Osmanlı-Rus Savaşı1



Yüklə 8,72 Mb.
səhifə143/193
tarix27.12.2018
ölçüsü8,72 Mb.
#87611
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   193

–––, Grand Larousse, Paris, 1960-1964.

Güran, N. S.: Trablus Harbinde Kızılay’ın Yardımları. Dirim, Tom: XXXI, Sayı: 1-2, 1956.

Hatemi, H.: Medeni Hukuk Tüzel Kişileri. İÜ Hukuk Fakültesi Yay. No: 2280/514, İst., 1979.

–––, Türkiye Kızılay Genel Merkezi, 1974.

–––, Gazette Médicale d’ Orient, Yıl: 1869, No: 8, Novembre, s.: 126-127.

Merdivenci, A.: Karl Edward Hammerschmidt-Abdullah Bey (1799-1874) Ölümünün 100. Yıldönümünde (1874-1974). Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Dergisi, Cilt: V, Sayı: 4, Ekim 1974.

Özaydın, Z.: Balkan Savaşı ve Muhasarada Edirne’de Sağlık Hizmetleri. Edirne: Serhattaki Payıtaht, Hazırlayanlar: E. N. İşli-M. S. Koz, Yapı Kredi bankası Yay., İst., 1998, s.: 279-288.

Özaydın, Z.: 14 Mart Tıp Bayramı ve Malta Sürgünü Hekimler. Sendrom, Yıl: 10, Sayı: 3, 1998, s.: 106-111.

Özbay, K.: Türk Asker Hekimliği Tarihi ve Asker Hastaneleri. Cilt I., İst., 1976.

Özcan, L.: Türk Kızılay Müessesesinin Milletlerarası Kızılhaç İle Olan Münasebetleri. Hukuk Fak. Mecmuası, Cilt: XXX, Sayı: 3-4, 1965, ayrı bs.

Özden, A. M.: Prof. Dr. Celâl Muhtar Özden. Kızılay Celâl Muhtar Sayısı, No: 26, Aralık 1957.

Özden, A. M.: Doktor Besim Ömer Akalın. Tedavi Kliniği ve Lâboratuvarı, Tom: 10, No: 37.

Sarı, N.-Özaydın, Z.: Türk Hemşireliği ve Osmanlı Hanımefendilerinin ve Hilâl-i Ahmer’in (Kızılay) Desteği. Sendrom, Yıl: 4, Sayı: 3, Mart 1992, s.: 66-78.

Sarı, N.-Özaydın, Z.: Dr. Besim Ömer Paşa ve Kadın Hastabakıcı Eğitiminin Nedenleri (I). Sendrom, Yıl: 4, Sayı: 4, Nisan 1992, s.: 10-18.

Sarı, N.-Özaydın, Z.: Dr. Besim Ömer Paşa ve Kadın Hastabakıcı Eğitiminin Nedenleri (II). Sendrom, Yıl: 4, Sayı: 5, Nisan 1992, s.: 72-80.

Sarı, N.-Özaydın, Z.: Kadın Hastabakıcılar ve Osmanlı Toplumunda Uyandırdığı Yankılar. Sendrom, Yıl: 4, Sayı: 8, Ağustos 1992, s.: 6-15.

Sarı, N.-Özaydın, Z.: I. Dünya Savaşında Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Sağlık ve Sosyal Yardıma Katkıları. II. Türk Tıp Tarihi Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler, Türk Tarih Kurumu yay., VII. Dizi-Sayı 131a, Ankara 1999, s.: 161-171.

Sarıyıldız, G.: Karantina Meclisinin Kuruluşu ve Faaliyetleri. Belleten LVIII/222, 1994, s.: 329-376.

Sertoğlu, M.: Osmanlı Tarih Lûgatı. Enderun Kitabevi, İst., 1986.

Terzioğlu, A.: Yeni Bulunan kaynaklar Işığında Dr. K. A. Bernard ve mekteb-i Tıbbiye-i Şahane. Türk Tıp Tarihi Yıllığı II, Yay.: A. Terzioğlu-E. Lucius, İst., 1995, s.: 48-91.

Topuzlu, C.: 80 Yıllık Hatıralarım. 2. Basıyı haz.: H. Hatemi-A. Kazancıgil, İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Yay. No: 2971/96, İst., 1982.

–––, Türkiye Kızılay Derneğini Tanıyalım. Kızılay Eminönü Şubesi.

Unat, E. K.: Macarlı Miralay Dr. Abdullah Bey’in Hayatı ve Türk Tıp Zoolojisindeki Yeri. Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Mecmuası, Sayı: 7, 1975.

Unat, E. K.: Osmanlı İmparatorluğunda Bakteriyoloji ve Viroloji. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak. Yay. No: 1568/4, İst., 1970.

Ünver, S.: I. Cihan Harbindeki Hilâl-i Ahmer Aşhâneleri. Kızılay Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 13-14, 1964.

Ünver, S.: Dr. Besim Ömer Paşa’nın Hizmetleri Tarihi Üzerine. Tıp Tarihimiz Yıllığı, İÜ Tıp Fak. Tıp Tarihi Enstitüsü, Sayı: 52, İst., 1966.

Ünver, S.: Asırlara Göre Osmanlı Türklerinde Tıp. Tıp Tarihi Araştırmaları II, İÜ Yay. No: 3086, Cerrahpaşa Tıp Fak. No: 122, İst., 1983, s.: 10-42.

Ünver, S.: Hilâliahmer’in Kuruluş, İnkişafı ve Hizmetleri Tarihi Üzerine. II, İÜ Yay. No: 3086, Cerrahpaşa Tıp Fak. No: 122, İst., 1983, s.: 74-86.

Ünver, S.: I. Cihan Harbindeki Hilâl-i Ahmer Aşhaneleri. Kızılay Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 13-14, Mayıs-haziran 1964.

Yıldırım, N.: Karantina. İstanbul Ansiklopedisi, No: 4, 1994, s.: 461.

Yıldırım, N.: Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane. İstanbul Ansiklopedisi, No: 5, 1994, s.: 375-377.

XVIII. Yüzyılda

Taşra Yönetimine Genel Bir Bakış


Prof. Dr. Yücel Özkaya

Ankara Üniversitesi Dil ve tarih-Coğrafya Fakültesi / Türkiye

Onsekizinci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu artık kuruluş ve yükseliş devirlerindeki sağlıklı ve düzenli durumunu kaybetmiştir. İmparatorluğun ilk kuruluşundaki sağlam temellere dayalı kurumlar, yanlarına yenilerinin de eklenmesi ve bazı değişikliklerle devam etmekte ise de, merkezi otorite zayıflamış, yolsuzluk, rüşvet her yeri sarmıştır. Gerek idarî yönetimde, gerekse askerî sistemde (timarlı sipahiler-yeniçeriler) bozukluklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Taşradaki halk, ağır vergi yükleri, yerel yöneticilerin zulmü, eşkıyaların nahiye ve köyleri talanı sonucunda perişan olmuş, yerini-yurdunu terk eder hale gelmiştir. Vergiler geride kalan halkın omuzlarına yüklenmiştir. Yerel yönetimlerde de önemli değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikleri sırasıyla görmekte yarar vardır.

A. İdarî Alanda

Mutasarrıf diye adlandırdığımız beylerbeyleri, sancakbeyleri, XVIII. yüzyılda çoğu kez görev yerlerine gitmemişlerdir. Bunların bir bölümünün sancaklarda saray adı verilen büyük konakları bulunurdu. Bu konakların yangınlar ve diğer nedenlerle onarımı gerektiğinde, bunun masrafı kaza halkına yüklenmekteydi. Beylerbeyleri, bütün sancakları yönetimleri altında bulundurur ve paşa sancağı denen merkez sancakta otururlardı. Ancak, XVIII. yüzyılda gerek beylerbeyleri, gerekse sancakbeyleri sancaklarında pek az kalmışlardır. XVIII. yüzyılda sancakları, bunların yerine vekilleri durumunda olan mütesellimler yönetmiştir.

Mütesellimlik, XVII. yüzyılın sonlarından Tanzimat dönemine kadar devam etmiştir. Talat Mümtaz Yaman, XVII. yüzyıldan bahsederken bu görevin “Daha mühim şahıslara ve hemen ekseriyetle dergâh-ı alî kapıcıbaşılığı payesine haiz kimselere ihâle edildiği görülmektedir” ifadesini kullanmaktadır.1

Mütesellimlik kurumu, her ne kadar XVII. yüzyılın sonlarında da var olarak görülüyorsa da, bu tarihlerde sayıları yok denecek kadar azdır. Oysa, XVIII. yüzyılda sancakların çoğu mütesellim ile yönetilmektedir. Artık, taşrada yönetim enderunlulardan çıkmış, yerli ve Türk kökenli kişilerin eline geçmiştir.

Memleket ayânının ve ileri gelenlerin mütesellimlikleri elde edişleri, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren yaygınlaşmıştır.2 XVIII. yüzyılın ikinci yarısında dergâh-ı alî kapıcıbaşlarından, mutasarrıflardan mütesellim olanlar var idi ise de, bunların yanı sıra memleket ayânından olanların sayısı çok daha fazladır. Kaldı ki, bunlar da memleket ayânındandır.

XIX. yüzyılda, özellikle İstanbul’dan taşradaki dergâh-ı alî kapıcıbaşları arasından ve diğer büyük rütbeli görevliler arasından tayin edilen mütesellimler de görülmeye başlanmıştır.3

Beylerbeyleri ve sancakbeyleri olan kişiler görev bölgeleri olan sancaklara gitmedikleri ya da gidemedikleri (bir savaş ile görevli oldukları) zaman yerlerine mütesellim adı verilen bir vekil tayin etmekteydiler. Bu kişi beylerbeyinin ya da sancakbeyinin görevlerine sahipti. Bu kişiler genellikle bulundukları yerlerde nüfûz ve kudret sahibi yerli ailelere mensup kişilerdi. Bu kişiler mütesellimlik ve voyvodalık gibi önemli görevlerden alındıktan sonra, ayânlık mücadelesine girişmekte iseler de, daha değerli ve önemli olan mütesellimlik görevini bir yolunu bulup ele geçirmek için uğraşmakta idiler. Genellikle aynı kişiler bazen ayân, bazen de mütesellim olarak görevlerini sürdürmekteydiler.

XVIII. yüzyılda yaygın olan bir usul de “arpalık” tarzında sancak tevcihidir. XVI. yüzyıldan beri sayıları artan vezirlere gelirleri kâfi gelmediğinden, geçim kaynağı olarak “arpalık” adı ile sancaklar verilmeye başlanmıştı.4 Önceleri “arpa-

lık” olarak verilen sancakların sayısı çok azdı. XVII. yüzyılın sonları ile XVIII. yüzyılın başlarında arpalık olarak verilen sancakların sayısının çok büyük boyutlara ulaştığı görülmektedir. Arpalık olarak sancaklara atanan kişiler sancaklarına gitmekten ise, yerlerine mütesellim atamayı daha uygun görmüşlerdir.

XVIII. yüzyılda mütesellimlerin sayısının artmasında arpalık şeklinde sancak tevcihi yanı sıra, uzun süren savaşlar nedeniyle beylerbeylerinin, sancakbeylerinin savaşlarda bulunmaları, uhdelerinde başka görevler olmasının etkisi büyüktür.

XVIII. yüzyılda mütesellimlik görevini elde eden yerli hanedanların bu görevlerinin kendilerine kazandırmış olduğu yetki sebebi ile artırdıkları servet sonunda iyice kuvvetlendikleri de bir gerçektir.

Mütesellimler bazen yerlerine bir vekil, “mütesellim vekili” tayin etmektedirler. Örneğin, Bozok Mutasarrıfı Capar-zâde Süleyman, aynı zamanda Çankırı, Ankara, Kayseri mütesellimidir. Bu kadar geniş sahada hüküm süren bu kişi Çankırı, Ankara, Kayseri’ye mütesellim vekilleri tayin etmiştir.

Mütesellimlerin büyük çoğunluğu yerli hanedanlara mensup kişiler ise de, bu bir kaide değildir. Sayıları fazla olmasa da, yerli hanedana mensup olmayan, dışarıdan olan kişilere de mütesellimlik görevi verilmiştir. Fakat, bunlar görevlerine gittikleri yerlerde ellerinde fazla kuvvet olmadığı için tutunamamışlardır. Elinde yeterli kuvveti olmayan, mal, eşya ve serveti bulunduğu yerin hanedanına göre yok denecek kadar az olan, dışarıdan gelen bu kişiler, devletin ve sancakbeyinin gelirlerini yeteri kadar toplayamamış, emirleri yerine getirememişlerdir. Muhtemelen bunlara karşı hanedan sahibi ailelerin halkı kışkırttığı da düşünülebilir.

Mütesellim tayinlerinde, atanacak kişinin halkı ve sancağı koruyabilecek, devlete ve valilere ait vergileri toplayabilecek dirayette bir kişi midir, değil midir hususları üzerinde dikkatlice durulmaktaydı.

Mütesellimler vali buyrultusu ile tayin edilir, devlet de bunu onaylardı. XVIII. yüzyıl boyunca tayin edilen mütesellimlerin hemen hemen hepsinin yerli hanedana mensup oldukları gözlemlenmektedir. Örneğin, Capar-zadeler (Bozok-Yeniil), Zenneci-zâdeler (Kayseri), Gaffar-zâdeler (Konya), Kara Osman-zâdeler (Saruhan), Yılanlı-zâdeler (Hamid), Turunç-zâdeler (Karahisar-ı Sahip), İlyas-zâdeler (İzmir), Cizyeci-zâdeler (Hüdavendigar), Tuzcu oğulları (Rize), Nakkaş-zâdeler, Müderris-zâdeler (Ankara) vb. Tayinlerde, atanacak kişinin sancağın ileri gelenlerinin istediği ve tasvip ettiği kimse olması, devlete ve valilere ait vergileri zamanında toplaması yanı sıra halkı “def’u ref’u te’adiyat ve mezâlimden” koruması, “sair fermân olan hidemât-ı aliyyenin edâ ve temşiyeti” yerine getirmesi üzerinde de durulmaktaydı.5

Halk tarafından seçilip, devletin onayı ve vali buyrultusu ile atanan ayânlar ile mütesellimler arasında sık sık çekişmeler olur, bu durumda da halk büyük zarar görürdü. Dikkati çeken bir husus da yerli ailelerin uzun süre ayânlık görevini elde ettikleri gibi, daha sonraki tarihlerde mütesellimlik görevini de elde ettikleri hususudur. XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, valiler gibi mütesellimler de sık sık görevlerinden alınmaktadır.

Mütesellimler “Mütesellimlik Şehriyesi” adıyla bir ücret aldıkları halde, aç gözlülükleri nedeni ile kadı ve ayân ile anlaşıp “tevzi defterleri”ne fazla akçeler de eklemekteydiler. Hanedanların büyük bölümü uzun süre zaman zaman ayânlık, zaman zaman da mütesellimlik görevlerini ellerinde tutmuşlardır.6

XVIII. yüzyılda voyvodalık idaresi de yaygınlaşmıştır. Has olan yerlere voyvoda atanmaktadır. Voyvodanın görevleri de sancakbeyinin görevlerinin aynısıdır. Voyvoda tayin edilen kişiler de yerli aileler arasından olmaktadır. Beylerbeyine bağlı olan bu görevliler, devletin, beylerbeyinin emirlerini yerine getirirlerdi. Bunlardan kapucubaşılık payesine sahip olanlar da vardır. Örneğin, Bilecik’te Kalyoncu-zâdeler, Yeniil’de Capar-zâdeler kapucubaşı rütbesine haizdir. Voyvoda tayinleri ismi açık bırakılan “zabt temessükü” ile olmaktaydı. Voyvodalar arasında bir zamanlar ehl-i şer’ sınıfına mensup olanlar da vardır. Örneğin bir zamanlar Eğin Naipliğini yapmış olan Ebubekir, daha sonra burada voyvoda olmuştur. Ancak, ehl-i şer’ zümresine mensup olan Ebubekir’in reayayı korumaya muktedir olamadığı yolundaki şikâyetler üzerine hanedandan bir başka kişi, Mehmet Bey voyvoda olarak atanmıştır.7 Mütesellimler gibi voyvodalar hakkında da şikayetler sık sık ortaya çıkmaktaydı. Örneğin, Beypazarı Voyvodası hakkında olan şikâyetler bunlardan yalnızca bir tanesidir.

Voyvodalar da yerli hanedanlara mensup kişiler olup, uzun süre fasılalarla bu görevlerini yürütmektedir. Örneğin, Bolu ve Viranşehir Sancağı’nda Çalık-zâdeler buna örnek gösterilebilir. XVIII. yüzyılın sonlarında Bolu “iri has” olmuş ve sancakbeyliği görevi kaldırılarak voyvoda ile idare olunmaya başlamıştı. Bolu Sancağı’nın mutasarrıflarının, mütesellimlerinin kaza halkından “gel-geç akçesi” gibi adlarla tekâlif-i şakka diye tanımlanan yasa dışı vergiler toplamaları ve bu yüzden pek çok köyün “harap ve harabe” olması nedeniyle 1107 (1694-1695)’de Bolu Sancağı “Sancaklıktan ihrâç ve havass-ı hümâyûna” katılmış, her sene bir kişiye iltizam ile voyvodalık şeklinde idare edilmeye başlanmıştı.8
Denizli de voyvodalık ile yönetilen önemli sancaklardan biridir. Güzelhisar-Menemen, Soma, Akhisar, Manisa, Uşak, İzmir, Bayındır, Bilecik voyvoda ile idare edilen yerler olarak görülmektedir.

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda bazı sancakların muhassıllık ile yönetildiğini görmekteyiz. Bunlar da sancakbeyinin yetkilerine sahiptir. Canik (Samsun), Hamit (Isparta), Karahisar-ı Sahip ve çevresi, Saruhan (Aydın) muhassıllıkla yönetilen yerlerdir. Muhassıllıkları da yerli aileler ele geçirmekteydi. Örneğin, Canik (Samsun)’te Canikli-zâdeler bu görevi uzun süre ellerinde tutmuşlardı. Teke, mütesellimlikle idare edilmiş, ancak, 1812’de mütesellimlikten çıkarılmış ve muhassılık ile yönetilmeye başlanmıştı.9

XVIII. yüzyılda devlet ile halk arasında işlerin yerine getirilmesi konumunda ayânların önemli bir fonksiyonu olduğunu görmekteyiz. Osmanlılarda, XVI. ve XVII. yüzyıllarda ayân olarak ileri gelen kişiler kastediliyordu. XVIII. yüzyılda “ayân-ı vilâyet”, “ayân ve eşraf”, “vücûh-u memleket” diye adlandırılan ileri gelenlerin dışında resmî ayân tabiri 1726’dan sonra yaygınlaşmıştır.

XV. ve XVI. yüzyıllardan beri mevcut olan ayân ve eşraf sınıfının sayısının XVIII. yüzyılda çok arttığı görülmektedir. XVI. yüzyılın ortalarında bu sınıfa giren mültezimler, mukataa eminlerine XVI. yüzyılın sonlarından itibaren azledilmiş ya da tekaüt olmuş sancakbeyleri, kadılar, naipler, müderrrisler, müftüler ile bunların çocuklarının da katılmasıyla ayân-ı vilâyetin sayısında büyük artmalar görülmüştür. Bu kişiler daha sonra halk ile devlet arasında aracılık görevini yerine getiren resmî ayânlık görevini ele geçirmeye başlamışlardır. Bu yüzden XVII. yüzyılın sonlarında az sayıda görülen ayânların sayısı XVIII. yüzyılda yaygınlaşmıştır.

XVI. yüzyılda ileri gelen hanedanlar, bulundukları yerlerdeki zenginlikleri, sosyal durumları, prestijleri nedeni ile sivrilmişler, devlet ve halkın gözünde etkili bir durum kazanmışlardır. Devlet, bu ailelerin çoğundan henüz resmî ayân değiller iken bile eşkıya tedibi, asker temini, zahire sağlanması, hazinenin sağ-salim İstanbul’a ulaştırılması gibi konularda yardım istemekte idi.

Tevzi defterlerine, ayânlar için “ayâniye” adıyla bir ücret konmaktaydı. Ancak, ayânların vali ve kadılarla anlaşarak tevzi’ defterlerine fazla akçeler konmasına neden olmaları çok sık şikâyete neden olmaktaydı.

Ayânlığın kuvvetlenip, gelişmesi Anadolu’daki devlet memurlarının itibardan düşmesi ile orantılı olmuştur. Vali buyrultusu ve devletin onayı ile halkın istediği kişiler arasından atanan ayânların zulmü artınca, bunun yerine, daha önce de var olan şehir kethüdalığı kaim oldu. Bunlar da görevleri karşılığı olarak “şehir kethüdalığı” ücreti almaktaydılar.

Ayânlık lafzının değiştirilmesi, ayânların yerine şehir kethüdalarının halkın isteği ile iş başına getirilmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun üç koluna da yazılmıştı. Ancak, şehir kethüdalığı peşinde koşan ve elde edenlerin bir kısmı da eski ayân ve ayân-zâdeler idi. Şehir kethüdalığının tesis edildiği tarihlerde de, ayâniye, zahire baha gibi zulümlerin kaldırılmasına çalışılmış ise de önlenememişti. Bu tarihlerde bazı kazalarda ayânlık, bazılarında şehir kethüdalığının olduğu görülmektedir. Şehir işleri şehir kethüdalarına bırakıldığında, şehir kethüdalarının büyük bir bölümünün nüfûz ve kudretli kişiler olmaması, aciz kişiler olmaması nedeni ile ahali arasında itibarları olmamış ve işler yürütülememiştir. Kazalarda iş görenler, o yerin iş yapabilen ve nüfus sahibi “kişi-zâdeleri” idiler. Ancak, ayân lafzı kalktığından ve bunların fonksiyonu kalmadığından, devletin işi düştüğünde, ileri gelen aileler “Biz ayân değiliz, işe karışmayız” diye şehir kethüdasını ortaya koymakta idiler. Devletin işleri de görülememekteydi. Bu yüzden 1790’da çıkarılan ferman ile ayânlık yeniden yürürlüğe kondu.

Halk, ayân olmak isteyenlerin hepsine aynı bağlılığı göstermemekteydi. Ayân olmak isteyen kişiyi şehir ayânının desteklemesi önemlidir. Ayân olanların ekserisinin, bulundukları yerin ileri gelenlerinin büyük çoğunluğu ile bu mevkiyi ele geçirdikleri bilinmektedir. XVIII. yüzyılda ayân olmak isteyenlerin ve “ayânlık iddiasında” bulunanların sayısı çok artmıştır. Halk ve vilâyet ileri gelenleri bir kazada birden fazla ayânlık iddiasında olanlar olursa ikiye bölünmekte, bir kısmı birini, diğerleri ötekini tuttuğundan karışıklıklar olmaktaydı.10

1790’da ayânlığın yeniden tesisinden sonra çıkarılan fermanlara göre, ayânının seçimine sancakbeyleri müdahale etmeyecekler, ayânlık için “ferman, mektup ve buyrultu verilmeyecek” rüşvet ile ayân atanmayacaktı. Ama, bunlara pek uyulmamıştır.11

B. Adlî Durum

Ehl-i şer’ zümresi de XVIII. yüzyılda, eski nüfûz ve kudretini kaybetmiştir. Kadılar ya da vekilleri durumundaki naiplerin elinde kuvvet yoktu. Bu yüzdendir ki, beylerbeyleri ve sancakbeyleri gibi, kadılar da XVI. yüzyıldaki itibarlarını kaybetmişler, zaman zaman sancakbeyleri, mütesellimler, mütegallibeler tarafından azlettirilmişler veya onların isteklerini yerine getirmek zorunda kalmışlardır. Bunun böyle olması, yani kadıların git gide kuvvetlerini ve önemlerini kaybetmeleri kaçınılmaz bir sonuçtu. Çünkü, mütesellimlerin, ayânların

ellerinde çok sayıda kuvvet olmakta ve onlar kuvvetleriyle halk kitlesini kendilerine bağlayabilmekte idiler.

XVIII. yüzyılda, kadılara ve valilere halkı korumaları konusunda pek çok ferman yollanmıştır. Adalet fermanı adı ile yollanan bu fermanların dışında, valilerin gönderdikleri adalet buyrultuları da halkı korumayı sağlayamamıştır.

Yerli aileler, mütesellimlik, ayânlık gibi görevleri elde ettikleri zaman kuvvet ve servetlerini artırırlarken, kadılar ve diğer ehl-i şer’ zümresi zayıflamıştır. Mütesellim ve ayânlar ekseriye ehl-i şer’ zümresi ile anlaşarak halkı soymayı alışkanlık haline getirmişlerdir. XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, kadı ve naiplerin yolsuzlukları ile ilgili fermanların arttığı ve özellikle “mahsul defi” konusunda yazıların yazıldığı görülmektedir.

Adalet fermanlarının bir kısmı doğrudan doğruya ehl-i şer’ mensuplarına ve bunların yolsuzluk hareketlerini önlemeye, bir kısmı da bütün devlet görevlilerine ve yolsuzluklarına yöneliktir. XVII. yüzyılda da mevcut olan adalet fermanlarının12 sayısının XVIII. yüzyılda çok fazla artmış olması, yolsuzlukların boyutunun artması ile ilgilidir.13

Kadıların XVIII. yüzyılda kendilerine arpalık olarak tevcih edilen kazalara gitmemeleri yerlerine işten anlamayan kişileri naip olarak atamaları da ehl-i şer’deki bozukluğun artmasına neden olmuştur. Mahkemedeki başkâtip, kâtipler şer’iye sicil defterlerini (kadı defterlerini) tutmakla yükümlü idiler. Başkâtiplerin görev süreleri hakkında bir kural yoktur. Bu görevi bazen ölümüne kadar sürdürmektedir. Kadı ve naipler azil olunduğunda, ölümleri halinde ya da istifaları halinde, “mürasele” veya mutasarrıfın buyrultusu ile naip vekili olarak görevlendirilmekteydiler. Davalara baktıkları gibi, olay yerine keşfe de giderlerdi. Kâtiplerin sayısı birkaç tane olabilmektedir. Mahkeme dışında görevlendirildikleri olay yerine gidip, incelemeler yapar, sonucu mahkeme kayıtlarına işlerlerdi. Mahkemede kendilerine ayrılan odada oturmaktaydılar. Duruşmaların zamanında yapılması, kararların ve gelen yazıların imlâ kurallarına göre yazılması ile naibin göstereceği işleri yapması görevlerindendi.

Mukayyidler, naibin müraselesi ve padişah beratı ile atanmaktaydı. Naip, güzel yazı yazan, kâtiplikten anlayan, dindar, emin bir kişiyi mukayyid atar, bu kişi daha sonra kâtipliğe geçer ve başkâtipliğe kadar yükselirdi.

Mahkeme imamı, mahkemedeki mescide naibin müraselesi ve beratla atanırdı. Ayrıca, kâtiplere yardımcı olurlardı.

Naiplerin müraselesi ile atanan kethüda, mahkeme dışındaki davaların keşfine gitmekteydi. Mahkemede kendisine büyükçe bir oda ayrılmıştı. Ayrıca, naibin ve mahkemenin mutemetlik ve veznedarlık işlerinin yürütülmesi, mahkemedeki personelin maaşlarının ödenmesi görevleri içindeydi.

İmarethânelerde, medreselerde inzibat işlerine bakan noktacılar berât-ı şerif ile tayin olmaktaydılar.

İstanbul’da oturan Nakibü’l-eşrâf peygamber sülalesinden gelen seyyid denen kişilerin işleri ile uğraşırdı. Taşradaki Nakibü’l-eşrâf kaymakamlarının başı olup, Nakibü’l-eşrâfları mektup ile tayin ederdi.

Nakibü’l-eşraf Kaymakamı, Anadolu’da seyyid denen ve peygamber soyundan gelen kişileri denetlerdi. Anadolu’da seyyidlerin sayısı sürekli artmaktaydı. Her ne kadar Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı sırasında bunlar denetlenmiş, bu hakka sahip olmayanların berâtları ellerinden alınmış ise de, bu denetleme usulü daha sonra gereği gibi düzenli yapılamamıştı. Seyyidler besleyebildikleri yüz elli koyunun vergisini ödemekten muaftılar. Daha fazla koyunları olursa bunun vergisini ödemekteydiler. Kendilerinden “arûsâne” ve diğer bahanelerle vergi alınmamaktaydı. XVIII. yüzyılda seyyidlerin sayısı çok artmıştır. Bunun üzerine, XVIII. yüzyılda seyyid olmayanlara seyyidlik berâtı verilmemesi, seyyidlik iddiasında bulunanların durumlarının iyice incelenmesi konusunda pek çok fermân çıkarılmıştır.

XVIII. yüzyılda nakibü’l-eşrâf kaymakamları da pek çok yolsuzluk hareketine başvurmuşlar, bazı kazalarda “harc-ı makûl”, “devriye”, “tevcih”, “sadat akçesi”, “murûriye” adları ile kendi adlarına paralar toplamışlardı. Bu tip yolsuzlukların yapılmaması ve sahte seyyidliğin önlenmesi için çeşitli tarihlerde Anadolu’ya sayısız fermân yollanmıştır.

Mütevelliler vakıf işlerini vakfiye şartları ve şer’i hükümler dairesinde yürütürlerdi. Mütevelli, ya vakıf nazırının arzı yani “berât-ı şerîf” ile ya da kadının ataması ile göreve gelirdi. Tayin ile ilgili berâtlarda ekseri vakıfa mütevellinin tayin tarihi ve alacağı ücret de yer alırdı.

Kazalarda şeyhülislamın temsilcisi olan müftüler, idarî bakımdan bir mutasarrıf, mütesellim, naip kadar etkili olmasalar da, sosyal hayattaki etkileri büyüktür. Sancak yöneticileri yürüttükleri bazı işlerde, şehirde baş gösteren sosyal huzursuzluklarda müftünün yardımını isterlerdi.

Muhzır ve muhzırbaşı bir çeşit adlî polistir. Mahkemede güvenliği sağlarlar. Mahkeme dışındaki keşif, soruşturma ve “akd edilen meclis-i şer” gibi olaylar için kadı ve naiple birlikte giderlerdi.
Vakıflar ve Mütevelliler

Mütevelliler, vakıfları vakfiye şartları ve şer’i hükümlere göre yönetirlerdi. Mütevelliler ya vâkıf nazırının arzı gereği berât-ı şerif ile ya da kadının ataması ile göreve gelirlerdi. Tayin ile ilgili beratlarda ekseri vâkıfa mütevellinin tayin tarihi, alacağı ücret de yazılırdı.

Vakfa mütevelli olan kişi “kayd-ı hayat” şartı ile atanırdı. Ancak, görevini kötüye kullandığında görevinden alınabilir ya da kendi isteği ile görevinden ayrılabilirdi. Küçük vakıflarda mütevelli görevini tek başına yaparken, orta ve büyük ölçekli vakıflarda mütevellinin kâtip ve cabi gibi yardımcıları vardı. XVIII. yüzyılda, seyyidlerin vakıf mütevelliliği görevinde oldukça fazla yer aldıkları da gözlemlenmektedir.

Vakıfların gelirleri, arazilerden alınan öşür, “rüsûm-u örfiye”, “bâd-i heva”, “resm-i tapu”, “resm-i küvâre”, “resm-i kovan”, “resm-i bennâk”, “resm-i ispence”, “resm-i öşr-ü bagât” vb., kent içindeki vakıf arsalarının zemin kirası, vakfa ait han, hamam, dükkan, bedestendan alınan paralardı. XVIII. yüzyılda vakıfların geliri çok azalmış ve kendi binalarının tamirlerini dahi karşılayamaz olmuştur.

XVIII. yüzyılda mütevelli tayinlerinde yolsuzluklar da sık sık görülmeye başlanmıştır. Vakıflara dışarıdan yapılan müdahalelerin sayısı artmıştır. Evkâf müfettişleri sık sık ihbâr edilen şikâyetleri incelemeye gönderilmişlerdir. Bu yüzyılda, vakıf davalarının evkâf müfettişleri ya da vekilleri tarafından görülmesi gerektiği, vakıf nezareti kurulduktan sonra kadı ve naiplerin bu davalara müdahalesi gerekmediği halde, usulsüz olarak kadı ve naiplerin bunlara müdahale ettikleri de görülmüştür.


Yüklə 8,72 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   193




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin