’ye yaptığı ziyaret sırasında reformların gecikmesinden duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirerek hükümeti yavaş hareket ettiğinden dolayı eleştirmişti. Bu sırada okuttuğu hatt-ı hümayununda şunları söylemekteydi: “Eğerçi tensikat-ı askeriyemiz dahi… an be-an kesb-i tekessür etmekte ise de ilerüsünde devam ve bekâsı mutlaka ma’mûriyet-i memâlik ve buldân ve refâhiyet-i ahali zîr-i destân ile husûle geleceği cihetle ol dahi şimdiki halde bî-esas hükmünde bulunmuş olduğundan teessüf ve teessürü şahânemiz hadden aşmış ve gece ve gündüz huzur ve rahat-ı mülûkânemiz münselib olmuştur.”46

Reformlar yapılırken ülkenin diğer meselelerine nazaran, özellikle merkezî bürokrasinin yeniden yapılanmasında daha fazla ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Oluşturulan çok sayıda nezaret meclisi hummalı bir çalışma içine girmişti. Hele devrin en önemli kuruluşu olan Meclis-i Vâlâ, yüzlerce nizamnâme ve talimatnâme hazırladı. Taşradan gelen hemen her konu buraya havale ediliyor, evraklar inceleniyor, alınan kararlar hükümete sunuluyordu.47 Fakat merkezdeki yoğun mesaî, taşradaki muhalefet yüzünden ya hedefine ulaşmıyor ya da alınan kararlar dejenere ediliyordu. Zira uzun yılların birikimi olan yerleşmiş gelenekler, devletin içinde bulunduğu şartlar, öyle kolay kolay yeniliklere izin verecek durumda değildi. Reformların başarısı için sakin bir ortam, yeterli kadro ve güçlü malî destek gerekmekteydi. Devrin hükümetleri bunların hepsini hiçbir zaman bir arada bulamadılar. Durum böyle olunca yeniliklerin uzun yıllar alması kaçınılmaz oldu. Bundan dolayıdır ki, 1845 olaylarından bahseden Tarihçi Lûtfî; “Kurulan bina-yı Tanzimat düşe kalka ve yavaş yavaş temel tutmağa ve dâhil ve hârice karşı mev’ûd olan ıslâhât-ı lâzimenin tatbiki ve devâir-i nizâmiyenin tensîki ca’li ve kasrî olarak refte refte teyessür-nümâ-yı vücûd olmağa başlamış” demektedir.

Başarıda önemli rol oynaması icap eden memurların gerekli niteliklerden uzak olması, vaad edilen hedeflere ulaşılmasını güçleştirmekteydi. Yenilikçilerin aradıkları memur tipi Ahmed Midhat Efendi’nin romanındaki Râkım Efendi gibileriydi. Ancak böylelerinin yetiştirilmesi hiç de kolay değildi. Öncelikle başarılı eğitim kurumları, bunları teşkil etmeye yeterli malî kaynaklar, eğitici kadrolar gerekmekteydi. Ayrıca yeni usûllere göre yetiştirilecek elemanların devlet kadrolarında üst düzeye gelebilmeleri için uzun bir zamana ve bu arada elbette eski usûllere bağlı olan amirlerinin onlara engel olmamalarına ihtiyaç vardı. Bütün engellere rağmen kendilerini yetiştiren, dürüst davranan, işini yapmaya bütün gücüyle gayret eden memurların da varlığı inkâr edilemez. Osmanlı Devleti’nin daha hızlı çökmesine bu tür görevlilerin engel olduğu muhakkaktır. Aksaklıklara, ikilemlere ve pek çok olumsuzluklara rağmen, Tanzimat dönemi memur ve aydınları, ki çoğunlukla iki kesimi de aynı kişiler oluşturmaktaydı, Türk toplumunun o zamana kadar pek görülmeyen kendi kendini yetiştiren, sistemi eleştiren ve yeni arayışlara yönelen kişileri idi.

Esasında başlangıçta Tanzimat yöneticilerinin dahi bu derece geniş toplumsal hedefleri düşündüklerini söylemek güçtür. Gerçekte Babıâli’nin öncelikli derdi, Mısır meselesini çözebilmek için Avrupa devletlerinin yardımını sağlamak arzusuydu. Bu yüzden iç meselelerle ilgili olduğu halde fermanın içeriği mahsustan uluslararası bir niteliğe büründürüldü. Bundan dolayı ki Namık Kemal, Tanzimat Fermanı’nı “hukuk-ı beşerin muhafazası için yapılan mu’cizat-ı adaletten” biri saymasına rağmen, ilan edilen hükümlerin sırf hukuka dair olmayıp aynı zamanda siyasî bir eser olduğunu ifade etmektedir. Ona göre ferman; “zâhiren bakılsa herkesin hayatına, malına, ırzına kâfil olmak için yapılmış zannolunur, fakat hakikat-ı halde devletin hayatını te’min maksadıyla i’lân olunmuş idi.”48 Tepkilerin çeşitliliği, uygulamadaki inişli çıkışlı performanslar, yer yer eskiye rücû edilmesi, kararsızlıklar, deneme-yanılma yöntemiyle ilan edilen hedeflere ulaşılmaya çalışılması ve nihayet Türk devlet ve toplum hayatında dönüm noktası olma özelliğini taşıması dolayısıyla; İnalcık’ın deyimiyle, “Gülhâne Hattı ölü bir vesika olarak kalmamış, imparatorluk içinde geniş ölçüde hareketlere yol açmış, geleneksel sosyal yapıda derin sarsıntılar doğurmuştur.”49

Sonuçta XX. yüzyıla girildiğinde devlet yapısı, sosyal ve ekonomik kurumları, düşünce hayatı, toplumsal talepleri ve ihtiyaçları, bu arada memuriyet kavramı bir hayli farklılaşmış bir Osmanlı Devleti ortaya çıkmıştır.


DİPNOTLAR

1 Abdurrahman Şeref, Tarih Musahabeleri, Sadeleştiren: Enver Koray, Ankara, 1985, s. 42.

2 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül-Vukuat, Sad.: Neşet Çağatay, I-II, Ankara, 1992, s. 308-309; Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul, 1985, s. 295-296. Ayrıca bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Devri Üzerinde Makaleler-Araştırmalar, Isparta, 1999, s. 1-16. Özellikle 1787 savaşı öncesinde bu uygulamanın yoğunluk kazandığı, ayrıca keyfî ve yüksek oranlı “muhallefât bedeli” adıyla bir miras vergisinin de alındığı görülmektedir. Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. yy’dan Tanzimat’a Mali Tarih, İstanbul, 1986, s. 110-111, 135). Ayrıca şeyhülislâmın zenginlerin devlete yardım etmelerinde sakınca olmadığına dair fetva vermesi üzerine her tarafta yardım toplama kampanyaları başlatılmıştı. Meselâ Cezayirli Hasan Paşa, padişahın isteği ile 600 bin kuruş bağışlamıştı. Aynı eser, s. 136. Bazı güçlü valilerin zenginlerden muhtelif bahanelerle servet gasp etmelerinin, savaş gibi zorunlu hallere dayanan meşruiyet ile alakası yoktur. Meselâ Tepedelenli Ali Paşa’nın sahibi olduğu yüzlerce çiftliğin çoğu zorla el konulmuş mallardandı. Hatta paşanın çiftliğinde misafir olduğu ve yemeğini yediği, hürmet gördüğü bir beyi ertesi günü öldürterek mallarına konduğu sıkça rastlanan hallerdendi. A. Şeref, Musahabeler, s. 43.

3 Ahmed Güner Sayar, Osmanlı İktisadî Düşüncesinin Çağdaşlaşması, İstanbul, 1986, s. 144.

4 Bkz. Hasan Yüksel, “Vakıf-Müsadere İlişkisi (Şam Valisi Vezir Süleyman Paşa Olayı)”, Osmanlı Araştırmaları, XII (1992), s. 407-424.

5 Osmanlı Devleti’nde rüşvet, rüşvetçilikle mücadele konusunda yapılanlar ve Tanzimat dönemindeki gelişmeler hk. geniş bilgi için bkz. Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Rüşvet (Özellikle Adlî Rüşvet), İstanbul, 1985, s. 83 vd.;

6 Daha özet bilgi için bkz. Abdullah Saydam, “Memur-Maaş-Yolsuzluk İlişkisi ve Tanzimat Yönetimi”, Toplumsal Tarih, 34 (Ekim 1996), s. 51-57. Ayrıca bkz. Roderic H. Davison, Osmanlı İmparatorluğu’nda Reform (1856-1876), Çev.: O. Akınhay, I, İstanbul, 1997, 43-45.

7 “Tekâlif-i şakka: Şer’î cevaz bulunmıyan ve tekâlif kaidelerine de uymıyan vergilere verilen addır. “Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, İstanbul, 1983, s. 439; Netayic ül - Vukuat, III-IV, s. 17. Önceleri beylerbeyi ve sancak beyleri tarafından toplanan usûl dışı vergileri “tekâlif-i şakka” diye adlandıran ve ümerayı bundan vazgeçirmeye çalışan hükümet, zamanla bu uygulamalara ses çıkaramaz olmuş, hatta müsaade etmiştir. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası - Celalî İsyanları, İstanbul, 1975, s. 59-60.

8 Pakalın, Sözlük, III, s. 438. Geniş bilgi için bkz. Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, İstanbul, 1338, s. 70-71; Ziya Karamursal, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, Ankara, 1989, s. 181-189. Tekâlif-i örfiyenin şehir halkı üzerindeki etkilerine dair meselâ bkz. Abdullah Saydam, “Trabzon Sancağının Tekâlif-i Örfiye Yükümlülüğü (1830-1840)”, TDA, 127 (Ağustos 2000), s. 69-102.

9 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu - Toplum ve Ekonomi, İstanbul, 1996, s. 361-367. Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdüllatif Şener, Tanzimat Devri Osmanlı Vergi Sistemi, İstanbul, 1990, s. 94-105.

10 Muhtelif vesilelerle Trabzon’a gönderilen fermanlarda halkın ezilmemesi, masraf adı altında haksız yere yüklü meblağların tevzi defterlerine sokulmaması tembihlenmekteydi. Meselâ bkz. Trabzon Şer’iye Sicilleri (TŞS), 1960, 28/b, 29/a-b, 30/a, b, 31/a-b, 36/b; 1961, 25/a; 1958, 37/a.

11 Cemaziyelevvel 1236 (Şubat-Mart 1821) tarihli masraf cetveli için bkz. TŞS, 1953, s. 29/b.

12 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet, Dahiliye, 7620 (Aksaray Meclisi’nin tarihsiz mazbatası).

13 Saydam, “Tekâlif-i Örfiye”.

14 Marina Sakali Lady Marks, “Osmanlı-Rum Basınında Türk/Müslüman İmajı”, Tarih Eğitimi ve Tarihte “Öteki” Sorunu, Haz. A. Berktay-H. C. Tuncer, İstanbul, 1998, s. 54-55.

15 Yükümlü oldukları hizmetleri yürütürken, memurların köylüden yiyecek ve yem gibi hizmetler talep etmeleri halinde alacaklılara senet tanzim edip vermeleri hükümetçe istenmekteydi. Meselâ bkz. BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3616. Babıâli, sık sık taşradaki yöneticilere uyarıcı yazılar yollayarak zulüm ve işkenceden kaçınmalarını ve âdil olmalarını emretmekteydi. Ayniyat Defteri, 171, s. 81. Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlanı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826-1839)”, Belleten, 201 (1988) s. 1224-1225.

16 BOA, İrade, Dahiliye, 250; Cevdet, Dahiliye, 6463.

17 Daha geniş bilgi için bkz. Musa Çadırcı, “Türkiye’de Kaza Yönetimi (1840-1876”), Belleten, s. 206, Ankara, 1989, s. 237-257.

18 BOA, Cevdet, Dahiliye, 1019.

19 Meselâ Ankara’ya bağlı Pürtek cemaati müdürü Musa Bey oğlu Mehmed Bey, cemaatin yıllık vergisinden başka “memleket masrafı ve güzeşte akçesi” gibi adlarla topladığı 117. 403 kuruşu zimmetine geçirmişti. Yapılan şikâyet üzerine açılan soruşturmada suçunu itiraf etmiş, müdürlükten azledildiği gibi süresiz olarak Trabzon’a sürülmüştür (Temmuz 1845 ortaları). TŞS, 1972, s. 20/a. Adı geçen şahıs bir yıl sonra ailesi kimsesiz kalıp geçim sıkıntısı içerisine düştüğü gerekçesiyle ve bir daha cemaatin işlerine karışmamak şartıyla affedilmiştir (Temmuz 1846 sonları). s. 53/a-b.

20 Yeniil aşireti için bkz. BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 2645.

21 BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3088 (24 Cemaziyelahir 1264/28 Mayıs 1848 tarihli Meclis-i Vâlâ mazbatası).

22 BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3525, 3954, 7802.

23 Merkezden sorulan sorular üzerine muhtelif vilayet ve sancaklardan gelen cevapların ayrıntılı özetleri için bkz. BOA, Kepeci Tasnifi, Sadaret Müteferrika Defteri, 9/714.

24 Meselâ Görele kazası müdürüne 1.200 kuruş, Çarşamba, Fatsa, Terme kazaları müdürlerine 1.000’er kuruş maaş tahsis olundu. BOA, Ayniyat Defteri, 419, s. 14; 425, s. 97.

25 İltizâm uygulamasına dair bazı örnekler için bkz. Salih Özbaran, “XVI. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda İltizâm”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi, Ankara, 1990, s. 453-457.

26 Charles Issawi, The Economic History of Turkey, 1800-1914, Chicago and London, 1980, s. 325. İngiltere’nin Erzurum konsolosunun 7 Ocak 1850 tarihli raporunda verdiği bilgiye göre, 230 bin lira bedelle iltizâma verilen buradaki gümrük gelirleri lâyıkıyla toplansa bir milyon liraya yakın gelir elde edilecekti. s. 326 (not 14).

27 Ahmet Cevdet Paşa, Tezâkir, Yay.: C. Baysun, I, Ankara, 1986, s. 21.

28 Stanford Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, II, Çev.: M. Harmancı, İstanbul, 1982, s. 133.

29 Davison, Reform, I, s. 45. XIX. yüzyılda memurların maaşları ve hayat standartları hk. bkz. Carter V. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye, Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi, Çev.: G. Ç. Güven, İstanbul, 1996, s. 315-362.

30 BOA, Cevdet, Dahiliye, 5511.

31 Musa Çadırcı, “Tanzimatın Uygulanması ve Karşılaşılan Güçlükler (1840-1856)”, Mustafa Reşid Paşa ve Dönemi Semineri, Ankara, 13-14 Mart 1985, Ankara, 1994, s. 102.

32 BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 1410.

33 Memuriyette çıraklık usûlüyle ilgili olarak son yıllardaki âdetlere dair bkz. Abdülaziz Bey, Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri - Toplum Hayatı, Haz.: K. Arısan, D. Arısan Günay, İstanbul, 1995, s. 85. Sekiz yaşında kaleme giren bir şakirdin ortalama 24 yaşlarında gerçek anlamda memurluğa geçebilmekteydi. Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye, s. 70.

34 Findley, Kalemiyeden Mülkiyeye, s. 50. Taşrada da benzer bir durum mevcuttu ve meselâ ölüm dolayısıyla bir idarî görev boşaldığında ölenin oğullarından veya kardeşlerinden bu görevi yapabilecek nitelikte biri varsa o kişi öncelikle talipli olabilmekteydi. Meselâ Trabzon kadılığı tarafından yazılan bir ilâmda kâtiplerden Hafız Hasan’ın vefatı üzerine hizmette istihdam olunmaya istekli olan oğlu Hafız Ahmed’in işi yapmaya yetenekli olması sebebiyle söz konusu göreve atanması teklif edilmiş, Vali Osman Paşa da teklifi onaylamıştı (28 Safer 1258). TŞS, 1968, s. 19/b. Yalnız ölenin oğlu istekli değilse veya yetersiz ise bu durumda başka biri tayin edilirdi. Nitekim yine Trabzon mahkemesinde kâtip sıkıntısı çekildiğinden bahsedilen bir kadılık ilâmında şöyle denilmektedir: Bundan önce Mumin Efendizâde Raşid

Efendi, sonra da biraderi Şâkir Efendi ölüp, diğer kardeşleri Sâbit, bu göreve rağbet etmediği gibi zaten hem ehliyetsiz hem de aklî yetersizliği yüzünden bir başka kişinin atanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede Veli Efendizâde Evliya Efendi’nin ehliyetli ve istekli olduğu ifade ile söz konusu göreve atanması uygun görülmektedir. 19 Rebiyülevvel 1258 tarihinde tayin teklifi yapılmış ve valinin onayı ile atama gerçekleştirilmiştir. Aynı yer, s. 14/a.

35 Carter V. Findley, Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform, Babbıâli (1789-1922), Çev.: Latif Boyacı, İzzet Akyol, İstanbul, 1994, s. 75.

36 Bahsettiğimiz yakınlık resmî yazışmalara dahi yansırdı. Meselâ bir sadrazam, mabeyn başkâtibiyle arasında böyle bir yakınlık olduğunda yazdığı arz tezkeresinde “devletlu atıfetlu oğlum efendim hazretler” veya “karındaş-ı e’azzu ekremim” hitaplarını kullanmaktaydı. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul, 1978, s. 176.

37 Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, s. 177.

38 Daha geniş değerlendirme için bkz. Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi, Ankara, 1975, s. 379-384.

39 Okay, Ahmed Midhat Efendi, s. 381 (Ahmed Midhat Efendi, Felâtun Bey ile Râkım Efendi, İstanbul, 1292, s. 5-6’dan naklen).

40 Konuyu araştıran Babıâli, Bozok Kaymakamı Said Paşa’yı görevinden alarak Sivas’ta oturmaya memur etti. Bozok ve Kayseri sancakları Vecihi Paşa’nın uhdesine verildi. Ankara Kaymakamlığı’na Istabl-ı Amire Müdürü payelilerinden eski Isparta Kaymakamı Şerif Ağa, Yozgat Mal Müdürlüğü’ne de Maliye Muhasebe Meclisi ikinci kâtibi Rauf Bey tayin edildi. BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3525 (8 Safer 1265/3 Ocak 1849 tarihli arz tezkeresi).

41 Takvim-i Vekayi, Sayı 715 (13 Rebiyülahir 1280/27 Eylül 1863).

42 BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3525 (23 Safer 1264/30 Ocak 1848 tarihli Sivas valisinin yazısı ve aynı tarihli Sivas meclisi mazbatası).

43 BOA, İrade, Meclis-i Vâlâ, 3616 (Gurre Muharrem 1265/27 Kasım 1848 tarihli kaza meclisi mazbatası).

44 Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul, 1987, s. 173.

45 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978, s. 241.

46 Tarih-i Lûtfî, nâşiri: Abdurrahman Şeref, VIII, Dersaadet, 1328, s. 9.

47 Ayrıntılar için bkz. Ali Akyıldız, Osmanlı Merkez Teşkilâtında Reform, İstanbul, 1993; Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838-1868), Ankara, 1994.

48 Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, Ankara, 1985, s. 195 (İbret, Sayı 46’dan naklen).

49 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu, s. 362.

Osmanlı Hariciye Nezareti’nin Kurulması


Doç. Dr. İlhan YERLİKAYA

Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi / Türkiye

Osmanlı Devleti Tanzimat ile birlikte birçok alanda ıslahat ve yeniden yapılanma gayreti içerisine girmiştir. Hatta Tanzimat’ın ilanından önce bile birtakım yenileşme hareketlerinin başlatıldığını biliyoruz. Bu dönemdeki yeniden yapılanma hareketi dışişleri alanında da kedini göstermektedir. Osmanlı’da Hariciye Nezareti 1836 yılında kurulmuştur. Hariciye Nezareti’nin kuruluşu hangi aşamalardan geçmiştir ve Batılı tarzdaki bu yeniden yapılanma acaba başarılı olmuş mudur? Bu sorun basına nasıl yansımıştır? Çalışmamızda bu sorulara cevap arayacağız.

Bu soruya cevap verebilmek için önce bugünkü Dışişleri Bakanlığı’nın karşılığı olan Osmanlı Hariciye Nezareti’nin kurulma sürecine kısa bir göz atalım.

Osmanlı Devleti’nde Batılı anlamda Dışişleri Bakanlığı, II. Mahmut Dönemi’nde 1836 yılında kurulmuştur. II. Mahmut Devri Osmanlı tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemde yenileşme hareketlerine ordudan başlandı. Vaka’-i Hayriyye (Hayırlı Olay) ile sık sık başkaldıran, yönetime müdahalede bulunan Yeniçeri Teşkilatı ortadan kaldırıldı. Sonra Kabine sistemi uygulamaya kondu. Sadaret kahyası, Dahiliye nazırı; Reisülkuttab Hariciye nazırı; Başdefterdar Maliye nazırı oldu. Harbiye, tıbbiye maarif, adliye, müzika, rüştiye mektepleri açıldı. Takvim-i Vekayi adlı ilk resmi gazete yayınlandı. Abdülmecid Dönemi’nde ilan edilen “Tanzimat-ı Hayriye Fermanı”nın temelleri II. Mahmut Dönemi’nde atılmıştır.1

Hariciye Nezareti’nin modern anlamda yapılandırılmasında, 1837’de Hariciye Nazırlığı yapmış olan Mustafa Reşit Paşa başta olmak üzere2 Âli ve Fuat Paşaların büyük katkıları olmuştur.3

1836 yılında kurulan Hariciye Nezareti’nin yaptığı işi, daha önceki yıllarda reisülküttablık makamı görmekte idi. Reisülküttab, Beylikci’nin gözetiminde Divan-ı Hümayun’daki işleri görmekle görevliydi. Divan-ı Hümayun Kalemleri (Büroları) şu kısımlardan oluşmuştu.

1- Beylikci veya Divan Kalemi

2- Tahvil Kalemi

3- Ruus Kalemi

4- Amedi Kalemi

5- Teşrifatcılık Kalemi

6- Vak’anuvislik Kalemi

7- Divan-ı Humayun Hocaları

8- Divan-ı Humayun Tercümanları

9- Hazine-i Evrak

Divan-ı Hümayun ilk zamanlar bizzat padişahın başkanlığında, sonraları veziriazamın (başbakanın) başkanlığında birinci derecede devlet işlerini görüşmek üzere toplanan bir kurul idi.4

Divan-ı Humayun kalemlerinden Beylikci Kalemi’nin reisi beylikci ile reisülküttabın özel kalem müdürü olan Amedci ve Divan-ı Humayun Tercümanları daha çok günümüzdeki Dışişleri Bakanlığı’nın işlerini gören görevliler idi. Ancak bu görevliler ilk zamanlarda dış işlerinin yanında başka devlet işleri de gören görevliler idi.

Reisilküttablık makamı III. Selim’in (1789-1807) “Nizam-ı Cedid” adıyla anılan reformlarından sonra önem kazanmaya başlamıştı. Özellikle 1792 tarihinden sonra bu makamın işleri yoğunluk kazanmıştı. Bu tarihten sonra Avrupa devletlerinin başkentlerinde daimi büyükelçilikler açılmış, sürekli ve karşılıklı diplomasi kurallarını uygulayan yeni bir yazışma eliti doğmuştu.


Bundan önceki yıllarda Osmanlı Devleti, “Hiçbir Avrupalı Hıristiyan devleti eşit hakları haiz muhatap kabul etmemek ve onlarla hiçbir zaman daimi barış içinde olmamak” prensibine göre hareket etmekteydi. Bu husus, Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devlet başkentlerine daimi elçi göndermemesinin ana sebeplerinden biri idi. Bu prensip, 1606 Zitvatorog Barışı ve 1699 Karlofça Barışı ile ortadan kalkmıştı. Çünkü Zitvatorog Barışı ile Viyana Beyi Kaiser, 1699 Karlofça ile Moskov prensi, “Çar” unvanını alarak Osmanlı padişahı ile eşit konuma gelmişti.

1699 Karlofça Barış Antlaşması’na kadar Avrupalı devletler karşısında politik ve diplomatik üstünlüğü koruyan Osmanlı Devleti, yabancı devletler nezdinde elçi bulundurmuyor ve bu ülkelere sadece siyasi, diplomatik ve daha başka sebeplerle geçici elçi gönderiyordu.5 Avrupa devletleri çok eski tarihlerden beri Osmanlı başkentinde daimi elçiler veya maslahatgüzarlar (kapu çuhadarları) bulundurmaktaydı. Başka devletler arasında usul olmadığı halde, yabancı devlet elçilerinin Osmanlı sınırına girdiklerinden itibaren dönüşlerine kadar her türlü masrafı büyüklük ve misafirseverlik gösterisi olarak Osmanlı yönetimi tarafından karşılanmakta idi. Bu usul III. Selim zamanında 1793 yılında ancak kaldırılabilmiştir. Bilindiği gibi bu tarih, Osmanlı Devleti’nin yabancı ülkelerde daimi elçi bulundurmaya başladığı dönem idi.

Osmanlı yönetimi, geçici elçileri yabancı devletlere şu gerekçelerle gönderiyordu:

01- Saltanat değişikliklerini yabancı devletlere bildirmek,

02- Yabancı devlet başkanlarının değişim merasimlerinde bulunmak,

03- Yapılan anlaşma metinlerinin karşılıklı onayı,

04- Karşılıklı dostluk ilişkilerini geliştirmek,

05- Sınır anlaşmazlıklarını gidermek,

06- Savaşı bir barışla sonuçlandırmak,


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin