Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Altıncı Bölüm Nakli Deliller Yoluyla Tevekkülü Övmek ve Hırsı Kınamak Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə30/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   66

Altıncı Bölüm

Nakli Deliller Yoluyla Tevekkülü Övmek ve Hırsı Kınamak Hakkında


Allah-u Teala Enfal suresinde müminlerin sıfatı hakkında şöyle buyurmaktadır: “Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir…İşte gerçekten mümin olanlar onlardır1

Hak Teala özgün bir ifadeyle şöyle buyurmuştur: “Mü’minler, bu birkaç sıfata sahip olan kimselerdir. Bunların dışındaki kimseler, mümin değillerdir.

Bu sıfatlardan bir tanesi, insanın rabbine itimat ve tevekkül etmesi, işlerini Allah’a havale etmesi ve mukaddes zata bağlanmasıdır. O halde, kalbiyle başkalarına bağlananlar, Hak Teala’dan başka diğer varlıklara itimat edenler, işlerinde başkalarına ümit gözüyle bakanlar ve işlerinin kolaylaşmasını Hak’tan başkasından dileyen kimseler, imandan uzak ve iman nurundan mahrumdurlar. Bu ayeti şerife ve bu anlamdaki diğer ayeti şerifeler2 bizim daha önce zikrettiğimiz hakikatin bir şahidi konumundadır ve o hakikat da şuydu ki insan, iman mertebesine ulaşmadıkça asla tevekkül makamına erişemez.

Mübarek Teğabün suresinde şöyle buyrulmuştur: “Allah; O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.3

Allah-u Teala’nın bu ayette tevhit kelimesini ön hazırlık kılması ve ardından da müminlere önemle tevekkül etmelerini hatırlatması, belki de birinci makamdan daha üstün bir makama işarettir. Bu yüzden, önceki ayetlerde, Mü’minlerin bir özelliğinin de Allah’a tevekkül etmelerini beyan ettikten sonra bu ayeti şerifede müminlere tevekkül etmelerini emretmiştir. Belki de bu tevhit kelimesini zikretmesi, daha önce işaret edilen bir hakikate işarettir ve o hakikat de şudur ki iman ve imanın kemali makamından sonra, salik kimsenin kalbinde fiili tevhit tecelli eder ve mümin bu tecelli sayesinde, Hak Teala’nın memleketinde hiçbir varlığın tasarruf sahibi olmadığını ve tüm işlerde Allah’ın tasarrufta bulunduğunu derk eder. Hakeza varlık aleminde Allah’tan başka bir zarar veya fayda verebilecek kimsenin olmadığına inanır, böylece tevekkülden daha üstün bir makama erişir.

Al-i İmran suresinde Allah Resulüne hitaben şöyle buyrulmuştur: “Sonra bir kere karar verdin mi artık Allah'a dayan, çünkü Allah, kendisine güvenenleri sever.1 ve bu bizim daha önceden zikretmediğimiz tevekkül makamının en yüce mertebesine işaret olabilir. Bu tevekkül makamı salik kimse için “tümel fena”, kendi memleketine dönüş ve Allah ile baki kalış haletinden sonra ortaya çıkan bir makamdır. Bu makamda salik, kesret içinde olduğu halde, “tevhid-i cem” (toplu birlik) içinde yüzer. Varlıkların tasarrufunu detaylı olarak gördüğü halde, Allah’tan gayri hiçbir varlığı tasarruf sahibi olarak görmez. Bu yüzden Allah-u Teala Resulüne bu makamda şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever ve böylece Allah tevekkül sahipleri için mahbubiyyet (sevgi) mertebesini de sabit kılmıştır.

İsmet ve taharet Ehl-i Beyti’nden nakledilen hadislere gelince…

Örneğin Şeyh Kuleyni (r.a) kendi isnadıyla İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şüphesiz zenginlik ve izzet, sürekli gezinti halindedir. Tevekkül makamına erişince orada yer edinirler.”2

Evet, zenginlik, ihtiyaçsızlık, izzeti nefis ve nefis kemali Hak Teala’ya güvenmek ve tevekkül iledir. Mutlak zengin olan Allah’ın dergahına yönelen ve Hak Teala’nın mukaddesatına bağlanan yaratıklara ümit gözüyle bakmayan bir kimsenin kalbinde yaratıklar karşısında zenginlik ve ihtiyaçsızlık haleti yer eder, izzet ve yücelik tecelli eder.

Zira bütün fakirlik, zillet, acizlik ve minnet, hırstan, tamahtan ve zayıf yaratıklara ümit bağlamaktan kaynaklanmaktadır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter.”1 Allah-u Teala kendisine tevekkül eden kimseye yeterlidir.

Allah-u Teala tevekkül eden kimseyi yaratıklardan uzak kılmıştır ve bu da izzetin, nefis azametinin ve başkalarına muhtaç olmamanın zirvesidir. Hakeza İmam Sadık’tan (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Herkime üç şey bağışlanırsa, üç şeyden mahrum olmaz: Kime dua bağışlanırsa icabet de bağışlanır, her kime şükür bağışlanırsa, artış da bağışlanır, her kime tevekkül bağışlanırsa, kendisine yeterlilik de bağışlanır.” İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Aziz ve celil olan Allah’ın kitabını okudun mu ki şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter.” Hakeza Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Eğer şükrederseniz, şüphesiz size arttırırım.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Bana dua edin, size icabet edeyim.” 2

Musa b. Cafer’in (a.s) ise şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ravi şöyle diyor: “Musa b. Cafer’e (a.s), “ve kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter” ayetini sordum. İmam şöyle buyurdu: “Allah’a tevekkül etmenin dereceleri vardır. Bunlardan biri de tüm işlerinde Allah’a tevekkül etmendir. Onun sana yaptığı her şeyden razı olman, seni hayır ve faziletten mahrum kılmadığına inanman, o işlerde hükmün Allah’a ait olduğunu bilmen, tüm işlerini Allah’a bırakmandır. O halde, itimat ve tevekkül et, Allah’ın senin hakkında yaptığı tüm işlerde ve diğer şeylerde, Allah’a itimat et ve güven.”3

Bu hadis-i şerifte inanılması daha zor olan tevekkül esaslarından iki tanesi zikredilmiştir. Birincisi, Allah’ın kendisini hayır ve fazilete ulaştıracağını bilmesi, diğeri ise tüm işlerde hükmün sadece Allah-u Teala’ya ait olduğunun kabullenilmesidir. Şüphesiz kuşatıcı kamil kudret sahibi sadece Allah’tır ve bütün işler Allah’ın eliyle yürütülmektedir. Hatta belki de açıkça ve işaret yoluyla tevekkülün bütün esaslarına böylece işaret edilmiştir. Zira bütün işlerin Hak Teala’nın elinde olmasının bir gereği de Allah’ın bütün işleri bilmesidir ve Allah’ın kul hakkında esirgememesi de cimrilik ve hayırdan engellemenin, Allah hakkında söz konusu olmamasıdır.

Müstedrek’ül-Vesail’de Caferiyat bölümünde yer aldığına göre Müminlerin Emiri Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “İmanın dört esası vardır: Allah’a tevekkül etmek, işleri Allah’a tefviz etmek, Allah-u Teala’nın emrine teslim olmak ve Allah’ın kazasına rızayet göstermek.”1

Bilmek gerekir ki iman bir derecesiyle bu tür nefsani melekelerin ve erdemli kalbi hallerin esasıdır. Nitekim buna daha önce de işaret edildi. Bu işler, imanın esaslarıdır ve de bu maneviyata sahip olmakla, hakikat hasebiyle iman korunmaktadır. Yani imanın bir mertebesi bu melekeleri oluşturmaktadır. Bu melekeler ve faziletler nefiste ortaya çıkıp kökleşince de insanı imanın daha üstün bir derecesine ulaştırmaktadır. İmanın daha üstün derecesi ise bu faziletlerin daha kamil bir mertebesini getirir. Aynı şekilde bu mertebelerin her biri diğer bir mertebeye dayanmaktadır. Bu beyan üzere bir çok ayetlerin ve hadislerin ortak bir anlamı ortaya çıkmaktadır.

Müstedrek kitabında Ebi Basir’den naklen İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin bir haddi vardır.” Ebu Basir, “tevekkülün haddi nedir?” diye sorunca da İmam, “yakin” diye buyurmuştur: “Ebu Basir, “Yakin’in haddi nedir?” diye sorunca da İmam şöyle buyurmuştur: “Allah’ın varlığı sayesinde hiçbir şeyden korkmamaktır.”2

Had (sınır), bir şeyin son bulduğu çizgidir. Burada maksat belki de tevekkülün yakin ile son bulması ve tevekkül sahibinin yakin makamına sahip olmasıdır. Nitekim yakin de fiili tevhitle sonuçlanmaktadır. Fiili tevhit ise insanın Allah’tan başka hiç kimsenin hayır ve zarar vermeye gücünün yetmediğini ve etkili olmadığını kabullenmektir veya maksat tevekkülün yakin ile sınırlandırılmış ve çevrilmiş olmasıdır. Yakin olmaksızın tevekkül hakikate erişemez. Nitekim hakikate yakin etmek de tevhidin meyvesidir ve onunla sınırlıdır. Belki de mertebeler farklılığı hasebiyle bu iki anlam da doğrudur.

Müstedrek’ül-Vesail’de Ebu Zer’den (r.a) naklen Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ebuzer! Eğer insanların en güçlüsü olmak seni sevindiriyorsa, o halde Allah’a tevekkül et.”3

Hakeza Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Herkim insanların en takvalısı olmayı seviyorsa Allah’a tevekkül etmelidir.”4

Hakeza Müstedrek’te şöyle yer almıştır: “Peygamber (s.a.a) Cebrail’e tevekkülün anlamını sorunca Cebrail (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratıklardan ümidini kesmek ve yaratıkların zarar, fayda ve vermeye, bağışlamaya ve esirgemeye gücünün yetmediğini bilmektir. 1

Bu açıklama da tevekkülün zihni gereklerinden biridir ve aynı zamanda dışarıda ortaya çıkışını sağlayan etkenlerden biridir. Yani insan yaratıklardan yüz çevirip tabiat ve kesret aleminden göçmedikçe, kalbinde Allah-u Teala’ya teveccüh kökleşmez ve de ruhaniyet ve vahdet makamına ulaşamaz.

İrşad’da yer aldığına göre Müminlerin Emiri Hz. Ali’den (a.s) naklen Resulullah (s.a.a) mirac hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Amellerin hangisi daha üstündür?” Aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Ahmet! Benim nezdimde en üstün şey, tevekkül ve de taktirimden razı olmaktır.”2

Bu konuda hadisler oldukça fazladır. 3 Biz bu bölümü burada bitiriyoruz ve Allah-u Teala’dan bu özel makama erişme başarısını vermesini diliyoruz ve sadece bu sonsuz aşamaları katetmede Allah’a tevekkül ediyoruz. “Her kim Allah'a tevekkül ederse artık O, ona kâfîdir. Şüphe yok ki Allah emrini yerine getirendir, muhakkak ki (Allah) her şey için bir miktar tayin buyurmuştur.”4


Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin