Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə3/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181

AFER Toprak. Yer. Arz. * Ekin suladıkları vaktin evveli.

AFERCA Yaramaz huylu.

AFERİDE (C: Aferidegân) f. Yaratılmış, mahluk.

AFERİN f. Beğenmek, alkış, yaşa, varol. * Yaratan, yaratıcı.

AFERİN-HÂN f. "Aferin" diyen.

AFERNA' Arslan. * Kuvvetli deve.

AFES Burun eğriliği.

A'FES Çıplak, uryân.

AFET Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel.

AFETZEDE (C: Afetzedegân) f. Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın, zelzele gibi bir felâkete uğramış.

AFETZEDEGÂN (Afetzede. C.) f. Afete, belâya, felâkete uğramışlar.

A'FET En güç sey. * Pek akılsız. * Peltek konuşan. Kekeleyen.

AFF İffet, namus. İffetli olmak. Nefsini haramdan men'etmek.

AFÎ Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan. * Affedilmiş, bağışlanmış. * Yalvaran. * Uzun saçlı. * Tencere altında artaya kalan.

AFGAN Afganistan. Afgan krallığı, Afganistan milleti.

AFİF Temiz. Güzel. Nezih. İffetli ve namuslu olan. Haramdan sakınan. * Müstakim.

AFİFÂNE f. İffetlice. Temiz olarak. Nazif olarak.

AFİK Çok aptal.

AFİK Yalancı, iftiracı.

AFİL Uful eden. Gurub eden. Batan. * Görünmez olan. Kaybolan. * Fâni, geçici.

AFİLÛN (AFİLÎN) (Afil. C.) Gelip geçici, fâni olanlar. * Gözden kaybolup gidenler. Uful edenler.

AFİN Affedenler.

AFİNİTE (Affinite) (Bak: Aşk-ı kimyevi)

AFİR Çok kötü niyetli.

AFİR Güneşte kum üstünde kurutulan et.

AFİRE Komşusuna bir şey vermeyen kadın.

AFİŞ Fr. Duvar ilânı.

AFİTAB f. Güneş. * Mc: Pek güzel. * Çok güzel yüz.

AFİTÂBÎ Güneşe âit. * Güzelliğe dâir.

AFİTE Dişi koyun. Koyun güdücü kız.

AFİYET Sağlık, selâmet, sıhhatli olmak.

AFK Rücu etmek, dönmek. * Kaybolmak.

AFK Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek.

AFLAK Çok gevşek şey.

AFOROZ R. Papa tarafından bir Hıristiyanın kiliseden çıkarılması, dinden hariç addolunması.

AFRA' Beyazı kızıllığına galip olan geyik. * Ayın onüçüncü gecesi.

AFRAZE f. Nur. Aydınlık, ışık. * Kandil fitili.

AFREYE Horoz ibiği. İnsanın ense saçı. * Davarın alın saçı.

AFRUŞE f. Un helvası.

AFS Hapsetmek. * Deve sürmek. * Arkasına ayağıyla vurmak.

AFSA Boynuzu ardına kayık koyun.

AFSUN (Efsun) f. Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)

AFŞAR Avşar kabilesini meydana getiren Türkmenlerin adı.

AFŞELİL Sırtlan dedikleri canavar. * Yaşlı, eti ve derisi sarkmış kuru kadın.

AFT Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik.

AFTAB f. Güneş. * Pek güzel şahıs. * Çok parlak çehre.

AFTÂB-GERDAN f. Güneşten korunmak üzere başa giyilen şey. * Avcı kulübesi.

AFTÂB-I KUREYŞ Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz.

AFTABE f. İbrik. Su kabı.

AFTAB-GERDEK f. Kaya keleri. * Ayçiçeği.

AFTAB-GERDİŞ f. Yer yüzü. * Kaya keleri. * Devamlı güneş gören yer.

AFTAB-GİR f. Güneşlik, şemsiye. * Güneş gören yer.

AFTABÎ f. Güneşlik, şemsiye, tente. * Güneşe ait, güneşle ilgili.

AFTAB-PEREST f. Nilüfer çiçeği. * Güneşe tapan kimse. * Ayçiçeği.

AFTAB-RU f. Güneş yüzlü, yüzü güneş gibi parlak (güzel). * Sevimli, dilber. * Güneşe karşı olan (yer).

AFUR Boz tüylü ve kısa boyunlu olan geyik. * Zaman.

AFUR Belâ kasırgası.

AFÜVV Affeden, merhametli.

AFV Bağışlamak. Kusur ve günâhı affetmek.(Şeytanın mühim bir desisesi: İnsana kusurunu itiraf ettirmemektir. Tâ ki, istiğfar ve istiaze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enaniyetini tahrik edip, ta ki, nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin; adeta taksiratından takdis etsin. Evet şeytanı dinliyen bir nefis, kusurunu görmek istemez; görse de yüz te'vil ile te'vil ettirir. ( $ )sırrıyla: Nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiaze etmez; şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir Peygamber-i Alişan, $ dediği halde nasıl nefse itimat edilebilir. Nefsini ittiham eden kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Kusurunu itiraf etmemek büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar, itiraf etse, afva müstahak olur. L.)(İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü'minin bir tek seyyiesiyle bütün hasenatını örter. Şeytanın bu desisesini dinliyen insafsızlar, mü'mine adâvet ederler. Halbuki : Cenab-ı Hak Haşirde adâlet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a'mâl-i mükellefini tarttığı zaman, hasenatı seyyiata galibiyeti, mağlubiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiatın esbabı çok ve vücudları kolay olduğundan bazen bir tek hasene ile çok seyyiatını örter. Demek bu dünyada, o adâlet-i İlâhiyye noktasında muamele gerektir. Eğer bir adamın iyilikleri fenâlıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten ziyade gelse, o adam muhabbete ve hürmete müstehaktır. Belki, kıymetdar bir tek hasene ile, çok seyyiatına nazar-ı afv ile bakmak lâzımdır. Halbuki: İnsan, fıtratındaki zülum damarıyla, şeytanın telkiniyle bir zatın yüz hasenatını bir tek seyyie yüzünden unutur, mü'min kardeşine adâvet eder, günahlara girer. Nasıl, bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa; bir dağı setreder, göstermez. Öyle de: İnsan garaz damariyle, sinek kanadı kadar bir seyyie ile dağ gibi hasenatı örter, unutur, mü'min kardeşine adâvet eder. İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesad âleti olur. L.)

AFV-İ ANİL CERAHA Huk: Kendisine cinayet yapılmış olan kimsenin, yaralanmadan dolayı malik olduğu kısas, diyet veya hükümet-i adl; yani, ehl-i vukufca tayin edilen diyet hakkını caniye bağışlamasıdır.

AFV-İ ANİLKAT' Huk: Azalarından biri kesilen bir şahsın, buna karşılık hak kazandığı diyet veya kısas davalarından vaz geçmesi.

AFV Ayakla basılmadık yer. * Malın iyisi, helâli ve fazlası. * Terketmek. * Mahvetmek.

AFYON Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.

AGÂH (Ageh) f. Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen.

AGÂHÂN (Agâh. C.) f. Agâhlar, bilenler, bilgililer. Âlimler.

AGÂHÎ (AGEHÎ) f. Malumat, vukuf, haberdarlık. Uyanıklık, teyakkuz, basiret.

AGAL Darıltma, kışkırtma. * Çiğnemeden yutma. * Ağıl. * Arı kovanı.

AGALİŞ f. Kışkırtma. * Birşeye saldırmak için kışkırtma.

AGANDE f. Sucuk, yastık, minder gibi zorla doldurulmuş olan şeyler. * Bir çeşit zehirli olan haşere, böcek.

AGARR Çok sıcak gün. * Kendini beğenmiş. * Asil, âlicenâb. * Beyaz.

AGARR-ÜL EYYÂM En sıcak gün.

AGAŞTE f. Bulaşmış.

AGAVAT (Ağa. C.) Saray hizmetlerinde kullanılan harem ağaları.

AGAYAN Ağalar.

AĞA YERİ Topkapı sarayında hazine kethüdasının oturduğu yer.

AGAZ f. Başlama. Mübâşeret.

AGBA Daha küt, en küt. * Daha koyu, en koyu.

AGBER Çok tozlu.

AGBEŞ Boz renkli.

AGBİYA (Gabi. C.) Ahmaklar, gabiler.

AĞDA Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her nevi şeker vesaire.

AGDEF Uzun ve sarkık kulaklı.

AGDİYE (Gada ve Gıda. C.) Yenip içilecek gıdalar.

AGEL (Bak: İkal)

AGENDE-GUŞ f. Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse.

AGESTE f. Islanmış, ıslak.* Bulaşmış.

AGFER Mağfiret eden, bağışlayan, afveden.

AGFER-ÜL-GAFİRÎN Afvedenlerin en çok afvedeni. (Allah).

AĞIL (AĞL) Koyun, keçi vesair hayvanlara mahsus üstü açık, etrafı çit veya çalı çırpı ile çevrilmiş yer, mandıra.

AGIRRA (Garîr. C.) Tecrübesizler, safdiller, acemiler. * Mağrurlar.

AĞIT Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)

AGİYYE İçine su biriken çukur.

AGİN f. Dolu, doldurulmuş.

AGİSNA Bize imdad eyle, yardım ihsan eyle (meâlinde duâ.)

AGİŞ f. İlişik, sarkık. * Uzatılmış.

AGLAK (Galak. C.) Kilitler. * Kapalı, anlaşılmaz şeyler.

AGLAL (Gull. C.) Boyna geçirilen zincirler. * Kelepçeler, pırangalar.

AGLAL Ağaçlar arasında akan su. (Bak: Eglâl)

AGLAZ (Galiz. den) kaba ve galiz şeyler.

AGLEB Daha galib. Çok kerre, ekseriya. Çoğu. ("Ağleben - Ağlebâ" şeklinde de kullanılır.)

AGLEB-İ HÜKEMÂ Hakîmlerin çoğu. Hakîmlerin ekserisi.

AGLEB-İ İHTİMAL Büyük bir ihtimal.

AGLEF Sünnetsiz. * Sandıkta kapalı. * Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb.

AGLEZ (Galiz. den ism-i tafdil) Pekçok kaba ve galiz.

AGMA Yıldız. Yıldız akması.

AGMAD (Gımd. C.) Bıçak ve kılıç kınları.

AGMAK Yukarı kalkmak, yükselmek, yukarıya meyletmek. * Buhar olup yukarı kalkmak, buharlaşmak.

AGMAR (Gamr. C.) Yüce kimseler. * Seller. * (Gumr. C.) Bilgisizler, cahiller.

AGMAZ (Gamz. C.) Göz yummalar, göz kırpmalar.

AGMAZ-UL AYN (Egmaz-ul ayn) Gözü kapalı kimse. Çok müsamahakâr. Gafil.

AGNA (Gani. den) Çok gani. En zengin.

AGNAM (Ganem. C.) Koyunlar, keçiler. * Hayvanlardan alınan vergi anlamında kullanılan bir tabirdir.

AGNİYA (Gani. C.) Zenginler, ganiler.

AGNİYE (Bak: Ugniye)

AGNOSTİK fels. Agnostisizm görüşünü benimseyen.

AGNOSTİSİZM fels. Gerçeğin, mutlak hakikatın bilinemez olduğunu; insanın gerçeği, tam uygun bilgiyi elde edecek yaradılışta olmadığını kabul eden felsefe görüşü.

AGRA Çok sevimli, yakışıklı.

AGRAFİ yun. Yazma kabiliyetinin kaybedilmesi.

AGRANDİSMAN Fr. Büyütme (Fotoğrafçılıkta kullanılır.)

AGRAR (Gırr. C.) Tecrübesizler. Acemiler. Kolay aldananlar.

AGRAS (Gars. C.) Taze fidanlar, yeni dikilmiş ağaçlar.

AGRAZ (Garaz. C.) Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden ve bilerek yapılan kötülükler.

AGREB (Garib. den) En garib, çok tuhaf.

AGREB-ÜL GARÂİB Şaşılacak şeylerin en garibi.

AGREL (C. Gurl) Sünnet olmamış kişi.

AGSAN (Gusn. C.) Dallar, ağacın dalları. * Mc: Mânanın kısımları.

AGSEM Beyazı siyahından daha fazla olan saç.

AGSER Boz ve esmer renkli, çok tüylü abâ, kilim. * Kurbağa yosunu. * Karabatak kuşu. * Aşağılık ve âdi (adam).

AGŞA Baygın adam. * Vücudu siyah yüzü beyaz olan hayvan.

AGŞİYE (Gışa. C.) Perdeler, örtüler. * Zarflar, mahfazalar.

AĞTABAKA Tıb: Görme sinirlerinin göz yuvarlağı içinde dağılmasından meydana gelen zar.

AGTAŞ Karanlık. * Zayıf gözlü.

AGTEM Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.

AGTİYE (Gıtâ. C.) Perdeler.

AGU Zehir, sem.

AGUL f. Hiddetlenerek göz ucuyla bakma.

AGUN f. Baş aşağı, ters. * Uğursuz.

AGUNDE f. Hallaç elinden geçmiş pamuk, atılmış pamuk.

AGUŞ f. Kucak. * Sığınılan yer.

AGÜS f. Taşcıların oymacılıkta kullandıkları demir kalem.

AGVA Dalâlete en fazla sapan, giden. Sapık.

AGVAR (Gar. C.) Mağaralar.

AGVAS (Gavs. C.) Yardım istemek için bağırmalar. İmdat istemeler.

AGYAR Yabancılar. Başkaları. * Rakipler. (Bak: Gayr)

AGYAZ (Gayze. C.) Ağaçlıklar, meşelikler.

AGYED Uykucu, tenbel. * Esmer vücutlu. * Nazik derili.

AGYER (Gayret. den) Çok gayretli adam.

AGZA (Gazâ. C.) Düşmanlarla savaşlar, muharebeler.

AGZEL (C.: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.* Silahsız kimse. * Yağmursuz bulut.

AGZİYE (Gıdâ. C.) Yenilip içilecek şeyler. Gıdalar, besin maddeleri.

AH f. Aferin, bravo! manasına kullanılır.

AH Maddi veya mânevi bir acı hissolundukta kullanılır. * Nedamet, pişmanlık ve teessüf beyan eder. * Birine acındığına, keder ve esef edildiğine delalet eder. Meselâ : Ah! Evladım! gibi.

AH U ENİN Ah deyip inlemek, ağlamak. Ah u fizâr da aynı mânayı ifâde eder.

AH Kardeş, birader. * Dost.

AHABİR (Ahbâr. C.) Hikâyeler. * Rivayetler.

AHABİŞ (Habeş. C.) Habeşliler.

ÂHÂD Birler. Birden dokuza kadar olan sayılar.

ÂHÂD-I NÂS Avam, halktan birisi.

AHAD (Bak: Ehad)

AHADD (Hadd. den) Pek keskin.

AHADÎ Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.

AHADİD Sopa ve kamçı gibi şeylerin vücudda bıraktığı izler. (Bak: Uhdud)

AHADÎ HADİS Rivâyet eden bir veya iki koldan olan veya mütevatir mertebesinde olmayan hadis demetir. İştihar haddine yetişmeyen hadistir. Şartları tamam olursa zann-ı galib ifade eder, muktezası ile amel vâcib olur. (Muvazzah İlm-i Kelâm)

AHADİS (Bak: Ehâdis)

AHADİYYET (Bak: Ehadiyyet)

AHAFF Pek hafif, çok hafif. * Düşüncesiz.

AHAKK (Bak: Ehakk)

AHAL f. Birşeye yaramıyarak atılacak olan şey, çerçöp.

AHALİ (Ehl. C.) Halk, umum, nâs. * Bir memleketin yerlileri, bir memlekette oturanlar, yaşayanlar.

AHAMİRE Acem milletinden bir tâife.

AHANN Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.

AHAR (Aher) Gayrı, başkası. Diğeri.

AHAR f. Hattatların kullandıkları kâğıda sürülen nişastalı yumurta. * Kahvaltı. * Bir nevi çelik.

AHARR Daha sıcak, en sıcak.

AHASS Asılsız, kötü kimse.

AHASS (Bak: Ehass)

AHAVAT (Uht. C.) Kızkardeşler. * Benzer şeyler.

AHAVEYN İki kardeş. * İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed Efendi. (Bak: Ehaveyn)

AHAZZ Pek bahtiyar, mes'ud, şanslı, mutlu.

AHBA (Haba. C.) Saray adamları.

AHBAB Dost. Sevilen dostlar. Sevilenler. Ehibbâ, muhibler.

AHBAR (Haber. C.) Haberler. (Bak: Haber-İhbar)

AHBÂR-I GAYB Bizce bilinmeyen gayb âlemlerine ve geleceğe dâir haberler.(... Hem de musibetlerin vakti muayyen olsa idi; musibet, başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade mânevi bir musibet -o intizardan- çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlâhiyye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hâdisât-ı kevniyye-i gaybiyye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaibden haber vermek yasak edilmiş. $ düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden başka olan umur-u gaybiyyeden izn-i Rabbâni ile haber verenler dahi, yalnız, işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbâr etmişler. Hatta "Tevrat" ve "İncil" ve "Zebur" da Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki, o kitabların bir kısım tabileri te'vil edip iman etmediler. Fakat itikad-ı imâniyyeye giren mes'eleleri tasrih ile ve tekrar ile ihbar etmek ve açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Tercümân-ı Zişanı (A.S.M.) umur-u uhreviyeden tafsilen ve hâdisât-ı istikbâliye-i dünyeviyeden icmâlen haber vermişler. Ş.)

AHBAR (Bak: Ehbâr)

AHBARÎ Rivayetçi, rivayet eden kişi.

AHBAS (Habs. C.) Su bentleri, havuzlar. * Hapisler, zindanlar. * Gayr-ı meşru vakıf yerler.

AHBAZ (Hubz. C.) Ekmekler.

AHBEL Divane, deli.

AHBEN Çok su içmekten karnın şişip zahmetli olması.

AHBES Pek çok pis, daha murdar. En habis, berbad.

AHBEŞ Habeş, Habeşi.

AHBİYE (Hıbâ. C.) Kıldan yapılmış göçebe çadırı. * Keçe ve kıldan yapılan evlerde konup göçen Türkler.

AHCAR (Hacer. C.) Taşlar.

AHCEN Burnu eğri kimse.

AHD Vâdetme. Söz verme. Vefâ. Yemin. And. Misak. Peymân. * Asır. Devir. Tevhid. Mukavele. * Vasiyet.

AHD-İ ATİK Tevrat, Zebur ve Mezamir'in bazıları, Yahudilerin eski ve mukaddes kitapları.

AHD-İ CEDİD f. İncil.

AHDÎ Ahde âid, sözleşmeye dâir.

AHD-NAME f. Anlaşmanın şartlarını ve anlaşmayı yapanların imzalarını taşıyan kağıt.

AHD Ü MİSÂK f. Yemin, anlaşma, sözleşme.

AHD Ü PEYMAN f. Yemin etme, söz verme.

AHDA' Boyun damarlarından bir damar. * Hilekâr, aldatıcı, kandırıcı.

AHDA' Çok alçakgönüllü, halim, mütevazi. İtaatli.

AHDAK (Hadeka. C.) Göz bebekleri.

AHDAN (Hıdn. C.) Dostlar, yoldaşlar.

AHDAR Yeşil, yemyeşil, pek yeşil.

AHDAR-I NÂZIR Çok yeşil, yemyeşil, tam yeşil.

AHDAS (Hades. C.) Yeni hâdiseler, fena şeyler. Dertler, musibetler. * Gençler.

AHDEB Hiç kimsenin fikir ve düşüncesini beğenmeyen, ahmak. * Uzun boylu.

AHDEB Kambur.

AHDEL Boynu önüne eğilmiş olan. * Çok eğik olan şey.

AHDER (C.: Ehadir) Kavi ve galiz olmak. Kaba olmak. * Şaşı adam.

AHDER f. Kardeş çocuğu. Biraderzâde.

AHDERRÎ Yabani eşek.

AHDES Fikirli kişi.

AHDET (C.: Ahâd) Yağmur yağdıktan sonra yağan yağmur.

AHEK-İ SİYAH Rutubete dayanıklı olan bir cins çimento.

AHEK-İ TEFTE Sönmemiş kireç.

AHEN Demir. * Mc: Sert. Zincir. Kılıç.

AHEN-ÂŞİYÂN f. Dikiş yüksüğü.

AHEN-BE f. Dokunacak bezin veya çulhanın iki yanına konan demirli ağaç. Bu demirli ağaç bezin buruşukluğunu da açar.

AHEN-CÂN f. Demir canlı. * Katı yürekli. * Sabırlı, tahammüllü.

AHEN-DEST f. Demir elli, eli demir gibi olan.

AHEN-DİL f. Demir yürekli, kahraman. * Merhametsiz, acımasız kimse.

AHENE f. Demir halka.

AHEN-GER f. Demirci. Demir yapan veya satan.

AHEN-GERÎ f. Demircilik.

AHENİN Demirden yapılmış, çok kuvvetli, pek sağlam.

AHEN-KEŞ f. Demiri çeken. Mıknatıs.

AHEN-PUŞ f. Demirler giymiş. Zırh kuşanmış.

AHEN-RÜBÂ f. Demiri kapan, mıknatıs.

AHENK f. Seslerin arasındaki uygunluk. Düzgün tarz ve gidiş.

AHENKDÂR f. Uygun, düzgün, âhenkli, makamlı.

AHER Başka, diğer, gayrı.

AHESTE f. Yavaş, ağır.

AHESTEGÎ f. Yavaşlık, acele etmemeklik.

AHESTE-REV f. Aheste âheste yürüyen, acelesiz, yavaş yavaş yürüyen.

AHFA Çok gizli, pek gizli.

AHFAD Torunlar. Hafidler. Evlâd oğulları. Yardımcılar.

AHFAS (Hıfs. C.) İşkembeler, kırkbayırlar.

AHFAZ (Ahfad) Alçak ve çukur yer. * Mc: Çok alçak gönüllü. Mütevâzi.

AHFEC Ayakları eğri.

AHFEŞ Küçük gözlü, zayıf bakışlı. * Yalnız gece gören kimse. * Üç büyük Arab âliminin lâkabı. * Bulutlu günde görüp bulutsuz günde görmeyen.

AHFİYE (Hıfâ. C.) Örtüler, perdeler, gizli şeyler. * Çiçeğin tomurcuğunu örten kabuk.

AHGER f. Ateş koru. Yanar halde olan kömür.

AHGER-İ SUZAN Yakıcı kor.

AHH Öksürmek.

AHIR t. (Ahur) Hayvanların barındığı yer, dam.

AHİ Kardeşim. * Ahilik ocağından olan kimse. * Eli açık, cömert.

AHİBBA Dostlar, arkadaşlar. (Bak: Habib)

AHİD Seninle muâhede eden. * Ahdolunmuş nesne.

AHİD (Bak: Ahd)

AHİD-ŞİKEN f. Ahdi bozan, anlaşmayı bozan.

ÂHİL Erkeği olmayan kadın. * Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah.

AHİLİK Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerini geliştirmeye de önem verirdi.

AHİLLA (Ehillâ) Sadık ve samimi arkadaşlar. En sadık dostlar. Haliller.

AHİN (C.: Uhun) Boyalı yün.

ÂHİN (C.: Avâhin) Fakir. * Hazır, sabit kimse. * Yumuşak hurma ağacı.

AHÎR En son, sonraki.

ÂHİR Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki.

ÂHİR Zina işleyen. Fasıklık yapan. * Tembel kimse.

ÂHİR-BİN f. Sonunu gören, düşünen.

ÂHİRE Zâni, zinakâr.

AHİREN En son, en son olarak. * Son zamanlarda, yakında.

ÂHİRET Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olamaz. Kur'an ve peygamberi inkar etmiş olur. İnsan ölüp toprak olduktan sonra onu kim diriltecek diyenlere Kur'anın pek çok cevaplarından biri meâlen şudur: "Onu ilkin kim yarattı ise, öldükten sonra da yine o diriltecek." (Bak: Haşir)(Dünya dar-ül hikmet ve ahiret dar-ül kudret olduğundan; dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya, bir derece tedricî ve zaman ile olması, hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş. Âhirette ise; hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan, birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: $ ferman eder. Ş.)(Mühim bir taraftan ehemmiyetli bir sual: Rivayette gelmiş ki, Cennette bir adama beşyüz senelik bir Cennet verilir. Bu hakikat akl-ı dünyevinin havsalasında nasıl yerleşir?Elcevap : Nasıl ki bu dünyada herkesin dünya kadar hususi ve muvakkat bir dünyası var. Ve o dünyanın direği onun hayatıdır. Ve zahiri ve batıni duygularıyla o dünyasından istifade eder. Güneş bir lâmbam, yıldızlar mumlarımdır der. Başka mahlukat ve ziruhlar bulunmaları, o adamın mâlikiyetine mani olmadıkları gibi, bilâkis onun hususî dünyasını şenlendiriyorlar, zinetlendiriyorlar. Aynen öyle de, fakat binler derece yüksek, herbir mü'min için binler kasır ve hurileri ihtiva eden has bahçesinden başka, umumi cennetten beşyüz sene genişliğinde birer hususi cenneti vardır. Derecesi nisbetinde inkişaf eden hissiyatıyla, duygularıyla cennete ve ebediyete lâyık bir surette istifade eder. Başkaların iştiraki onun mâlikiyetine ve istifadesine noksan vermedikleri gibi, kuvvet verirler. Ve hususi ve geniş cennetini zinetlendiriyorlar. Evet, bu dünyada bir adam, bir saatlik bir bahçeden ve bir günlük bir seyrangahtan ve bir aylık bir memleketten ve bir senelik bir mesiregâhta seyahatından; ağzıyla, kulağıyla, gözleriyle, zevkiyle, zâikasıyla, sâir duygularıyla istifade ettiği gibi; aynen öyle de fakat bir saatlik bir bahçeden ancak istifade eden bu fâni memleketteki kuvve-i şâmme ve kuvve-i zâika, o bâki memlekette bir senelik bahçeden aynı istifadeyi eder. Ve burada bir senelik mesiregâhtan ancak istifade edebilen bir kuvve-i bâsıra ve kuvve-i sâmia orada, beşyüz senelik mesiregâhındaki seyahattan; o haşmetli, baştan başa zinetli memlekete lâyık bir tarzda istifade eder. Her mü'min derecesine ve dünyada kazandığı sevaplar, haseneler nisbetinde inbisat ve inkişaf eden duygularıyla zevk alır, telezzüz eder, müstefid olur. L.)

ÂHİRZAMAN Dünyanın son zamanı ve son devresi. Dünya hayatının kıyamete yakın son devresi. (Rivayette var ki : "Fitne-i âhirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberiyle bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azâb-ı kabirden sonra ( $ ) vird-i ümmet olmuş. Allahu a'lem bissavab, bunun bir te'vili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ: Rusyada hamamlarda, kadın- erkek beraber çıplak girerler ve kadın, kendi güzelliklerini göstermeğe fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemâlperest erkekler dahi nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürur ile düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebâirleri ve bid'aları, birer câzibedarlık ile pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa cebr-i mutlak ile olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz. Ş.)

AHİSSA (Hasis. C.) Cimriler, pintiler, tamahkârlar.

AHİYANE f. Damak. * Tıb: Boğaz.* Beyin kemiği.

AHİYYEN ŞERAHİYYEN (Süryanice) Hannân, Mennân, Rahmân ve Rahim olan. Çok çok nimet veren.

AHÎZ (Ahz. den) Esir.

ÂHİZ (Âhize) Alan. Alıcı. Ahzeden. * Ses alıcı âlet. * Kabul etme, alma.

ÂHİZE Fiz : Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren alet.

AHKAB Yabani eşek.

AHKAB Uzun zamanlar.

AHKAD (Hukd. C.) Kinler, garezler.

AHKAF (Hıkf. C.) Eğri büğrü kum tepeleri.

AHKAF SURESİ Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

AHKÂM (Hüküm. C.) Hükümler. Kanunlar. Nizamlar.

AHKÂM-I ADLİYE Adaletle alâkalı hükümler, emirler. * Adliye nezaretinin eski ismi.

AHKÂM-I FER'İYYE VE AHKÂM-I ASLİYYE (Bak: Şeriat)

AHKÂM-I KUR'ÂNİYE f. Kur'ân-ı Kerim'in kat'i olan hükümleri, emirleri. (Bak: Hukuk)

AHKÂM-I ŞAHSİYE Huk: Şahsın kendisini alakalandıran hükümler. (Bak: Hukuk-u şahsiye)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin