7- MUAZ (r.a)’IN SECDESİ
“Muaz (r.a) Şamdan dönünce Resulullah (s.a.v)’e secde etti. Resulullah bu nedir ey Muaz dedi? Ey Allah’ın Resulü Şam’da onların din adamlarına secde ettiklerini gördüm, sen secde edilmeye daha layık olansın dedi, bunun üzerine Resulullah (s.a.v) : “Eğer birinin birisine secde etmesini emretseydim, üstündeki büyük hakkından dolayı kadının kocasına secde etmesini isterdim” (Ahmed-İbni Mace-İbniHibban)
Bu hadis hakkında bazıları derler ki: Muaz (r.a) resule secde etti. Secde ise ibadettir. Bu küfür fiilinden dolayı Allah resulu onu tekfir etmemiştir. Demek cehalet özürdür. Bu kıssaya ve çıkarılan bozuk neticeye cevaben deriz ki:
Secde iki türlüdür. Birincisi: Selamlama secdesidir ki bu eski milletlerde meşru olan ve saygıdeğer insanlara gösterilen bir hürmet ve saygı ifadesiydi. Eski şeriatlarda bu caizdi. Diğeri ise: İbadet secdesidir ki secde edilene rububiyyet atfedip onun önünde yere kapanmaktır. Bu her surette şirk ve yasak olan secdedir.
Kurtubi: “Hani biz meleklere Ademe secde edin dedik” (Bakara 34) ayetin tefsirinde : “Yine bu secde (selamlama) Yakup (a.s)’a kadar mı devam etti yoksa Resulullah (s.a.v)’a kadar mı ihtilaf ettiler. (İhtilafı aktardıktan sonra) cumhura göre Resule kadardı sonra nesh edildi der. Hadiste “Alemlerin rabbi dışında kimsenin kimseye secdesi gerekmez” dedi.”
İbni Kesir: Aynı ayetin tefsirinde: Secdenin cinsinde olan ihtilafı aktarır. Sonra da “Bu geçmiş ümmetler de meşru olup bizim ümmetimizde nesh edildi der” Nesh için Muaz hadisini nakleder…
Molla Ali El Kari: “Secde, ibadet kastı olmadan sultana yapılırsa (tahiyye/selamlama) kastıyla bu haramdır küfür değildir. Küfür olduğu da söylenmiştir.” (Şerhu şifa 2/221)
İbni Hacer el-Heytemi “Bu secde haramdır, küfür değildir.” (İ’lam, Neveviden naklen 19)
Ebubekir el-Cassas tefsirinde: “Bu onların zamanında saygıyı hak edene yapılırdı. Bizdeki sarılma, tokalaşma, el öpme mesabesindeydi. El öpmeyle ilgili Resulullah’tan (s.a.v) mübah ve mekruh olduğuna dair haberler naklolunmuştur. Ancak selamlama ve ikram babından Allah’tan başkasına yapılan secde Aişe, Cabir, Enesin rivayetiyle nesh olmuştur. (Ahkamul Kuran Tefsiri, Bakara 34).
Buraya kadar anlaşılmış oldu ki; önceki milletlerde, saygı ve selamlama olarak, Allah’tan başkasına secde vardı ve bu caizdi. Yusuf (as) kardeşlerinin ona secde etmesi gibi… Fakat bu secde bizim şeriatımızda nesh edildi. Hükmü kaldırıldı. Onun için burada Muaz (ra)’ın yaptığı secdenin cinsi çok önemlidir. O Resulullah (s.a.v)’a ibadet secdesini mi yaptı, yoksa selamlama secdesini mi yaptı? Eğer selamlama dersek bunun cehalet ve özürlüğüyle alakası olmaz. Eğer ibadet secdesi dersek bu cehaletin özür olduğunu gösterir.
- Genel ulemanın Muaz’ın hadisini, selamlama secdesini nesh edip, bu ümmette hükmünü kaldırdığını söylemeleri, bunun selamlama secdesi olduğunun delilidir.
- Resulullah (s.a.v)’ın “eğer birinin birine secde etmesini istesem” şeklinde cevabı bunun selamlama secdesi olduğunun delilidir. Çünkü kocanın hakkı ne kadar büyük olursa olsun, ibadet secdesine örnek olmaya layık değildir.
- Bu küfür secdesi olsa idi, Resulullah (s.a.v) tarafından mutlaka beyanın gelmesi gerekirdi. Resulullah (s.a.v) küfür fiili gördüğünde hemen uyarmıştır. (Önceki konularda geçti.)
- Muaz (ra) sahabenin alimlerindendir. Öyle ki Resulullah (s.a.v) ilim ehli olan ehli kitaba onu yollamıştır. Yollarken de “Sen kitap ehli bir kavime gidiyorsun” diyerek, onlarla müşriklerin aynı olmadığını ima etmiştir. Ve ona, onlara tevhidi öğretmesini istemiştir. İbadet secdesinin Allah’tan başkasına yapılmayacağını bilmeyecek bir sahabenin ilim ehli bir kavme, tevhidi öğretmek için yollanması, düşünülemez.
Sonuç olarak; bu kıssanın büyük şirkte cehaletin özür oluşuyla alakası yoktur. Çünkü Muaz’ın yaptığı secde selamlama secdesidir. Bu da o güne kadar meşru idi ve daha sonra kaldırıldı.
Buraya kadar, en yaygın olan ve kavmin dilinden düşürmediği şüphelere cevap vermeye çalıştık. Buradan anlaşıldı ki, cehaletin mazeret oluşuna dair sunulan delillerin ya konuyla alakası yoktur, ya da çok dar alanda olan ve geniş tutulmaması gereken bir özrün umumileştirilmesidir.
Benim âcizane kanaatime göre: Bu konuda yazılan kitaplar arasında en faydalı ve meseleye tüm yönleriyle bakan kitap: Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz’in el-Cami’i içinde var olan cehalet kısmıdır. Ayrıca Şeyh Ebû el-Ala Raid bin A’lanın “Aridul cehl” kitabıdır. Cehaleti tevhid boyutuyla ele alıp incelemesi ve çok farklı açılardan yaklaşması bakımından en güzel kitap Türkçeye de çevrilmiş olan islam hukukunda cehalet kitabıdır. (Kayıhan yayınları basmıştır). Bu kitap, Şeyh Abdulkadir’in cehalet kitabıyla okunduğunda faydası daha tamamlayıcı olacaktır. Allah en doğrusunu bilir.
Cehaletin büyük şirkte özür olduğuna dair ellerindeki deliller çürüyünce, kavim şu bahaneye sarılır. Bugün toplumun içine düştüğü şirkler açıklığını yitirdiği için, meseleler kapalı mesele konumundadır. Kapalı (hafiy) meselelerde âlimler hüccetin ikame edilmesini şart koşmuşlardır, derler.
Deriz ki: Bir meselenin kapalılığı, açıklığı zaman ve mekândan ziyade, hüccetin varlığı ve yokluğuna bağlıdır. Ya da o meselenin hüccetinin ne ile olduğuna bağlıdır.
Mesela Allah var mıdır? Yok mudur? Allah’ın varlığı kâinatta var olan ve herkesin müşahede ettiği delillere dayandığı için, kitap ve Resul olmasa da Allah’a inanmayan kâfirdir. Çünkü ispatı kendine bağlanan hüccet her daim mevcuttur.
Bizim dönemimizde yaygın olan şirklerin, şirk olduğu, sakınılması gerektiği ellerde mevcut olan kitap ve sünnettedir. Doğruların ve yanlışların ispatı kitap ve Resulün var oluşuna bağlanmıştır. Yine şüpheler çoğaldı, birileri sapıtıyor diye bir mesele açık ve zahir meseleyken kapalı olmaz.
Meseleler saptırma ve etrafında oluşan şüphelerden dolayı açıklığını yitiriyor olup, hüccet ikamesi şart olmuş olsaydı, başta Mekkeliler olmak üzere birçok müşrik özürlü olmalıydı. Bir mesele kitap ve sünnette açık şekilde varsa o mesele kitap ve sünnet var oldukça açıklığını korur.
“Doğrusu çoğunluk, heva ve heveslerine uyarak, bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.” (En’am 119)
CEHALET KONUSUNDA YANLIŞ ANLAŞILAN İLİM ADAMLARI
Kuşkusuz bazı âlimlerin sarfettiği sözler, nerede, ne için, kim için olduğuna bakılmadan alınınca yanlış sonuçlar çıkabilir. Veya bir âlimin benzer ve yakın konularda söylediği sözler, ele alınmadan değerlendirilirse kişi sapabilir ve saptırabilir. Bu konuda özellikle istismara uğrayan İbni Teymiye, İbni Kayyım, İmam Şevkanidir. Bu âlimlerin kendi dönemlerinde ortaya çıkan ve bizim dönemimizde yaygın olan şirkler konusunda nasıl yaklaşım sergilediklerini gördük. Bu, bir nakil dahi okuduğumuzda dikkat etmemiz gerektiğini gösterir. İbni Teymiye, İbni Kayyım ve İmam Şevkanin döneminde kabirperestler için müşrik dediğini gördük. Oysa aynı âlimler, bazı naslarda açıklama olarak “cehaletin özür oluşu” sonucuna ulaştıklarını da gördük. Maalesef bu en çok üzerinde saptırma yapılan meselelerdendir. Bununla ilgili nakiller geçtiği için tekrarlamıyorum.
Türkiye’de yanlış tanınan ve cehaleti özür gördüğü düşünülen bazı âlimleri zikredeceğim ki fayda tamamlansın. Bu sayacaklarımızın hepsi bizce makbul insanlar olmayabilirler.
Şeyh Ebû Muhammed El-Makdisi (Allah onu korusun): Cehaletin büyük şirkte mazeret olmadığı görüşündedir. Risale selasiniyye girişinde, tekfir manilerini açıklarken, “Cehalet Engeli” bölümüne bakılabilir. Yine ona göre bugün insanlar cahil değil, Allah’ın kitabından yüz çevirmiştir. Bu konuda “El-farkul mubin beyne özrü bil cehl ve i’radu aniddin” isimli risalesi olduğunu söyler. Ben sitesinde bulamadım.
Şeyh Abdulkadir bin Abdulaziz, El-Cami kitabında cehalet bölümünü açmış ve “Cehaletin öğrenmeye imkânı olanlarda özür olmadığı, fakat öğrenmeye imkanı olmayanlarda özür olduğu” sonucuna ulaşmıştır. Yalnız cehalet bölümünün son satırlarında şöyle der; “Dinin de salih olan bir Müslüman, islama müntesip fakat namazın terki, dine sövme, kabir şirki gibi açık küfürleri işleyen biriyle muamelesinde, ona kâfir muamelesi yapar. Velev islama müntesip olup bu küfürleri işleyen kişi bunların küfür olduğunu bilmesede. Çünkü o bunların küfür olduğunu öğrenme imkanına sahiptir, bununla beraber dinini öğrenmekten yüz çevirmiştir”… Dikkat edilirse mevcut toplumda yaşayanların, küfür fiili işlerse kâfir muamelesi göreceğini söylemiştir. Demek kitabına her cehalet başlığı atan, cehaleti vakıada mazeret görmüyormuş. İlgililere!
Şeyh İbni Baz (eski Suud müftüsü) “kendisine yöneltilen bir soru da: Müslüman Allahtan başkasına kurban veya adak gibi şirkleri cehlen yapsa özürlü olur mu?”
Cevap: Şirk iki kısımdır. Bir kısımında cehalet özürdür, bir kısımında değildir. Bunları yapan kişi Müslümanların içinde yaşayan bir kişi ise ve Allahtan başkasına ibadet ederse, bu mazur olmaz, çünkü sormamıştır bu kendi taksiridir. Dininde basiret sahibi olmaya çalışmadığı için, Allah’tan başkasına ibadetinde mazur olmaz. Mazur olmayışı i’radından (yüz çevirmesi) ve dininden gafil olşundan dolayıdır. Allah “O kâfirler uyarıldıkları şeylerden yüz çevirirler” buyurmuştur. Allah rasulu Annesine istiğfar etmek istemiş nehyedilmiş, babasının ise ateşte olduğunu haber vermiştir. Çünkü o şirk üzere ve Allah’tan başkasına ibadet üzere ölmüştür.
Peki bugün Müslümanlar arasında yaşayıp bedeviye, Hüseyne, Abdulkadir Geylaniye, Muhammed (s.a.v)’e veya Ali’ye ibadet edenlerin hali nasıl olacaktır. Çünkü bugünkiler şirki Müslümanların arasında, Kur’an ellerinde Resulün sünneti mevcutken yapmışlardır. Fakat onlar bundan yüz çevirenlerdir. İkinci kısım ise cehaletiyle mazur olanlardır. Dünyanın herhangi bir yerinde İslamdan uzak yetişenler veya farklı sebeplerden dolayı risaletin ulaşmadığı ehli fetret dönemi insanlarıdır. Bunlar cehaletleriyle ma’zurdurlar. Sahih olan kıyamette imtihan edilirler. (Feteva Şeyh İbni Baz (2/528-530) (özetle…)
Dünyada İbni Baz’dan başka âlim yokmuş gibi yaşayanlar, elinde Kur’an ve sünnet olduğu halde şirk koşanı mazur görmüyor. Kıyası ise Resulden önceki Mekke toplumuyla yapıyor.
Şeyh Abdullah El-Cibrin: Büyük şirkte cehaleti mazeret görmez. Türkçeye de çevrilmiş olan islam hukukunda cehalet kitabına yazdığı mukaddimeye bakılabilir. (Kayıhan yay.)
Şeyh Salih el-Fevzan: Kur’an ve sünnetin olduğu yerde, cehaletin mazeret olmadığını savunur. A’ridul cehl kitabına yazdığı mukaddimeye bakılabilir. (Mektebeti Rüşyt basmıştır)
Fetva kurumu el-lecnet ed-daime “Büyük şirkte özür olmayacağını, şirk koşanın dünyada müşrik diye isimleneceğini ve ahirette ise eğer hüccet ikamesi olmamışsa azaba engel olacağına dair fetva verirler (Feteva el-Lecnetu daime 4400. Fetva ikinci suale verilen cevap).
Necd uleması: Şeyh Muhammed İbni Abdulvehhap ve torunları: Kitabın içinde naklettiğimiz gibi, kendi dönemlerinin şirkine bulaşan insanları kitabın ve sünnetin mevcut oluşuna bağlayarak tekfir etmişlerdir.
Bunları hüccet olduğu için veya kabul ettiğimiz için zikretmiş değiliz. Mesela bizim için İbn Baz ile TC Diyanet İşleri başkanının sözleri arasında bir fark yoktur. Amacımız bunlara tabi olduğunu iddia edip, sapan ve saptırılanların anlaşılmasıdır.
Dostları ilə paylaş: |