"Abdullah b. Senan şöyle diyor:
Hz. Sadık (a)'a abdest ve namazında vesveseye düşmüş birini zikrederek "O akıl sahibi birisidir" dedim. İmam (a) şöyle buyurdu:
"Nasıl bir aklı var ki? Halbuki o şeytana tabi oluyor." Ben:
"Nasıl şeytana uyuyor?" diye sorunca da İmam şöyle buyurdu:
"O şahsa gelen şeyin (vesvesenin) hangi şeyden geldiğini sor. Şüphesiz ki şeytanın amelinden olduğunu söyleyecektir." 60
Şerh
Bil ki vesvese, tezelzül, şek, şirk vb. şeyler şeytanın insanoğlunun kalbine attığı ilkalardandır. Nitekim itminan, yakin, sebat, hulus vb. şeyler de rahmani feyizler ve meleki ilkalardandır.
Bunun açıklaması ise şudur: İnsanın kalbi mülk ve melekut ile dünya ve ahiret arasında kalan latif bir şeydir. Bir yönü dünya ve mülktür ve bu cihetle bu alemi tamir etmeye koyulur. Diğer yönü de ahiret, gayb ve melekut alemidir. Bu cihetle de ahiret ve melekut alemini tamir eder. Kalp ikiyüzlü bir ayna konumundadır ki bir yüzü gayb alemidir ve ona gaybı suretler yansımaktadır ve diğer bir yüzü de şehadet alemidir. Dünyevi ile mülki suretler ona yansımaktadır. Dünyevi suretler zahiri duyu organları ile hayal ve vehim gibi birtakım batını duyu organları vasıtasıyla yansımaktadır. Uhrevi suretler ise akim batınından ve kalbin içinden ona yansımaktadır. Kalbin dünyevi yönü güçlenir ve insan sadece dünyayı tamire yönelirse bu batini teveccüh sebebiyle pis nefislerin, şeytanların ve cin aleminin, tabiat ve karanlık mülk alemi olan melekut-u sufla'ya yönelir. Bu tenasüp vasıtasıyla kalbinde birtakım şeytani ilkalar vücuda gelir. Bu il-kalar batıl hayaller ile habis evhamların menşei haline gelir. Nefis bilcümle dünyaya meylettiği için bu batıl hayallere iştiyak duyar, azim ve iradesi de buna tabi olur ve böylece bütün kalbi ve kalıbî (organik zahiri) amelleri şeytani ameller sınıfından olur.
Böylece bütün kalbini vesvese, şek, terdid, evham ve batıl hayaller kaplar. Bedeni ameleri de kalbin batını suretleri şeklinde teceli eder. Zira ameller iradetlerin misal ve yansıması, onlar da vehmin misal ve yansımasıdır.
Onlar kalbin yönelişinin yansımasıdır. O halde kalp; şeytani aleme yönelirse kalpte şeytani cehli mürekkep sınıfından bir takım ilkalar vücuda gelir. Neticede zatın batınında vesvese, şek, şirk ve batıl şüpheler doğar, daha sonra bütün beden mülküne sirayet eder.
Zikredildiği kıyas üzere kalbin yönü eğer ahireti tamire, hak marifetleri bilmeye ve gayb alemine teveccühe yönelirse onda bir tür melaike ve tayyib nefisler alemi olan melekutî a'laya teveccüh vücuda gelir. Dolayısıyla bu kalbe ifaze edilen ilimler rahmani ve meleki ilimler, inançlar da hak inançlar olur. Bu kalbe yapılan ilkalar, ilahi ve rahmani ilkalar olur. Bu kalb şek ve şirkten arınmış ve tertemiz hale gelir. Nefiste itminan ve istikamet haleti vücuda gelir. İştiyakları ilimleri üzere, iradetleri iştiyakları üzere ve onun da kalbi ve kalıbı, zahiri ve batınî amelleri ise akıl ve hikmet mizanı üzere gerçekleşir.
Bu şeytani ilkalar ve rahmani ilkalarm birtakım mertebe ve makamları vardır ki şu anda detaylı bir şekilde anlatmak uygun olmadığından bu kadarıyla yetiniyoruz.
Bu dediklerimize delalet eden bir takım hadisler vardır ki biz bunlardan biri olarak Mecmeul Beyan'da Ayyaşi'den nakledilen bir rivayeti naklediyoruz. Hz. Sadık (a) şöyle buyurmuştur: "Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Her müminin göğsünde kalbi için iki kulağı vardır. Bir kulağına melek üfler bir kulağına ise şeytan vesvese eder. Allah mümini melek ile teyid eder. Allah Teala'nın şu sözü de buna delalet etmektedir. "Ve onları kendisinden bir ruh ile desteklemiştir..." 61
Meeme'ul-Bahreyn kitabında yer alan bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
"Şeytan burnunu insanın kalbinin üzerine koyar; şeytanın domuzun burnuna benzer bir burnu vardır oradan insana dünyaya ve Allah'ın helal kılmadığı şeylere "yönel" diye vesvese eder. Bu esnada insan Allah'ı zikrederse şeytan kaçar." 62
Fasıl
Şu anda şerhi ile meşgul olduğumuz hadis ve zikrettiğimiz benzeri hadislerde yer aldığı üzere vesvese şeytanın amellerindendir. Şu anda da insanların genelinin zihnine daha yakın ve münasip olan bir yolla bu konuyu aydınlatmaya çalışalım. Gerçi önceki beyan, ehli nezdinde aklî mizanlara ve bürhanî kanunlara uygun, marifet ehlinin zevkine mutabık ve kalb ashabının müşahedelerine uygun bir beyandır. Ama bunun beyanı birtakım usul ve kaideler üzere bina edilmiştir ki burada onları zikretmek uygun olmadığından sarf-ı nazar ediyoruz.
Daha önce de dediğimiz gibi vesvese şeytanın likalarından olup bunda hiçbir dini ve imani davetçinin etkisi yoktur. Ama vesveseye kapılan insan kendi hayaliyle bunun aksini düşünebilir. Bunun delili ise vesveseye düşen insanın şeriat hükümleri ile Ehl-i Beytin hadislerine muhalefet etmesidir. Örneğin Ehl-i Beyt'ten mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde yeraldığı üzere Peygamber (s.a.v) her uzvuna bir defa su dökecek şekilde abdest alırdı. Yüz ve ellerin birer avuç su ile yıkanması fıkhın zaruriyatındandır; ama iki defa yıkanması hususunda ihtilaf vardır. Hatta "Vesail" kitabının yazarı bunun caiz olmadığına veya en azından caiz olmadığı hususunda düşünülmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bazısından da bunun aksi rivayet edilmiştir. Gerçi iki defa yıkamanın cevazı da açık birşeydir. Büyük bir şöhreti ve hem de bunu istih-babına delalet eden birçok rivayetler vardır. Ama bir defa yıkamak daha da faziletli olabilir. Lakin her uzvu tümüyle kaplayacak birşekilde üç kere yıkamak bid'at ve abdesti batıl eden birşeydir. Rivayetlerde de yeraldığı üzere üçüncü defa yıkamak bidattir ve her bidat ateşte yer alacaktır.63
Vesveseye düşen cahil insan her uzvunu on defa yıkamakta ve yine de gönlü rahat etmemektedir. Şimdi bu hangi mizana uymaktadır? Acaba hangi hadis ve fakihin fetvasına uygundur? Yirmi yıldan fazla bu batıl abdestle namaz kılmış ve halkın içinde hep taharet ve mukaddesatın kemalinden söz etmiştir. Şeytan onunla oynamakta ve nefsi emmare onu kandırmaktadır. Vesveseye kapılan insan başkalarını hatayla suçlamakta, kendisini ise doğru yolda sanmaktadır. Acaba açık nas ve ulemanın icmasma muhalif olan bir şey şeytandan mıdır, yoksa nefîn temizliğinden mi? Eğer bunu takvanın kemalinden ve dinde ihtiyattan kaynaklandığı söylenecek olursa o halde ne olmuş ki bu yersiz vesveseye kapılan cahil insanlar, ihtiyatın gerekli olduğu veya üstün olduğu yerlerde ihtiyat etmiyorlar?
Şimdi'ye kadar mal hususunda vesveseye kapılan bir kişi gördünüz mü? Vesveseye kapılıp da birden fazla zekat veya hums veren insan gördünüz mü? Bir defa hac yerine bir defadan çok Hacc'a giden insan gördünüz mü? Şüpheli yiyeceklerden sakınan insan gördünüz mü? Ne olmuş da herşeyin helal olduğu asaletine inanmakta ama herşeyin tahir olduğu asaletine inanmamaktadır. Halbuki herşeyin helal olduğu babında bile şüphelerden sakınmak daha üstündür. Birçok hadisler de buna delalet etmektedir. Taharet babında bunun tam tersi sözkonusudur. Nitekim imamlardan birisi def-i hacete giderken birtakım sıçramalardan vesveseye kapılmasın diye mübarek bacaklarına su serperdi. Ama bu zavallı ves-vas masum imama uyduğunu, dini ahkamlarını masum imamdan aldığını söylediği halde malları tasarruf anında asla sakınmamaktadır, yiyecekleri herşey tahir olduğu hükmünce yemektedir. Yedikten sonra el ve ağzını temizlemektedir. Yerken herşeyin tahir olduğu asaletine sarılmakta, yedikten sonra ise herşeyin necis olduğunu söylemektedir. Ve kendi zannınca alim birisi ise "ben gerçek taharetle namaz kılmak istiyorum" diye cevap verir. Halbuki namazın ger-çektaharetle üstünlüğü şimdiye kadar malum olmamıştır. Fakihler bundan asla bahsetmemişlerdir. Eğer gerçek bir taharet ehli isen niçin gerçek bir hilliyet ehli değilsin. Gerçekten de gerçek bir taharet elde etmek istiyorsan elini on defa yıkamanın ne gereği var? Halbuki cari suya birkez elini sokmakla insanın eli tahir olur. Kür olan suya64 elin idrar veya bazı necasetler dışında necis olmuş ise iki mertebe ve meşhur olduğu üzere idrarla necis olmuş bile olsa bir mertebe sokmak yeterlidir. İki kez sokmak ise icmaen yeterlidir. O halde ikiden fazla yıkamak şeytanın ve nefsin hilesindendir. Bunun hiç bir üstünlüğü yoktur. Ama vesveseye düşen insanlar bununla övünmektedirler. Bundan da kötü ve korkuncu bazılarının namazın niyyetinde veya tekbiretu'l-ihramda düştüğü vesvesedir. Zira bu hususta birden fazla günaha düşmektedirler. Buna rağmen kendilerinin iyilerden olduğunu zannetmekdedirler. Bu amel sebebiyle kendilerinin üstünlüğüne inanmaktadırlar.
Niyet, iradî amellerin onsuz yerine getirilmediği ve iradi amellerin gereği olan bir şeydir. İnsan ibadi ve gayri ibadi hiçbir ameli niyetsiz yerine getiremez. Ama buna rağmen şeytanlıklarının ve şeytanın onlar üzerindeki tasallutunun farklılığı oranda bazısı bir saat bazısı ise saatlerce bu vücudu zaruri olan emrin husulü vesvesesine mübtela olmaktadırlar. Sonunda da zaten hasıl olmamaktadır. Bu amel şeytanın amellerinden ve ilkalarından biridir. Bu zavallıyı dizginlemiş bu zaruri işi ona gizli tutmuş ve onu birçok haramlara mübtela etmiştir. Örneğin namazını yarıda kesmekte, terkettirmekte ve vaktini geçirtmektedir. Şimdi bunu şeytanı ilkasından mı saymak gerekir? Yoksa takva ve taharetten mi?
Vesvasın durumlarından biri de nassın ve fetvanın hükmü ile adalete mahkum olan insanlara iktida etmemesidir. Zahiren salih ve muttaki olan insanlara namazda iktida etmemesidir. Halbuki böyle insanların batınını sadece Allah bilir. Bunun teftişi de lazım değildir. Hatta caiz bile değildir. Ama buna rağmen vesveseye düşen insanı şeytan kandırmakta caminin bir köşesinde cemaatten uzak ferdi bir şekilde namaz kıldırmaktadır. Kendisine sorulacak olursa da şöyle demektedir.
"Ben bu hususta şüphe ediyorum. İçim rahat değil." Ama buna rağmen imamet makamı kendisine verilecek olursa bundan asla geri kalmaz. Halbuki imamet daha zor ve şüpheli bir husustur. Ama nefsinin hevasına uygun olduğu için o hususta şüphe etmez.
Birçok insanın mübtela olduğu vesveselerden biri de kıraatte vesvesedir. Tekrar veya harfleri eda ederken yapılan aşırılık sebebiyle bazen tecvid kaidelerinin dışına çıkmaktadırlar. Hatta bazen kelimenin sureti bile tümüyle değişmektedir. Örneğin "Dallin" kelimesini öyle eda ediyorlar ki "Dal" harfini kaf harfine benzetiyorlar. Rahman ve Rahim'in "ha" harfini ise bambaşka bir şekle benzeterek eda ediyorlar. Bazen de kelimenin harflerinin arasını öyle ayırmaktadırlar ki kelimenin madde ve heyeti tümüyle değişmekte, bambaşka bir şekle bürünmektedir. Bilahare mü’minin ve muttaki insanların miracı ve dinin direği olan namazdan tümüyle gaflet etmekte ve kelimelerin tecvidine yönelmektedir. Aynı zamanda bu aşırılık sebebiyle tecvidi de bozmakta ve hatta zahir hasebiyle şeriatte bile caiz olmayan bir halete düşmektedir. Acaba buna rağmen bu durum şeytanın vesveselerinden midir? Yoksa Rahmanın teyitlerinden mi?
Rivayetler deki kalp huzuru hakkında nakledilen birçok rivayete rağmen bu zavallı ilmi ve ameli makamda kalp huzurundan sadece niyetlerde, "veleddallin" kelimesindeki uzatmada, göz ağız ve benzeri organlarını kelimeleri eda ederken ilginç bir şekle sokma hususunda düştüğü vesvese dışında hiçbir nasip almamıştır. Acaba insanı yıllarca namazdan gaflet etmesi kalp huzurundan yoksun olması büyük bir musibet değil midir? Bunu İslah etmeyi dahi düşünmemesi, bunun ibadi bir mesele olduğunu bilmemesi ve kalb alimlerinden öğrenmemesi ve dolayısıyla amel etmemesi büyük bir musibet değil midir? Vesveseye düşmüş insan Kur'an'm nassına göre şeytanın vesveselerinden ve rivayetlerde yer aldığı üzere şeytanın amellerinden olan ve alimlerin fetvasınca da batıl olan birşeyi yapmaktadır ve de bunu mukaddesat ve taharetle ilgili birşey sanmaktadır.
Bazen de insanda vesvese kendisi gibi cahillerin vesveseyi fazilet saymasından ortaya çıkmakta ve artış kaydetmektedir.
Örneğin bu adamın takvasını övmekte ve falan şahıs sırf mukaddes ve mütedeyyin olduğu için vesveseye düşmüştür diyorlar. Halbuki vesvesenin dinle hiç bir ilişkisi yoktur. Aksine dine muhalif birşey olup cehaletten kaynaklanmaktadır. Ona işin hakikatini söylemedikleri için o da bundan sakınmamış ve onu kınamadıkları için bu işe yönelmiştir. Aksine onu medh ve sena etmektedirler. Dolayısıyla o da bu işi takip etmekte ve son mertebesine ulaştırmaktadır. Böylece de şeytanın bir oyuncağı ve askeri haline gelmektedir. Mukarreb insanların dergahından uzaklaşmaktadır.
O halde ey aziz, vesvesenin aklen ve naklen şeytandan olduğu ve İblisin amelinden olduğu dolayısıyla amellerimizi ve kalbimizi batıl ettiği malum oldu. Bu vesvese amelde de son bulmaz ve itikat ve diyanete sirayet eder.
Bir de din suretinde bizi Allah'ın dininden uzaklaştırır. Mebde ve mead hakkında şekke düşürür ve ebedi şekavete ulaştırır. Sizleri fısk ve fücur yoluyla kandıramaz ve dalalete sürükleyemez. Dolayısıyla ibadet ve menasik yoluyla ortaya çıkmakta ve Allah'a yakınlık vesilesi olması gereken amelleri tümüyle batıl etmekte ve Allah'tan uzaklaştırıp şeytana yakın kılmaktadır. Şimdi de inançlarınla oynamasından korkulmaktadır. Mümkün olan her vesileyle bundan kurtulmaya bakmalı, tedavi yollarını araştırmalısın.65
Fasıl
İnsanı ebedi helakete ulaştırmasından korkulan bu kalbi hastalığın tedavisi diğer kalbi hastalıklar gibi faydalı bir ilim ve amel sayesinde oldukça kolaydır; ama insan ilk önce kendisini hasta olarak kabul etmelidir. Daha sonra da tedaviye yönelmelidir. Şeytan bu zavallı için öyle şeyler yapmaktadır ki kendisini hasta olarak kabul etmemektedir. Hatta diğerlerini sapık ve dinde takvasız olarak saymaktadır.
İlim yolu, mezkur olan hususlarda tefekkür etmektir. İnsan amel ve fiillerini düşünmeli ve tefekkür etmelidir. Amelin ve Allah'ın rızasını kazanmak için yapmış olduğu fillerin nereden ve kimden aldığına ve nasıl olması gerektiğine dikkat etmelidir. Sıradan insanlar fakih ve müctehidlerden öğrenmekte müctehid ve fakihler ise kitap ve sünnetten ictihad yoluyla istinbat etmektedirler. O halde biz, fakihlerin kitabına müracaat ettiğimizde vesvasın amelinin tekzib edildiğini ve onun bazı amellerinin batıl olduğunun söylendiğini görüyoruz. Hadis-i şeriflere ve kitab-ı ilahiye müracaat ettiğimizde de bunun şeytanın amellerinden biri olduğunun ve sahibinden aklını aldığının kayde de bildiğini görüyoruz. O halde akıllı insan eğer aklı şeytana mağlub olmamışsa ve biraz düşünme kabiliyeti varsa, bu fasit amelden el çekmeli ve amellerini tashih etmelidir ki Allah Teala kendisinden razı olsun.
Kendisinden vesvese şaibesi olan herkes sıradan insanlara müracaat etmeli ve amellerini alim ve fakihlere arzetmeli, onlardan sormalıdır ki vesvese hastalığına ibtila olup olmadığını anlasın. Zira birçok defasında vesveseye düşen insan kendi halinden gaflet etmekte, kendisini mutedil, başkalarını ise sapık görmektedir. Biraz düşünecek olursa bu inancın bile şeytanın ilkalarından olduğunu anlar. Zira ilim ve ameline inandığı büyük alimler bile hatta helal ve haramı öğrendiği büyük müctehidlerin ameli bile bunun aksinedir. Bütün büyük alim ve müctehidlerin dinde korkusuz olduğu, vesvese eden insanın ise mütedeyyin olduğu asla söylenemez. Şimdi ilmen bunu anladığı takdirde amelini ıslaha yönelmelidir. Amel merhalesine girmelidir. Bu hususta en önemli adım şeytanın vesveselerine ve kendisine ilka ettiği hayallere itina etmemesidir. Mesela eğer abdestte vesveseye düşmüş ise şeytanın ilkalarına rağmen bir kez su dökmelidir. Şeytan ona bu amelinin doğru olmadığını söyleyecektir. Ama o cevap olarak şöyle demelidir: Eğer benim bu amelim doğru değilse o halde Rasulullah ve tahir imamların ve bütün fakihlerin abdesti de doğru değildir. Zira Rasulullah, hidayet imamları ve büyük alimler takriben 300 yıl abdest aldılar ve mütevatir hadislere göre de bu şekilde abdest almışlardır. O halde onların abdesti de batıldır. Eğer onların abdesti batılsa bırak benim abdestim de batıl olsun. Eğer müctehid isen şeytana şöyle de:
"Ben içtihadım üzere böyle amel ediyorum. Eğer benim abdestim batıl ise Allah beni muaheze etmez. Benim aleyhime bir hücceti olamaz. Eğer şeytan müctehidin re'yi hakkında onu ihtilafa düşürecek olursa ve müctehidin böyle düşünmediğim ilka edecek olursa o zaman elinde olan kitabını aç ve ona göster. Birkaç kez onun sözüne itina edecek olmazsan ve onun görüşünün aksine amel edecek olursan şeytan senden meyus olacak ve uzaklaşacaktır. Böylece kesin birşekilde tedavi edilmen umut edilir. Nitekim şu hadis-i şerifte buna işaret etmektedir: "Zurare ve Ebu Basir şöyle diyorlar:
İmam Bakır (veya İmam Sadık (a))'a şöye dedik: "Birisi namazında oldukça şek etmektedir. Hatta ne kadar namaz kıldığım ve ne kadar kılması gerektiğini dahi bilmemektedir."
İmam "İade etsin" diye buyurdu. Dedik ki:
Bu iş onun için oldukça sık sık tekerrür etmektedir, iade ettiği halde yine de şüphe etmektedir, İmam:
"Şekkini terketsin" diye buyurdu. Daha sonra imam şöyle buyurdu: "Namazınızı bozarak o habis şeytanı kendi nefsinize alıştırmayın."
Şüphesiz ki habis şeytan kendisine adet ettirilen şeye adet eder. Ve siz namazınızı sık sık bozmayınız. Böyle yapacak olursanız artık size şek gelmez." Zurare şöyle dedi: İmam daha sonra şöyle buyurdu:
"Şeytan kendisine itaat edilmesini istemektedir. Kendisine isyan edilecek olursa sizden hiçbirinize geri gelmez." 66 Hakeza Şeyh Kuleyni İmam Bakır (a)'dan şöyle nakletmektedir:
"Namazında fazla şek ettiğin zaman şekkine itina etme, namazına devam et ve onu tamamla. Böylece şeytan seni terkedecektir. Şüphesiz ki şek şeytandandır." 67
Elbette şeytana bir müddet muhalefet eder ve vesveseye itina etmezsen şeytan senden el çeker, nefsinde sebat ve itminan oluşur. Ama bu muhalefet esnasında Allah'a da yalvarıp yakarmalı o mel'un şeytanın ve nefs-i emmarenin şerrinden Allah'a sığınmalısın. Allah'a iltica etmelisin. Elbette Allah elinden tutacaktır. Nitekim Kafi'de yer alan bir rivayette "Şeytandan Allah'a sığınmak gerektiği" emredilmiştir. Hz. Sadık (a) şöyle buyurdu: "Adamın birisi Rasulullah'ın huzuruna gelerek
"Ya Rasulallah namazdaki vesvesem hususunda sana şikayette bulunmaya geldim. Ne kadar namaz kıldığımı dahi bilemiyorum" dedi. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Namaza başladığın zaman sağ elinin işaret parmağını sol bacağının üzerine koy ve şöyle de: "Bismillah ve bil-lah tevekkeltü alellah. Euzu billahi's-Semii'l~alimi mine'ş-şeytani'r-racim". Şüphesiz ki böylece şeytanı kendinden uzaklaştırır ve ondan kurtulursun."68
Dostları ilə paylaş: |