AZRAR (Zarar. C.) Zararlar, ziyanlar, kayıplar.
AZREC Seri, hafif nesne. Vâhid, tek.
AZREF Çok zarif. Zariflerin zarifi. * Çok zeki.
AZREF-İ ZÜREFÂ Zariflerin zarifi.
AZRENG f. Çok üzüntü, meşakkat, eziyet. * Son derece sert ve katı.
AZÛF Yiyecek, erzak. Azık.
AZÛG f. Kir, pas.
AZÛK İçi henüz olmamış fıstık yemişi.
AZÛL Çok azarlayan, çıkışan, paylıyan.
AZÛMET Eğlence. Neşeli ve hoşça vakit geçirten şey.
AZÛN f. Öylece, onun gibi, bunun gibi, böylece.
AZUR (Azver) f. Açgözlü. Hırslı. Tamahkâr. Cimri. Hasis.
AZURDE (Bak: Azürde)
AZÛZ Memelerinin delikleri dar olan deve ve koyun.
AZÛZ Isırıcı, ısıran.
AZÜG f. Hurma lifi. * Ağaç ve asma budantısı.
AZÜRDE f. Azar görmüş, incinmiş, gücenmiş. Kalbi kırılmış, üzülmüş.
AZÜRDE-DİL Kalbi kırık. Müteessir.
AZÜRDE-GÎ f. Gücendirilmiş, incitilmiş olma.
AZÜRDE-HÂTIR f. Gönlü kırılmış, hatırı kırılmış.
AZÜRDE-PÜŞT f. Beli bükülmüş ihtiyar.* Yükten sırtı berelenmiş olan hayvan.
AZV İftira. Birisine bir şey isnad etme. Nisbet etme.
AZV-İ CİNNET Delilik isnadı.
AZVA (Zav ve Zû. C.) Parıltılar, ışıklar, aydınlıklar.
AZVER (Bak: Azûr)
AZVİYAT (Azv. C.) Yalanlar, iftiralar.
AZY Bir kimseyi bir kimseye veya bir şeye nisbet etme.
AZYAK Daha dar, en dar.
AZZ şiddet.
AZZ Galib olmak. * Çok yağmur yağmak.
AZZ (Add) Isırmak. Dişlemek.
AZZ-İ BENÂM Parmak ısırma.
AZZA' Şiddet ve kıtlık yılı.
AZZE Aziz ve şânı büyük olsun, büyük ve aziz oldu (meâlinde).
AZZE ENSÂRUH Yardımı çok olsun. (Bu tabir, padişahlara ait dua yerinde olup eski fermanlarda geçer.)
AZZE VE CELLE Aziz ve Celâl olsun, oldu... (meâlinde, Cenab-ı Hakkın isminden sonra hürmet maksadı ile söylenir.)
AZZET Geyik buzağısı.
BÂ Arabçaya göre harfinin okunuşu. Ebced hesabında iki sayısını ifade eder. Mektup ve eski evraklarda Receb ayına işarettir.
BÂ-İ CERRE Arabçada kendinden sonraki kelimeyi "esre" okutan bâ. (Bismillâhi'deki gibi).
BÂ-İ KASEM Arabçada yemin maksadı ile kelime başına getirilen bâ. $ "Billâhi" gibi. * Farsçada: Bâ $ diye yazılırsa; ile, beraber, birlikte, sâhip mânalarına gelir. Arapçadaki Zû gibidir.
BA' Kulaç. * Erişme. * Yetme. * Kuvvet, kudret, beceriklilik. * şeref, kerem. * Vergili, verimli olma.
BAAD Helâk olmak.
BA-ANKİ Şu sûretle ki, o şartla ki.
BAAS (Bak: Ba's)
BA-ASAM Günahlarla.
BÂB Kapı. * Kısım. * Mevzu. * Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab. * Hususi madde. * Sığınacak yer. * İş. * Şekil. * Tövbe.
BÂB-I ÂLEM Âlemin kapısı. Herkesin girip çıktığı yer.
BÂB-I ÂLÎ Yüksek kapı. * Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina. * Mc: Osmanlı Hükümeti.
BÂB-I ÂSAFÎ Tar: Sadrazam konağı.
BÂB-I FETVA Eskiden şeyhülislamların oturduğu daire. Fetvalar burada verilirdi.
BÂB-I HÂNE f. Hırsızların yeri. * Fuhuşhane. * Tembeller yurdu.
BÂB-I HIFZ VE HAFÎZİYET Cenab-ı Hakk'ın herşeyi muhafaza edip varlığını devam ettirmesi bahsi.
BÂB-I HİKMET Cenab-ı Hakk'ın herşeyi hikmetli ve maslahatlı yaratması bahsi.
BÂB-I HÜKÜMET Hükümet dairesi, hükümet kapısı.
BÂB-I HÜMAYUN Topkapı Sarayı'nın ilk kapısı.
BÂB-I İHYA VE İMATE Öldürmek ve diriltmek bahsi ve mevzuu.
BÂB-UL MENDEB Kızıldeniz'de Hint Denizi yakınlarında bulunan bir boğazın adı.
BÂB-I SAADET Saadet kapısı. * Sultanın sarayı. * İstanbul şehri.
BÂB-I SERASKERÎ Serasker kapısı. Eski Milli Müdafaa Vekâleti. Milli Savunma Bakanlığı. Şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin kapısı.
BÂB-I ŞERÎF Konya'da bulunan Mevlana türbesinin kapısı.
BÂB f. Lâyık, uygun, münasib, elverişli. * Hayır, uğur.
BAB(A) f. Evlat sahibi erkek. Ata, ecdat. * Gemi halatlarının bağlandığı yer. * İnşaatta ağırlıkların bindirildiği direk. * Mânevi rehber, şeyh. * Bektaşi şeyhi. * Hayırhah ve muhterem. * Daha çok zencilerde olan bir hastalık cinsi.Aile reisi babadır. Babanın hayatta en büyük eseri, yetiştireceği hayırlı evlâttır. Evlâdın yaptığı hayır ve sevap işleri, onu yetiştiren babanın amel defterine de geçer. Her baba çocuğunu müslüman olarak yetiştirmekle görevlidir. Evlâd da dine aykırı olmayan emirlerini saygı ile yerine getirmekle yükümlüdür. İslâm ailesinde baba-evlat ilişkisi sadece bu dünya hayatıyla sınırlı değildir. Ebedi âlemde de devam edeceği esasına göre olur.
BABA-YI ÂLEM Hz. Adem (A.S.)
BABA-YI ATİK Babaeski. (Trakya'da bir şehir)
BABACAN Biraz kalender davranışlı, cana yakın.
BABAYAN (Baba. C.) f. Tarikat babaları, şeyhleri. Bektaşi şeyhleri.
BABAYİĞİT Yetişmiş delikanlı, tam bedenî kuvvetini almış genç. Cesur, yiğit.
BA-BERAT Berat ile.
BABET f. Bent, fırka. * Münasip bir şey. Taalluk, münasebet, alâka, ilişki.
BABEYN İki kapı. * Mc: Dünya ve âhiret.
BAB HARCI Mahkemelerde kadıların, naiblerin, mal ve mukataa kalemlerinde bulunan memurların aldıkları bir nevi harç.
BÂBİL Asurlular devrinde Irak'ta kurulan şehirlerden biri. Bağdat'ın aşağı tarafında bulunan ve büyücülüğünden dolayı, eski edebiyatımızda "Çeh-i Bâbil" olarak yer alan ve birçok dillerin meydana gelmesi bakımından da adı geçen "Bâbil Kulesi"nin bulunduğu ilkçağdan kalma bir şehir.
BÂBİL KULESİ Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelbül-i akvam" denir.) Müslümanlıkta, bu kuleyi Nemrud'un gökyüzüne yükselerek Allah'ın işlerine karışmak maksadıyla yaptırmış olduğu rivayet edilir. Milâttan önce yaşamış olan eski Yunan tarihçisi Herodot, Bâbil'deki Baal Ma'bedinin gayet yüksek bir kule olduğunu seyahatinde görerek anlatmıştır ki; Bâbil ve Nemrut Kulesi denen şeyin bu olması ihtimali vardır. (T.L.)
BABUR (Zahirüddin Muhammed) Hindistan'da büyük Müslüman Türk devletinin kurucusu ve Timur'un beşinci göbekten torunudur. Fergana Emiri olan babası Ömer Şeyh'in ölümünden sonra tahta geçmiştir. (1494)
BABUR-NAME f. Bâbur Şah'ın Vekayi ismindeki meşhur hatıra kitabı.
BABÜK Ahmak, sersem adam.
BABZEN f. Ağaçtan veya demirden yapılmış olan kebap şişi.
BA'C Karına dürtmek, karın yarmak.
BÂC f. Vergi. * Kudretli hükümdarın zayıf olan hükümdardan aldığı vergi. * Eskiden halktan alınan öşür veya haraç ve gümrük vergisi. * Renk. * Çeşit.
BÂC-I KIRTIL Hayvanlardan alınan vergi.
BÂC-BÂN f. Geçiş vergisi tahsildarı. Bac toplayan memur.
BACENG f. Baca. * Ufak pencere. Tepe penceresi.
BÂC-GİR f. Vergi toplayan kimse. Vergi toplama memuru.
BÂC-GÜZAR f. Vergi veren, haraç veren. * Geçiş parasına tâbi.
BÂD f. Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes.
BÂD-I BERÎN Sabah rüzgârı. * Lâtif hava.
BÂD-I CEM Hz. Süleyman Peygamberin hükmettiği yel, rüzgar.
BÂD-I CENUBÎ Güney rüzgârı.
BÂD-I HAZÂN Sonbahar rüzgârı.
BÂD-I HEVÂ Hevâ ve heves. Eğlence. Bedava. Boş.
BÂD-I PÜRGÛ Devamlı sesler çıkaran, ıslık çalan rüzgar.
BÂD-I SABÂ Baharda esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli.
BÂD-I SEMÛM Çölde, sıcakta gündüz esen sıcak yel. Sam yeli. Zehirli rüzgâr.
BÂD-I SUBH Sabah rüzgârı.
BÂD-I ŞİMALÎ f. Kuzey rüzgârı. * Nefes, soluk. * Ah sesi, ah çekme. * Allah'ın inâyeti. * Medih. * Söz. * Büyüklük taslama, kibirlilik. * şarap.
BÂD-I TECELLİ Tecelli rüzgârı. * Kader.
BÂDÎ Rüzgâra ait. * Muvakkat. Geçici.
BÂD f. "Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd $ : Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd $ : Afiyet olsun.
BA'D Zaman zarfıdır ve te'hir ifade eder. * Helâk olmak mânâsına mastardır.
BAD' Kesmek. Yarmak. * Suya kanmak.
BAD'A (C.: Bida') Et parçası.
BA-DAD f. Adaletli, âdil, sâdık, doğru.
BADAM f. Badem.
BADAME f. İpek kurdu. * Zincir halkası. * Et beni. * Nazarlık. * Süslü şey. * Eski hırka.
BADAŞ f. Mükâfat.
BAD-BAN f. Yelken. * Gemi sereni.
BAD-BAZ f. Yelpaze.
BAD-BEDEST f. Elinde avucunda birşey bulunmayan. İflas etmiş.
BAD-BER f. Uçurtma. * Daima kendini methettiği halde elinden bir iş gelmiyen kimse.
BAD-BİZ f. Yelpaze.
BADD Az az akmak. * Nazik deri.
BAD-DAR f. Mağrur, kibirli. * Divane, deli. * İri vücut, şişman. * Hiç bir işle alâkası bulunmayan kişi.
BA'DE Sonra.
BÂDE f. şarap, içki. Kadeh. (İçkinin her çeşiti haramdır, büyük günahtır. İnsan sağlığına zararları ilmî bir gerçektir. Aile, cemiyet hayatı ve ahlâk için de yıkıcıdır. İçkiden ve içenlerden uzak durmak gerekir.)
BÂDE-İ İKBAL İkbal şarabı. Yüksek mevkide bulunmanın verdiği geçici neşe ve keyif.
BA'DE BU'DİN Hayli zaman geçtikten sonra, neden sonra.
BAD-EFRA(H) f. Mücazât, ceza. * Bir çeşit fırıldak.
BA'DEHÂ, BA'DEHÛ Bundan sonra. Ondan sonra.
BA'DE HARAB-İL BASRA Basra harab olduktan sonra. * Mc: İş işten geçtikten sonra.
BA'DEHUM Onlardan sonra.
BÂDEKEŞ İçki içen.
BA'DEL EDA (Ba'de-l edâ) Yapıldıktan sonra.
BA'DEL HARB (Ba'de-l harb) Muharebeden, harpten sonra.
BA'DEL İFA (Ba'de-l ifâ) Yapıldıktan, ifâ edildikten sonra.
BA'DEL MEVT (Ba'de-l mevt) Ölümden sonra.
BA'DEL MİLAD (Ba'de-l milâd) Milâddan sonra. Tarih başlangıcı kabul ettikleri seneden sonra.
BA'DEL MUSÂLAHA (Ba'de-l musâlaha) Musâlahadan, barıştan sonra.
BA'DEL MÜTÂLAA (Ba'de-l mütâlaa) Mütâlaa ettikten sonra, okuduktan sonra.
BA'DEL YEVM (Ba'de-l yevm) Bugünden sonra.
BA'DEMA (Minba'd, fimâba'd) Ondan sonra. Bundan sonra. Bundan böyle.
BADEMCİK Tıb: Boğazın iki tarafında, badem biçimindeki bezler.
BADEN Semiz, iri gövdeli kimse.
BA'DETTEŞEKKÜL (Ba'de-t teşekkül) Teşekkül ettikten sonra, oluştuktan sonra.
BA'DEZA (Ba'dezin) Bundan sonra.
BA'DEZZEVAL (Ba'de-z zevâl) Zevalden sonra, sona erdikten sonra.
BA'DEZZUHR (Ba'de-z zuhr) Öğleden sonra.
BAD-GÂN f. Bekçi, gözetici, gözeten. * Hazinedar.
BAD-GÂNE f. Kafesli pencere.
BAD-GERD f. Kasırga.
BAD-GÎR f. Vantilatör. * Baca. * Semaver ve nargilenin başlığı.
BAD-HERZE f. Büyü, sihirbazlık. * Letâfet, güzellik.
BADİ' Deniz içinde olan ada. * Et. * Deri.
BADİ f. Geçici. * Havaya veya rüzgâra âit.
BADİ Sebeb. İllet. Mûcib. Vesile. * Zâhir ve âşikâr olan. * Halkeden. Hâlık. Yaratan.
BADİA Derisini ve etini yarıp kanatmış olan, fakat kanı çıkmayıp akmayan baş yarası.
BADİH (Bâdihe) Beklenmedik ziyaret. * Erkek ziyaretçi. * Birden bire gelen ilham. * Ansızın, âniden.
BADİLE (C.: Bâdil) Koltukla meme arasında olan et.
BADİN Şişman, bedeni büyük, iri vücutlu.
BADİNC f. Hindistan cevizi.
BADİNCAN f. Patlıcan.
BADİR Hemen yapmak isteyen. * Birdenbire vuku bulan. * Dolunay. * Büyümüş (çocuk). * Olgun (meyva).
BADİRE Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet. * Kabahat. * Birden, zahmetsizce söylenen söz. * Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu. * Zor geçit.
BÂDİYE f. Kır. Ova. * Sahrâ. Çöl.
BÂDİYET-ÜŞ-ŞAM Fırat ve Dicle nehirlerinin birleşip denize döküldükleri yerden, batıya doğru uzanan çöl.
BADK Tükürmek.
BAD-NÜMA f. Rüzgârın esme istikametini gösteren âlet. * Fırıldak.
BAD-PA(Y) f. Ayağı çabuk olan (at ve sâire).
BAD-PER f. Kağıttan yapılmış olan uçurtma. * Hodbin, kendini beğenen ve öven kimse. * Kamçı topacı.
BAD-PEYMA f. Başıboş, boş gezen, âvâre, serseri.
BAD-REFTAR f. Rüzgâr gibi hızlı yürüyen. Çabuk ve hızlı koşan, sür'atli.
BAD-SENE f. Kibirli, mağrur. Büyüklük taslıyan. * Kötü niyetli.
BAD-SER f. Mağrur, kibirli. * Serkeş, isyânkar, âsi. * Taassub ehli, mutaassıb.
BAD-SEYR f. Hızlı yürüyen, rüzgâr gibi koşan, ayağına çabuk.
BAD-SÜVAR f. Koşu atı, hızlı yürüyen at. * Hızlı giden atlı.
BAD-ZEHR f. Panzehir.
BAD-ZEN f. Yelpâze.
BÂF f. Dokuyan, dokuyucu mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ:
ZER-BÂF Sırma dokuyan.
BAĞ f. Büyük bahçe. Bostan. * Üzüm asmaları bulunan yer. * Üzüm asması.
BAGAJ Fr. Yolcu eşyası. * Yolcu eşyası koymaya mahsus yer, yolcu eşyası vagonu.
BAGAL (C.: Bigâl) Katır.
BAGAL f. Koltuk.
BAGAN f. Bahçeler. Bostanlar.
BAGAR Bir yakıcı hastalıktır ki devede vâki olur; suyu içip kanmaz ve sonunda ondan helâk olur.
BAGARE Şiddetle yağan yağmur.
BAGAT (Bağ. C.) Bağlar, üzüm bağları.
BAGAYA (Bagiyy. C.) Fahişeler.
BAGBAGA Evmek, acele.
BAG-BAN f. Bahçıvan, bağcı. Bahçe bekçisi.
BAG-BANÎ f. Bahçıvanlık, bağcılık. Bağ bekçiliği.
BAG-ÇE f. Bahçe.
BAGDA' şiddetli nefret, hiç sevmemek.
BAĞDADÎ Bağdad şehrine mensub. Bağdad ahalisinden olan. Bağdadlı. * Dar, ensiz tahta pervazlarından yapılmış ve üstü sıvanmış bölme veya tavan.
BAGEL f. Ilık su. Sıcak ve soğuk olmayan, harareti ikisinin arasındaki bir ısıda olan su.
BAGGAL (Bagl. dan) Katırcı.
BAGİ İsteyen. * Zâlim. * İsyan etmiş. Asi. Yoldan sapmış. * Fık: İmâm-ı Adile âsi olan.
BAGİLİK Serkeşlik, âsilik.
BAĞİSTAN f. Bağlık ve bahçelik yer.
BAGİYANE f. Allah'a isyan edenlere ve âsilere yakışır surette. * Zâlimlere yakışır şekilde.
BAGİYY (C.: Begâyâ) Haddini tecavüz eden. * Zina edici, zâni.
BAGİZ Adavet olunmuş, düşmanlık yapılmış.
BAGİZ (Bugz. dan) Herkese nefret eden, buğzeden. Hiç kimseyi sevmeyen. Tiksinen.
BAGL Katır, ester.
BAGLE Dişi katır.
BAGSA' Tüyü siyahlı beyazlı olan ve yer yer de benler bulunan koyun.
BAGŞE (C.: Buguş) Çisenti yağmurdan biraz fazlaca olan yağmur.
BAGT Ansızlık. Ansızdan gafil iken gelmek.
BAGTETEN Ansızın. Füc'eten. Birdenbire. Apansız.
BAG-VAN f. Bahçıvan, bağcı.
BAGY Azgınlık. Zulüm, İsyan. * İstemek, talep etmek. * Haddini tecâvüz etmek. * Yaranın şişmesi. * (Yağmur) şiddetle yağmak.
BAGZA şiddetli nefret, hiç sevmeme.
BAG-ZAR f. Bağlık yer, bağ, bostan.
BAH şehvet.
BAH' Helâk etme.
BÂHA Ev ortası.
BÂHÂ Suyun derin yeri. * Açık meydanlık. Alan. * Bir evin çevresindeki kapalı avlu veya bahçe.
BAHÂ f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ.
BAHÂ Güzellik. Zariflik. * Zinet. * İzzet. * Bir şeye alışıp ünsiyet etmek.
BÂ-HABER Haberi olan, haberli. * Zeki, akıllı. * İhtiyatlı, tedbirli.
BÂ-HABERAN (Bâ-haber. C.) Haberliler, haberi olanlar. Akıllı, zeki, ihtiyatlı kimseler.
BAHA-DAR f. Pahalı değerli, kıymetli.
BAHADIR f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver.
BAHADIRANE f. Yiğitçesine, kahramana yakışır surette.
BAHADIRÎ f. Yiğitlik, bahadırlık, kahramanlık.
BAHAİM (Bak: Bahayim)
BAHAK Göz patlama veya patlatma.
BAHAL Malını kimseye vermeyip saklamak.
BAHANDAT Gövdeli, besili kadın.
BAHANE f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz.
BAHANE-CÛ f. Bahane arayan, fırsat kollayan.
BAHAR Güzellik. * Güzel. * Papatya. * Ölçek. * Put, sanem. * Atılmış pamuk. * Tarçın, karanfil ve karabiber gibi güzel kokulu ve ısıtıcı tohumlar ki, bazı yiyecek ve içeceklere de karıştırılır. * Sığır gözü. * İyi kokulu bir sarı çiçek.
BAHAR f. Kış ile yaz arasındaki mevsim. İlk bahar. Rebi'.
BAHAR-I HAYAT Hayatın baharı olan gençlik çağı.
BAHAR-I ÖMR Ömrün baharı, gençlik.
BAHAR Ağız kokusu.
BAHARAT Karanfil, tarçın, karabiber gibi sert kokulu şeyler.
BAHARET Üstünlük, seçkinlik.
BAHARET Galip olmak.
BAHARÎ İlkbahara âit. İlkbaharla ilgili.
BAHARİSTAN f. İlkbaharın hüküm sürdüğü zaman. * Yeşil ve çiçekli yer. * Molla Câmi'nin eseri.
BAHARİYYE Edb: Birini övmek için yazılan ve bahar tasviriyle başlayan kaside. * Tar : Yeniçeri ağasından itibaren padişah tarafından Yeniçeri kâtibiyle ocak ağalarına verilen baharlık.
BAHAS Deve tırnağı. * Ayak eti. * Parmak diplerinin ayak tarafındaki etleri. * Gözün üstünde veya altında beliren yumruca et.
BAHATİR (Bühter. C.) Kısa boylu kadınlar, bodur kimseler.
BAHAYİM (Behaim) (Behime. C.) Suriye'de bir sıradağ ismi. * Canavarlar. * Dört ayaklı hayvanlar.
BAHBAH Şâdlık, şenlik.
BAHBAH "İyi iyi" demek.
BAHBAHA Boğazdan boğuk ses çıkartmak.
BAHBAHA Devenin kükreyip ses çıkarması. * Çıtırdama. Mışıldama. * Deve çağırmak.
BAHDELE İşte çabukluk gösterme. * Eğilme, kırılma. (Kürek kemiği için).
BAHE f. Kaplumbağa.
BAHEK f. İşkence, eziyet.
BA-HEM f. Birlikte. Beraber. (Arabçadaki "Maa" mânasına)
BAHH Ses kesilmek, boğaz kısılmak.
BAHHA' Sesi kesilmiş olan kadın. (Müz: Ebahh)
BAHHAL (Buhl. dan) Çok bahil, çok tamahkâr, pek cimri. Çok alçak adam.
BAHHAR (Bahr. den) Gemici, denizci.
BAHHAS (Bahs. den) Çok bahseden, bahsetmeyi seven.
BAHÎ şehvete dâir. şehvetle ilgili.
BAHİCE Ses, savt, sadâ.
BAHİK Tek gözü kör olan adam.
BAHİKA Görmiyen, kör (göz).
BAHÎL Hasis. Cimri. Tamahkâr. Hayırlı işlere malını (varsa bile) harcamayan.
BAHÎLÂN f. Bahiller, cimriler, tamâhkârlar.
BAHİL Avâre, başıboş, serseri. * Yularsız deve. Deyneği olmayan çoban.
BAHİLE Arap kabilelerinden birinin ismi. * Dul kadın.
BÂHİR Yalancı. Ahmak, serseri adam. * Kırmızı kan.
BAHİR (Bak: Bahr)
BÂHİR Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık. * Güzel. * Meşhur, namdar. * Galip.
BAHÎRA Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovulmuş ve Şam yolu üzerinde Busra civârında bir manastır edinmişti.İbn-i Hişam'ın siretinde İbn-i İshak'tan rivâyet olunarak: "Bahîra, kilise âleminde büyükten büyüğe intikal edip gelen bir kitaba malik bulunuyordu. Resül-i Ekremin bütün ahvâl ve evsafı bu kitabda yazılıydı." deniliyor ki, bu kitab "El-Enbâ" ünvânıyla bıraktığı rivâyet olunan bir kitab olacaktır. Kitabın başlıca bahisleri, yakında Arabistanda bir Nebi-i Zişân çıkacağı, tevhid itikadına dâvet edeceği ve putlara ibâdetten nehyedeceği mevzuu etrafında toplanıyordu.(Meşhur Bahîra-yı Rahib'in meşhur kıssasıdır ki: Nübüvvetten evvel, Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, amcası Ebu Tâlib ve bir kısım Kureyşî ile beraber, Şam tarafına ticarete gidiyorlar. Bahira-yı Râhib'in Kilisesi civarına geldikleri vakit oturdular. İnsanlar ile ihtilât etmiyen münzevi Bahira-yı Râhib birden çıka geldi. Kafile içinde Muhammed-ül Emin'i (A.S.M.) gördü. Kafileye dedi: "Şu Seyyid-ül-Alemîndir ve Peygamber olacaktır." Kureyşîler dediler: "Neden biliyorsun?" Mübarek Râhib dedi ki: Siz gelirken baktım ki, havada üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammed-ül-Emin (A.S.M.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki: Taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise, nebilere yapılır. M.)
BÂHİRE Dikenli ağaç. * Çok koşan cins bir deve.
BÂHİRE Vapur. Gemi.
BAHİRE Kulağı kesik deve.
BÂ-HİRED f. Akıllı, zeki.
BÂHİS Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı. * Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.
BAHİT Baht ve ikbalden vasıftır. Tâlii yaver olan adama denir. (Kamus'tan)
BÂHİZ Güçsüz, âciz. Meşakkatli.
BÂHİZA Musibet. Belâ.
BAHKA' Gözü çıkmış.
BAHL Cimrilik.
BAHR (C.: Bihâr - Ebhâr - Ebhur - Buhur) Deniz. * Âlim. Çok bilen. * Büyük göl veya nehir. * Yarmak, yırtmak. * Çok yürüyen at. * İyi kimse. * Deve hastalığı. * Aruzda aslî bir vezinle ondan tevellüd eden vezinler mecmuası. Bunlardan Arap nazmı haricinde kullanılan bahirler şunlardır:1- Hezec (Neş'eyle şarkı söyleme):a) Mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün, mefâîlün.b) Mefâîlün, mefâîlün, feûlün.c) Mefâîlün, feûlün, mefâîlün, feûlün.d) Mef'ûlü, mefâîlün, mef'ûlü, mefâîlün.e) Mef'ûlü, mefâîlü, mefâîlü, feûlün.g) Mef'ûlü, mefâîlü, feûlün.2- Recez (Titrek):a) Müstef'ilün, müstef'ilün, müstef'ilün, müstef'ilün. b) Müfte'ilün, müfte'ilün, müfte'ilün, müfte'ilün.c) Müfte'ilün mefâilün, müfte'ilün, mefâilün.d) Müfte'ilün, müfte'ilün, fâilün.e) Müstef'ilâtün, müstef'ilâtün.f) Mefâilün, mefâilün, mefâilün, mefâilün.3- Remel (Koşan):a) Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilün.b) Fâilâtün, fâilâtün, fâilün.c) Fâilâtün (feilâtün) feilâtün, feilâtün, feilün (fa'lün).d) Fâilâtün (feilâtün), feilâtün, feilün (fa'lün).4- Münserih (Akıcı):a) Müfte'ilün, fâilün, müfte'ilün, fâilün.b) Müstef'ilün, feûlün, müstef'ilün, feûlün.5- Muzari' (Benziyen):a) Mef'ûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün.b) Mef'ûlü, fâilâtün, mef'ûlü, fâilâtün.6- Müctes (Kopmuş): a) Mefâilün, feilâtün, mefâilün, feilâtün.b) Mefâilün, feilâtün, mefâilün, feilün (fa'lün).7- Seri' (Çabuk):a) Müfte'ilün, müfte'ilün, fâilün.8- Hafif:a) Fâilâtün (feilâtün), mefâilün, feilün (fa'lün)9- Mütekarib (Yakın):a) Feûlün, feûlün, feûlün, feûlün.b) Feûlün, feûlün, feûlün, feûl.10 - Kâmil:a) Mütefâilün, mütefâilün, mütefâilün, mütefâilün. b) Mütefâilün, feûlün, mütefâilün, feûlün.
BAHR-İ AHDAR Hint Okyanusu.
BAHR-İ AHMER Kızıl deniz, Şap Denizi.
BAHR-İ BÎKERÂN Hudutsuz, sınırsız deniz.
BAHR-İ BÎPAYAN Çok büyük sonsuz deniz.
BAHR-İ EBYAZ "Beyaz Deniz" İskandinavya Yarımadasının doğusunda Kanin Yarımadasına kadar olan deniz.
BAHR-İ HAZER Hazer Denizi.
BAHR-İ LÛT Filistinde seviyesi denizden aşağıda olan şaplı bir göl.
BAHR-İ MUHİT-İ ATLASÎ (Bahr-ı Muhit-i Garbî) Atlas Okyanusu.
BAHR-İ MUHİT-İ HAVAÎ Yıldızların, seyyarelerin içinde dolaştığı feza. Büyük feza denizi.
BAHR-İ MUHİT-İ HİNDÎ (Bahr-i Muhit-i Şarkî) Hindistan Yarımadasının doğusunda kalan deniz.
BAHR-İ MUHİT-İ KEBİR (Bahr-i Muhit-i Mutedil) Büyük Okyanus. Pasifik Okyanusu.
BAHR-İ MUHİT-İ ŞİMALÎ İskandinavya Yarımadasının batısından İngiliz Adalarına kadar uzanan deniz.
BAHR-İ MUTAVASSIT Akdeniz.
BAHR-İ MÜNCEMİD-İ CENUBÎ Güney kutbunu çeviren deniz. Güney Buz Denizi.
BAHR-İ MÜNCEMİD-İ ŞİMALÎ Kuzey kutbunu çeviren deniz. Kuzey Buz Denizi.
BAHR-İ RECEZ (Bak: Bahr)
BAHR-İ RUM (Bahr-i Sefid) Akdeniz.
BAHR-İ SİYAH Karadeniz.
BAHR-İ SÜKÛN (Lût Denizi) Sularının kesif ve dalgasızlığından dolayı bu isim verilmiştir.
BAHR-İ UMMAN Arabistan ve İran'ın güneyinde kalan deniz.
BAHRE Arz, belde.
BAHREN Denizden. Deniz yolu ile.
BAHREYN İki deniz. (Basra Körfezi ile Hind Denizi veya Karadenizle Akdeniz. Yahut da Akdenizle Hind Denizi) * Basra Körfezi'nde bulunan bir devlettir. 1971 yılında İngilterenin körfezden çekilmesi üzerine istiklâliyetini ilân etmiştir. Bahreyn, Manama ve Muharrak Adalarından müteşekkildir. Halkı, Arap ve Acemlerdir. (Yüzolçümü 662 km2, nüfusu 1972'de 216 078) * İki büyük esas ve temel şey.
BAHRÎ Denize âit, denize mensup, denizle alâkalı.
BAHRİYE Donanma ile ilgili işler. Devletin donanma ve deniz askerleri.
BAHRİYYUN Gemiciler ve kaptanlar gibi deniz işlerini bilen kimseler.
BAHS Kazmak. * Ayırmak. * Saçmak. * Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey. * Teftiş. * Söz münazarası, muaraza, mübahese. * Bir mevzû hakkında tafsilât, açıklama. * İddialaşma.
BAHS Noksanlık. Azlık. Nâkıs. Az. * Akarsu ile sulanmayıp yağmur suyu ile mahsül alınabilen tarla.* Zulüm. İşkence. * Uzaklık. * Gümrük almak. * Göz çıkarmak.
BAHSAN f. Bozuk, soluk. * Salına salına yürüyen. * Kıyafeti bozuk, pejmürde.
BAHSERE Dağıtma. * Gizli bir şeyi aşikâr yapma, meydana çıkarma. * Kesilerek tane tane olma.
BAHSET f. Uykuda ağırlık basma. * Uyurken olan horultu.
Dostları ilə paylaş: |