Kişi zorlama ile fazilet sahibi olmadığı gibi zorlanma ile îman sahibi de olamaz. Nefsî ve aklî hürriyet, mesuliyet ipin esastır. İslâm bu gerçeği takdir etmiş ve ona gereken kıymeti vermiştir. İslâm, ahlâkın binasını kurmuşken, insana hayrı göstermede veya ona yönünü çevirmede niçin zora başvursun ki? İslâm insan fıtratına karşı hüsn-ü zan besler.
O, üstün bir nesli yetiştirmek için önündeki engelleri izale etmeyi yeterli görür. İnsan fıtratı çok kıymetlidir. Bunu demekle onun masum ve melek olduğunu kasdetmiyoruz. Bunun mânâsı şudur: Hayır, insan fıtratına uygundur. Bir kuşun kafesten ve bağlardan sıyrılmasıyla göreceği tesir gibi fıtrat da hayra sarılmak veya ondan ayrı kalmakla tesir görür, İslâm'da gerçek amel, ilk önce menfi engelleri yok etmek ve ağır yükleri hafifletmektir. Bundan sonra insan yerinde saymaya devam eder ilerlemezse artık o, İslâm'ın nazarında hasta biridir. İyileşmesi için başka tedbirlere başvurmak gerekir.
İslâm böyle bir insanı, ancak başkasına zararlı olduğu zaman cemiyetten azleder. İşte bu sahada İslâm, ahlâkî cürümlerle savaşır. İslâm insan şerefinin korunmasını onun çalışıp çabalama gayretiyle hayat sürmesini farz kılar. Yâni onun hırsızlığa başvurmasına sebep bırakmaz. Öyle ise onu hırsızlığa sevkeden sebep nedir? Belini doğrultacak ihtiyaçları mı? Şayet İslâm cemiyeti bunu temin edecek ve onu bu durumdan kurtaracak sebepleri o ana kadar almamış ise hemen alsın. Zaruri ihtiyaç ve huzurlu bir hayat sürmesini temin etsin. İşte İslâmi bir cemiyete farz olan budur. İnsanı hırsızlığa gitmeye zorlayan sebepler duruyorsa, hırsızlık vebali o kusurlu cemiyete aittir. Yokluk içinde bırakılan ferde âit değildir. Fakat ferdin zaruri ihtiyaçları karşılandıktan sonra da yine hırsızlık yapmaya teşebbüs ederse, ceza görmeden önce durumu çok iyi araştırılır. Belki onu bu durumdan kurtaracak hayırlı bir kapı açılır.
İslâm, cezalan infaz etmede acele etmemeyi o kadar istemiştir ki Resulullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Devlet başkanının affetmede yanılması, cezayı uygulamada yanılmasından daha hayırlıdır."84
Bütün bunlardan sonra da artık bu durumdaki bir şahsın fıtratı bozulur, içinde yaşadığı cemiyette bir kötülük aracı olduğu anlaşılırsa veya bu cemiyetin huzurunu bozup manevî havasını kirletirse artık bu cemiyet de kalkıp insanları onun şerrinden muhafaza için elini kırarsa elbetteki bu hareketiyle kınanmaz.
Kur’an, el kesmeyi gerektiren hırsızlığı "Zulüm ve fesat unsuru" olarak vasıflandırır. Cezalı bir hırsız hakkında da şöyle der: "Kim yaptığı hırsızlık zulmünden tevbe eder ve hâlini düzeltirse, muhakkak ki Allah tevbesini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir."85
İslâm'ın meşru gördüğü hadden maksat, düzgün ve adil cemiyeti korumaktır. Bu, cemiyeti içindeki zararlı bir unsurdan kurtarır. Çünkü bu unsur, İslâmi cemiyetin adaletine ve zulmü yok etmesine fesat ile mukabelede bulunmaktadır. Bu, İslâm'ın ahlâkî cinayetlere koyduğu hadlerin faziletleri zorlama ile yerine getirme veya insanları kerhen doğru yola koyma gibi maksadının olmadığını ispatlayan sadece bir misaldir. İslâm'da ideal metod: İnsan kalbine hitap, duygularını iyilik ve kemâle çekmek için okşamak, uyandırmak, yaratıcısına yöneltmek, buna gitmek için de sevgi, ikna ve olumlu bir davet metodu kullanmak ve yüce faziletlerin onun için tabii neticeler olduğunu bildirmektir. Bazı hallerde cemiyetteki şahısların kabiliyetlerini olgunlaştırmak ve huylarını iyileştirmek için tahakküme başvurmak gereklidir. Havuzdan bulanık suyu çekip dökmemizde bir sakınca olmasa gerektir. Bir tarladan verimli ve arzu edilen hasadı elde edebilmek için elbetteki yabancı ve zararlı otlar temizlenir. İşte tüm insanlığın maslahatını muhafaza etmek, kıymet ve önem bakımından bunlardan az değildir. Hal böyle iken Tevrat ve diğer dinlerin de kabul ettiği hadleri inkar etmenin bir manası yoktur. İslâm, cemiyette hayır ve faziletlerin yayılmasında şer ve kötülüklerin frenlenmesinde cemiyete büyük görevler yükler. İslâm'ın adlî mekanizmasının tüm hedefi, cemiyette iffetli ve dürüst bir ortam meydana getirmektir.
İşlediği günahtan tevbe isteyen bir katil hakkında Resullah (s.a.v.) şöyle buyurur: ".... Katil zamanındaki en âlim kişinin yerini sordu. Ona böyle bir âlimin yerini haber verdiler. Katil, âlime şöyle sordu: "Ben yüz insan öldürdüm buna rağmen acaba benim için tevbe etmek mümkün müdür?" Alim: "Evet kişi ile tevbesi arasına kim girebilir ki? Sen içinde abidlerin bulunduğu falan yere git orada onlarla beraber ibadet et, bulunduğun memlekete dönme çünkü orası kötülüklerin bulunduğu bir yerdir"86 dedi. Bir başka rivayette şöyledir: ''Katil bir rahibe giderek tevbe etmem mümkün mü? dedi. Rahip: "Çok büyük günah işledin onun için bilmiyorum. Ötede Nasra ve Kefra adında iki köy vardır, Nasra halkı sadece cennet 'e vesile olacak amelde bulunuyorlar. Kefra halkı ise sadece Cehennem'e sebep olacak amellerde bulunup başka hiçbir amelde bulunmuyorlar. Sen de Nasra ya git orada amelde bulun tevben kabul edilir."87 İşte bu naslardan da anlıyoruz ki, İslâm nazarında ahlâkın oluşumunda cemiyetin te'siri çok büyük bir âmildir. Bu âmil, zikri geçen sağlam fıtratı muhafaza ve çılgın arzuları terbiye eden diğer amillere eklenebilir.
Biz inanıyoruz ki, tüm bu hususlara önem vermek, iffetli, temiz ve her türlü kötülüklerden arındırılmış bir cemiyetin oluşumu için kâfidir. 88
Ahlâk Mefhumu Her Şeye Şâmildir
Her dinin kendisiyle yüceldiği ve diğerlerinden ayrıldığı bazı özel şiarları vardır. Şüphesiz ki İslâm'ın, mensuplarını sorumlu tuttuğu ve onlar arasında vazgeçilmez hususlar kabul ettiği başkalarının da bunlardan nasibi bulunmayan muayyen bazı ibâdetleri vardır. Ancak ahlâkî talimat böyle değildir. Müslüman, tüm dünyaya en güzel faziletler takdim etmekle mükelleftir. Onun, müslim veya gayr-i müslim herkese dürüst davranması vaciptir. Müsamaha, ahde vefa, mürüvvet, yardımlaşma, cömertlik vs. hususlarda da böyledir.
Kur'an Yahudî ve hristiyanlarla düşmanlık tohumlarını saçacak hiçbir dine faydası olmayan tartışmalara girmememizi emreder. "Düşmanlıkta ileri gidenler müstesna olmak üzere yahudî ve hristiyanlarla en güzel şekilde mücadele edin. Bir de deyin ki biz hem bize indirilene hem de size indirilene îman ettik. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz yalnız ona ibâdet ederiz. "89
Kur'an, Musa ve İsa (a.s.) mensuplarının müslümanlarla bu kabil tartışmalara girişmelerini çok garip karşılar. "Ey habibim! Onlara Allah'ın dininde ve ona bağlanmakla üstün olmada bizimle çekişip mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Yaptıklarımızın mükafatı bize, sizin yaptıklarınızın cezası sizedir. Biz ona özümüzle bağlanmışız. "90
Bir yahudînin Resullah (s.a.v.)'da alacağı vardı. Birgün borcunu istemeye gelerek şöyle dedi: "Siz ey Abd-el Muttalip oğulları borcunuzu çok geciktiriyorsunuz. Hz. Ömer (r.a.) Resulullah'ın huzurunda nezaketsiz konuşan bu adama te'dip etmek gayesiyle kılıcıyla vurmak ister. Fakat Resulullah (s.a.v.) onu durdurarak: "Bana da ona da bundan başkasını söylemen gerek O'na güzel istemeyi, bana da güzel ödemeyi tavsiye etmeliydin".
İslâm, kâfir ve fâcir de olsa adaletle davranmamızı emretmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur: "Mazlumun duası, günahkâr da olsa kabul edilir. Çünkü onun günahı kendisinedir. "91
Yine şöyle buyurur: "Kâfir de olsa zulme uğramışın duası makbuldür. Sen şüphe vereni bırak şüphe vermeyene sarıl." 92 Bu naslarla İslâm, müslüman olmayanlara da kötü muamelede bulunmayı yasaklamıştır. Diğer dinlere mensup olanlara güzel muamelede bulunmanın bir diğer delili de şu hadisedir: "Ömer'in oğlunun evinde bir koyun kesilmişti. Eve gelince 'yahudî olan komşumuza ondan verdiniz mi?' Çünkü ben Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini duydum: "Onu bana vâris kılar zannına düşünceye kadar, Cebrail bana komşuya iyilikte bulunmamı tavsiye etti."93
İslâm, kâfir de olsa akrabalara iyilikte bulunmayı emreder. Çünkü Hakk'a sarılmak, Hak ehline herhangi bir cefada bulunmamakla mümkündür. "Sen anne ve babana dünyada iyilikle muamelede bulun. Bana yönelenin yolunu tut, sonra dönüp bana geleceksiniz. Ben size yaptıklarınızı haber vereceğim."94 Bunlar şahsî açıdan böyledir. Genel manada ise İslam, tüm milletlerin bekâsını, medeniyetlerin yükselmesini, kuvvetlerinin devamını iyi ahlâkın varlığına bağlamıştır. "Milletlerin ahlâkı çökerse, onlar da çöker. Şair şöyle haykırır: Milletler ahlâk iledir. Ahlâkları kötüye giderse onlar da gider." Bu gerçeği, Resulullah (s.a.v.) aşiret ve kavmine ki, onlar arap yarımadasında büyük mevki kazanmışlar ve yönetimi ellerine almışlardı. Buna rağmen onlara, bu saltanatlarının devamının ancak güzel ahlâkla mümkün olabileceğini anlatarak te'kid etmiştir: Enes bin Malik der ki: "Bizler, Muhacir ve Ensâr'ın bulunduğu bir evde iken Resulullah (s.a.v.) yanımıza geldi. Herkes yanıma oturur umuduyla ona yer göstermek istedi. Fakat O, kalkıp kapı kanadına dayanarak şöyle dedi:
"Liderlik Kureyş'tedir... Benim sizin üzerinizde büyük hakkım vardır. Kureyş üç şeyi yaptığı müddetçe bu hakka sahip olur:
1. Kendilerinden merhamet talep edildiği zaman merhamette bulunurlarsa,
2. Hükmettiklerinde adaletten ayrılmazlarsa,
3. Söz verdiklerinde yerine getirirlerse. Kim bunları yerine getirmezse Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun."95
Bu hadis, millet, devlet ve ailenin kıymet ve makamının ancak yüce ahlâk ve şerefli işlerle mümkün olabileceğini kesin ve açık bir şekilde îzah etmektedir. Meselâ, bir hâkim İslâm'ı tatbik ettiğini söylüyorsa fakat hükmünde adaleti yerine getirmiyor, ihtiyaçları yerine getirmede, merhamette bulunmuyor, sözleşmelerde ahde sâdık kalmıyorsa, böyle biri İslâm ve Kur'an nazarında tüm yüce faziletlerden sıyrılmış yer ve gök âleminde lanete müstehak olmuştur. Hasan (r.a.) şu hadisi rivayet eder: "Allah bir kavme hayır muradettiği zaman yönetimlerini hikmet ehlinin eline, mallarım da cömertlerin eline verir. Bir kavme de şerri murad ederse yönetimlerini sefih insanların eline, mallarını da cimrilerin eline kor."96
îbn Teymiye şöyle der: "Allah, kâfir de olsa âdil devleti ikâme eder, zâlim devleti müslüman da olsa ikâme etmez.
Kitap ve sünnet nazarında ahlâk en önemli meseledir. O, din ve dünyanın tamamıdır. Bir milletin Allah (c.c.) veya insanlar nazarında değeri düşerse bu düşüş, ahlâk ve faziletlerden yoksun kaldığı nisbettedir."97
Dostları ilə paylaş: |