MEÂL (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum. * Mânası. Kısaca mânası. * Kaymak. * Husul yeri, peyda olunacak yer. * Son, sonuç.(Meâl, te'vilin me'hazi olan "evl" mânasına masdar-ı mimîdir. Bir şeyin varacağı gâye mânasına ism-i mekân da olur ki, te'vilin hasılı demektir. Bundan başka meâl, bir şeyi eksiltmek mânasına da gelir. Onun için örfte bir kelâmın mânasını her vechile aynen değil de, biraz noksaniyle hasılına göre ifade etmeğe de meâl denilmiştir. E.T.)
MEÂL-İ İCMALÎ Kısaca hülâsası, kısaca mânâsı. İcmalî meâl.
MEÂLEN Mânâca aynısı olmadan eksiği ile anlaşılan neticesi. Mânaya göre. (Bak: Te'vil)
MEÂLÎ Kısaca mânasına ait.
MEALÎ (Bak: Maâlî)
MEALİM (Bak: Maalim)
MEALPERVER f. Mânâlı. * Mâna anlatan.
MEÂN Mekân, menzil.
MEANN Enli, geniş. * şişman gövdeli kimse. * Hatip.
MEAR Arlanacak, utandıracak şey.
MEAR Saç ve sakalın dökülmesi.
MEARİB İhtiyaçlar, hâcetler, lüzumlu ve istenen şeyler. İstekler.
MEARİC (Mi'rac. C.) Mi'raclar. Merdivenler. Çıkılacak yerler.
MEARİC SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 70. Suresi olup Seele veya Mevaki Suresi de denir ve Mekkîdir.
MEARRE Keffaret, diyet. * Elem, meşakkat, dert, günah.
MEASİ (Bak: Maâsi)
MEASİM Günahlar. * Günah işlenecek yerler.
MEASİR (Me'sere. den) Güzel eserler. Nişanlar. İzler.
MEASİR-İ BERGÜZİDE Seçme güzel eserler, izler, nişanlar.
MEASS Çok cür'etli. Hiç çekinmeyen.
MEASS Talep mevzii, isteme yeri.
MEAYİB Kusurlar, ayıblar, lekeler. (Bak: Maâyib)
MEAZ (Bak: Maâz)
MEAZİB (Mi'zab. C.) Oluklar. Su yolları.
MEAZİF Sazlar. Çalgılar. Saz âletleri.
MEAZİN (Me'zene. C.) Ezan okunan yerler.
MEAZİR Perdeler. Hicablar. * Özürler.
MEAZİR (Mi'zer. C.) Peştemallar.
MEBAD (Mebâdâ) f. Sakın, olmaya ki...
MEBADİ (Mebde. C.) Mebdeler, başlangıçlar, ilk unsurlar. * Çekirdekler. * Prensipler.
MEBADİ-İ ZARURİYYE Bir hakikat tam bilinmeden önceki isbat edici zaruri emâreler, başlangıçlar, hazırlıklar. (Bak: Hads)
MEBAHİS Bahisler. Mebhaslar. * Araştırma yerleri.
MEBAHİS-İ İLMİYE İlmi bahisler.
MEBAL (Bevl. den) Sidiğin çıktığı yer.
MEBALİĞ (Meblâğ. C.) Paralar, akçeler.
MEBANİ Temeller. Esaslar. * Yapılar. Binâlar.
MEBANİ-İ KELÂM Sözün esâsını teşkil eden şeyler.
MEB'AS (C.: Mebâis) Yollanma, gönderilme.
MEB'AT Yaban sığırının yatağı. * Davar ve deve yatağı. * Mekân, menzil.
ME'BAZ (C: Meâbiz) Diz altındaki çukur.
MEBDE' Baş taraf. Başlangıç. Başlama. * Kaynak. Kök. Temel. Esas.
MEBDE-İ SUKUT Sukutun başlangıcı. Düşüşün mebdei.
MEBDEİYET Başlangıç olma işi.
ME'BELE Deve duracak yer. * Devesi çok olan yer.
MEBERRAT (Meberre. C.) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan işler.
MEBERRE (C.: Meberrât) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan iş.
MEBERRET Nöbet şekeri.
MEBGA Talep mevzii, isteme yeri.
MEBGUZ Sevilmemiş. Buğzedilmiş. Nefret edilmiş.
MEBHAS Kısım. Bahis. Fasıl. Bir mes'eleye âid söz. * Arama, araştırma yeri. * Bir şeyin arandığı yer.
MEBHUR Nefes darlığına mübtelâ olan, hırhır soluyan.
MEBHUS Bahsolunan. Bahsolunmuş. Evvelce bahsi geçmiş.
MEBHUS-ÜN ANH Sözü geçmiş şey. Bahsolunan şey.
MEBHUT Hayretle, şaşkın, mütehayyir. Sersem.
MEBİ' (Bey'. den) Satılmış şey.
MEBİT (Beyt. den) Geceleyin kalınacak yer. Geceliyecek yer.
MEBİZ (C.: Mebâyiz) Tıb: Yumurtalık.
MEBKALE (C: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer.
MEBLAĞ Para, mevcud para miktarı. * Yetişmek.
MEBLEVLE (MİBVELE) İçine bevledilen kap.
MEBLU' (Bel'. den) Yutulmuş.
MEBLUL Nemli, yaş. Islak, ıslanmış.
MEBNA Temel. Yapı yeri. * Üss-ül esas. Asıl ve esas.
MEBNİ Yapılmış. Kurulmuş. * Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak. * ... den dolayı... e binâen. * Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
MEBRADE Soğukluk. * Soğukluk verecek zaman ve mekan.
MEBREZ Abdesthâne.
MEBRUD Soğuk, soğumuş.
MEBRUK Tebrike şâyeste kimse. Tebrike değer nesne.
MEBRUR Hayırlı. Makbul. Beğenilmiş. Sadık olmakla makbule geçmiş olan.
MEBRUZ Gösterilmiş, ibraz olunmuş. * Açılmış mektub.
MEBSEM (C: Mebâsim) Tebessüm etmek, hafif gülümsemek.
MEBSUS Dağılmış. Yayılmış. Herkesçe duyulmuş. şayi' olmuş.
MEBSUT Açılmış. Yayılmış. Serilmiş. * Mufassal. Etraflıca beyan olunan. Bast olunmuş. Uzun uzadıya anlatılmış.
MEBSUTEN Mebsut olarak.
MEBSUTEN MÜTENASİB Birbirlerine nisbetli olan iki şeyden birinin artmasıyla, diğerinin de aynı nisbetle artması; veya eksilmesiyle diğerinin de eksilmesidir. Doğru orantılı.
MEBŞURE Yüzü ve vücudu güzel yaratılmış kadın.
MEBŞUŞ (C.: Mebâşiş) Silinmiş. İzi eseri kalmamış.
MABTAHA (C: Mebâtıh) Kavun karpuz ekecek yer.
MEBTUN Karnı hasta olan kimse.
MEBTUŞ Tutulmuş. * Hışım olunmuş.
MEBTUT Kesilmiş ve ayrılmış.
MEBTUTE Fık: Üç talak ile boşanmış olan kadın.
MEB'UC Karnı delinmiş.
MEB'US Gönderilen. Ba's edilen. * Halk arasından seçilerek Millet Meclisine âzâ edilen. * Allah tarafından gönderilmiş olan. * Öldükten sonra diriltilen.
MEB'USÂN f. Meb'uslar. Milletvekilleri.
MEB'USİYET Mebusluk. Milletvekilliği vazifesi.
MEBYET Geceliyecek yer. Gece vakti kalınacak yer.
MEBZUL Bol. Çok sarf olunan. Ucuz.
MEBZULÎ Bolluk, çokluk, kesret.
MEBZULİYYET Ucuzluk. Bolluk.
MEBZULİYYET-İ ELVAN Renk bolluğu.
MEC' Hurmayı sütle ıslatıp yemek.
MECA' Açlık.
MECAA Hilebazlık etmek, hile yapmak.
MECADİF (Micdâf. C.) Kayık veya sandal kürekleri.
MECADİL (Micdel. C.) Köşkler, kasırlar.
MECAE (Mecâet) Açlık. Acıkma.
MECAL Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat.
MECALÎ (Meclâ. C.) Aynalar.
MECALİS Meclisler. Toplantılar. Toplantı yerleri.
MECAMİ' (Mecmua. C.) Mecmualar. Dergiler.
MECAMİR (Micmer. C) İçlerinde tütsü yakılan kaplar, buhurdanlar.
MECANE Ne bulursa sakınmadan yapmak. Mecnunluk.
MECANİK (Mencenik. C.) Mancınıklar. (Bak: Mancınık)
MECANİN Mecnunlar. Deliler.
MECARÎ (Mecrâ. C.) Mecralar. Su yolları. Su yatakları.
MECAZ Yerinden ve haddinden tecavüz etmek. Hududunu aşmak. * (Cevaz. dan) Geçecek yer. Yol. * Edb: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile veya istenileni hatırlatır bir kelime ile konuşmak. İstenilene benzer bir mâna ifadesi. Meselâ: Bazı Hadis-i Şeriflerde dünyaya nezâret eden iki melâikenin öküze ve balığa benzetildiği gibi.Edebiyat: Lügatı'nın, "Mecaz" Maddesinde şu tafsilât vardır: Bir kelime, kendi mânasında kullanılırsa; hakikat olur. Eğer bir münasebetle asıl mânasından başka bir mânada istimâl edilir ve kendi mânasında kullanılmasında "karine-i mânia" bulunursa mecaz'dır. Meselâ; tahta kelimesi ağaçtan satıh mânasına olduğu halde hakikattır. Fakat yazı levhası mânâsına kullanılır. Faraza, Muallim tarafından talebeye "tahta başına geç" denilirse, mecaz'dır. Çünkü, levhanın tahtadan yapılmış olması münasebeti ile, bir de başına geçilecek tahtanın ancak yazı tahtası olup döşeme ve tavan tahtalarının başına geçilemiyeceği karine-i mâniası ile, o kelime hakikat mânâsından mecâz mânâsına naklolunmuştur.Nakildeki münasebete alâka denilir. Alâkası teşbih olan mecazlar istiâre, başka türlü alâkası bulunanlar da mecaz-ı mürsel'dir. Mecaz-ı mürselin alâkaları teşbihten başkadır ve en meşhurları şunlardır:1- Hulul : Hakikat ve mecaz mânalarında birinin ötekine mahal olmasıdır. (Derse girildi) denildiği vakit, hâl olan dersin söylenip onun mahalli bulunan dershânenin kasdedilmesi. (Yemekhâneye indi) denilince de, mahal bulunan yemekhânenin zikrolunup yemeğe inildi, denilmek istenmesi gibi.Mânâca cüz'i bir fark ile buna, zarfiyyet, mazrufiyyet alâkası da diyebiliriz.2- Sebebiyyet, müsebbebiyyet : Hakiki ve mecazi mânâlardan birinin diğerine sebeb müsebbeb olmasıdır. "Bir muharrir, kalemiyle geçinir" cümlesinde sebeb olan kalemin zikredilip müsebbeb olan yazı ücretinin kasdedilmesi; kar yağarken söylenilen "bereket yağıyor" cümlesindeki müsebbeb olan bereketin zikredilip, sebeb olan karın murad edilmesi gibi.3- Cüz'iyyet, külliyet : Hakikat ve mecaz mânâlarından biri, diğerinin cüz'ü olmasıdır. Diğer bir tabir ile; bir şeyin bütünü kasdedilmesidir. "Marmaradan her yelkenUçar gibi neş'eli"beytindeki yelken kelimesi gibi. (ki, onun zikriyle bütünü söylenip parçası, yahut parçası söylenip bütünü bulunan kayık murad edilmiştir).4- Itlâk ve takyid : Hakikat ve mecaz mânâlarından birinin mutlak yâni umuma; o birinin mukayyed, yâni hususa delâlet eder olmasıdır. Hayvan kelimesindeki mânâ umumidir. Hayvan deyip de meselâ "At" ı murad etmek onu mukayyed bir mânâda kullanmak demek olacağından "Mecaz" olur.5- Kevniyyet : Bir şeye eski hâlinin ismini vermektir. Bir vâlidenin, yetişmiş oğluna; "bizim çocuk" demesi gibi.6- Evveliyyet : Bir şeyi sonra olacağı isim ile zikretmektir. Tıbbiye ve deniz mekteblerine yeni girmiş talebeye "Doktor ve Kaptan" denilmesi gibi.(Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse, hakikate inkılâb eder, hurâfata kapı açar. S.)
MECAZ-I MÜRSEL Edb: Kelimenin asıl mânâsıyla mecazî mânâsı arasında benzerlik bulunmasından başka bir alâka bulunmasıyla olan mecazdır.
MECAZE Cevizlik yer.
MECAZEN Mecaz olarak. Gerçek değil de mecaz yoliyle.
MECAZÎ Mecazla ilgili.
MECAZİB (Meczub. C.) Meczublar. Cezbeye tutulmuş olanlar.
MECBE Geniş ve işlek yol.
MECBEE Mantar yetişen yer.
MECBUB Hayası ve zekeri kesilmiş.
MECBUL(E) (Cibillet. den) Yaratılmış. Yaratılışında bir hâl veya sıfat bulunan.
MECBUR Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş. * Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.)
MECBUREN İster istemez. Cebirle. Zaruret icâbı. Zorla.
MECBURÎ Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde.
MECBURİYET Zora tutulma. Mecburluk.
MECC Ağızla su püskürmek. * Sulu şeyler atmak ve saçmak.
MECCAN Parasız, karşılıksız, ücretsiz, bedâva, meccânen.
MECCANEN Ücretsiz, parasız.
MECCANÎ Bedavacı. Parasız.
MECCANİYET Ücretsizlik, meccanilik.
MECD Büyüklük. Azamet. * şeref, itibar.
MECDERE Lâyık olacak mekân.
MECDEYE Kıtlık yeri.
MECDUD Rızkı bol, nasibli, bahtiyar. * Kesilmiş, maktu.
MECDUL Sağlam ve muhkem şey. * Sağlam yapılı ve kemikli kimse. * Bükülmüş.
MECDUR Tıb: Çiçek çıkarmış kimse.
ME'CEL (C: Meâcil) Su toplanan yer.
MECELLAT (Mecelle. C.) Mecmualar, kitaplar, dergiler.
MECELLE Mecmua. Fikir topluluğu. Risale. Kitab. Hikmetli sahife. * Fıkıh kitabının muâmelât kısmının toplu bir parcası. * İslâm Hukukuna dâir bir mecmua.
MECENNE Kalkan, siper. * Delilik, mecnunluk, divanelik.
MECER Koyunun karnındaki kuzu büyüdükçe durmaya kadir olmaması. * Büyük asker. * Susuzluk.
MECERRE (Mecerret-üs Sema) Kehkeşan, Samanyolu denilen büyük, parlak yıldız kümesi.
MECFER Beli kalın olan at.
MECHEL (C.: Mecâhil) Belirtisiz, işaretsiz, nişansız. * Yolu ve izi olmayan çöl.
MECHELE Birini câhilliğe sevkeden şey.
MECHUD (Cehd. den) Çalışmış uğraşmış, didinmiş, cehdetmiş. * Kuvvet, kudret, güç.
MECHUL Bilinmeyen. Belli olmayan.
MECHUL-ÜL AHVAL Kimin nesi olduğu bilinmeyen kimse.
MECHUL-ÜN NESEB Kimin çocuğu olduğu bilinmeyen kişi.
MECHULAT (Mechul. C.) Mechul olan ve bilinmeyen şeyler.
MECHULİYET Bilinmezlik, mechullük.
MECHURE Harf, hareke ile okunduğu vakit, nefesin hapsolunup sesin âşikâr olmasında okunan harfler. Bu harfler nefesi kendileri ile cereyandan men'ederler.
MECHURİYE Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş.
MECİ (Meciyyen) Gelme, geliş.
MECİD Azametli. Şerefli. Gâlib. * Esmâ-i İlâhiyedendir.
MECİDİYE Sultan Abdülmecid zamanında 1840'da basılmış 20 kuruş değerinde gümüş para.
MECL Elin kabarması. * Balta gibi bir nesne tutmaktan veya çalışmaktan dolayı elin kabarıp nasırlanması.
MECLA (C.: Mecâli) Ayna, mir'at. * Çıkma ve görünme yeri. * Başın tepesinde kıl bitmeyen yer.
MECLEB Beyaz çiçekli bir otun adı. (Adam boyu uzar ve yaprağı zerdaliye benzer.)
MECLİS Oturulacak, toplanılacak yer. * Görüşülecek bir mes'ele için bir araya gelmiş insan topluluğu. * Devlet işlerini görüşmek üzere Millet Vekillerinin toplandıkları büyük bina.
MECLİS-İ A'YÂN Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)
MECLİS-İ MEBUSAN Halk tarafından seçilen meb'usların meclisi. Millet Meclisi.
MECLİS-İ ÜLFET Konuşma meclisi.
MECLİS-İ VÜKELÂ Kabine toplantısı. Bakanlar kurulu toplantısı.
MECLİS-ARA f. Meclisi süsleyen.
MECLİS-EFRUZ f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan.
MECLİS-FÜRUZ f. Meclisi parlatan. Meclisi aydınlatan.
MECLİSÎ Meclisle alâkalı. Meclise ait.
MECLİSİYAN Meclis ehli. Mecliste bulunan âzâlar.
MECLUB Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış. * Tarafdarlığı kazanılmış kimse. * Aşık. Tutkun.
MECLUBİYET Tutkunluk, meclubluk.
MECLÜVV Parlak, cilâlı. Mücellâ.
MECMA' Toplanılacak yer. Kavuşulan yer.
MECMA-İ ALEYH Hakkında toplanılan, ittifak edilen, birleşilen şey.
MECMA-I EKBER En büyük toplanma yeri. Mahşer.
MECMA-I HAKAİK Hakikatlerin toplandığı yer. Hakikatlerin merkezi.
MECMA-ÜL EZDÂD Zıtların toplandığı yer. * Mutlak hürriyet.
MECMA-ÜL KÜLL Hepsinin toplandığı yer.
MECMECE Yazının karışık olması. * Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip gizlemek.
MECMEDE Buzluk, karlık.
MECMU' Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.
MECMUA Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. * Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle. * Kolleksiyon.
MECMUAN Toptan, birden, toplu olarak.
MECMUAT-ÜL AHZAB Şeyh Ahmed Ziyaeddin-i Gümüşhanevî'nin üç ciltlik bir duâ mecmuası.
MECMUİYYET Topluluk. Bütünlük. Tamlık.
MECNEB Çok şey.
MECNUB Güney rüzgârı yetişen kişi. * Akciğer zarı iltihabı olan kişi.
MECNUN Deli. Çılgın. * İnsanlara çok hususta uymayan. * Birini çok fazla sevip aklını kaçıran. Âşık.
MECNUNANE f. Delice, divanece. Mecnunlara ve delilere yakışır surette.
MECNUNİYET Delilik. Mecnunluk.
MECR Bir nesneyi devenin karnındaki yavrusuna bey'etmek. Devenin karınındaki yavrusunu bir malla değiştirmek. * Çokluk asker. * Akıl.
MECRA Suyun aktığı yol. Su yolu. Kanal. * Cereyan eden yer. * Bir haberin yayılma yolu. * Bir şeyin dolaştığı yer.
MECRUH Yaralı. Yaralanmış. * Huk: İnandırıcı sözlerle çürütülmüş fikir, davâ.
MECRUHÎN (Mecruh. C.) Yaralılar. Yaralanmış olanlar.
MECRUR Sürüklenmiş. * Gr: Başında harf-i cer bulunan kelime. İzafet halinde son kelime. Cerr'li okunan kelime. (i, ı diye okunan kelime, yani esreli)
MECS Ovmak. Dibagat etmek.
MECUBE Cevap.
MEC'UL Yapılmış. Meydana çıkarılmış. İkame ve ihdas olunmuş olan.
ME'CUR Karşılık almaya, mükâfata hak kazanmış kimse. * Kiraya verilen.
MECUS Kulakları küçük olan adam. * Ateşe tapan kişi.
MECUSİ Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir. * Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse.
MECUSİYÂN (Mecusi. C.) Mecusiler. Ateşe tapanlar.
MECUSİYET Mecusilik.
MECVED Doymaya yakın olmak. * Yağmur taneleri değmiş cisim.
MECZİR (C: Mecâzir) Deve boğazlayacak yer.
MECZUB Başkasının te'siri ile hareket hâlinde olan. Cezbedilmiş. Aklı gitmiş olan. Aşk-ı İlahî ile kendinden geçmiş. * Deli. Divane. Mecnun.(Sultan Mehmed Fatih'in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar "Cibâli Baba kıssası" nev'inden olarak bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczubdurlar. Ve bir kısmı dahi; bâzan sahvede ve daire-i akılda görünür, bâzan aklın ve muhakemenin haricinde bir hâle girer. Şu kısımdan bir sınıfı; ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor. Sekir hâlinde gördüğü bir mes'eleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hatâ eder ve hatâ ettiğini bilmez. Meczubların bir kısmı ise; indallah mahfuzdur, dalâlete süluk etmez. Diğer bir kısmı ise, mahfuz değiller; bid'at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ, kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.İşte; muvakkat veya dâimi meczub olduklarından, mânen '"mübarek mecnun" hükmünde oluyorlar. Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller. Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar. Kendi velâyet-i meczubaneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid'aya tarafdar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imânı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş'umane bir sebebiyet verirler. M.)
MECZUBÎN (Meczub. C.) Meczublar. Deliler, mecnunlar. Cezbeye gelmiş olanlar.
MECZUM Kat'i niyet edilmiş, cezmolunmuş. Kat'i karar verilmiş. * Gr: Son harfi harekesiz okunan kelime. Cezimli kelime. (İlim, kilim, kitab kelimelerinin son harflerinin okunduğu gibi.)
MECZUM (Cüzam. dan) Cüzam hastalığına tutulmuş kimse.
MECZUR Cezr olunmuş, kare kökü alınmış sayı. (On sayısı yüz sayısının meczurudur, yani kare köküdür.)
MECZUZ Kesilmiş, münkatı'.
MEÇ Ateşli silahların icadından evvel kullanılan harp âletlerinden biri. Keskin olmayan tâlim kılıcı, uzun ve ince kılıç.
ME'D Yumuşak taze ot. * Titremek. * Sallanmak.
MEDA Mesafe, nihâyet. Son.
MEDE-D-DÜHUR Dünyanın sonuna kadar.
MEDACİ' Yatacak yerler. (Bak: Madcâ')
MEDAFİ' (Medfa. C.) Ask: Toplar.
MEDAFİN (Medfen. C.) Mezarlar, kabirler. Gömülecek, defnolunulacak yerler.
MEDAHEK (Bak: Madhek-Mudhike)
MEDAHİL (Medhal. C.) Girişler. Girilecek yerler.
MEDAİH Medhetmeler. Övmeler. Medhedişler.
MEDAİN (Medayin) Şehirler, medineler. Büyük memleketler. * Şimdi harabe olup İslâmiyyetten evvel yaşamış Kisralıların Nuşirevan zamanında kurdukları merkez-i hükümetleri olan büyük şehir. Peygamber Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ın doğduğu gece bu şehirdeki büyük sarayın eyvanları yıkılmıştı.
MEDAK Bir şeyi ezmekte kullanılan yassı taş.
MEDAMİ' Göz yaşları. * Gözler.
MEDAMİ'-İ HİCRAN Hicran gözyaşları. Ayrılık gözyaşları.
MEDAR Sebeb, vesile. * Bir şeyin etrafında döneceği nokta. Bir şeyin devredeceği, üzerinde hareket edeceği yer. * Gezegenlerin gezerken hareket noktalarının çizdiği dâire. (Dünya, güneş etrafında seyrederken medar-ı senevîsi bir dâireyi andırır.)
MEDAR-ÜL AYN Göz çukuru.
MEDAR-I FAHR İftihara sebeb olan. Övmeğe vesile.
MEDAR-I İBRET İbret almağa yarıyan.
MEDAR-I MAİŞET Geçim vasıtası.
MEDAR-I SENEVÎ Dünya, güneş etrafında seyrederken çizdiği farazi dâire.
MEDAR-I TAAYYÜŞ Maişet tedarikine sebeb olan, geçim vesilesi.
MEDARE Kova gibi dikip su çekmekte kullanılan deri.
MEDARİC (Medrec ve Medrece. C.) Merdivenler. * Meslekler, yollar.
MEDARİS Medreseler. Ders okunan yerler. Talebe-i ulumun ikametgâhları. Din, imân, ahlâk dersi ve fenni ilim okutulan ve aynı zamanda talebenin ikamet ettiği mektebler.
MEDAS Harman yeri.
MEDASE Harman yeri.
MEDAYİH Medhe lâyık işler ve hareketler.
MEDAYİH-İ BÂHİRE Çok açıktan birisini veya bir şeyi övmek, medhetmek.
MEDAYİN (Midyân. C.) Dâima borçlanan kimseler.
MEDBEE (MEDBE) Kabaklık, kabağı çok olan yer. * Kul, abd.
MEDBUG Dibâgat olunmuş, tabaklanmış.
MEDBUR Zengin. Malı mülkü ve serveti çok olan. * Yaralı, mecruh.
MEDCEN Bulutlu gün.
MED Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. * Çoğaltmak. * Bir şeye dikkatlice bakmak. * Nihayet, son. * Sönmek. Bir şeyi söndürmek. * Yardım etmek, mühlet vermek. * Yâr ve yâver olmak. * Tarlaya fışkı ve gübre dökmek. * Sel suyu.
MEDD-İ BİSAT Kilim yayma, halı serme.
MEDD-İ NAZAR Uzağa bakma. Gözün görebildiği kadar göz alımı.
MEDD-İ YED El uzatma.
MEDD İŞARETİ Harekenin uzun okunacağını gösteren işaretin adı. * Hemze ile elifin birleşmesi.
MEDDAH (Mübalâga ile) Çok çok medheden, sena eden. * Edb: Taklidli hikâyelerle halkı eğlendiren hikâyeci.
MEDD Ü CEZİR Coğ: Deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi.
MEDED İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah.
MEDEDCU f. Meded isteyen, yardım arayan.
MEDEDCUYANE f. Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette.
MEDEDHÂH f. Meded isteyen, yardım bekleyen.
MEDEDHÂHÎ f. Meded arayıcılık, yardım isteyicilik.
MEDEDKÂR f. Yardımcı, muin, nâsır. Nusret veren.
MEDEDKÂRANE f. Medet ve yardım edercesine.
MEDEDKÂRÎ f. Yardımcılık.
MEDEDRES f. Yardımcı. İnâyet eden. Yardım eden. Mededresân da denir.
MEDEDRESANÎ Yardımcılık. Yardım ve inâyet edicilik.
MEDE-L-BASAR Gözün görebildiği kadar.
MEDE-L-EYYAM Günlerin sonuna kadar.
MEDENİ Faziletli, terbiyeli, kibâr. * Medineli. Şehirli. * Kur'an-ı Kerimin Medine şehrinde nâzil olan âyet ve sureleri.
MEDENİ-İ BİTTAB' Doğuştan, yaradılıştan huyları ile medeni oluş. * Cenab-ı Hakkın yaratması ile tab'an iyi huylu, kibar, faziletli kimse.
MEDENİYET Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli. * İslâmiyetin emirlerine göre, usulü dâiresinde yaşayış.(Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması ancak Allah'ın lutfuna mazhar olanlara müyesser olur. M.N.)(Sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hâzıradan "mimsiz" diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivâya sokuldun?Elcevab: Medeniyet-i hâzıra-i Garbiye, semâvi kanun-u esasilere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hatâları, zararları, fâidelerine râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakiki olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet.. ve sa'y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçâre beşeri hem gayet fakir, hem gâyet tenbel eyledi. Semâvi Kur'anın kanun-u esasisi $_ $_ $ ferman-ı esasisiyle: "Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa'ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir." diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim:Birincisi : Bedevilikte beşer üç-dört şey'e muhtaç oluyordu. O üç-dört hâcatını tedarik etmiyen on adette ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zâlime-i hâzırası su'i-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyic ve havâic-i gayr-i zaruriyeyi, zaruri hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medeni insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şey'e bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmağa sevk etmiş. Biçâre avâm ve havas tabakasını dâima mübarezeye teşvik etmiş. Kur'anın kanun-u esasisi olan "vücub-u zekât, hurmet-i riba" vasıtasiyle avâmın havassa karşı itâatini ve havassın avâma karşı şefkatini te'min eden o kudsi kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeğe mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zir ü zeber etti!..İkinci Nükte : Bu medeniyet-i hâzıranın hârikaları, beşere birer ni'met-i Rabbaniye olmasından, hakiki bir şükür ve menfaat-ı beşerde istimâli iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa'yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa'yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ Risale-i Nurdaki "Nur Anahtarı"nın dediği gibi: Radyo büyük bir ni'met iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir mânevi şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz malâyani şeylere sarf edildiğinden; tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeğe sevk edip, sa'yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kısım hârika vesait, sa'y ve amel ve hakiki maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimâli lâzım gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zaruri ihtiyâcata sarf edilmeğe mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz'i misâle binler misâller var.Elhâsıl : Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semâvi dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş... İktisad ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tama'ı ziyadeleştirmeğe; zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o biçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa'y ve amelin şevkini kırıyor! Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zâyi ediyor.Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su'-i istimâl ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hâtıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasiyle intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedi suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azâbı veriyor...İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'an-ı Hakim'in dörtyüz milyon talebesinin intibahiyle ve içinde semâvi, kudsi kanun-u esasileriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsi esasi kanunlariyle beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saâdet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve ölümü, idam-ı ebediden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi; dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur'an-ı Mu'ciz-il-Beyan'ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, Rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!. R.N.)
MEDENK f. Kapı sürgüsü. Kilit.
Dostları ilə paylaş: |