Türkiye’de Çağdaş Anlamda


XIX. Yüzyılın İkinci Yarısının ve XX. Yüzyılın Başlarının Fotoğraflarında Osmanlı Mimarisi / Dr. Galina V. Dlujnevskaya [s.360-366]



Yüklə 13,38 Mb.
səhifə35/106
tarix26.08.2018
ölçüsü13,38 Mb.
#74397
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   106

XIX. Yüzyılın İkinci Yarısının ve XX. Yüzyılın Başlarının Fotoğraflarında Osmanlı Mimarisi / Dr. Galina V. Dlujnevskaya [s.360-366]


Rusya Bilimler Akademisi / Rusya

Fotoğraf (photo ve Yunanca grapho’dan gelir-yaz, çiz), özel ışık ve hassas maddeler kullanarak, zaman içinde suretlerin korunmasının uygulanabilir bilimsel bir yöntemidir. Yöntemlerin ve araçların uygulanması sonucu fotoğrafik belgeler gibi suretlerin oluşmasıyla, bu yöntemlerin ve araçların gelişimi bilime tabi olur. Fotoğrafik belgelerin anlamı, hem onların yaratılma maksadına, hem de nesne olan suretlerin uygunluğuna bağlıdır. Antik ve modern kökenin maddi yapıları ve nesneleri ile birlikte, bilimsel fenomenler, tarihsel olaylar ve bu olaylar bağlamında insan, yaygın bir sanatsal ve bilimsel anlamdır. Tarihsel bir kaynak olarak fotoğraf, arkeolojik kaynaklar ile beraber maddi kanıtları biçimlendirir, ama bir nesnenin eşzamanlılığının çoğulluğuna ve “belgelemenin” gelişimine de sahiptir. Fotoğraf, anlatı kaynaklarının ve yerel geleneklerin yorumunun alanı için yardımcı bir tarihsel disiplin olarak hizmet eder. Bir foto belgenin tüm diğer maddi kanıtların tekil ve görsel olarak oldukça farklı olmasını gösteren bu örnekler içinde, fotoğrafın anlamı hala büyüktür: görmek, anlamak, çözümlemek, kapalı biçimleri yeniden inşa etmek ve ayarlamak. Maddi kültür tarihinin alanını aşarak, fotoğraf, hem olayların bağlamında hem de etnografik, antropolojik ve panoramik bağlamlarda tarihsel kayıtların değerine sahip olur. Fotoğrafın canlı ve nesnel biçimleri, foto belgenin yaratımında öznenin katılımı ile çatışmaz. Çünkü özne, kültürel ve sosyal gerçekliklerin bir temsilcisidir. Genel anlamda, fotoğraf, bilginin bir kaynağı ve, eğer bilimsel olarak konu edinilirse, gündelik hayatın ve uygarlıkların ortaya çıkışının resimli bir ansiklopedisidir de.

Rus Bilimler Akademisi’nin Maddi Kültür Tarihi Enstitüsü (St. Petersburg) fotoğraf koleksiyonu, bilginin farklı insani bilimsel dalları ile ilişkili bir milyondan fazla parçayı barındıran bir hazineye sahiptir. Arşiv, öteki materyallerin yanı sıra, “19. Yüzyılın İkinci Yarısının ve 20. Yüzyılın Başlarının Fotoğraflarında Osmanlı Mimarisi” konulu çok sayıda belgeyi toplamıştır: 1920’lere kadar Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’daki birçok bölgeyi elinde tutan Osmanlı İmparatorluğu içindeki anıtların fotoğrafları. Fotoğraflar, Türkiye (İstanbul, Konya, Edirne, Kars, Erzincan vd.), Selanik (antik Solun) ve Makedonya’daki mimari yapıları gösteren 3000’den fazla negatif ve pozitifleri içerir. Sadece Rus bilimadamları ve fotoğrafçılarının-N. P. Kondakov, B. V. Farmakovskiy, Y. I. Smirnov, N. L. Okunev, I. F. Barshchevskiy, D. I. Yermakov ve diğerleri-çektiği fotoğraflar değil, Sebah ve Joaillier, Abdullah Kardeşler, Nadar, Bisson Kardeşler Batı Avrupalı fotoğraf sanatı ustalarının da fotoğrafları saklanmaktadır. Fotoğrafların çoğu, 1880’lerin ortalarında Avrupa’yı boydan boya kapsayan uzun bir yolculuğa çıkmış mimar, M. T. Preobrazhenskii tarafından satın alınmıştır.

Geçen yüzyılın sonunda ve bu yüzyılın başında, birçok ünlü orientalist -V. D. Smirnov, N. I. Veselovskii, N. Y. Marr, I. A. Orbeli ve diğerleri- Rusya Bilimler Akademisi ve İmparatorluk Arkeoloji Komisyonu’nun direktifleri ile Kırım, Kafkasya ve Asya Türkiyesi’nde çalışmıştır. Kırım’da ve Kafkasya’da çekilmiş ortalama 2.700 fotoğraf vardır.

Kafkasya ile ilişkili materyallerin çoğu, akademisyen N. Y. Marr’ın koleksiyonu’ndan gelir (1890-1933’un fotoğrafları ve negatifleri). Marr’ın koleksiyonu (No. 23) 1490 negatif ve 2952 basımdan olusur. Fotoğraflar, Ani’deki kazıları (1892-1893, 1904, 1906-1913) ve 1916’da Van’da I. A. Orbeli ile ortaklaşa yaptığı kazıları (Van kayalığının kuzey yamaçlarındaki nişlerin ve Van Kalesi’nin duvarlarının kazısı); 1892-1893’te Ermenistan’a (mimari yapılar, antik kent-yerleşimleri), ve 1904’te Şavşia ve Klarjia’ya yapılan gezileri (mimari fotoğraflar ve etnolojik materyaller) gösterir. 1915-1916’nın kışında, S. V. Ter-Avetisyan’ın Van seyahatinin fotoğrafları ve 1917 yazında N. L. Okunev’in Kafkas cephesi gezilerinin fotoğrafları da vardır. Ayrıca, N. Y. Marr ve onun takipçilerinin alan çalışmaları ile ilişkili bir fotoğraf serisi de bulunmaktadır: Gekham Dağlarına N. Y. Marr ve Y. I. Smirnov’un gezileri, 1913-1914’te Şiravakan’a I. A. Orbeli ve A. A. Loris-Calantar’in gezileri, 1911-1912’de Asya Türkiye’sine I. A. Orbeli’nin gezileri, N.Y. Marr’ın yabancı ülkelere gezilerinden materyaller de vardır: 1898’de Athos’a ve 1902’de Sina’ya (Athos Dagindaki Iver Manastırı’ndan 10. ve 11. yüzyıl elyazmaları ve Sina Manastırı’ndan Arap ve Gürcü elyazmaları). 1933’te Türkiye ve Yunanistan’a N. Y. Marr’ın fotoğrafçı Georgiadi ile birlikte yaptığı geziden materyeller, Ankara Müzesi koleksiyonundan mezartaşlarının fotoğraflarını ve Mistra’daki Ortaçağ yerleşimlerinin-mimarlık ve freskolar- baskılarının bir albümünü içerir.

1850’lerin ve 1890’ların fotoğrafları, Büyük Prens Amiral Konstantin Nikolayeviç’in ve Bilimler Akademisi’nin başkanı Konstantin Konstantinoviç’in bunun gibi koleksiyonundan toplanmıştır: Sivastopol ve 1853-1856 Kırım Savaşı sonrası kentteki müstakil binaların görüntüleri (koleksiyon, harabe halindeki Peter ve Paul Katedrali ve Deniz Kuvvetleri Meclis Binası’nı da içerir). Aynı koleksiyon (Q209, 18 fotoğraf) 1870’lerde çekilmiş İstanbul manzaralarına da sahiptir. Birisi, özel olarak “Ruslar için” çekilmiş fotoğrafların bir baskısıdır: Boğaziçi’nin yandan manzaraları, Rumeli Hisarı ve boğaz sahilindeki Dolmabahçe Sarayı, Rus Büyükelçiliği ve Büyükdere’deki büyükelçinin villasını gösteren şehrin Avrupa tarafı fotoğraflanmış ve albüm, büyük ihtimalle, “Büyük Prens Konstantin”in Odessa’dan Büyükdere ve İstanbul’a yaptığı bir sonraki gezi sırasında 1876’da Konstantin Konstantinoviç’e sunulmuştur.

İmparatorluk Arkeoloji Komisyonu’nun Koleksiyonu’ndan çok sayıda fotoğraf (Koleksiyon No: 1), Bahçesaray Sarayı’nın restorasyonunun gelişimini (S. S. Neksarov tarafindan fotoğraflanmış, 1915) ve Kırım’daki “mağara şehirler”in mimarisini (N.I. Repnikov tarafından fotoğraflanmış, 1914) yansıtır. A.L. Yakobson’un-ortaçağ mimarisinde önemli bir uzman-koleksiyonu, belki çok değerli olabilir: 1926’dan 1984’e kadar olan dönem boyunca, şu anda yok olmuş yerleşimlerin bir örneğini kaydetme şansı ona nasip olmuştur.

Uzmanlar, İslam mimarisini beş okula ayırırlar:

1) Suriye-Mısır (Suriye, Arabistan, Mısır); 2) Mağrib (Cezayir, Fas, Tunus, İspanya ve Sicilya); 3) Fars (İran, Mezopotamya, Ermenistan, Kafkasya, Türkistan, Afganistan, Belucistan); 4) Türk ya da Osmanlı (İstanbul, Anadolu); 5) Hint (Hindistan). Hindistan dışında, bu devletlerin çoğu, bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası idi ve MKTE RBA’nın arşivlerinde saklanan belgelerin birçoğunda bu ülkeler gösterilir. Bu belgelerin çoğu, hala yayınlanmayı ya da bir şekilde zikredilmeyi beklemektedir.

14. yüzyılda başlayan ve 16. yüzyılın sonuna kadar süren Türklerin askeri ve siyasi başarıları, bazı noktalarda kültürel gelişimini önceden belirlemiştir. Mimarlığın da içinde bulunduğu Osmanlı Sanatı, 14. yüzyılda ve 15. yüzyılın ilk yarısında şekilenmiştir ve Selçuklular’ın, İran, Gürcistan, Ermenistan ve Arap ülkelerinin insanlarının sanatsal deneyimleri de kesinlikle hesaba katılmalıdır.

16. ve 17. yüzyıllarda, özne olarak çok güzel çiçekli doğa örnekleri, hayvanların, hükümdarın avlanmasının, tekli savaşçıların, bayramların ya da meyva bahçesindeki buluşmanın geleneksel tasviri ile karışarak popülerleşmiştir. Tümü birçok yere gönderilmiş olan süslü kumaşların -kadifeler, satenler, brokarlar,- muhteşem ipek ve yünlü halıların, törensel silahların, ahşap objelerin, kemik ve sedef ile süslenmiş ve hüsnühat ve minyatür örneklerinin taşındığı deri kılıf içindeki el yazmaları ve albümler, Rusya, İspanya, Fransa ve diğer ülkelerdeki süs sanatlarının ve sanatsal tatların gelişimini etkilemiş, böylece dünya kültürünün bir parçasını oluşturmuştur. 15. yüzyılın ikinci yarısı ve 16. yüzyıl, şüphesiz, İmparatorluk sanatının altın çağıdır. Zaferinin doruğunda, Osmanlı İmparatorluğu, kuzeydeki Viyana’dan güneydeki Aden’e ve doğudaki Bağdat’dan batıdaki Cezayir’e kadar olan alanı kapsıyordu.

Mimarlık dalının uzmanları, Ermeni Ortaçağ mimarisinin, Osmanlı mimarisi içinde, kesin olan etkisinin farkındadırlar. Yüksek kaliteli inşa malzemelerinin -taş gibi- tüm ülkede yaygın olması gerçeği yüzünden, Ermenistan daima çok sayıda inşa dalında ehliyetli insanlara-mimar ve uzman zanaatçı-sahipti. Bilinen bir gerçek var ki, o da, Ermeni mimarların yeteneklerine, 10. yüzyılda bile başvuruluyordu: İstanbul’daki Ayasofya Kilesesinin kubbesi bir deprem ile yıkıldığı zaman, mimar Tridat (ya da Terdat), Ani’deki-Ermenistan’ın antik başkenti-birçok yapıyı inşa ettiren II. Sembat döneminde, kubbenin yeniden inşası için davet edildi. Bir örnek olarak, “Simbat Duvarı”nın daha doğrusu Ani Kalesi’nin (D. I. Ermakov, 1880’ler) ve 1870’lerin sonunda hemen hemen tümden yıkılan Manuçe Camii’nin (O. Kyurkchan, 1879) fotoğrafları anılabilir. Orta Anadolu’da şu anda harabe olan Selçuklu kervansarayları ve savunma duvarları ile karşılaşabiliriz.

Kahire ve Şam’da olduğu gibi pek çok yapısal uzuvlar ve süsleme stilleri inşaattan sonraki yüzyıllar boyunca da kullanılagelmiştir. Konya’daki masif minareler ve keskin piramit misali kubbeler, bu durumun oldukça canlı kanıtlarıdır. Asıl etki, büyük ihtimalle Ermeni kökenli olan, Abdullah’ın oğlu Kalu tarafından inşa edilen Konya’daki İnce Minareli Medresenin portalindeki ve minaresinin temelindeki sanatsal süslemelerde görülebilir. Minare, 20. yüzyılın sonundaki bir deprem ile yıkılmıştır. “Yıldırım (deprem kastedilmektedir) öncesi ve sonrası” bu mimari yapının görüntülerini gösteren İnce Minare fotoğrafları, akademisyen N. Y. Marr’ın arşivlerinden gelir. İnce Minare ile Mimar Selahattin’in inşa ettiği Konya’daki Hatuniye Medresesi’nin ve Sivas’taki Büyük Medrese’nin portallerinin süslemeleri ve Beyşehir’deki Eşref-Rum Cami’sinin (13. yüzyıl yapısı) kapısında bulunan sarkıtlardaki süslemeler karşılaştırılır [2].

I. Murat (1359-1389 tüm Doğu Trakya’yı fethetti ve 1366’da Edirne’yi başkent yaptı. Onun yönetimi boyunca, kentte saray, cami ve birçok kervansaray inşa edildi. Daha sonraki yöneticilerin her biri, yeni binalarla yönetimde bulunduğu dönemi damgaladılar: I. Mehmed, Edirne’de bir cami inşa ettirdi (1415). 1452-1476’da II. Mehmed Eski Cami (1468) ve bir medrese’yi (1484) inşa etti. 1497-1504’de surlar ve kervansaraylar inşa edildi. 1570-1574’de Selimiye Camisi’nin temeli atıldı; daha sonraki inşaat, ünlü mimar Sinan tarafından tamamlandı. Arkeolog B. V. Farmakovskiy, yuvarlak kuleli kalenin kalıntılarını kaydetti (Foto, 1905). Edirne’deki Sultan Selim’in camisi ve diğer yapılar, 1920’lerde babası Edirne’de Sovyet elçisi olan Moskovalı ekonomist M. M. Kazas tarafından arşive verilen kartpostallarda görülebilir.

Muhteşem Süleyman’ın oğlu olan II. Selim zamanında inşa edilen Selimiye Camii (yaklaşık 1566-1574), Sinan’ın son ustalık eseri olmuştur. Cami, üç katı ve balkonları ile kubbelerin, basamaklı ufak kulelerin ve dört tane yivli minarenin biçimlendirdiği muhteşem bir siluete sahiptir. Selimiye Camii, bir iç avluya sahiptir ve bir sonrakinin merkezinde bir çeşme vardır. Sütunlar, mermer, granit ve pofirden yapılmıştır, yazıtlar yaldızlıdır. Mimari süsleme, renkli cam pencerelerle ve çinili yüzeyle eklemlenmiştir. Mermer minber, ayrı olarak, boyama yapılarak süslenmiştir. Bu cami, şüphe götürmez bir şekilde, Osmanlı sanatının en güzel işçiliklerinden birisi olarak düşünülmelidir.

İstanbul’un alınması ve başkentin Edirne’den İstanbul’a geçmesinden sonra, mabet yapılarının plan anlayışında ani bir devrim göze çarpar. Genel olarak kabul edilen, bazı diğer kubbeli mabetler ile beraber Ayasofya’nın, klasik Türk cami tipinin prototipi olduğudur: yapı çevresinde sıra kemerlerle ve yüksek iğne şekilli minarelerle birlikte, geniş merkezi bir kubbe ve ona bağlı olan dört ya da daha fazla kubbeye sahip devasa bir yapı. Yapının Bizans planı ile beraber, Suriye-Mısır ve Fars süslemeciliği korunmuştur. Türk Camisi, daima portikolu bir avluya ve merkezde bir çeşmeye sahiptir. Hemen hemen, İstanbul’u ziyaret eden tüm fotoğrafçılar ve uzmanlar, Ayasofya’yı kaydetmişlerdir. Foto Arşivi’nde, Berggren, Abdullah Kardeşler, Sebah ve Joillier tarafından 1870’ler-1905’te, 1895’te Y. I. Smirnov tarafından ve 1905’te B. V. Farmakovskiy tarafindan çekilen, Ayasofya’nın genel görünümünü, dış ve iç yüzeyini gösteren yirmiden fazla fotoğraf toplanmıştır.

İstanbul’un surları, yuvarlak, ama dörtgende olan, kulelerle desteklenen çift konsantrik bir kemer işçiliği ile biçimlendirilmiştir. İstanbul’un taş duvarları ve “Altın Boynuz” (Haliç), 1880’de Y. I. Smirnov tarafından çekilen fotograflarda gösterilir.

1420’de Sultan I. Beyazıd, Boğaziçi’nin Asya kıyılarında, Konstantinopolis’e sürekli bir tehdit olan ve silahlarının ateşi ile Bogaziçi’ni abluka altında tutabilen Anadoluhisarı’nı inşa ettirdi. Anadoluhisarı, Sebah ve Joaillier tarafından bir fotoğrafta belgelenmiştir (1880’ler).

Otuz yıl sonra, 1452’de, Sultan II. Mehmet, Boğaziçi’nin Avrupa kıyısında Rumelihisari’nı inşa etti. Çalışma, üç ayda tamamlandı. 10 metre kalınlığında devasa duvarlı kale, Boğaziçi kıyısına çok yakın yapılmıstır. Her biri 300 kg.dan daha ağır olan taş topların ateşlendiği dev tunç toplar hazırlanmıştır. Yine de, bu kuleler ve bu duvarlar, merlonlarla tamamlanmış ama gerçekte Bizans savunma duvarı işçiliğinin bir yeniden üretimi olmuştur. B. V. Farmakovskiy, Rumelihisarı’nın güçlü duvarlarına hayran kaldı, bununla beraber hem bu kaleyi hem de bununla başlayan Boğaziçi’nin Avrupa kıyısının tüm panoramasını fotoğrafladı (1905).

Yukarıda belirtildiği gibi, fotoğrafların çoğu, İstanbul’da çalışan fotoğrafçılar tarafından -Pascal Sebah ve Polycarp Joaillier ve Abdullah Kardeşler- geçen yüzyılın son çeyreğinde çekilmiştir. Sebah, Fransız Fotoğrafçılar Birliği’nin bir üyesi idi, 1870’lerde sergilere katılmış, gümüş madalya ve birçok diploma kazanmıştır. 1857’de İstanbul’da, Pera’da, Rus büyükelçiliğinin himayesinde bir stüdyo açtı. 1885’te Joaillier ile ortak çalışmaya başladı. 1888’de, Orta Doğu’daki en prestijli şeylerden birisi olan, Sebah & Joaillier imzası göründü: 1899’da Abdullah Kardeşler’in arşivlerine sahip oldular. Arşivler, fotografçıların iki panoramasını içeriyordu: birisi 1878’lerin İstanbul’u (3200 x 260 mm), diğeri ise Boğaziçi idi. İkincisi, Rumelihisarı’nın kulelerinden birisinden çekilmiş. Altı fotoğraftan oluşan panorama, fotoğrafçılar tarafından, on fotoğraftan oluşan İstanbul panoraması gibi aynı tarzda yapılmış. İstanbul’u kuşatan bir panorama olan İstanbul Panoraması’nın tersine, Boğaziçi panoraması, Anadolu Hisarı’ndan ufuk çizgisinde yok olan Marmara Denizi’ne kadar Boğaziçi’nin Asya kıyılarındaki görüntü ile açılır [3].

Abdullah Kardeşler, 19. yüzyılda İstanbul’da çok önemli fotoğraf işleri gerçekleştiren, Ermeni kökenli üç kardeştir. 1858-1895 arası çalıştılar. 1867’de Paris’te sergi açtılar ve “İstanbul Panoraması” ile bir madalya kazandılar. Stüdyoları -“Sanatlar Galerisi”- Pera’daki en uğrak yerlerden biri idi. 1899’da stüdyolarını ve arşivlerini Sebah ve Joaillier’e sattılar [4]. İlginç olan ve merak uyandıran şey, Abdullah Kardeşler’in çalıştıkları süre boyunca, İstanbul’u ziyaret eden Rusların, onların atölyesinde kendi fotoğraflarını basmalarıdır. Örneğin, 1878’de ünlü bir Rus deniz subayı, geleceğin amirali S. O. Makarov, onların stüdyosunu ziyaret etmişti (fotoğraf, Rus Denizcilik Devlet Arşivi’nin koleksiyonunda saklanmaktadır).

İstanbul’u alan II. Mehmed (1451-1481), 1452 ve 1476 arasında kentte, Eski Saray’ı (Topkapı), pazarları ve camileri inşa etti. Eski Saray’daki Çinili Köşk bu duruma bir örnektir (1466-1470, mimar Kemaleddin). Çinili Köşk, 1905’teki korunmuş hali ile, B.V. Farmakovskiy tarafından çekilen bir fotoğrafta görülebilinir. Yapı, en iyi arabesk motiflerle bezenmiş yeşil çinilerle kaplanmıştır. Fotoğrafçı Berggren tarafından çekilmiş ve “Selamlık” -Cuma günü Sultan’ın camiye gitmek için saraydan çıktığı yer- olarak tanıtılan 1860’ların bir fotografında İndiz Köşkü’nü görebiliriz.

Kariye Camii (Ya. I. Smirnov koleksiyonundan fotoğraf, 1890’lar) ve Boğaziçi’ndeki Ortaköy, dini mimarinin geçmişteki gösterişli anıtlarıdır. Türk camisi, yapı elemanı olarak yuvarlak kemerli bingiler üzerinde bir kubbe ile kaplanan bir kare salonla ifade edilir. Eğer cami küçük ise, geniş bir kubbe yapılır ve iki ya da dört yan kubbe ile çevrelenir. Mihrap, daima açık bir kavis şeklinde bir niş ile gösterilmiştir. Mermer mihraplar genellikle çok uzun ve geniş boyutlu yapılmışlardır. Osmanlı mimarları, minareleri, gökyüzüne yönelen ve genellikle dev mumları andıran ayrı sütunlar şeklinde inşa etmişlerdir.

Bir kural olarak, bir camii, düzenli küçük bir yapılar kompleksi ile çevrelenir: üniversite binaları, okullar, medreseler, kütüphaneler, kervansaraylar, bir hastane, fakirler için aşevleri, bir mezarlık…Büyük Süleymaniye Cami -Mimar Sinan’ın ustalık eserlerinden birisi- buna bir örnektir. Mimar Sinan’ın mimari mirası, 80 tanesi camii olmakla birlikte 318 yapıdan oluşur -İstanbul’da, Edirne’de, Kırım’da (Cuma Camii) vd.- ve genel olarak onun çalışmaları, Osmanlı Mimarlığı’nın doruk noktasıdır. Mimar Sinan, 1512’de Anadolu’da doğmuştur. Askerliği esnasında İstanbul’a getirtilmiştir. Yavuz Sultan Selim’in ve Avrupalılar tarafından Muhteşem Süleyman olarak adlandırılan Kanuni Sultan Süleyman’ın seferlerine katılmıştır. 1538’deki seferi zamanında, on üç gün içersinde Prut Nehri üzerine bir köprü inşa etmiştir, bu durumla Sultan Süleyman’ın büyük saygısını kazanmış ve baş mimar olmuştur. Bu kabiliyetle, elli yıl hizmet etmiştir. Bir askeri mühendis olarak Sinan, su köprüleri, köprüler, yeraltı ambarları inşa etmiştir; bir mimar olarak camiler, medreseler, türbeler, hastaneler ve kervansaraylar, saraylar ve Türk hamamları yapmıştır. Sinan Suriye’de, Mekadonya’da, Bosna’da ve Kırım’da da çalışmıştır (Kırım’daki Cuma Camisi’nin fotoğrafları Fotoğraf Arşivi’nde saklanmaktadır). Yine de, o, ustalık çalışması olarak sadece Edirne’deki Selimiye Camisi’ni söyler. Onun asıl değeri, Türk mimari gelişiminin yollarını yüzyılardır tanımlayan sanatsal stili yaratmasıdır.

16. yüzyıldan sonra, İtalyan çinili parlak yüzeyler, kazıma ve boyama bitki desenleri, seramiklerden, taşlardan ve renkli camlardan yapılmış mozaikler, özellikle dini ve saray mimarlığının tipik özelliği olmuştur.

15. ve 18. yüzyıllar boyunca, dini yapılar (camiler, minareler, medreseler ve türbeler), sivil (hanlar, kervansaraylar, hamamlar, çeşmeler) ve askeri yapılar (surlar, kuleler, kapılar, kaleler vd.) inşa edilmiştir.

İstanbul’daki sivil mimari örnekleri arasında şunları sayabiliriz: Galata varoşlarındaki askeri teçhizat deposuna yakın Tophane Çeşmesi, Kapalıçarşı (iki fotoğrafda Sebah ve Joaillier tarafından çekilmiştir, 1880’ler) ve Boğaziçi’nin Asya tarafındaki Beylerbeyi Sarayı (fotoğraf Berggren tarafından çekilmiştir, 1870’ler).

Çöküş döneminde, Osmanlı mimarisi özgünlüğünü kaybetmiştir; 18. yüzyıldan sonra Batı-Avrupa motifleri, bir şekilde, geleneksel elemanlarla birleştirilen mimariyi etkilemeye başlamıştır (İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı).

Mezarlar, İslam sanatı için oldukça tipik olan mezar taşlarını gösterirler; ölenin isminin yazıldığı çok geniş bir mezar taşı konulur. Mezarın bir erkeğe ait olduğunu anlatmak için sarık ya da fesin olduğu bir başlık konulan bir mezar taşı dikilir; kadınların mezarlarını belirtmek için ise çiçekli sepetin olduğu bir mezar taşı konulur. Taşradaki şehirlerde, bu tür mezar taşları, oldukça gösterişsizdir. Örneğin, Makedonya’da, mezar taşları çok kaba, az çalışılmış uzun taşlardır. Bazen, mezar taşları düz olarak da konulur (Blida’daki Türk Mezarlığı, Cezayir; M. T. Preobrazhenskiy’nin koleksiyonundan fotoğraf, 1880’ler).

Fotoğraf arşivi araştırma asistanları, aslında öteki uzmanlar gibi, farklı belgelerin, özellikle onların tarihlenmesiyle ve “bölgesel ve ulusal” tanımlanmasıyla ilgili yorumlarda sık sık sorunla karşılaşırlar. Örneğin, Mısır ve Cezayir, 1882’ye kadar imparatorluğun bir parçası idi. Bundan dolayı, bu zamandan önce yapılan fotoğraf işleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel ve kültürel yapılarının kayıtları olarak düşünülebilinir. Sonraki foto belgeler, bu görüş noktasından ifade edilecektir. Kahire’den iki fotoğraf: birincisi kentin bir panoramasını gösterir (M. T. Preobrazhenskiy’nin koleksiyonundan bir fotoğraf, 1880’ler); ikincisinde halifelerin mezarlarını ve sağda Kanka-Barkun’u görürüz (M. T. Preobrazhenskiy’nin koleksiyonu, 1880’ler). Bu tamamiyle, örneğin Rus sanatçı I. Y. Bilibin’in 1925’te boydan boya Doğu’ya yaptığı gezi süresince çektiği fotoğraflarda belirgindir.

643’te Kudüs’te Arapların Kubbet-es-Sakra -“Kaya Kubbe”- olarak isimlendirdikleri bir cami kuruldu. Bu yapı, “Hz. Davud’un Adalet Yeri”ne yakın bir yere konulmuştur. Kahire ve Kudüs’ün savunma duvarları, İstanbul’unkine benzerdir (Bizans tipi). Kapılar, genellikle dört dörtgen kule ile birleştirilmiştir. Fotoğraflar, geçen yüzyılın son çeyreğinde Kudüs’teki Amerikan askeri misyonu tarafından çekilmiştir. “Kumaş” kağıda sepya tekniğinde yapılan fotoğraflar, şehrin güzelliğini taşır ve sakinlerini ve onların geleneksel işlerini gösterir (albüm Q 217).

1918’de Osmanlı İmparatorluğu sadece Trabzon, Erzurum, Van, Musul, İzmir, İstanbul ve Edirne’den oluşuyordu. Fotoğraf belgelerin çoğu bu bölgelerle ilgilidir; bazıları geç 19. yüzyılın, diğerleri ise 1910’lu yıllar olarak tarihlendirilmektedir. Burada sadece, çok etkileyici olduğu düşünülen, bazı fotoğraflar listelenecektir: Küçük Asya, Likaonia, Firsandyn, camiye çevrilen Aziz George Kilisesi (Y. I. Smirnov tarafından çekilen fotoğraflar, 1895); Van kenti (Asya Türkiyesi): kalenin görüntüleri ve Ulu Camii (S. V. Ter-Avetisyan, 1915-1916’nın kışı); Erzurum: kalenin genel görüntüsü ve Çifte Minare’nin kuzeydoğu görüntüsü (Bul’benko, 1917-N. L. Okunev’in 1917 yazında antik ve kültürel objelerin korunması amacıyla Kaskasya önlerine yaptığı gezi); 1915-1916’da I. A. Orbeli tarafından çekilen ciddi bir fotoğraf: Toprak Kale’nin bir görüntüsü ve onların içinden basamaklarla dik kayalıklar arasındaki harabe Türk kışlaları çıkartılmıştır; Erzincan: kervansarayın girişinin ve iç avlusunun görüntüleri (Bul’benko, 1917).

Kafkasya bölgesi, 19. yüzyılın ilk yarısında İmparatorluğun bir parçası idi. Arkeolog M. I. Armatov tarafından 1937’de fotoğraflanmış Chokh Sarayı (Dağıstan) görüntüsü, tipik bir yerleşim görüntüsüdür. Arşivimizde, 1860’da Kaskasya Askeri Topografya Bölümü’nün çektiği fotoğraflardan oluşan muhteşem bir albüm (Büyük Prens Amiral Konstantin Nikolaeviç’e ithaf edilen) vardır (F 37, 39 baskı ve 5 harita): Dağıstan’daki köprülerin ve kanyonların görüntüleri, Ahaltsi Kalesi, Gunib Sarayı’nın altı fotoğraf panorama görüntüsü vd. Fotoğraflar etnografik bilgileri de gösterir: Tuşinler, Pshavlar, Jar-Tatar kadınlar, Tuşin ve Khevsur kadınları, Farslar. Haritalar içinde şunlar vardır: Asya Türkiyesi’nin topografik bir haritası, Rus Coğrafya Kurumu’nun Kartografya Bölümü’nün hazırladığı 1868’deki Kafkas idari bölgesinin politik bölünmesinin bir haritası, Ana Sırt’ın güneyindeki ve Hazar Denizi’nin batı kıyılarındaki doğu meridyeni boyunca uzanan Kafkas Dağlarının haritası, komşularını da içeren Tiflis’in kent planı, 1867. 1838’de “İran Şahı Nasr-Ed-Din”in fotoğrafı (Tahran’da 1863’de çekilmiş) arşive ilave edilmiştir. Gerçekten değerli tarihsel ve kültürel belgeler olan bu fotoğraflarda askeri bir eğilim hissedilir.

Dinyester Nehri’nin güney bölümü, 1812’ye kadar İmparatorluğun parçası idi; fotoğraflardan birisinde, Akkerman’daki (şimdi Dinyester üzerindeki Belgorod) ana kapı, dikdörtgen bir kule ve minare ile beraber kalenin avlusunun görüntüsü görülebilir (P. R. Geroviç, 1890-1896).

Kırım, 1774’e kadar İmparatorluğun parçası idi. Bu durum fotoğrafın doğuşundan çok önce olmuştu, ancak bu fotoğrafın bize yüzyıllar içinden bakma olanağını sağlamanın bir örneğini sunar. Fotoğraflar, 18. yüzyılın ortasından önce inşa edilmiş mimari objeleri bize gösterir:-1552’de Mimar Sinan tarafından inşa edilen Cuma Camii’nin genel bir görüntüsü ve caminin mihrab ve minbarının bir görüntüsü (N. I. Repnikov, 1913); Bahçesaray-Eski Saray ve Mutfak Yapısı ve Han Camii ile birlikte bir yapı bütünü (her iki fotoğraf, S. S. Nekrasov tarafından çekilmiştir), Cufut Kalesi-Han Toktamış’ın kızı Canike Hanım’ın Dyurbe’si (1437) ve Stari-Kırım-Camiisi (her iki fotoğraf I. F. Barshchevskii, 1890’lar).

Kıbrıs Adası ve Korfu, 1913’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’na ait idi: Korfu adasındaki kalenin bir görüntüsü (1890’ların bir fotoğrafı).

Selanik de 1913’e kadar İmparatorluğun bir parçası idi: kentin görüntüleri ve Beyaz Kule ve Aziz George Kilisesi (Y. I. Smirnov, 1890’lar); bir cadde görüntüsü (fotoğraf D. A. Krainev tarafından çekilmiş, 1900)-dar sokaklarda balkonları ile tipik kent yapıları.

Makedonya, 1912’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasını teşkil ediyordu. Akademisyen N. P. Kondakov, 1900’un yazında bu ülkeyi baştan başa gezdiği “bilimsel bir gezi” yapmıştır. Onun gezisi, mimari yapıları ve kilise sanatının ve işçiliğinin farklı objelerini kaydettiği 544 tane yüksek kaliteli fotoğraf (Q 862-Q 867) ve 1909’da St. Petersburg’da basılan, Büyük Prens Konstantin Konstantinoviç’e atfedilen “Makedonya. Arkeolojik Gezi” kitabı ile sonuçlandı.

Fotoğraf Arşivi, şimdiki durumda 75 tane koleksiyona sahiptir ve en azından bu koleksiyonun yarısı Doğu’yla, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel ve kültürel nesneleri ile ilgili malzemeleri içerir. Gerçekte, her bir fotoğraf, bu nesnelerin şüphesiz diğer yazarların ve dönemlerin fotoğraflarından bilinmesine rağmen, “ilk kez basılmış” gibi nitelendirilebilir. Fotoğraf sanatının özelliği, tümden yeniden tekrarlamanın imkansızlığıdır: fotoğraflar, bir noktadan, ama farklı zamanlarda ya da aynı zamanda, ama farklı noktalardan çekilebilir. Farklı arşivlerde korunan aynı objelerın fotoğrafları, şüphesiz, şu anda vardır, var olmalı ve var olacak: ama bu gerçek, her hangi bir fotoğrafın değerini azaltmaz. Araştırmacılar, genellikle, ancak bazı fotoğrafik belgelerin farkındadır ve hatta bazen öteki arşivlerdeki benzerlerinin varolmasından şüphelenmezler. Bilgi “açlığının” giderilmesi, gelecek yüzyılın acil bir sorunudur ve bu sorunun çözümü, ilk olarak bilim örgütleyicilerine bağlıdır. Şüphesiz, farklı ülkelerdeki arşivlerde korunan malzemelerdeki kaynak bilginin açıklanması ve yayınlanması için birçok uzmanın, arşivcinin ve amatör fotoğrafçının birleşik çabası gereklidir.

Devel T. M., Tomes T. B., “N. Y. Marr’ın Fotoğraf Koleksiyonu, “SSCB Bilimler Akademisi Maddi Kültür Tarihi Enstitüsü//Tarih-Dilbilim Dergisi. No: 3. Erivan, 1971. S. 289-295. (Rusça)

H. Saladin. İslam Sanatı El Kitabı. I. Mimari. Paris, 1907. (Fransızca)

G. V. Dluzhnevskaya. “Fotoğraf-Ulusların Anıları. Rus Bilimler Akademisi Maddi Kültür Tarihi Enstitüsü Fotoğraf Arşivi Kaynağı”, St. Petersburg//Rus Devleti’nin Kültürel Mirasi, St. Petersburg., 1998. S. 99-118. (Rusça)

Engin Çizgen. İmparatorluğun Görüntüleri. İstanbul, 1993 (Fransızca);

Engin Çizgen. Osmanlı İmparatorluğu’nda Fotoğraf. İstanbul, 1994 (İngilizce);

Alkis X. Xanthakis. Yunan Fotoğrafının Tarihi 1839-1960. Atina, 1988 (İngilizce);

Leif Wigh. Fotografiska Uyer Fran Bosphoren och Konstantinopel (Boğaziçi ve İstanbul’dan Manzara Fotoğrafları). Stockholm, Fotoğraf Müzesi. 1984 (İsveççe).



Yüklə 13,38 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   31   32   33   34   35   36   37   38   ...   106




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin