Tolunoğulları


Bîrûnî / Abdullah Duman [s.662-680]



Yüklə 15,01 Mb.
səhifə77/110
tarix17.11.2018
ölçüsü15,01 Mb.
#83146
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   110

Bîrûnî / Abdullah Duman [s.662-680]


Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Hayatı ve Milliyeti

A. Künyesi

Bîrûnî’nin künyesi müellifler tarafından genelde, Ebû Reyhân el-Müneccim el-Bîrûnî,1 Muhammed b. Ahmed Ebû Reyhân el-Bîrûnî el-Harezmî,2 Ebû Reyhân Müneccim el-Bîrûnî,3 Üstâd Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî4 şeklinde kaydedilmektedir. İsim ve künyesinde eski müellifler arasında belirgin bir ayrılık olmadığı gibi, son dönem araştırıcıları da yukarıdaki künyelerden birisini tercih etmektedir.5 Kendi eserlerinin üzerinde de künyesi, Ebî er-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî olarak yazılmasına rağmen, Tahdîd Nihâyâtü’l-Emâkin li Tashîh-i Mesâfâtü’l-Mesâkin adlı eserinde küçük bir farklılık dikkatimizi çekmektedir. Bu eserinin üzerinde nisbesi, Bîrûnî olarak değil Beyrûnî şeklinde kaydedilmiştir.6

B. Ailesi

Bîrûnî’nin elimizde mevcut olan eserlerinde ve diğer kaynaklarda ailesi hakkında bilgi yok denecek kadar azdır. Bu sebeple anne-baba ve nesebini tespit etmek şu andaki bilgilere göre mümkün görünmemektedir. Bir şiirinde kendisi de bunu ifade etmiştir:

Zeki Velidi Togan, Bîrûnî’nin annesinin odun toplayan bir kadın olduğunu söyler ama bunu doğru kabul etmek mümkün değildir. Tavit Tancî onun ilme düşkünlüğü sebebiyle kendinden ve ailesinden bahsetmeye zaman bulamadığını7 belirtmektedir. Nitekim Bîrûnî’nin kendi ifadelerinden bilime çok erken yaşlarda başladığı, daha 18 yaşında enlem ve boylam ölçümleri yapabilecek seviyeye geldiği anlaşılmaktadır.8 Bu sözleriyle Bîrûnî’nin, anne ve babasının fakir olduklarını sonucu çıkarılabileceği gibi, Müslüman olmadıklarını söylemek istemiş olması da mümkündür.

C. Doğum Yeri

Bîrûnî, Makâle fî Hikâyet-i Ehli’l-Hind fî İstihrâci’l-Umr adlı eserinde kendi doğum yerini, “Benim doğum yerim şimal tarafında enlemi 41dakika 20 derece olan ve Medinetü’s-Selam’dan doğuya doğru tam bir saat olan Harezm şehridir. Doğum günüm Perşembe günü 3 Zilhicce 362 senesidir”9 şeklinde belirtmektedir. Bununla birlikte, Bîrûnî nisbesinin bir yerleşim yerine mensubiyetini gösteriyor olabileceği ihtimaliyle doğum yeri konusunda görüş ayrılıkları meydana gelmiş, müellifler bu yerleşim yerinin nerede olabileceğini, Bîrûnî nisbesinden yola çıkarak tespit etmeye gayret etmişlerdir. Örneğin, İbn Ebî Usaybia, 10 İbn-i Saîd, 11 Hansârî,12 ve Şehrezurî’ye13 göre, Bîrûnî sıfatı, Ebu Reyhan’ın, Sind’de bir şehir olan Bîrûn’a mensubiyetini belirtir. Dolayısıyla doğum yeri bu şehirdir.

Sem’ânî,14 Yâkût,15 Muhammed Abdulvahap el-Kazvînî,16 Hacı Halîfe,17 Ebu’l-Hasan Dehkan18 Bulgakov,19 G. Allana20 gibi müelliflere göre ise, Bîrûnî nisbesi Harezm’in dışına delalet etmektedir, dolayısıyla Bîrûnî Harezm’in dış sokaklarında dünyaya gelmiştir.

Zeki Velidi Togan, Günay Tümer ve Aslan Terzioğlu’na göre Bîrûnî, Türkmenistan’0aki bugün Kalpakskaya Şahabbas Veli adıyle bilinen Medine el-Harezm şehrinin Kâs denilen dış semtinde dünyaya gelmiştir.21

Yukarıda da geçtiği gibi, Bîrûnî, Harezm’de doğduğunu açıkça belirtmektedir. Bunun yanında Tahdîd adlı eserinde yine Harezm’den “vatanım” diye söz etmektedir.22 Aktarmaya çalıştığımız bilgiler ve kendi ifadelerini değerlendirdiğimizde Harezm’de doğduğu konusunda şüphe kalmamaktadır.

Ç. Vefat Tarihi

Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığı gibi, Bîrûnî’nin doğum tarihinde bir ihtilâf görünmemekle birlikte aynı şeyi ölüm tarihi hakkında söylemek mümkün değildir. Vefat tarihi ile ilgili müellifler tarafından aktarılan farklı rivayetler bu konuyu araştıranlar arasında tartışmalara sebeb olmuştur. Bu tartışmalar bazen doğum tarihinin de yanlış olabileceği fikrini gündeme getirmiştir.

Bîrûnî’nin ölüm tarihiyle ilgili tartışmaya yol açan sebeblerden en dikkat çekeni yukarıda belirtildiği gibi, Yâkut’un, rakamla kaydettiği 403 tarihidir.23 Zeki Velidi Togan, bu tarihin 443/1051-52’den galat olduğunu kabul etmek suretiyle, Bîrûnî’nin kendi ifadesiyle telif etmeye çalışır.24 Sayılı ise, “Bîrûnî’nin ölüm tarihinin gününe varıncaya kadar tafsilatlı bir şekilde kendi talebesi Ebu’l-Fazl es-Serahsî tarafından intikal ettiğini, bu durumun hatanın ölüm yılında değil de doğum yılında olduğu ihtimalini akla getirdiğini”25 belirtmektedir.

Bîrûnî, doğum tarihiyle ilgili bilgiyi kendisi verdiği gibi yaşının 80’i geçtiğini de kendisi bildirmektedir. Bu konuda verilen tarihler bir değerlendirilmeye tabi tutulduğunda kendi ifadelerine öncelik tanımak zorunda olduğumuz açıktır. Yaşının 80’i geçtiğini söylediği yıllarda gözlerinin ve kulaklarının zayıfladığını da söylemesine rağmen,26 zihninde herhangi bir problem yaşadığına dair bir şey belirtmemektedir. Dahası o, bu günlerde Saydale gibi ciddi bir eseri dikte ettirmekle meşguldür. Yine Yâkût’tan gelen bir rivayette, vefatından birkaç dakika önce bir dostuyla ferâizle ilgili bir problem çözecek27 kadar aklı başındadır. Bu durumda yaşının 80’i geçmesi ile ilgili sözlerinin herhangi bir hata veya zihinsel özürden kaynaklandığını söylememiz imkansızdır.

D. Milliyeti

Bîrûnî’nin ailesi ile ilgili malumat eksikliği milliyeti ile ilgili farklı iddiaların ortaya atılmasına sebep olmuştur. Onun Arap,28 Fars29 ve Harezmli30 olduğunu savunan görüşlerin yanında, “Bîrûnî, İbn Sînâ ve Fârâbî gibi âlimlerin Fars olduğu konusunda şüphe yoktur”31 diyebilecek kadar mutaassıp iddia sahipleri de bulunmaktadır. Hemen belirtmekte fayda var ki onun Arap olduğunu iddia edenlerin dayandıkları deliller, üzerinde durmaya değmeyecek kadar sathidir. Milliyeti konusundaki tartışmalar daha çok Fars veya Türklüğüyle ilgilidir.

Elimizdeki bilgiler, Bîrûnî’nin Türk olduğu konusunda şüphe bırakmayacak deliller ortaya koyar. Bu delilleri maddeler halinde şöyle inceleyebiliriz:

a- Bîrûnî Saydane adlı eserinde, “ben gerek Arapçayı ve gerek Farsçayı sonradan öğrendim. Bunların ikisi de benim ana dilim değildir. Bununla beraber bana; Arap dili ile hicvedilmem Farsça meth ve sitayiş edilmemden daha hoş gelir. Bu sözümü; Farsçaya çevrilmiş olan bir ilim kitabının ciddiyet ve revnakının gittiğini ve parlaklığının sönerek küsufa uğradığını ve gölge altında kaldığını, artık ondan istifade etmenin mümkün olmadığını takdir edebilenler tasdik ve kabul ederler. Farsça; yalnız, kisralara dair verilen haberlere ve gece masallarına yarar”32 demektedir. Bîrûnî, “Farsça ve Arapçayı sonradan öğrendim” dediğine göre bu iki dilin ana dili olması mümkün değildir. Ana dili olmadığına göre onun Arap veya Farisî olduğu da düşünülemez.

b- Âsâru’l-Bakıye adlı eserinde Harezmliler’i “İran ağacının bir dalı”33 olarak nitelendirdiğine göre Harezmcenin de Farsça veya Farsçanın bir dalı olması gerekir. Bu durumda Harezmcenin de Bîrûnî’nin ana dili olduğunu söyleyemeyiz. Bölgede, Bîrûnî’nin ana dili olma ihtimali olan bir başka dil Soğdca’dır. Bîrûnî’nin kendi ifadesine göre, Harezmce ve Soğdca ilim dilidir. Çünkü o, Harezm ve Soğd dilinde yazılmış eserlerden bahsetmekte, hatta Kuteybe b. Müslim’in Harezm ve Soğdluların eserlerini yaktığını, bilim adamlarını öldürdüğünü ve tarihlerini yok ettiğini belirtmektedir.34 Bîrûnî’nin Harezm ve Soğd kültürü ile ilgili verdiği bilgilerden Harezm dilinin iptidaî bir dil olmadığı, aksine bilim dili olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Bîrûnî, Kitâbü’s-Saydale adlı eserinin ön sözünde, “dünyanın her tarafında Arapçaya kitaplar tercüme edilmiş ve ilimler bu dile çevrilmiş olmakla Arapça zenginleşmiş ve gönüllerde yer bulmuş ve bu dilin güzelliği gönüllerden damarlara geçmiş ve işlemiş bulunmaktadır. Bununla beraber herkes kendisinin alışkın olduğu akranlarının arasında konuşup görüştüğü dili, ana dilini daha hoş ve daha tatlı bulur. Ben bunu kendi nefsimden biliyorum. İlim dili olan Arapça yerine benim ana dilim ile ilim tespit edilmiş olsaydı oluk üzerine çıkmış olan deveye veya tarla sürmek için çifte koşulmuş olan zürafaya şaşıldığı gibi şaşılır ve hayret edilirdi”35 demektedir.

Bîrûnî’nin bu ifadelerinden Arap, Fars veya Harezmli olmadığı gibi Soğd milletinden olmadığı da açıktır. Zira bir taraftan Harezmlileri “İran ağacının bir dalı” olarak nitelendirmekte, Harezm ve Soğd kültüründen bahsetmekte, diğer taraftan ana dilinin bilim dili olmadığını ifade etmektedir. Türkçenin Harezm bölgesinde X. özellikle XI. yüzyılda etkili olmaya başlaması XIII. yüzyılda olgunluk devresine ulaşarak Harezm Türkçesine dönüşmesi36 düşünülürse, Bîrûnî’nin X. yüzyılda bilim dili olmadığını söylediği ana dilinin Türkçe olma ihtimali çok yüksektir.

c- Bîrûnî’nin eserlerinde Türkçe konuştuğunu ima eden cümlelerine şahit oluyoruz. Sir Derya havzasındaki Sütkentli bir Türkmen tabibin mumyalarından bahsederken Türkmenceyi daha çocukluğunda bilen birisi sıfatıyla anlatmaktadır. Cemâhir adlı eserinde geçen bu ifadeler şöyledir. “Delikanlılığımda bir ihtiyar Türkmen hatırlarım. Bu ihtiyar Sütkent hududundan her yıl Harezmşâh’a gelir ve kendi yapmış olduğu nebati mumya ve saireden mürekkep birtakım hediyeler getirirdi. Bu ihtiyar, ilaçları tamamıyla otlardan yaptıklarını ve otlardan yapılan ilaçların tesirlerinin daha fazla ve daha çabuk olduğunu iddia ederdi.”37

Yine Türkçe konuştuğunu düşünmemize zemin hazırlayan Saydane adlı eserindeki cümleleri şöyledir: “Türklerden biri bana bu yağmur taşından bir miktar getirmiş ve bunu benim sevinçle derhal münakaşasız kabul edeceğimi zannetmişti. Ben; bu taşı kabul etmeden önce kendisinden bu taş ile yağmur mevsimi dışında yağmur yağdırmasını, yağmur mevsiminde olursa benim istediğim muhtelif defalarda bunu tekrar etmesini, bu şekilde bana kanaat gelecek olursa kendisine umduğundan fazla ikram edeceğimi söyledim. Bu taş ile yağmur yağdırmaya kalkışan bu kimse, taşı suya daldırdıktan sonra homurdanmaya ve bağırmaya başladı. Fakat yağmurdan bir eser zuhur etmedi. Sadece kendisinin havaya fırlatmış olduğu sular yere düştü.”38

d- Tahdîd adlı eserinden Bîrûnî’nin, Cürcanda kaldığı süre içinde astronomik gözlemlerine devam ettiğini, Dünyanın çevresini ölçmek için bir ara Dihistan ve Guzz Türkleri arasındaki bir bölgeye gitmek istediğini fakat parasızlık sebebiyle gidemediğini öğreniyoruz.39 Togan bu konuda, “kendisi Türk olmayan birisinin göçebe Oğuz Türkleri arasına gidip rasat tetkikatında bulunması, bence muhtemel görünmüyor” demektedir.40

e- Bîrûnî, Hint toplumunu ve bilimini araştırmak için Hindistan’a gitmiş ve yıllarca orada kalmıştır. Sanskritçeyi sonradan öğrendiğini belirten rivayetler vardır. Örneğin Yakut, Sanskritçeyi Hindistan’a gittiğinde öğrendiğini belirtmektedir.41 Bu durumda bu dilin de onun anadili olmadığı ortadadır. Diğer taraftan Bîrûnî, Arapça ve Farsçayı sonradan öğrendiğini belirtmekle birlikte Türkçe öğrendiğini gösteren bir kayıt mevcut değildir. Halbuki o, çocukluğunda Türkmen bir ihtiyarla konuştuğunu hatırlamakta, Guzz Türklerinin arasına giderek araştırma yapmak istediğini belirtmektedir. Yine uzak Türk ülkelerinden gelen elçinin “kutup yakınındaki denizin ötesine kadar uzanan memleketinin müntehasında güneşin, geceleri karanlık olmayacak şekilde, mütemadiyen ufkun üstünde kalmak suretiyle devrini yaptığını söylediğinde”, Sultan Mahmud bu konunun izahı için Bîrûnî’yi davet etmekte ve meselenin izahını istemektedir.42 Bu durumda Bîrûnî’nin Türkçeyi ana dili olarak zaten bildiğini, Arapça, Farsça veye Sanskritçe gibi sonradan öğrenme ihtiyacı hissetmediğini söyleyebiliriz.

f- Bîrûnî, eserlerinde Türk tarihine ve etnoğrafyasına ait malumat naklederken Türkçe isimleri adeta kendisine has bir Türk şivesi ile yazmakta, q yerine kh, g yerine gh kullanmakta, şark Türkçesindeki g’leri y’lere dönüştürmektedir. Togan, bu dönüşümlerin Harezm Türk ve Peçenek şivesi hususiyetleri olduğunu belirtmektedir.43

g- Bîrûnî, annesi ve babası hakkındaki “Ebu Leheb ve hammaletel hatab” sözleriyle onların, Müslüman olmadıklarını, bu sebeble haklarında konuşmak istemediğini belirtmiş de olabilir. Şimdi bu düşüncemiz doğru ise, Bîrûnî’nin Türk olma ihtimali çok yüksektir. Çünkü X. yüzyılın sonlarına kadar Horasan, Harezm ve Maveraünnehir bölgelerinde hakim unsur oldukları anlaşılan İranlılar tamamen Müslümanlaşmıştı. İran’a İslâm dininin Hz. Ömer devrinde girdiği ve İslâm akınlarının bu dönemde Ceyhun nehrine, yani Maveraünnehir bölgesine dayandığı düşünülürse aradan geçen üç asırlık zaman içerisinde bu bölgede yaşayan İranlılar ve diğer milletlerin İslâm dini konusunda olgunluk devresine ulaştıklarını söyleyebiliriz. Halbuki Türkler bu tarihlerde İslâm dinine yeni girmektedir; ve henüz tamamı Müslüman olmamıştır. Karahanlılar bir taraftan Müslümanlarla savaşırken bir taraftan kendi ırktaşlarından Müslüman olmayanlarla savaşmaktadır. Yengi Kent’ten Cend bölgesine geçen Selçukluların İslâm’a giriş sebebi de ilginçtir. Ebü’l-Ferec bu hadiseyi şöyle aktarır: “Yengi Kent’te Oğuz Yabgusuyle arası bozulan Dukak oğlu Selçuk kabilesi ile beraber gizlice Turan yani Türk diyarından İran diyarına çobanlık etmek bahanesi ile geçtiler. Bunlar İranlıların Müslüman olduklarını görerek ‘Biz içinde yaşamak istediğimiz bu memleket halkının dinini kabul etmez ve onların törelerine uymazsak bir kimse bize iltifat etmez ve biz tek başımıza yaşamaya mahkum bir azınlık halinde kalırız dediler.’ Bundan sonra Harezm diyarında sürülerini otlattıkları çölün civarında olan Harezm’e ait Zandak şehrine bir elçi gönderdiler.

Şehrin valisinden kendilerine İslâm’ı öğretecek bir âlim göndermesini istediler. Vali bir çok hediyelerle birlikte bunlara bir adam gönderdi…”44 Ebu’l-Ferec’in bu sözleri Farslıların bu dönemde tamamen İslâm’a girdikleri Türklerin ise girme aşamasında oldukları ile ilgili fikrimizi desteklemektedir.

Yine bu devrin özelliğini Bîrûnî’nin, “Oğuzlardan birisi Müslüman olduğunda Türkmân oldu denilirdi”45 sözü bütün çıplaklığıyla anlatmaktadır. Bîrûnî’nin ailesinin Harezm’e dışarıdan geldiğini ve Kâs’ın kenar semtlerinden birisine yerleştiğini bu sebeble kendine “dış” anlamında Bîrûnî nisbesi verildiğini belirtmiştik. Bu bilgileri birleştirdiğimizde şu sonuca ulaşabiliriz. Bîrûnî’nin anne ve babası Harezm’e göç eden Oğuz Türk ailelerinden birisiydi; ve bu göç hadisesi doğumuna yakın bir tarihte vuku bulmuştu.

Diğer taraftan onlar Müslüman değillerdi. Muhtemelen eski dinlerini hâlâ devam ettiriyorlardı; veya henüz İslâm’a girmeden vefat etmişlerdi. Bîrûnî’nin, anne ve babası ile ilgili “Ebu Leheb ve hammaletel hatab” sözleriyle işte bu gerçeği, yani onların Müslüman olmayan Türk ailelerden birisi olduklarını ima etmiş olması muhtemeldir.

Hayat Serüveni

Eylül 973 senesinde Harezm’deki Kâs, bu günkü Şah Abbas Veli kasabasında doğmuştur.46 Bîrûnî’nin doğduğu yıllarda Harezm, doğu ve batı olmak üzere Sâmânoğulları Devleti’ne bağlı iki valilik tarafından paylaşılıyordu. Doğu Harezm, merkezleri Kâs olmak üzere, Harezmşâhlar tarafından yönetilirken, merkezi Cürcâniye/Gürgenç olan Batı Harezm, Me’mûnoğullarının idaresi altında idi. 47

Bîrûnî’nin, Afriğoğullarından Harezmşâhların himayesine ne şekilde girdiği belli olmamakla birlikte, 362/973’te Harezm’de doğduğunu belirtmektedir.48 Diğer taraftan, 380/990’da Harezm’in enlem ve boylamını belirlemek için çalıştığını,49 995’te Harezm yakınlarındaki Ceyhun nehrinin batısındaki Buşkana köyünün ölçümleriyle uğraştığını ifade etmektedir.50 Bu ipuçlarından, Harezmşâhlar ve Me’mûnîlerin Ekim 995’te yaptıkları savaşa kadar Harezm’de yaşadığı anlaşılmaktadır. Yine çocukluğunda Harezm sarayına ilaç getiren Türkmen bir ihtiyarla konuştuğunu hatırladığını belirtmesi,51 18 yaşında enlem hesaplamaları yapabilecek seviyede bilgi donanımına sahip olması, saray eğitimi ve terbiyesiyle büyüdüğünü göstermektedir.

Harezmliler ve Me’mûniler arasında yapılan savaştan52 savaştan sonra Bîrûnî, ana vatanım dediği Harezm’i terk etmek zorunda kalmış ve Ziyârîlerin başkenti Cürcan/Gürgan’a giderek Cürcan, Gîlan, Taberistân, Kûhistân gibi yerlerin hâkimiyetlerini yüzellibeş yıl, 315-927-1077 ellerinde tutmuş olan Ziyârîlerden Kâbûs b. Veşmgîr’in hizmetine girmiştir.53 Bîrûnî’nin Kâbûs’un sarayına tam olarak ne zaman geldiği konusu açık değildir. Kendisi Harezm sarayından ayrıldıktan sonra müddet Rey’de bulunduğunu, burada her yönden perişan bir halde olduğunu belirtmekle beraber, süresi konusunda bir ip ucu vermemektedir.54

Cürcaniye/Gürgenç’e dönünceye kadar Kâbûs’un hizmetinde rasat faaliyetlerini ve ilmî çalışmalarını devam ettirdiğini, hatta ay tutulmasını gözlemlemek için 997 tarihinde Harezm’de bulunduğunu görüyoruz.55 Bîrûnî, Kâbus’a kitap atfetmek56 ve onu övmekle birlikte57 katı kalpliliğinden ve sert mizacından hoşlanmaz.58 Me’mûn b. Muhammed’in 997’de vefatıyla Cürcaniye/Gürgenç’te Harezm tahtına geçen oğlu, Ebu’l-Hasen Ali b. Me’mûn’un, 1009’da daveti üzerine Harezm’e dönerek, Me’mûnoğulları’nın 995-1017 hizmetine girmeyi tercih eder.59 Ebu’l-Hasen Ali b. Me’mûn’un aynı yıl ölmesiyle, tahta çıkan kardeşi Ebu’l-Abbas Me’mûn b. Me’mûn, Bîrûnî’yi koruması altına alır.60 Bîrûnî’nin ifadelerinden Ebu’l-Abbas’ın kendine çok iyi davrandığı çalışmasına zemin hazırladığı anlaşılmaktadır.61 Bîrûnî’nin bu sarayda devrinin ileri gelen bilginlerinden bazılarıyla tanışma ve bilimsel meseleleri tartışma imkânı bumuştur. Ebu sehl İsa el-Mesîhî, Ebu’l-Hayr el-Hammâr, Ebu Nasr Mansur b. Irâk ve İbn-i Sînâ bunlardan sadece bir kaçıdır.62

Sultan Mahmud’un, Harezm bölgesini, 1017’de fethetmesine kadar Cürcaniye/Gürgenç’te kalan Bîrûnî’nin bu tarihten itibaren vatanı Gazne’dir. Sultanla beraber Gazne’ye giden Bîrûnî, çalışmalarını burada sürdürmüş,63 yine Sultan’ın sağladığı destekle Hindistan’a giderek Hint bilim ve kültürünü inceleme imkanı bulmuştur. Gazneli Mahmud 421/30 Nisan 1030’da elli dokuz yaşında vefat ettiğinde, yerine geçen oğlu Mes’ûd 1030-1040, onu, babası gibi himayesi altına almış ve kendine her türlü imkânı sağlamıştır. Mes’ûd’un vefatıyla tahta geçen oğlu Mevdûd 1040-1048 tarafından da korunan ve desteklenen Bîrûnî, seksen küsur yaşında Gazne’de vefat etmiştir.64

Eserleri


Bîrûnî’nin eserlerinin isimlerini kendi eserlerinin yanında çeşitli kaynaklarda bulmak mümkündür. Meşhur İslam âlimi ve hekimi er-Râzî’nin hayatı ve eserlerine ait yazmış olduğu “Fihrist” adlı risalesinde Bîrûnî, kendi eserlerinden 113 kadarının da ismini zikretmektedir. Kendi eserlerine ait bu listeyi 1037 senesinde yazdığı için bu tarihten itibaren yazmış olduğu eserleri bu listede yer alamamıştır.65 Bîrûnî’nin “el-Âsâru’l-Bâkiye” adlı eserini tercüme ederek neşreden Eduard Sachau bu esere yazmış olduğu mukaddimede Bîrûnî’nin 1037 senesinden sonra 12 sene zarfında telif ettiği eserlerini de isimleriyle beraber ilave etmiştir.66

Bîrûnî’nin eserlerinin 13 kadarının ismi İbn Ebî Usaybia’nın Uyûnü’l-Enbâ’sında67, 63 tanesi Hacı Halîfe’nin Keşfü’z-Zünûn’unda68, uzun bir listesi de Sâlih Zeki’nin Âsâr-ı Bakiye’sinde69 zikredildiği gibi, H. Suter ve E. Wiedeman tarafından da, Beitir. Z. med. Naturwissesschaft, Geshichte zur Erlangen, LX, 71-79’da kaydedilmiştir.70 Bîrûnî’nin eserlerinin diğer bir listesi de Topkapı Sarayı Revan Kütüphanesi, Nr. 1938’de Osmanlı devri âlimlerinden Ahmed Nureddin b. Ali ibn Sümbül el-Mahallî’nin “Kânûn fi’t-Dünya” isimli eserinde yer almaktadır.71

Bu alanda yapılan son araştırmalara göre Ghulam Rabbani Aziz Bîrûnî’nin 114 tane eserinin olduğunu, birçok eserinin 13. yüzyılda Cengiz Han tarafından yok edildiğini belirtirken,72 Togan bu sayıyı 146 olarak aktarmakta ve şimdiye kadar bunlardan sadece 13 tanesinin neşrolunduğunu bildirmektedir.73 Jamil Ali 148 tane kitabının bilindiğini, yaklaşık 32 tanesinin günümüze geldiğini,74 Rengin Dramur konuyu tartıştıktan sonra Bîrûnî’nin toplam eser sayısının 180 civarında olduğunu, 20 tanesinin zamanımıza geldiğini kaydetmektedir.75 Bîrûnî’nin eser sayısı Aydın Sayılı tarafından da 180 olarak belirtilmektedir.76 G. Allana Bîrûnî’nin konularına göre kitaplarını şöyle tasnif eder:

a- 18 adet geometri ve astroloji.

b- 15 adet coğrafya.

c- 8 adet matematik.

d- 4 adet ışık.

e- 5 adet usturlâp.

f- 5 adet mevsimler.

g- 5 adet kuyruklu yıldızlar.

ğ- 12 adet ay istasyonları.

h- 7 adet astroloji.

ı- 13 adet hikâye ve masal.

i- 6 adet din.

j- 20 adet bitmemiş.77

B. Günümüze Gelen Eserlerİ ve Konuları

el-Âsâru’l-Bâkiye ani’l-Kurûni’l-Hâliye: Bîrûnî’nin, Cürcan’da bulunduğu sırada 28 yaşlarında iken Arapça olarak telif ettiği ilk eseridir. Bu eserini Cürcan hükümdarı Kâbus b. Veşmgîr’e ithaf etmiştir.78 Eser milletlerin kullandıkları takvimlerle ilgilidir.

Tahdîd Nihâyâtü’l-Emâkin li Tashîh-i Mesâfâtü’l-Mesâkin: Bîrûnî, bu eserin yazımına Sultan Mahmud tarafından Gazne’ye götürüldüğünde başlamıştır. Eserin üçüncü bölümünü yazarken 2 Cumâdâ salı günü/Ekim 1018 Kâbûl’un yanında bir köy olan Ceyfur’dadır. Burada bulunuş amacının Ceyfur ve çevresinin enlemini ölçmek olduğunu, ancak alet eksikliği sebebiyle Nuh ve Lut’un (a.s.) bile görmediği müthiş bir sıkıntı içinde olduğunu söylemektedir.79 Tahdîd yine kendi ifadesine göre, 28 Ağustos 1025’te Gazne’de tamamlanmıştır.80 Eser şehirlerin arasındaki mesafelerin, enlem ve boylamlarının doğru olarak belirlenmesi ile ilgilidir.

Kitâbü’t-Tefhîm fî Evâ’ili Sınâ’ati’t-Tancîm: 1029’da tamamladığı eseridir. Eserin hem Arapça hem de Farsça nüshaları mevcuttur. Arapçasını aslen Harezmli olduğu anlaşılan emirlerden Ebü’l-Hasan Ali b. Ebi’l-Fazl el-Hassî’ye, Farsçasını Reyhâne Bint-i Hüseyin el-Harezmi’ye ithaf etmiştir. Eser sual ve cevap şeklindedir. Bu eser, astronomik bilimlere giriş mahiyetinde olup matematik, astronomi, astroloji ve coğrafya ile ilgili konuları ihtiva etmektedir.81

Tahkîku Mâ li’l-Hind min Makûletin Makbûletin fî’l-Akl ev Merzûle: Bîrûnî’ye bu eseri yazma fikrini hocası Ebû Sehl Abdü’l-Mün’im İbn Ali İbn Nûh et Tiflisî vermiştir. Ebu Sehl’in, Hintlilerin din ve kültürlerini öğrenmek, dini meselelerde onlarla tartışmak isteyenlere yardım olsun diye Hintliler hakkında bildiği şeyleri yazmaya teşvik etmesi üzerine yazmıştır.82 Hint kültür ve akîdelerini ortaya koymak üzere kaleme aldığı eser, bizzat Hindistan’a giderek yaptığı gözlem ve araştırmalara dayanmaktadır.

el-Kânûn’ü-l Mes’ûdî: Bîrûnî 1030’da Hindistan’dan tekrar Gazne’ye dönmüş ve bu eserinin çalışmalarına başlamıştır. Gazneli Mahmud’un ölümünden sonra 1031 yılında tahta geçmesi üzerine Mes’ûd’a atfetmiştir.83 Bu eser Sultan Mes’ûd’un çok yakından alâkadar olduğu riyâziyât ve hey’et’in esas meselelerini aydınlatmak maksadıyla kaleme alınmıştır. Eser bittiğinde Bîrûnî sultan tarafından ödüllendirilmiştir.84 Eser, bir astronomi ansiklopedisi mahiyetindedir, astroloji, kronoloji, coğrafya, jeodezi, trigonometri, meteoroloji gibi konularda önemli bilgiler ihtiva etmektedir.85

el-Cemâhir fî’l-Cevâhir: Bîrûnî’nin Gazne hükümdarı Mevdûd’a ithaf ettiği eserdir. 86 Madenleri alfabetik bir sıraya göre inceleyen eser, içtimaî, siyasî, kültürel, ahlâkî, tarihî, etnolojik, dinî bilgilerden ve müellifin hayat tecrübelerinden fizik, kimya, tıp, mineroloji-madencilik gibi konulara kadar çeşitli alanlardaki tespitleri ihtiva etmektedir.87

Kitâbü’s-Saydale: Bîrûnî’nin günümüze ulaşan son eseri olarak bilinmektedir. Müelif bu eseri üzerinde çalışırken 1050’de seksen yaşını aştığını ifade etmektedir.88

Bu el yazma nüshanın mukaddimesinde, Bîrûnî, bu eserinin tamamlanmasında kendisine yardımcı olan ve o zamanlar Gazne’deki hastahanede çalışan hekim Hamid Ahmed ibn Muhammed en-Nahşei’ye teşekkür etmektedir.89 İbn Ebî Usaybia eser hakkında şöyle demektedir: “Bîrûnî bu eserinde ilaçların adlarını, terkiplerine ait bilgileri ve hekimlerle diğer âlimlerin bunlarla ilgili görüşlerini etraflıca izah edip, bunları alfabetik sıraya göre düzenlemiştir”90

Bîrûnî bu kitabında, ilaçların ve bitkilerin isimlerini Arapça, Farsça, Yunanca, Süryanice, Sanskritçe, Türkçe, Soğdca, Harezmce, Sigzîce/eski Sistan kaydetmiştir. Şu anda yaşamayan dillerden de bahsetmesi yönüyle eser bir lisan hazinesidir.

Risâle fî Fihrist-i Kütüb-ü Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî: Bîrûnî’nin, Râzî’nin eserlerini kaydederken altmış beş yaşına kadar kendi yazdıklarını da sıraladığı eseridir.91 Bîrûnî, bu eseri hazırlarken kendinden öncekilerden Galen ve Hüneyn b. İshâk’ı takip etmiştir. Kitabın başlangıcında, bu eseri, Râzî’nin eserleri ve tıp iliminin başlangıcı hakkında bilgi sahibi olmak isteyen bir kişinin ricası üzerine yazdığından bahsetmektedir. Eserde Râzî’nin doğum ve ölüm tarihini vermekte, kimyadan tıp ilmine nasıl geçtiğini ve bu ilimde nasıl başarılı olduğunu anlatmaktadır. Râzî’nin, asrında, tartıştığı âlimler ve konuları içermesiyle de devrindeki dinî, sosyal ve kültürel yapıya ışık tutması yönüyle de tarihi bir değere sahiptir.92


Yüklə 15,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   73   74   75   76   77   78   79   80   ...   110




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin