Birlik
İslam'ın âdâb ve esasları ferdi, cemiyetin ayrılmaz parçası ve vücudun kopmaz bir uzvu kabul eder. Bu organ, ister istemez tüm vücuda gelen gıda, olgunlaşma ve şuurdan nasibini alır.
İlahi hitab da bu durumu tasvib etmiş, emir ve yasaklarını sadece insanın kendisine yöneltmemiştir. Bu hitab tüm cemaatın edep ve irşadını hedef almıştır. Böylelikle cemaata ettiği hitabı ferd de dinleyip ondan ders alır. Kitap sünnetteki teşriin takib ettiği metod ve siyak budur.
"Ey îman edenler! Namazlarınızda rüku ve secde edin. Rabbinize ibadet edin ve hayır yapın ki kurtulabilesiniz. Ve Allah yolunda gerektiği gibi cihad ediniz" 491
Müslüman Allah'a (c.c.) yönelip iltica edeceği zaman tek başına imiş gibi değil de, bilakis bir toplumun bir parçası ve onunla irtibatlı imiş gibi ibadetini ifa edecektir.
"Allah'ım! Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım taleb ederiz " 492
"Allah'ım! Yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senden yardım talep ederim" şeklinde değildir.
Bundan sonra da O, Allah'tan (c.c.) hayır ve hidayet isteyeceği zaman sadece kendine bağlı değil, bilakis başkalarına da ister. Şöyle ki:
"Allah'ım bizi, kendilerine nimette bulunduğun kişilerin doğru olan yoluna ilet." 493
Allah (c.c.) insanları dağılıp ayrılmaları için yaratmamıştır. Şüphesiz ki O (c.c), insanlar için tek bir din gönderip, aynı istikamette onları yönetmek için peşpeşe peygamberler göndermiş ve hayat boyunca dini parçalayıp tefrikaya düşmelerini haram kılmıştır. Ancak Şeytan'ın kendilerine tezyin ettiği şehvani arzuları, tüm bunları kendilerine unutturup, bu ilahî mîrası değiştirmiştir ki, insanlar bu sayede hizipleşip, her hizip diğerine pusu kursun ve kandırmaya çalışsın. Allah (c.c.) şöyle buyurur:
"Ey Resuller! Temiz ve helal olan şeylerden yeyin. Güzel amellerde bulunun. Çünkü ben, ne yaparsanız hakkıyla bilenim. Şu (insanlar) bir tek ümmet halinde sizin ümetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden korkun fakat (o kavimler) dinlerde fırkalara ayrılmak, her fırka kendi ellerindeki (din) ile böbürlenmek suretiyle parça parça oldular. Şimdi sen onları bir vakte kadar sapıklıkları içinde bırak."494
Allah (c.c.) bu büyük tefrikanın tek sırrını hevaya uyma ve haddi aşmak olduğunu beyan buyurmuştur. Şu bir gerçektir ki ilim ve ihlâs ahlâktan ayrıldılar mı böyle bir ahlâk hem sahibine hem de tüm insanlar için vebal olur. Din gelmezden önce tüm yönleriyle cehalet insanları sapıtıyordu. Vakta ki din nazil olup temsilcileri onu istismar edip dinî ilimlerle yiyecek ve nefisleri için ticarette bulundular, yine de tüm insanlar sapık yollara düştü. Resulullah (s.a.v.) fayda vermeyen ilimden Allah'a (c.c.) sığınıp şöyle diyordu:
"Sizler için benden sonra en korktuğum şey, diliyle âlim olan münafık(lardır)"495
Evet bölücü bir kalp, ilmi fesat için silah olarak kullanır. İnsanlık eskiden bugüne kadar böyle yıkıcı bir ilimden rahatsız olmuştur. Allah (c.c.) insanlığın gidişatını bozanların kalp alimleri değil, dil âlimleri olduklarına dikkatlerimizi çekmiştir.
"Dini doğru tutun. Onda tefrikaya düşmeyin, diye (aslı) dinden hem Nuh'a ettiğini hem sana vahy eylediğimizi hem İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya ettiğimizi sizin için de şeriat yaptı. Senin kendilerini davet etmekte olduğun (bu) şey müşriklerin üzerinde büyüdü. Allah kimi dilerse buna onu seçip çeker." 496
"Halbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirine karşı olan ihtiras ve hasetten dolayı ihtilafa düştüler." 497
"Onlar ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarında ki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler." 498
Allah'a (c.c.) ihlas ve insanlara merhamet duygularından mahrum bir ilmin nasıl bölücülük yaptığını ve Allah'ın (c.c.) emirlerini nasıl çiğnediğine bir bak... Hayatta düşüncelerin büyük olması veya görüşlerin çakışması garipsenmez. Fakat ayrılık ve düşmanlığa sebep olan bunlar değildir. Bunun esas sebepleri, gizli bazı arzuların elde edilmesi için değişik fikirlerden kaynaklanmaktadır. Bazen hakikat üzerinde tartışma yapılırken bu, ilimle alakası olmayan inada dönüşür. Şayet esas gaye hakikati aramak olup bunun talihleri de, üstün gelme, riya, makam ve mal arzularından uzak dursalardı, insanlık tarihini üzüntü ve kedere boğan olaylar cereyan etmezdi. Bazı basit mes'elelerden dolayı çekişmelerin büyüdüğü hepimizin malumudur. Çünkü bu çekişmelerin çoğu siyasî menfaatlerden kaynaklanıyor. Öte yandan daha birçok önemli konu varken bunlar hakkında hiçbir tartışma ve konuşma yapılmıyor. Güya böyle önemli mes'elelerin neticeleri sadece teoriden ibaretmiş.
Şüphe uyandırıcı ihtilaflar, insanların din ve dünyalarını bozduğu için İslam böyle bir ihtilafı küfür ve İslâmdan uzaklaşma kabul etmiştir. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:
“Dinlerin (bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek suretiyle) parça parça edenler ayrı ayrı fırka olanlar (yok mu?) Sen hiçbir veçhiyle onlardan değilsin, onların cezası Allah'a aittir. Sonra o, ne yapıyordurlar kendilerine haber verecektir." 499
Allah (c.c.) müslümanları, geçmiş milletlerin yaptığı gibi boğuşmak ve karşılıklı lânetlemelerle yapılan dinî ihtilaflara girişmekten sakmdırmıştır.
"Siz kendilerine apaçık deliller, âyetler geldikten sonra parçalanıp ayrılanlar, ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlardn hâli) en büyük azab olanlardır.
O gündeki nice yüzler bembeyaz olacak nice yüzler kapraka kesilecek, yüzleri simsiyah olanlara gelince onlara: İmanınızdan sonra küfrettiğiniz hal işte o küfretmenize mukabil tadın azabı (denilir). Yüzleri bembeyaz olanlar ise Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar bunun içerisinde ebedi kalıcıdırlar. "500
Kalp ve duygularda ve şekilde aynı olan ibâdet, insan tek başına ve cemaatle îfâ edeceği zaman ecir bakımından değişmektedir. Mesela: Sabahın iki rek'atıyla öğlenin dört rek'atı cemaat ve münferid olarak kılındığında aslında şekil bakımından değişmektedir. Bununla beraber insan aynı namazları Rabbinin huzurunda cemaatle ifa ettiğinde yirmi küsur defa artmaktadır. Aslında bu, cemaata katılma, yalnızlığı terketme uzletten çekilme ve ümmetiyle pekişmek için büyük bir davettir. İslâm, müslümanın kabuğuna çekilip duygu ve düşüncelerinde yalnız kalmasını ve maslahatını ümmet ve cemaatın maslahat ve yaşamına üstün görmesini iyi karşılamaz. Hadisi şerif şöyledir:
"Mü'minin kalbi üç şeyi ihmal etmez:
1. Amelde ihlâsı,
2. Müslüman liderlere itaat etmeyi,
3. Müslüman cemaatına katılmayı...
İşte bunların duaları kabul görür.'' 501
Allah (c.c.) müslümanın yaşamış olduğu cemiyete karışması için beş vakit namazın cemaatla kılınmasını, buna çok dikkat edilmesini, kasaba ve küçük köy halkının her hafta için cumaya katılmalarını, daha fazla hayır, fayda ve iştirakin olabilmesi için bayram namazlarının şehir haricindeki meydanlarda kılınmasını emretmiştir.
Allah (c.c.) Doğulu ile Batılının bir araya geleceği ve bunlardan daha büyük toplulukla îfa edilecek olan hacc'ı da farz kılmış olup, bu ibâdet için belli zaman ve mekan tesbit etmiştir. İşte bu sayede çeşitli ırktaki müslümanlar mutlak olarak bir araya gelebilmektedirler. Resulullah (s.a.v.) hazarda ve seferde cemaat ve birliği tavsiye edip uzlete ve ayrı yaşamanın doğuracağı neticelerden şiddetle sakındırmıştır.
Said bin Müseyyeb'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
"Şeytan bir veya iki kişiyi aldatmaya çalıştığı halde, üç kişiyi aldatmada gözü yoktur. "502
Resulullah (s.a.v.) bir sefer esnasında iken ashabını istirahat etmek için sağda solda dağınık görünce bu manzaradan hoşlanmamış ve kerih görmüştür. Ebi Sa'lebeden (r.a.) rivayet edildi:
"Ashab'ın sefer esnasında yeşillik ve vadilerde dağılması üzerine, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Sizlerin böyle dağılması şeytanın hoşlandığı bir husustur! Bundan sonra sefer esnasında o kadar sık ve yakın duruyorlardı ki üzerlerine bir elbise atılsaydı hepsini örterdi." 503
Bu, duyguların birleşmesi, karşılıklı muhabbet ve safların pekişmesi netice sindedir.
Hak insanları bir araya getirmezse, elbetteki bâtıl onları dağıtacaktır. Onları, Allah (c.c.) için olan ibâdet birleştirmezse, şeytanî itaat onları parçalar. Onları cennet'in nimetleri te'sir altına almazsa dünya metaından dolayı birbirine düşman kesilirler. İşte bundan dolayıdır ki çekişme, karanlık câhiliyye özelliklerinden ve imansızların şa'nındandır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benden sonra bir kısmınız diğer bir kısmınızın boynunu vuracak şekilde kâfirler olmayınız.'' 504
Yani: Bu kanlı kavga, kendi aralarında darmadağınık olan kâfirlerin sıfatıdır.
İslâm, akılların anlayış farklılığından doğacak ihtilafı hoş karşılayıp bu hususta isabet edene iki, etmeyene de bir ecir va'd etmiştir. Bundan başka da hakkı aramak ve onunla amel etme hususunda ihlası muhafaza ettikleri müddetçe onlara bağrını açmıştır. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Hakim içtihadında isabet ederse, ona iki sevab, hata ederse ona bir sevab vardır"505
Görüyorsun ki Allah'ın (c.c.) rahmeti iyi niyete Önem verdiği gibi neticelere önem vermez. Onun için Allah'ın (c.c.) geniş tuttuğu bir din niçin daraltılsın? İnsanlar arasındaki bunca kabalık ve hoşnutsuzluk neden olsun?
Resulullah (s.a.v.) Medine'den çıkan mücahid ashabına: "İkindi namazını Beni Kurayza'da kılınız" dediği zaman bunlardan bir kısmı bu emrin, ikindi vaktinin dâhilinde yerine getirilmesi gerekli şeklinde te'vil ederek yolda kılmışlar. Diğerleri de emrin zahirine bakarak ikindi namazını akşamleyin (Beni Kurayza'da îfa ettiler). Resulullah {s.a.v.) her iki kısmın da yaptığım kabul etmiş ve onları düşman karşısında tek bir safta bağlamıştır. İşte bu, ilmi konulardaki ihtilafın çözüm yoludur. Akıl ve vicdan muhafaza edildiğinde böyle bir ihtilafa girebilir. Fakat inat ve buğz eseri olarak ihtilaflar dünyayı elde etmek için araç olarak kullanırsa işte din, ondan sonra da dünya elden gider.
"İLGİLÎ BÎR FETVA"
Mürşid kardeşlerimizden birine (*)506 "Namaz kılanlar nerdeyse camide birbirine girecek onlara hemen yetiş" denildi. "Niçin? Böyle şey olur mu?" "Bunlardan bir kısmı teravih namazını sekiz rekat, diğer bir kısmı da 20 rekat olarak kılmak istiyor." "Peki benim ne yapmamı istiyorlar?" Bu hususta senden fetva bekliyorlar." El CEVAP:
"Kesin olarak adı geçen mescid kapatılacak ve teravih namazı kılınmayacaktır. Çünkü teravih namazı sünnet, Müslümanların vahdeti ise farzdır. Binaenaleyh nafile için farz terkedilmez.
"İhlas ve insanlara din namına yapılması gereken nasihat böyle ufak-tefek ihtilaflar için birbirine giren toplumlarda pek görülmez. Müslüman âlimler, İslâm'ın esaslarına dayanarak ümmetin ihtilaf ve ayrılığa düşmemesi için, münker izâle edilirken daha büyük bir fitne olacaksa böyle bir izâlenin gerekmediğine dair fetva vermişlerdir. Çünkü münkerin bekası aslında bir zarardır. Fakat böyle daha büyük bir zararın olması daha büyük bir zarardır. Böyle durumlarda ehven-i şer tercih edilir. Biliyorsun ki doktor, bedende bir ameliyat yapacağı zaman vücudun kuvvetine bakar. Vücudun bu ameliyatı kaldırma gücü bulunursa bu işe girişir.
Yok eğer hastanın hayatına mal olacaksa hastalık devam etse dahi bundan vazgeçer. Resulullah (s.a.v.) ensar ile kolaylık, zorluk, bolluk, darlık ve her halükarda İslam'ı üstün görmeleri hususunda biat ederdi"507
Yani iyi insan dünyalık bir şeyi kaybedeceği zaman üzülmemeli. Bir makama lâyık bulunmayıp kendisine herhangi bir menfaat gelmediğinde ortalığı feryatlarla doldurmamalıdır. Böyle şeylere üzülmek, Allah'ın (c.c.) kendileri hakkında şöyle buyurduğu münafıkların alâmetidir:
"Münafıkların bir kısmı ganimetlerin bölünmesinde seni ayıplarlar. Çünkü o ganimetlerden istedikleri şey kendilerine verilirse razı olurlar, verilmezse hemen kızarlar."508
Meydana gelen ayrılıkların çoğuna bakarsan kökünde dünya sevgisi ve kör menfaatçıların yattığım bulursun. Halbuki birleşmek kuvvettir. Böyle bir birleşme, sadece insanlığın mes'elelerinde görülmez. Bilakis o kâinatın kanunlarından biridir.
Mesela ince ve zayıf ipler bir araya gelirse kuvvetli ve yükleri çekebilecek bir şerit olur. Gördüğümüz koskoca kâinat da atomların bir araya gelmesinden meydana gelmiştir. Filozofun biri, birliğin önemini çocuklarına îzah için şöyle bir yola başvurmuştur:
Çocuklarına çubuklardan oluşmuş bir demeti kırmalarını emretmiş onlar ise demet hâlinde olduğu için kıramamışlar. Fakat aynı demeti çubuklara ayırınca kırabilmişlerdir.
"Mızraklar birleşince kırılmazlar,
Ayrılınca kırılırlar teker teker".
Düşmanlık, güçlü milletleri zayıf düşürüp, zayıf olanları da yok eder. Bundan dolayıdır ki, Allah (c.c.) Bedir savaşındaki ilk zaferden hemen sonra Müslümanlara her şeyden önce birleşmelerini ve saflarını bitiştirmelerini tavsiye etti. Ashâb ganimetleri görüp toplama hususunda yarışa girdiklerinde şu âyet nazil oldu:
"Habibim! Sana harb ganimetlerinin hükmünü sorarlar. De ki, ganimetler Allah'ın ve Resulü'nündür. O halde mü'minlerseniz Allah'tan korkun, (ihtilafa düşmeyin) Aranızı düzeltin, Allah'a ve peygambere itaat edin."509 Bundan sonra da Allah (c.c.) mutlak zafer ve kuvvetli bulunmanın tek yolunun kendisi için birleşme olduğunu buyurarak şöyle buyurdu:
"Allah'a ve O'nun Resulüne itaat edin birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuyla za'fa düşersiniz. Kuvvetiniz kesilip gider."510 Daha sonra Allah (c.c.) ashabı âhirete inanmayanlar gibi dünyalık menfaatler için boğuşmaktan ve hırsa düşmekten sakındırarak şöyle buyurmuştur:
"Yurtlarından çalım satarak insanlara gösteriş yaparak çıkanlar, halkı Allah'ın yolundan men edenler gibi olmayın"511 Bundan sonra müslümanlar "Uhud'da: şehit vermek suretiyle ilahî bir tokat yediler. Bu tokatla yenik ve perişan düşüp kâfirlerin istediği kendilerin hâsıl oldu. Bu niçin böyle oldu? Halbuki Allah'a olan iman ve haklı davaları onların zafer kazanmalarına yeterliydi. Bunun sebebi şudur. Onlar çekişip ihtilafa düştüler. Allah ve Resulü'nün emrine muhalefet ettiler.
"And olsun ki size olan va'di onun izn (-ü keremi) ile düşmanları (kolayca) öldüre geldiğiniz hatta sevmek de olduğunuz (zafer)i de size gösterdiği zamana kadar-yerine gelmişti. (Sonra) siz yılgınlık gösterdiniz isyan ettiniz. (Verilen) emr hakkında çekiştiniz, içinizden kimi dünyayı istiyor, (yine) içinizden kimi ibtila vermek için sizi onlardan geri çevirdi."512
Müslümanlar tarihin zor günlerinden ibret alsalardı; başlarına gelen musibetlerin ayrılık ve ihtilaftan kaynaklandığının farkına varacaklardı. Çağdaş haçlı seferleri ve ondan sonra da gelen yahudî akınları İslâm alemindeki kaynakları sömürmede muvaffak olmuş ise de bu müslümanların hiçbir sebep yok iken kendi aralarında çekişmeye düşüp parça parça olmalarından dolayıdır. Batının doğuyu parçalayıp sömürmedeki siyaseti "Parçala yut" kaidesine dayanmaktadır.
İslâm kendi ümmetinin varlık ve gücünü ayakta tutması hususunda çok hassastır. Onun için ihtilafa sebep olan tüm sebepleri yok etmiş ve tüm ümmeti, birleşip çekişme ve ayrılığa düşmekten sakındırmıştır.
"Allah'ın kuvveti cemaatle beraberdir. Kim ayrı kalırsa ateşi boylar."513
İslâm düşmanları müslümanların tek tek kalmalarından istifade etmeyi isterler. Çünkü onları ayrı ayrı yakalamak daha kolaydır. Ancak böylelikle tüm ümmeti fert fert taraflarına çekebilirler. Tüm İslâm âleminin ayrılıktan kurtulması için fertlerin birbirleriyle pekişmesi gerek. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"İleride bâzı fitne ve fesat olayları olacaktır. O zamanda birlik halinde bulunan ümmeti parçalamaya kalkışan kim olursa olsun boynunu vurun.”514
Ümmetin birliğinden ayrılmak -ki bu dünyada olan cezasıdır- Allah'ın şu cezasını gerektirir:
"Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra peygamberlere muhalefet eder, mü'minlerin yolundan başkasına uyup giderse onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat (âhirette de) kendisini cehnneme koyarız. O ne kötü bir yerdir. "515
Bunu garipsememek gerek. Çünkü ayrılık mikropları tüm ümmeti uçuruma doğru götürdüğü zaman ortaya çıkar. İnsanlardaki bazı kötü hasletler tam bir anlamda fonksiyonlarını kaybedebilirler. Ayrılık belirtileri baş gösterince de fırsatçı ve münafıklar hemen devreye geçerler. Onlar görünüşte cemaatla bir gözükürler. Halbuki işin esasında göründükleri gibi değildirler. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuş:
"Kim (emirin) itaatından çıkıp cemaattan ayrı düştüğü bir zamanda ölürse câhiliyye ölümü ile ölmüştür."516
Diğer bir hadis te şöyledir:
"Kim ümmetten ayrılıp iyi-kotü demeyip herkesle savaşmaya kalkışır, mü'minleride bu doğuşunun dışında bırakmaz ve verdiği sözü yerine getirmezse benim ümmetimden beri olup, ben de ondan beriyim."517
İyi insanın önce geçmesi onun normal bir hakkıdır. Varlıklılarından da ümmetin fayda görmesi gerek. Makam hırsıyla tutuşan faziletli ve varlıklı birisi, ne kendine ne de ümmete bir fayda verebilir. Makam peşinde olana Allah'ın (c.c.) yardımı erişmez. Allah'ın yardımından mahrum kalan biri ise lider de olsa uğursuzdur. İşte bunun içindir ki İslâm, makam ve liderlik taliplerinin bu isteklerinden mahrum bırakmıştır. Ebu Musa'dan rivayet edilmiştir:
"Amcam oğullarından iki kişi ile Resulullah'm (s.a.v.) yanına gittik. Onlardan biri: Ey Allah'ın Resulü! Bize İslam devletinden bir iş ver dedi. Diğeri de bunun aynısını taleb edince Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah'a yemin ederim ki işi taleb edene ve bu konuda hırslı davrananlara (devlet olarak) iş vermeyiz. "518
İşin garip tarafı şudur ki İslâm ümmetinin temelini durmadan sarsan bu musibetler, hep makam sevdalısı kişi ve hanedanlardan kaynaklanmaktadır. Resulullah (s.a.v.)'in buyurdukları gibi şayet bunların liderlik ve saltanat sevgisi, çok yüksek meleke ve meziyetlerinden kaynaklanıyorsa da yine böyle (haris olanların) başa geçmesi uygun düşmez. Durum böyle olunca insanların en düşükleri ve ahlakça en âdileri pozisyonundaki reis taslaklarının liderlik hâli ne olacaktır?.. Eskilerden şair Mütenebbi bunların hâlini şöyle tasvir etmiştir:
"Tüm insanların liderleri kendilerinden olduğu halde Müslümanların liderleri ise yabancı kölelerdir".
Her müslüman nerede bulunursa bulunsun, böyle bir sapıklıktan korunmaya çalışsın ve İslâm, birliğini meydana getirecek olan taşı yerine koyuversin.519
Dostları ilə paylaş: |