MüSLÜmanin ahlâKI


Hîlm (Vakar) Ve Suç Bağışlama



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə14/29
tarix09.01.2019
ölçüsü1,06 Mb.
#94126
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   29

Hîlm (Vakar) Ve Suç Bağışlama

Zor durumlar karşısında insanların direnebilme seviyeleri aynı değildir. Bazı insanlar en basit bir durum için heyecana kapılır. Bazıları da iyi akıl ve yumuşak huylarından istifade ederek şiddetli hâdiselerin meydana getirdiği musibetler kar­şısında sarsılmaz ve vakarlarını muhafaza edebilirler.

İnsan nefsinde meydana gelen; hiddet, sükûnet, acelecilik, sabır, amelin bulanıklığı ve niteliği hususlarında fıtratın büyük fonksiyonu vardır. Tam şahsiyet sahibi bir insanın yü­celiği arttığı nisbette gönlü genişleyip açılır, hilm'i çoğalır. Böyle biri insanların mazeretlerini makbul görür, hatalarını görmezlikten gelir. Kendini bilmez biri onu rahatsız etmek isterse, yoldan geçmekte olan bir filozofu çocukların taş­laması ve rahatsız etmesi gibi, sâdece kendi seviyesine bakıp hakimane hareket edip çocuk vâri hareket etmez.

Hiddetlenen kişileri, nefisleri mağlup edince onları de­lilerin seviyesine düşürür. Onlar kendilerine yapılan bir hareketi kan akıtmak suretiyle karşılamaya çalışırlar.

İnsan yüce faziletlerin meydana getirdiği surlar içinde ya­şamış olsa, bir hatanın açısıyla bu kadar şiddetli bir şekilde rahatsız olur muydu? Hayır... Çünkü esas kötülük, yapılmak istenen yere ulaşmadan sahibini bulur.

Allah (c.c)'ın Peygamber'i Hud (a.s)'ın kavmini tevhide davet ederken onlardan almış olduğu cevaba karşı gösterdiği hilm, bu meseleyi iyice îzah eder. "Kavminin ileri ge­lenlerinden bir cemaat de "Biz seni muhakkak bir beyensizlik içinde görüyoruz. Seni muhakkak yalancılardan sayıyoruz.." dedi (Bunun üzerine HUD:) "Ey kavmim" dedi. "Bende hiçbir beyinsizlik yoktur. Fakat ben âlemlerin Rabbinden gönderilmiş bir pey­gamberim. Size Rabbimin vahy ettiklerini tebliğ edi­yorum, ben sizin emin bir hayırhahınızım." Câhillerin Hud (a.s)'a sataşması onun hilmini yenmedi. Çünkü Allah (cc)'ın hayır ve iyilik timsali bir peygamberi ile nefisleri zulmederek fayda ve zarar verecekler inancıyla taşlara tapan bir kavmin arasındaki fark, çok büyüktür. Göçmen kuşların nahoş seslerinden büyük bir mürşid nasıl rahatsız olabilir? Resul-i Ekrem (s.a.v.) ashabına aynı sabır ve nefse hâkim ol­mayı Öğretmek istemiştir. Rivayete göre bir bedevi ondan birşey talep etmeye geldi. Resulullah (s.a.v.) ona istediğini ve­rince: "Sana iyilikte bulunmuş sayılır mıyım?" Bedevi: "Hayır ne iyilik ettin ne de güzellik. Bunun üzerine ashab hiddetlenerek ayağa kalktı. Resul-i Ekrem oturmalarını ve ondan vazgeçmelerini emretti. Sonra da evine giderek be­deviye biraz daha mal verdikten sonra: "Sana, iyilik yapmış sayılıyor muyum?" dedi. "Evet, Allah (c.c) ev ehlini kavmini ve seni hayırla mükafatlandırsın," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v): " Biraz evvel ne dediğini biliyorsun. Onun için bana şimdiki söylediğin duayı onların arasında da tekrar et ki, kalplerinde besledikleri (buğz) gitmiş olsun. "Bedevi " olur" dedi.

Ertesi gün ashabın bulunduğu yere geldi. Resulullah (s.a.v): " Bu bedevi ne söylediyse söyledi, biz onun istediğini yerine getirdik. O da razı olduğunu söylüyor... Öyle değil mi (ey bedevi)? "Evet öyledir. Allah (c.c) ehlini, kavmini ve Seni hayırla mükafatlandırsın," dedi. Bunun üzerine Resul'i Ekrem (s.a.v) şöyle buyurdu "Benim sizinle misalim şu ada­mın haline benzer. Onun devesi kaçmış, insanlarda peşine düşmüştür? Onlar deveyi daha fazla ürkütmekten başta birşey yapmıyorlar. Deve sahibi: "Beni devemle baş başa bı­rakınız. Ben sizden daha fazla onu bilir ona acırım." dedi. Daha sonra deveye yönelerek yerden aldığı kuru otları ona göstermek suretiyle çağırıp yanına gelmesini sağlamıştır. Sonrada devesini çökerterek eşyasını yüklemiş ve üzerine bin­miştir. Sizleri adamın söylediğiyle başbaşa bıraksaydım, onu öldürüp ateşe girmesine sebebiyet vermiş olacaktınız."300

Vakar sahibi Resul'i Ekrem (s.a.v) bedevinin yaptığı nan­körlüğe karşı hemen dehşete gelmedi. O (s.a.v.), bedevinin bir kısım insanın konuşma esnasındaki kalabalık ve kö­tülüğe olan meyilleri gibi, huyunu hemen sezdi. Böyle in­sanlar, hemen ceza verildiği takdirde sonları gelmiş olur. As­lında böyle ceza zulüm sayılmaz. Fakat büyük ıslahatçılar, insanların böyle kötü bir neticeyle karşı karşıya gelmelerini istemezler. Onlar, vakarlarının eseri olarak, uçurumda olan­ları hayra yönelmeye ve doğruyu konuşmaya sevkederler. Böyle bir durum elde etmek için akıl sahibi herşeyini takdim eder. Cömert biri gönül kazanma yolunda neler harcamaz ki? Resulullah (s.a.v)'in gönlünü aldığı bedeviyi birkaç gün sonra, büyük işleri yüklenmişken görüyoruz. Evet onu Resulullah'ın davası için canını seve seve takdim edenler ara­sında görüyoruz. Zaten mal büyük ıslahatçilerin elinde, ih­tiyaç sahiplerine verilmesi gereken bir emanet, yahut ürkek bir hayvanı yakalayıp uzun mesafeleri katetmek ve binmek için yerden alınıp ağzına uzatılan kuru ot mesabesindedir.

Şu bir gerçektir ki Resul-i Ekrem (s.a.v) bazen hid­detlenirdi. Fakat bu hiddeti şeref sınırlarını aşmazdı. Bazen de hareketi sadece hoşlanmağı şeyden yüz çevirmekten ibaretti. Resullullah (s.a.v)'in siyerinden bize kadar gelen onu kendi nefsi için intikam almaması, sadece haramları çiğnendiği zaman, Allah (c.c.) emri olduğu için intikam al­masıdır. Ganimet dağıtırken cılız bir bedevi ona "Adalette bulun. Bu dağıtmada Allah (c.c.) rızası aranmamıştır," dediği an sadece bilmediği hususu bu bedeviye îzah edip nasihat şeklinde söylemiştir. "Yazıklar olsun sana Ben adaletli davranmassam kim davranabilir? Adaletle davranmadığın tak­dirde zarar görüp hüsrana uğrarım." 301 Ashâb bedeviyi öldürmeye kalkıştıklarında, kendisi onları menetmiştir. Re­sullullah (s.a.v) bir ikindi vaktinde şöyle bir hitabe îrad et­mişlerdir. "İnsanoğlunun tabiatı çeşit çeşittir. Biliniz ki ba­zıları geç öfkesinden erken vaz geçer. Bazıları geç öfkelenir ve geç de vaz geçerler. Bunların her iki durumu birbirine eşittir. Biliniz ki bazıları geç dönerler, ve erken öfkelenirler. Ha­beriniz olsun ki en hayırlıları, geç öfkelenip erken vaz ge­çenlerdir. En kötüleri de erken Öfkelenip, geç vazgeçenlerdir. Biliniz ki bazıları iyilikle borç alıp, borçlarını iyilikle öder­ler. Bazıları nezaketle borç alıp, kötü bir şekilde öderler. Ba­zıları kötülükle borç altına girip, iyi ödeme yaparlar. Bun­ların durumu birbirini karşılar. Bazıları hem kötü ister hem de kötü öderler.

Haberiniz olsun ki en hayırlıları iyi isteyip, iyi ödeyenler olup, en kötüleri de, kötü isteyip kötü ödeyenleridir.Haberiniz olsun ki öfke, insanoğlunun kalbinde bir kor parçasıdır. Siz, öfkelenen kişinin bu esnada gözlerinin alevlendiğini ve da­marlarının kabardığını görmüyor musunuz? Kim böyle du­ruma düşerse (yerinden kımıldamasın) yere yapışsın." 302

Kim öfkenin peşine düşerse iradesinin dışında hareket edeceği için bütün işleri ifsâd edip düzeltemez hadisi şerif, insan sınıflarını ve fazületteki seviyelerini bizlere beyan etti. Öfkeli biri çoğu kez ahmakvari hareketlerde bulunur. Bazen açılmadığı için kapıya söver, zorlandığı için elindeki aleti parçalar. Ürken hayvana lanet okur.

Asrı saadette rüzgar birinin elbisesini oynatınca ona lanet getirir. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v):"Rüzgara lanet getirme. Çünkü o bu işe musahhar ve tâyin edilmiştir. Birisi müstahak olmayan birşeye lanet ederse laneti kendine döner."303

Öfkelenmenin kötülükleri çok vahim, neticeleri de bundan da vahim. Bunun için hiddet anında nefse hâkim olmak büyük ve şerefli bir haslettir. İbni Mes'ud Resulullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Siz aranızda kimi güreş pehlivanı İlan edersiniz?" "Hiç kimsenin sırtını yere getiremediği kim­seyi " dediler. Resulullah (s.a.v): "Esas pehlivan hiddet anın­da nefsine hâkim olan kişidir," dedi.304 Biri Resulullah'a (s.a.v) Bana unutmamam için kısa bir tavsiyede bulun," dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v); “Öfkelenme" buyurdu.305 Bu kısa ve seçkin ifade, yöneltilen suale verilecek en güzel cevaptır. Resul-i Ekrem (s.a.v) kendisine gelerek nasihat isteyenlere durum ve tabiatına uygun şekilde nasihat ederdi, du­rumlarına göre kısa ya da uzun nasihat...

Resullullah (s.a.v)'in yok etmeye çalıştığı câhiliyyet iki çe­şittir:

1) İlme karşı olan cehalet

2) Vakar ve sünnete karşı olan cehalet,

1. Şıktaki cehaletin karanlığı marifet ve irşad nurlarıyla yok edildi, ikincisinin yok edilmesi ise, fesat ve hevanın yu­larını geri çekmekle mümkündür. (Câhiliyyet devrinin) İlk Araplar fazla cehaletle iftihar ederlerdi. (Bir şair şöyle der:) Dikkat edin kimse bize karşı cehalette bulunduğunu iddia et­mesin. Biz ona en büyük cehaleti gösteririz. İslâm bu saç­malığı men edip cemiyeti fazilet, bu mümkün olmadıysa ada­let temelleri üzerine ikâme etti. Bu da ancak öfkelenme huyuna aklın hâkim kılınmasıyla mümkündür.

Resul-i Ekrem'in (s.a.v), nasihatlarının çoğu bu hedefi ger­çekleştirmek meyanındaydı. Öyle ki saldırganlık ve tecavüz belirtileri İslâmî cemaatten ayrılma olarak kabul edi­yordu. "Müslümana sövmek fısk, onu öldürmekte küfür alâmetidir." 306

Abdullah bin Mes'ud şöyle der:" Müslümanlardan her iki kişi arasında (manevî) bir perde vardır. Bunlardan bir ar­kadaşlarına ayrılığa sebebiyet verecek bir kelimeyi konuşunca aralarındaki bu perde yırtılır:307

Önceden İslâmî bir kültürü olmayan bir bedevî Resulullah (s.a.v) 'e geldi. İsmi Cabir bin Selim idi.Kendisi anlatıyor. "Ben her söylediğimde sözü neticelenen birini gör­düm. Kim olduğunu sordum." Onlar: "Allah (c. c)'ın Resulüdür," dediler. Ona: "Sana selam olsun" dedim. O,:"Aleykesselam (Sana selam olsun) ;deme. Çünkü o ölü se­lamıdır. Yalnız selamı başa almak suretiyle "Esselamüaleyke de." Câbir bin Selim anlatıyor: Ona sen gerçekten Allah (c.c)'ın Resulü müsün?" dedim. O,:"Sana zarar do­kunduğunda onu çağırdığın takdirde kaldıracak, bir kıtlık isabet ettiğinde nebat yeşertmek suretiyle bolluğa, hayvanını geri çevirtecek olan Allah'ın Resulüyüm." buyurdu. Câbir bin Selim " Bana nasihat et" dedim "Kimseye sövme "dedi. Bun­dan sonra hür, köle, koyun deve hiçbir şeye sövmedim. Re­sulullah (s.a.v) şöyle devam etti. "İyilikten hiçbir şeyi hakir görme. Mümin kardeşinle konuştuğun vakit güler yüzlü ol, bu da senin için bir iyilik sayılır. Birisi seni bildiği gibi kusurunla ayıplarsa sen onu bildiğin kusurunla ayıplama,şüphesiz ki bunun vebali ona aittir." 308

İnsanlardan bazısının öfkesi durmaz. Bunlar devamlı taş­kınlık içinde asık suratlı bulunurlar. Konulduklarında sıtma hastalığına yakalanan hasta gibi titreyip dururlar. Bağırıp çağırırlar. Ağızlarından köpük fışkırır, lanet getirirler, ayıp­larlar. Halbuki İslâm bu çirkin hareketlerin tümünden berîdir.

Resulullah (s.a.v) "Mü'min ayıplamaz, lanet getirmez . Hayâsız ve çirkin hareketlerde bulunmaz." 309

Lanet getirmek kötü hasletlerdendir. Basit bir hadise için başkasına lanet okuyanlar büyük tehlikelere maruzdurlar. Bilakis insana büyük birşey isabet ederse de lanet ge­tirmemesi lâzımdır. İnsanın îmanı nisbetinde bağışlama ve vakarı artar. Kendisine hatalı davrananlara karşı helak edici harekette bulunmaz ve öfkelenmez. Resulullah (s.a.v)'e müş­riklere beddua ve lanet getir denildiğinde, "Ben lanet edici değil rahmet edici olarak gönderildim."310 buyurdu. Ki­şinin kusurları affetme, öfkesini yenme ve nefsine hâkim olabilme nisbetinde Allah (c.c)'ın indinde değeri olur.

Ebu Bekir (r.a) bir kölesine lanet getirirken Rasulullah onu beğenmeyip şöyle demiştir. "Sâdık birine lânetçi olması yakışmaz."311 Başka bir rivayet şöyledir: "Lânetçi ve sıddık olmanız bir arada bulunmaz" Ebu Bekir yaptığına keffaret olması için adı geçen kölesini âzad etmiş ve Resululah (s.a.v)'a gelip bir daha böyle bir şey yapmayacağını arz et­miştir...

Çünkü lanet tehlikeli çirkin ve azgınca bir harekettir. Hakkı yerine getirmekten ziyâde ortalıkta öfke hüküm sürer. Şahıslara böyle ağır tarzda hakaret etmek uygun düş­mez. Çünkü böyle bir cinayetin vebalinden kimse kurtulamaz. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurur: "Bir şahıs her­hangi birşeye lanet ederse adı geçen lanet göğe yükselir. Fakat gök kapıları kendisine açılmaz. Yere iner, yerde onu almaz, sağa - sola gitmek istese de hiçbir yer onu kabul etmez hemen sahibine (söyleyene ) geri döner," 312 İslâm birbirine düş­man kişiler arasında ki basit sürtüşme ve kavgaları haram kılmıştır.

Nice sürtüşmeler vardır ki onlarla ırzlar çiğnenir, haram kılınmış sövmelerle günahsız olana itham edilir. Tüm bun­lara öfkelenme ve edep dışı hareketlerden başka hiçbir şey sebebiyet vermemektedir.

Tüm bu sataşmaların vebali ilk od'u alevlendiren kişiye aittir. Hadiste şöyle denilmiştir. "Karşılıklı sovenlerin gü­nahı ille başlayanadır. Ancak zulme uğrayan haddi aşarsa durum değişir. Ortak olurlar." Böyle durumlardan kur­tulmanın tek çaresi öfkeye vakarın hâkim olması, öç almaya da affetmenin galebe çalmasıdır. Şüphesiz ki insan şahsına veya sevdiği birine gelecek herhangi bir hakaretten dolayı üzülür. İntikam alma fırsatını kaçırdı mı misilleme yapmaya çalışır. Gördüğü zarar nisbetinde hasmına zarar vermeden rahat yüzü görmez.

Fakat burada Allah (c.c.) katında daha makbul daha hoş ve büyük insanlara daha yaraşır bir durum var, o da şudur. Ki­şinin öfkesini yenmesi kısas yapmaktan elini çekmesi ve bu affını Allah (c.c)'a; ona intikam imkanını bahşettiği halde in­tikam almadığına şükür kılmasıdır.İbni Abbas anlatıyor: Üyeyne bin Hısn gelince kardeşi oğlu Hürr bir Kays'a gitti ki, bu Ömer (r.a)'ın müşavere ettiği zatlardandır.Genç, ih­tiyar tüm Kur'an âlimleri Ömer (r.a)'ın danışma meclisine üye idiler. Üyeyne:" Ey kardeşimin oğlu! Bana Ömer(r.a)'den müsaade iste," O da müsaade alınca Ömer (r.a)'in yanına gitti. Ve "Ey Hattabın oğlu! Allah (c.c)'a yemin ederim ki sen ne bize gereken şekilde bol ihsanda bulunuyorsun, ne aramızda adaletle hükmediyorsun," dedi. Ömer (r.a) onu bozmaya kalkışacak kadar hiddetlendi. Hürr: "Ey mü'minlerin emiri! Allah (c.c) Peygamberine (s.a.v) şöyle bu­yurmuştur "(Habibim) sen kolaylığı tut, iyiliği emret, câhillerden yüz çevir." 313

Allah'a yemin ederim ki Ömer (r.a) ayet okununca hemen durdu. Çünkü Ömer (r.a) Kur'an’a tam teslim olanlardandır. Bir bedevinin yanına yersiz girip ona sataşması, nasihat kasdı ve bir hak talep etme isteği olmadığı halde üzerine gel­mesi onu öfkelendirmiştir. Bedevi sultanın makamına girip, herhangi bir sebep olmaksızın ve karşılıksız olarak ondan mal istemişti. Ömer (r.a) onun avam tabakasından, kül­türsüz biri olduğunu anlayınca ondan vazgeçip serbest bı­raktı. Hadis'i şerif şöyledir: "Kim. gerçekleştirmeye muktedir olduğu kaide öfkesini yenerse Allah (c.c) onu kıyamet gü­nünde herkesin hazır bulunduğu bir anda kârilerden di­lediğini almak hususunda serbest bırakacaktır."

Ubade Bin Samit, Resul-i Ekrem'in şöyle dediğini rivayet eder: "Size beldeleri şerefli kılan, dereceleri yükselten amel­lerden haber vereyim mi?” Ashâb "Evet," dediler. O, (s.a.v): "Sana karşı cehalette davrananlara vakarla, zülm edenlere af ile karşılık verip, sana ihsanda bulunmayana ih­sanla, ziyaretine gelmeyene de gitmekle karşılık vereceksin... buyurdu."314 Kuranı Kerîm bu nâzik hareketleri sahibini cennete götürecek sebepler olarak beyan etmiştir. "Rabbinizin mağfiretine, eni göklerle yer kadar olan cen­nete koşun. O cennet takva sahipleri için hazırlanmıştır. (Onlar) bollukta ve darlıkta harcayıp yedirenler, öfkelerini tutanlar, insanların kusurlarını bağışlayanlardır... Allah (c.c) ihsanda bulunanları sever."315

Eşine rastlanmayan bağışlama hadislerinden bi­ride, Resul'i Ekrem'in (s.a.v) münafıkların reisi Abdullah bin Übey'i affetmesidir. Adı geçen münafık mülümanlar'a her oyunu tertipleyen,azılı bir islam düşmanıydı.

O şeytanla el ele verip Müslümanlara karşı komplolar düzenler, eline geçen her kötü fırsatı değerlendirirdi. Mü'minlerin annesi Aişe (r.a) hakkında ifk hadisesini tertipleyip, münafıkların vasıtasıyla etrafa yayan ve İslâm Devletinin temelini bu şen'i yalanlarla sallamaya çalışan yine bu münafıktı. Eskiden beri Doğu nazarında kadın namusunun kudsiyeti büyüktür. Ka­dının akraba ve ailesinin tüm şerefi kendi şerefine bağlıdır. Bunun için ifk hadisesinin verdiği elem, Resul'i Ekrem ve onun ashabını gönülden vurmuştu. Bu hayasızca iftiranın acı yankıları kalplerini keder ve hüzünle dolduruyordu: Bu hüzün adı geçen durumu açıklayan ayetlerin nuzulüne kadar devam etti.

Evet bu husustaki ayetler nazil olup Aişe'nin beraat ve nezafetini ilan etti. Münafıkların da yalan ve iftiraların açığa vurup onları rüsvay etti. "Aişe (r.anha) hakkında o iftira haberini getirenler içinizde (münafık olan) bir züm­redir. O, iftirayı Allah (c.c.) katında sizin için bir kö­tülük sanmayın. Bilakis o, (sevap bakımından âhirette) hakkınızda bir hayırdır. (Bu hitap iftira hadisesinde üzü­len müminleredir.) O iftiracılardan her kişiye ka­zandığı günah kadar ceza vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen (Abdullah b. Ubey) için büyük bir azab vardır." 316

Bu iftirada seçkin ve büyük rol oynayanlara had uy­gulandı. Fakat çıban başı (olan münhafik Abdullah b. Ubey) müslümanlara tekrar elinden geldiği zarar ve hileleri ter­tiplemek için kurtulabildi!.. Allah (c.c.), Peygamber ve or­dusunu muzaffer kıldı. İslâm dini de asırları geride bı­rakacak şekilde ilerledi. Düşmanlar içteki nifakların

saklamakla yetindiler? Evet hezimet onları her taraftan ihata etti. Abdullah b. Ubey sararıp soldu. En sonunda da nifağmı etrafa yaydıktan sonra hastalanıp öldü...

Abdullah'ın oğlu, Resulullah'a (s.a.v.) gelip babasının affını talep etti. Resulullah onu affetti. Daha sonra kendi elbisesi içerisinde gömmesini talep etti. Resulullah (s.a.v.) onu da yaptı. Sonra ona dua edip üzerine namaz kılınmasını talep etti. İnce yürekli bağışlamasını seven Resul-i Ekrem bu is­teğini de reddetmedi. Hatta dün ırzına iftiralar atan bu naşın önünde durup affinı taleb etti. Fakat ilahî yüce adalet bunları reddetti. Ve şu âyet nazil oldu: "Ey resulüm O münafıklar için ister mağfiret dile veya mağfiret di­leme onlar için 70 defa mağfiret dilesen de yine Allah onları asla bağışlayacak değil. Bu mağfiretten mah­rum edilişleri şundandır. Çünkü onlar Allah'ı ve Re­sulünü tanımadılar. İnkâr ettiler. Allah ise öyle fâsiklar topluluğuna hidayet etmez."317 İfk hadisesiyle ilgili olarak şu hususu da belirtelim. Ebu Bekir (r.a.) bir ak­rabası ondan yardım aldığı halde kızma iftira atmaktan geri kalmamıştı. O, bu iftira ile hem İslam, hem akrabalık, hem de iyilikleri unutmuş oluyordu. Ebu Bekir (r.a.)'i onun yar­dımından alan ve sıla-ı rahm etmemeye yemin ettiren husus ta buydu: "Bir de içinizde fazilet ve servet sahibi olan­lar akrabalara, yoksullara, Allah yolunda hicret eden­lere vermemek üzere yemin etmesinler. Kusurlarını bağışlasınlar. Aldırmasınlar, Allah'ın sizi ba­ğışlamasını sevmez misiniz? Allah gafurdur, rahimdir.”318

Ebu Bekir (r.a.) önce yapmakta olduğu iyilikleri tekrar ya­parak "Ben Allah'ın beni affetmesini istiyorum" dedi.319


Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin