Diğer bir madde herhâlde siyasi özgürlüklerle ilgili.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Ona geleceğiz Sayın Bakan.
Çok değerli arkadaşlar, herkese vereceğim sözü. Yalnız, dünden beri yapılan tartışmalarda şöyle bir şeyi ben de gözlemledim: Biz de sizin yaptığınız öneriye sıcak yaklaştık, gittik biz de içeride onu tartıştık. Ben, Mustafa Bey’in biraz daha buna çekingen baktığını gözlemledim, aynı şekilde bizim arkadaşlarımızdan bazılarının da bunun inanmama özgürlüğünü yeteri kadar güvence altına almadığı yönünde tereddütleri vardı. O yüzden, ben şu anda Başkanlık sıfatını da yürüten bir arkadaşınız olarak Mehmet Ali Bey’in bu önerisinin selameti için bu tartışmanın uygun olduğunu düşünmekle beraber, burada Sayın Önder’le, Sayın Şahin görüşlerini açıkladılar ama diğer arkadaşlar, sadece Sayın Öztürk “Biz prensip olarak katılırız buna.” demekle birlikte görüşünü açıklamadı. Eğer isterlerse üçüne de bir söz verip ondan sonra bunun geçilmesinin selameti açısından daha uygun olduğunu düşünüyorum çünkü bunda kilitleneceğiz ve yapabileceğimiz maddeyi de yapamayacağız. Bu da bana göre, hakikaten, işte vatandaşlık, işte parti, din ve vicdan özgürlüğü gibi dört, beş, altı tane en temel maddesini oluşturuyor. O bakımdan, bütün arkadaşlar da burada, partilerin görüşleri de alınır, herkes olur burada, bir daha değiştirmeyecek ölçüde anlaşabiliyorsak anlaşırız bu konuda. Ben de çok uygun buldum çünkü yürümüyor gibi geliyor ama yine de sizlere, isteyen arkadaşlarımıza, üçünüze özellikle birer söz vermek istiyorum, ondan sonra hepiniz uygun görürseniz maddeyi geçelim diye düşünüyorum.
BAŞKAN – Var mı Oktay Bey?
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Oktay Bey söze başlamadan önce bir cümle ilave edeyim.
Sadece bu konuda değil üstünde tartışacağımız bu maddedeki hususlar. İleride, din eğitimi, öğretimi, işte ahlak zorunlulukları olmayan….
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Diyanet İşleri…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani birçok tartışmalı konular gelecektir çünkü bu işte sadece inanma, inanmama özgürlüğüyle ilgili bir maddeden ibaret değil, ileride çokça üstünde durmamız gereken hususlar içerdiği için üstünde derinlemesine bir çalışma yapılmasında yarar olduğunu düşünüyorum.
Kusura bakmayın Oktay Bey.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Oktay Bey, buyurun.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Efendim, şimdi biz, Mehmet Ali Bey’in teklif ettiği paragrafın birçok meseleyi halledeceği düşüncesiyle ona katılabileceğimizi, hatta katılacağımızı ifade ettik, hâlâ o noktadayız. Diğer teklifine de saygı duyuyoruz yani netice itibarıyla bir istekte bulunuyor, bunu karşılamak da bizim görevimiz.
Dünkü konuşmalardan itibaren, Mustafa Bey’in rezervini de dikkate alarak bazı endişelerimizi dile getirmek istiyoruz. Sayın Önder dedi ya, çok netameli bir sahada oynuyoruz, yani mükemmele ulaşmak mümkün değil, biz “Mükemmeli yakaladık.” derken mutlaka intizarına muhatap olacağımız kesimler olacak. Onun için, ifade ettikleri gibi bazı konuları genel hatlarıyla genel kavramlar içerisinde geçebilirsek, hatta bunu özel dizayn edip de isteyen herkes kendisini orada bulabilir bir ifadeyle geçebilirsek birçok meseleyi hallederiz. Aksi takdirde, hepimizin bir gerçeği, yani bu sahada camilerin bile ayrıldığını hesaba katın. Herkesin özelinde birtakım talepleri var. Ben bunlara karşıyım anlamında söylemiyorum, saygı duyuyorum ama biz böyle tadat etmeye başladığımız vakit birini memnun ederken diğerinin önünü kesmiş olabiliriz, bu endişeleri de taşıyoruz. Hatta giderek eğer bir yol açarsak tevhit dini olan İslam’ı tefrit dinine dönüştürmenin yollarını da açmış oluruz. Arkadaşlarımızın endişelerini saygıyla karşılıyoruz ama bir adım atabilmek için, bu girdaptan çıkabilmek için herhâlde tek el atacağımız konu genel hükümlerle, hatta onu biraz daha kafa yormak suretiyle o geneli daha da elastiki bir hâle getirmek suretiyle lokalde beklentisi olanların beklentilerini de orada karşılamış olalım. Aksi takdirde, hepinizin bildiği gerçekler, yani uygulamaya baktığınız vakit sıkıntılı bir ortamın kapısını aralamış oluruz. Bunlar sadece endişelerimiz. Dediğim gibi, hiçbir arkadaşımın düşüncesini ne yanlış olarak değerlendiriyorum ne kıymete değer olmadığı noktasında düşüncemiz var, saygı duyuyoruz ama bizim de endişelerimiz var, bunları da ifade etme gereği duyduk.
Saygılar sunuyorum.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Buyurun efendim.
ATİLLA KART (Konya) – Teşekkür ederim Başkanım.
Şimdi ben de bir çerçeve çizeceğim, partimizin bakış açısını ifade edeceğim.
Sayın Şahin şunu ifade ettiler. Şimdi şunu ifade ettiniz, katılıyorum, genel anlayış olarak şu düşüncenin egemen olduğunu ifade ettiniz: “Tüm partilerde özgürlükleri genişletmek, bu kapsamda din özgürlüğünü de genişletmek, engel olmamak gibi bir eğilimin olduğunu görüyorum.” dediniz. Evet, doğru. Bu noktada gerçekten aykırı bir yaklaşım içinde olmak söz konusu değil, olamaz.
Din özgürlüğünde ikinci unsur da şu: Devleti bu işin ne kadar dışında tutabiliriz? İkinci temel unsur olarak gelin, bunun adını koyalım: Devlet gücüyle, devlet yetkisiyle din mühendisliği yapmak, din mühendisliğini topluma enjekte etmek. Şu anda yaşadığımız sorun bu değil mi? Dini kendi mecrası dışına çıkarıp, dini kendi anlam ve amacı dışına çıkarıp kamu gücünde bir yöntem olarak kullanmak. Şu andaki kritik nokta budur, şu anda yaşadığımız Türkiye'nin önündeki kritik nokta budur. Ne oluyor? Çünkü bunu, devleti, bu anlayışla değişik gerekçelerle bu şekilde bu din özgürlüğünü dizayn etme, din özgürlüğünü mühendisleştirme mekanizmasının içine koyduğumuz zaman işte orada dayatma başlıyor, orada ayrışma başlıyor, orada ihtilaf başlıyor, orada dinin amacı dışında kullanılması süreci başlıyor. Türkiye olarak maalesef olayın bu boyutunu yaşıyoruz, bu boyutunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Ne oluyor? Birileri kişisel ve siyasi amaçları uğruna, hırsları uğruna kutsal değerlerimizi kullanıyor, bu da kamu yönetimine yansıyor. Yani bunu hakikaten böyle ajite etmek için söylemiyorum ama yani samimi düşüncelerimi ifade ediyorum, yaşadıklarımı ifade ediyorum, bire bir yaşadıklarımızı, toplum olarak yaşadıklarımızı ifade ediyorum. Bu noktada, samimi olarak hepimiz bir öz eleştiri yapmak durumundayız, bir değerlendirme yapmak durumundayız, hepimiz bu sorumluluğu inanıyorum ki taşıyoruz.
Bu kapsamda, Cumhuriyet Halk Partisinin efendim, hassasiyetinin sanki -bu geldiğimiz süreçte iki üç gündür açıkçası ben ondan da rahatsımız- Cumhuriyet Halk Partisinin derdi inanmama özgürlüğünü buraya geçirememek. Hayır, değil, ne münasebet? Cumhuriyet Halk Partisinin hassasiyeti bundan ibaret değil. İnanmama özgürlüğü de nedir? Din, vicdan özgürlüğü kapsamındaki önem verdiğimiz unsurlardan birisi.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – O anlamda hiç kimse bir şey söylemedi.
ATİLLA KART (Konya) – Ama hayır, öyle bir sunuşun, yani o noktaya bir yoğunlaşmanın olduğunu görüyorum. Bu doğru değil. Yani bizim açımızdan, çok net olarak ifade ediyorum, bizim bu olaya bakışımız şudur: Olayın kişi boyutu vardır, esas olan odur. Din özgürlüğünde temel hak ve özgürlük olarak, inanç olarak bakarız, bakıyoruz. Bu özgürlüğün bu yönüyle gerçekten en halisane bir şekilde yaşanabilmesi için de devletin, daha doğrusu devlet gücünün, devlet yetkisinin bu alana müdahil olmaması, taraf olmaması gerekiyor. Bu ayrımı cesaretle, dürüstlükle uygulamamız gerekiyor. Türkiye’deki sorun maalesef, bu noktada dürüst değiliz -genel söylüyorum, soyut değerlendirme yapıyorum- bu anlamda, yönetim anlamında dürüst değiliz. Sorun budur. Bunu açık yüreklilikle konuşmamız gerekiyor.
Şimdi, bakın, olayı çok… Ben, din bilgisi noktasında kendimi -elbette inancı olan bir insanım, ayrı bir konu- son derece yetersiz gören birisiyim. Onun için, o kavramlarla konuşmak gibi bir yarışın, gayretin içine de girmem, gerek de görmem. Yani Sırrı’nın o değerlendirmesine katılıyorum. Yani kalkıp bu noktada bizim bilgimizi yarıştırmamızın son derece anlamsız olduğunu, yanlış olduğunu, onun ayrı bir kompleks olduğunu aslında ifade etmek isterim. Bilgi sahiplerine saygı duyarım, o konudaki bilgi sahiplerine gerçekten saygı duyarım.
Bu çerçevede yeri gelmişken şunu Anayasa 24’le bağlantı kurarak söylüyorum, yine bu çerçevede şudur: Cemaat anlayışına da sanıldığının aksine, ben saygı duyarım. Ben cemaatler yoluyla devletin ele geçirilmesindeki yanlışlığı, sakatlığı, tehlikeyi en belki şiddetle dile getiren insanlardan birisiyim, en sert tepkiyle dile getiren insanlardan birisiyim ama bunun yanında, din özgürlüğü anlamında, kişisel özgürlükler anlamında cemaat anlayışının gerekli olduğuna inanan, buna saygı duyan bir anlayışa sahibim. Bu nedir? O bizim tasavvuf kültürümüzdür.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Cemaat komündür, komüne kızılmaz.
ATİLLA KART (Konya) – O nedir? Bizim yaşantı biçimimizdir, kültürümüzdür bizim o, bizim sosyolojimizdir o, sosyolojik zenginliğimizdir, o fikir ve düşünce özgürlüğü anlamında bizim gücümüzdür, kazanımımızdır. Bunu bugün ifade etmiyorum, yıllardır bunu ifade ediyorum. Ama nedir? Temel hak ve özgürlük anlamında söylüyorum, fikir ve düşünce anlamında söylüyorum, bunun gerçekten bir zenginlik olduğuna inanıyorum ama Türkiye’deki sakatlık, Türkiye’deki sıkıntı nerede başlıyor? Bu değerlerimiz bir ideolojiye dönüştürülüyor, kamu yönetimine taşınıyor. O ne oluyor? Orada bir dayanışma aracı olarak kullanılıyor, bir yönetim aracı olarak kullanılıyor ve bir ne oluyor? Kaçınılmaz olarak bir ayrışma sonucunu yaratıyor toplumda. Yani insanları tek tipleştiremezsiniz düşünce anlamında da, fikir anlamında da, din anlamında da, inanç anlamında da. Bir de tabii ne oluyor kamu yönetimine taşıdığınız zaman, bir de ne yapıyorsunuz? O anlayışın niteliği gereği onun kamu yönetiminde denetimini sağlayamıyorsunuz, o ilişkilerin denetimini sağlayamıyorsunuz. Oysa demokrasinin anlamı, oysa hukuk devletinin anlamı, devletle bağlantılı olan tüm işlem ve eylemlerin denetiminin sağlanabilmesidir. Böylesine kontrolsüz bir alan yaratıyorsunuz. O kontrolsüz alanı bir şekilde eleştirdiğiniz zaman, bir şekilde sorguladığınız zaman ne oluyorsunuz? Din düşmanı oluyorsunuz, kâfir oluyorsunuz. Bakar mısınız tabloya? Bunları yaşıyoruz, böylesine bir hassasiyeti yaşıyoruz. Bütün bunları öngörerek bu anlamda, teolojik anlamda değerlendirmelere girmeden şudur: İki boyutu vardır, tekrar ifade ediyorum. Nedir? Dinsel çoğulculuk, inanç çoğulculuğu; demokrasinin ve laikliğin esası budur, özü budur, bunu sağlamamız gerekiyor.
Bu noktada da devlet o dinsel inançların, anlayışların içeriğini belirtmek ve nitelemek arayışından bir kere vazgeçecek. Devletin böyle bir görevi yok, böyle bir sorumluluğu yok. Devlet bu anlamda bir dayatma içine girmeyecek, devlet bu anlamda bir arayışa girmeyecek, devlet bu anlamda bu inançları, inanç sistemlerini kamu yönetimine kural olarak taşımayacak, kamu personel yapılanmasında referans olarak almayacak. Ama neyi görüyoruz biz? Kamu personel yapılanmasında referans olarak alıyoruz, referans olarak aldığımız içindir ki ne yapıyoruz? Sadece başlık olarak geçiyorum, ÖSYM’leri yaşıyoruz, TÜBİTAK’ları yaşıyoruz, Adli Tıpları yaşıyoruz. Ne oluyor ondan sonra? Adli Tıp fonksiyonunu kaybediyor, TÜBİTAK fonksiyonunu kaybediyor, ÖSYM misyonunu kaybediyor. Ne yapıyor? Ortaya suç ve suç ilişkileri çıkıyor. Ama ne oluyor? O yapı içinde bir türlü o suç ve suç ilişkilerinin sorumlusunu bulamıyoruz, failini bulamıyoruz, Allah Allah! Bu nedir? Bu tam anlamıyla bir yönetilemezlik hâlidir. Bunu yaşıyoruz şu anda. Ne oluyor? Bir koruma ve dayanışma içgüdüsüyle, dayanışmasıyla o sorumluları kamufle etmek, o sorumluları gizlemek arayışı devreye giriyor. Bu tabii nedir? Kamu yönetimindeki gerçekten bu bir tahribattır, bu onarılmaz bir tahribattır. Bu beraberinde kamu yönetiminde bir ayrışmayı getiriyor giderek, bir kutuplaşmayı getiriyor giderek, kaçınılmaz olarak, bu giderek kilitlenen bir yapıyı oluşturuyor ve beraberinde neyi getiriyor? Kutuplaşmayla beraber, ayrışmayla beraber kaçınılmaz olarak dinsel baskıyı da getiriyor arkadaşlar, beraberinde bunu getiriyor, bu iklimi yaratıyor kaçınılmaz olarak.
Şimdi, bu çerçevede, bakın, olayın bir kişi boyutunu ifade ettim. Devlet boyutu, “Devlet boyutu” deyince nedir? Türkiye pratiğinde en önemli boyutu Diyanettir. O zaman Diyaneti de o inanç çoğulculuğunu esas alarak yapılandırmak zorunluluğu var. Bu nokta da kendimizi bir değerlendirmemiz gerekiyor, bir öz eleştiri yapmamız gerekiyor. “Efendim, Diyanet cumhuriyetin geleneğinde vardır, ona o sebeple sahip çıkıyoruz.” Kusura bakmayın, bu samimi bir yaklaşım değil. Diyanet yapılanması herhâlde Kur'an emri değil, Diyanet yapılanması sonuçta siyasi ve idari bir tasarruftur, bir işlemdir. O zaman cumhuriyeti kuranlar o anlayışla kurmuş olabilirler, o anlayışla geliştirmiş olabilirler ama bugün geldiğimiz noktada o yapılanma Türkiye'nin sosyokültürel yapısına cevap vermiyor. Dolayısıyla, nasıl cevap vermiyor? Bakın, bunları tamamen kayıtlara geçmesi için söylüyorum. Bugün, Diyanet ne yapıyor? Teokratik veya teokrasiyi çağrıştıracak işlemler tesis ediyor, yürütme organı da buna olumlu bir yaklaşım içinde cevaz veriyor. Diyanet ne yapıyor? Kendi görev alanı dışındaki konulara karışıyor, organ nakli konusunda kalkıyor, görüş beyan ediyor, grev konusunda görüş beyan ediyor. Hadi, kürtajın bir şekilde bir illiyetini kurabilirsiniz, yani onu anlarım, onun bir izahı var ama bakıyorsunuz grev konusunda da görüş beyan ediyor. Ne yapıyor ondan sonra, öyle bir iklim yaratıldığı zaman? Bakıyorsunuz cuma vaazlarında çıkıyor imamlar imam-hatip liselerine kaydın ne kadar önemli ve yerinde olduğuna dair vaazlar veriyor. Bu bir ayrımcılık değil midir arkadaşlar? İmam-hatip… O da bizim insanımız, o da bizim çocuğumuz. Velev ki -bunu kesinlikle kabul etmiyorum- imam-hatiplere karşı bu anlamda bir ayrımcılık yapılmış olsa bile bugün bu, kalkıp bu türlü muamele yapılmasının herhâlde gerekçesi, bu türlü bir imtiyaz yaratılmasının gerekçesi olamaz.
Şimdi, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı bir bayram günü çıkıp bayram namazında camide miting yapabiliyor. Yani bunlar gerçekten doğru değil, bunların onlarca örneğini verebilirim. “Efendim, falan siyasi de bunu yapıyor.” Yanlış, o da yanlış ama yürütme gücünü elinde tutan bunu kamu gücüyle organize bir şekilde yapıyorsa bu diğerleriyle kıyas kabul etmez. Bunları hemen bu anlamda soyut olarak bir kıyaslamaya girmeyelim. Neyi görüyoruz? Bir inancın din olup olmadığı, inanç olup olmadığı noktasında Meclis Başkanlığı değerlendirme yapabiliyor. Yok, olmaz, doğru değil bunlar.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak -bu samimi kanaatimizdir- bütün bunları değerlendirerek diyoruz ki: Bakın, bütün bunları içerecek şekilde laikliğin içini dolduralım, “laiklik” kavramının, “din özgürlüğü” kavramının içini dolduralım, o belirsizlik alanlarını, o boşlukları ortadan kaldıralım ki birileri bu kavramlar üzerinden artık toplumu istismar etmesin, toplumu ayrıştırmasın. Bütün şu yaklaşımlar çerçevesinde şunu söylemekten neden kaçınıyoruz? “Devlet inançlar karşısında bütün işlem ve eylemlerinde tarafsızdır.” Bunu söylemekten, bunu metne geçirmekten niye kaçınıyoruz? “Efendim, bunu gerekçeye yazalım.” Ne münasebet? Bu işte bu işin esası, özü. Bunu metne yazmaktan niye kaçınıyoruz? Özgürlüğün de esası bu, devlet olmanın da esası bu. Devlet bu noktada eşit mesafede olmak durumunda değil midir? Şimdi, elbette, Türkiye toplumunun bir gerçeği vardır, Müslüman olma gerçeği vardır toplumun çoğunluğunun. Bu noktada zaten çoğunluğunun Müslüman olmasından kaynaklanan imkânlar yeterince var. Bugün bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının inanç ve ibadet özgürlüğü anlamında, onların o ibadetlerin engellendiği anlamında onlara “Müslüman’a zulüm yapılıyor.” söylemiyle bu konunun dillendirilmesinin hakkaniyetle, insafla bağdaşır bir yönü yok.
Şimdi, bakın, laikliğin cumhuriyet boyunca dönem dönem uygulamalarında bürokratik sebeplerle, siyasi sebeplerle de yanlışlıklar yapılmış olabilir, bunu inkâr etmenin anlamı yok ama laiklik tercihi esas itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük kazanımıdır, en temel kazanımlarından birisidir. Bunun hakkını verelim. Bu noktada insafsızlık yapmayalım. O kazanım sebebiyledir ki bugün biz… Orada tarih vermek istemiyorum, burada yeni bir tartışma alanı açmak istemiyorum ama teknik anlamda ifade ediyorum, o yönetim yanlışlarımıza rağmen bugün biz modernleşme anlamında, aydınlanma anlamında, Müslüman dünyada, Orta Doğu coğrafyasında yine en iyi ülke konumunda isek, bu işte, cumhuriyetin, laikliğin bu temel tercihi sebebiyledir. Bu hakkı da teslim edelim. Şimdi, bunları teslim etmeyip Müslüman’a zulüm edebiyatı üzerinden bütün stratejimizi, bütün siyasetimizi buraya odaklaştırdığımız zaman bir taraftan cumhuriyetin değer ve kazanımlarına haksızlık yapmış oluyoruz, bir taraftan da toplumda ayrışmayı yaratmış oluyoruz, bir husumeti yaratmış oluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığına, sürdürülebilirliğine bu noktada ciddi bir zafiyet yaratmış oluyoruz. Buna hakkımız yok diye düşünüyorum.
Bu sebeple, bu çerçevede biz değerlendirme yaptığımızı, yapacağımızı, bu anlayışla bu olaya baktığımızı, yeri gelmişken kayıtlara geçmesi bakımından ifade etmek gereğini duydum. Bu anlayışla, umarım önümüzdeki bir hafta içinde, iki hafta içinde… Bu olayı, açıkçası çok fazla zamana yaymamın da doğru olmadığı düşüncesindeyim. Bunu, ne ise, bu temel kritik maddeleri din, vicdan, eğitim-öğretim, vatandaşlık dâhil olmak üzere, bu temel kritik maddeler konusundaki düşüncelerimizi bu iki, üç, dört hafta içerisinde bence belirlememiz… Bu bizim anayasa çalışmalarının bundan sonraki akıbetini de ve sürdürülebilirliğini de önemli ölçüde belirleyecek olan temel konulardır diye düşünüyorum, değerlendiriyorum.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sevgili arkadaşlar, zaten şuna karar verdik: Yani bunu ertelediğimiz zaman bile, çok doğrudur… Yavaş yavaş şeye geliyoruz, sosyal haklar çok daha rahat bitebilecektir. Bu bölüme geçmeden önce biz zaten eğitim, din, vicdan, vatandaşlık gibi konularda artık çözümlerimizi üreteceğiz. Nereye ürettik, nasıl anlaştık; ben umuyorum ki bunlarda anlaşıp çok daha rahat yol alabileceğiz.
Buyurun.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.
Sayın Kart “Cumhuriyet Halk Partisinin din ve diyanet konusundaki görüşlerini zabıtlara geçmesi bakımından açıklama ihtiyacını duyuyorum.” dedi ve belki uzunca sayılabilecek -saygı duyuyorum- bir konuşma yaparak bu konudaki görüşlerini bizimle paylaştı ve zabıtlara da geçti.
Tabii, konuşması esnasında iş başında bulunan Hükûmetin icraatlarıyla ilgili eleştiriler de getirdi. O bakımdan, iktidar partisinin Komisyondaki temsilcileri olarak bu konuyla ilgili, zabıtlara geçmesi açısından, bizim de bazı açıklamaları yapmamızda gerek olduğunu düşünüyorum.
Önce, tabii ki laiklik ilkesi cumhuriyetimizin temel niteliklerinden biridir. Laiklik bir inanca sahip olan kimseye “Sen niye o inanca sahipsin?” diye sorulamadığı gibi, herhangi bir inancı taşımayan bir insana da “Sen niye falan yere inanmıyorsun?” dememenin teminatıdır. Ayrıca, laiklik herhangi bir dinin kurallarının devlet kuralları hâline getirilmemesidir. Yani yasaları kim yapacak? Parlamento akıl ve ilim yoluyla yasaları yapacak. Akıl ve ilim yoluyla yasama organının yaptığı yasalara göre bir ülke yönetilecek, örneğin Türkiye yönetilecek. Bizim laiklik yaklaşımımız budur. Sanıyorum, sizinle de aşağı yukarı örtüştüğümüzü zannediyorum.
Ancak, bütün bunları söyledikten sonra devletin vatandaşlara karşı birtakım görevleri var. Bu görevlerden biri de insanın, vatandaşın maddi ve manevi varlığının gelişmesini sağlamaktır. Vatandaşlarımızın manevi varlığının gelişmesiyle de ilgili devlet tedbirler alacaktır. Bunun laiklikle zıt olduğu kanaatinde değilim. Nitekim, 1949 yılına gelindiğinde, Türkiye’de halkı din konusunda aydınlatma bakımından yeteri kadar yeterli ve yetenekli din adamı olmadığı için dönemin iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi “Ya, bu konuda bir boşluk var, üfürükçülere kaldı iş. Cenaze namazını kıldıracak din adamı bulamıyoruz.” diye düşündüğü için -49 yılıdır, CHP’nin son dönemidir- nitelikli, kaliteli, bilgili din adamları yetiştirelim düşüncesiyle imam hatip okullarının açılmasına karar vermiştir. Bana göre devletin halkı din konusunda aydınlatmak, manevi varlığının gelişmesini sağlamak için doğru bir değerlendirme ve yaklaşımdır. Demek ki devlet zaman zaman buna ihtiyaç duyabilir. Bunu laikliğe aykırı olarak kabul etmek bana göre doğru değildir. Hatta, laikliğin icabıdır diye de düşünüyorum. O nedenle, cumhuriyet tarihi boyunca veya şimdi, bu konuda atılacak birtakım adımları da ben işte, cumhuriyetin temel nitelikleriyle, laiklikle filan bağdaşmaz gelişmeler olarak görmüyorum. Mesela, şimdi -biraz daha açayım- Millî Eğitim Temel Kanunu’yla ilgili bir yasal düzenleme Parlamentodan geçti. İşte, ihtiyari de olsa çocuklarımız 4’üncü sınıftan sonra, arzu ederlerse, mensubu bulundukları dinin kitabı Kur’an-ı Kerim’i öğrenme imkânına sahip olacaklar, o dinin elçisi Peygamberin, Hazreti Muhammed’in (SAV) hayatını öğrenme imkânına sahip olacaklar. Ben devletin vatandaşların manevi varlığını geliştirme bakımından bir görevi olduğu düşüncesiyle, bunun laiklikle çeliştiği kanaatinde değilim. Şu anda yapılmak istenenler de doğrusu bu amaca yöneliktir.
Tabii, zabıtlara geçti “Sayın Başbakan bayram namazından sonra miting yaptı.” dedi. Nerede miting yaptı doğrusu bilmiyorum, yapılmaz zaten böyle bir şey.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Birini ben izledim, Radikal gazetesinde yazdım “Süleymaniye’de Bayram Mitingi” diye.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, şimdi, gitmiştir bayram namazına. Çıkarken cemaat Başbakanı göreceğim diye orada toplanmışsa…
ATİLLA KART (Konya) – Örgüt toplanmış, pankartlar hazır…
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Hatta, “Radikal, Süleymaniye Bayram Mitingi” dersen benim yazımı görürsün.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani bir siyasi parti olarak biz buna ihtiyaç duymayız. Sayın Başbakanın camideki çıkan kalabalığa ihtiyaç duyacağını zannetmiyorum, o nereye gitse o kalabalığı zaten toplar.
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) – Ağabey bayağı şey kurulmuştu, platformlar… Ben izledim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Kaldı ki Diyanet İşleri Başkanlığı tabii cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte anayasal bir kurum olarak ortaya çıktı. Tabii, cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve o dönem iş başında bulunan devlet büyüklerimiz din birliğinin de çok önemli olduğunu düşünüyor. Yani bir toplumu ayakta tutacak tutkallardan bir tanesi de arkadaşlar, inanç birliğidir. Her ülke buna özen gösteriyor. Hatta anayasalarına öngörüyorlar bunu.
ATİLLA KART (Konya) – Ne güzel.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani kendi çocuklarını, o ülkede var olan inançları bilen, o inançlara göre hareket edecek insanlar olarak yetiştirmeye özen gösteriyorlar. Her ülkede bu böyledir. Batı’da hatta çocuklar daha ilkokulda kiliselere falan götürülür ki böyle bir inanç birliğini sağlamada bir sorun yaşanmasın diye. Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri buna önem verilmiştir, yani cumhuriyetin temelleri atılırken ben buna, başta Atatürk olmak üzere devlet büyüklerimizin önem verdiğini düşünüyorum. Diyanet İşleri Başkanlığı da buradan neşet etmiştir.
Tabii, Diyanet İşleri Teşkilat Kanunu’nda vatandaşlar din konusunda herhangi bir hususu Diyanet İşleri Başkanlığına sorabilirler, fetva isteyebilirler, çünkü Fetva Kurulu var yasası gereği. Orada da herhangi bir konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı açıklama yapabilir, görevi zaten bu. “Efendim, böyle bir şey yapmasın, cevap vermesin, fetva vermesin.” falan deniliyor, yasasını değiştirsinler. Şu anda yasa bunu gerektirmiş. Tabii, bu Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili konu herhâlde önümüzdeki günlerde gündemimize gelecek. Bunları orada çokça görüşeceğimizi düşünüyorum. Ama, bizim AK PARTİ olarak temel yaklaşımımız… Vatandaşlarımızın manevi bakımdan gelişmesini sağlayıcı tedbirler almanın, ben, devletin görevleri arasında kalmaya devam etmesi gerektiğini düşünenlerdenim.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Siz de buyurun, yalnız şunu söyleyeyim: Bu maddede durmuyoruz, geçeceğiz. Fakat aşağı yukarı herkes çerçeveyi çizdi, bu çerçeveye eğer uygun bir madde yapıyorsak ben anlaşabileceğimizi düşünüyorum. Ama şu söylenen ölçüde bunlar yanlış yapılmasın, din ve vicdan özgürlüğü en geniş şekliyle özgürlük olarak düzenlensin ve o laiklik ilkesinin benim de öyle gördüğüm iki temel unsuru bir şekilde yerine getirilebilecek, onu da içerecek bir düzenlemeyle biz bu işi bitiririz gibi geliyor.
Dostları ilə paylaş: |