Orijinal adı: Şerh-i Hadis-i Cunud-i Akl ve Cehl Merhum İmam Humeyni (r a)


Zühd ve Zıddı olan Rağbet Hakkında



Yüklə 1,28 Mb.
səhifə43/66
tarix24.02.2018
ölçüsü1,28 Mb.
#43328
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   66

Zühd ve Zıddı olan Rağbet Hakkında


Burada da altı bölüm vardır:

Birinci Bölüm

Züht ve Rağbetin Anlamı


Lügat itibariyle züht bir şeyi terk etmek, ondan yüz çevirmek ve o şeye rağbet göstermemektir. Küçümsemek anlamına da gelmiştir.”Zühden ve zehadeten fi’ş-Şey’ ve enhu” cümlesi, “ondan yüz çevirdi, onu terk etti” anlamındadır. Özetle züht ve zehade bir şeyi küçümseyerek ondan yüz çevirmektir. 1

Yazarın inancına göre ise terimsel olarak züht, eğer ahirete ulaşmak için dünyayı terk etmek ise, organik amellerden biri sayılmaktadır. Ama eğer terk etmek ile birlikte olan dünyaya rağbetsizlik anlamında olursa cevanihi (kalbi) amellerden sayılmaktadır. İhtimalen bu terk rağbetsizlikten kaynaklanmaktadır veya bu rağbetsizlik ise mutlaktır. Dolayısıyla burada dört ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimale göre züht, mutlak anlamda dünyaya rağbet göstermemektir. Amelen yüz çevirmek olsun veya olmasın, dünyaya meyletmemektir.

İkinci anlamı ise rağbet olsun veya olmasın ameli açıdan dünyayı terk etmektir. Üçüncü ihtimale göre bu isteksizlik terk etmekle birliktedir.

Dördüncü ihtimale göre bu terk etmek rağbetsizlik sebebiyledir.

Üçüncü ihtimal, bu dört ihtimal arasında en güçlü olanıdır. Ondan sonra da dördüncü ihtimal daha güçlü durumdadır. Daha sonra da birinci ihtimal güçlüdür. Ama ikinci ihtimal uzak bir ihtimaldir. Zira lügat ehlinin de açık ifadelerine göre züht, rağbete aykırıdır. 2

Nitekim rivayetlerde de bu anlamı ifade ettiği belirtilmiştir. Şüphesiz bir şeye rağbet etmek, nefsani istekten ibarettir; dış amelden değil. Gerçi rağbet de amel ile birliktelik gerektirmez, lakin tür olarak rağbetten amel ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan söylenebilir ki züht de her ne kadar gerekli kılmasa da tür olarak terk etmek ve yüz çevirmekle birlikte olan rağbetsizlik ve isteksizlikten ibarettir ve bu da zühtün anlamı hakkında beşinci ihtimaldir.

Özetle zühdün anlamında rağbetsizlik ve isteksizlik vardır ve bu da nefsani sıfatlardan biridir.

İkinci Bölüm

Zühdün Mertebeleri Hakkında


Bilmek gereki ki züht de diğer nefsani sıfatlar ve insani makamlar gibi sayısız makamlara ve derecelere sahiptir. Detay olarak bunları saymak mümkün değildir. Ama genel anlamda bu kitaba uygun olduğu şekilde bazı mertebelere işaret etmeye çalışacağız. Birinci derecesi, halkın genelinin zühtüdür. Bu genel züht, ahiret nimetlerine erişmek için dünyadan yüz çevirmek içindir ve bu derece hakikatte, ahiretin bazı mertebelerine iman üzere ortaya çıkmış olan bir kazançtır. Bu makamın sahibi, şehvetinin esaretinin altındadır. Ama akıl hükmünce yok olucu küçük şehvetleri baki olan lezzetlere ulaşmak için terk etmektir. Dolayısıyla bu şehveti terk etmek, yine şehvet içindir.

Ahiret aleminin azabından kurtulmak için dünyadan yüz çevirmek de bu dereceden sayılmaktadır. Gerçi korku üzere dünyayı terk etmeye züht denilmesi hususunda bir müsamaha edilmiştir. Nitekim Uyun-i Ahbar’ir-Rıza’da1 yer aldığına göre de İmam Sadık’a (a.s) dünyada zahit olan kimse hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Zahit, hesabından korktuğu için bir helali ve azabından korktuğu için haramı terk eden kimsedir.”2

Ama bu din büyüklerinin ve nefis terbiye edicilerinin farklı idrakler hasebiyle farklı beyanları olmuştur. Yani herkese makam ve mertebesi ile uyumlu olarak insani makamlarından birini beyan etmişlerdir. Nefsin makamlarını bilen ve ehlullahın kelime üslubunu tanıyan bir kimse onların maksadını anlamak için şu önemli hususu göz önünde bulundurmalıdır ki bu bablarda velilerin ve peygamberlerin (a.s) farklı sözleri bir anlam altında yorumlanabilsin.

Zühdün ikinci derecesi ise özel kimselerin zühdüdür. Bu züht de aklani makamlara ve insani derecelere ulaşmak için şehvani ve hayvani lezzetleri terk etmekten ibarettir. Bu derece ise, ahiret alemindeki bazı yüce mertebelere yönelik ilim ve iman taşımaktan kaynaklanmaktadır. Bu ilim ve iman sayesinde hayvani ve cismani lezzetler, insanın gözünde küçülmektedir. Bu da nefsin onlardan yüz çevirmesinin sebebi olur.

Ruhani akli lezzetler, ve soyut gönderilmiş idrakler, sürekli olarak filozofların ve büyük ilim erbabının göz önünde bulundurduğu bir husus olmuştur. Büyük filozof Muallim-i Evvel Aristo, bu konuya çok önem vermiştir. 1 Ama bu derece de marifet ve yakin ashabı, hakikat ve irfan erbabı nezdinde kusurlu bir derecedir. Çünkü bu yüz çevirmek de lezzet içindir. Her ne kadar ruhani lezzet olsa da işin içinde nefsani bir adım vardır. Dolayısıyla bu hakiki bir züht değildir. Aksine şehvet ve lezzetler için, şehvet ve lezzetleri terk etmektir.

Zühdün üçüncü derecesi ise Ehes’ul-Havas’ın (özellerin özelinin) zühtüdür. Bu da ilahi cemilin cemalini müşahade etmek ve rabbani marifetlerin hakikatlerine erişmek için aklani ve ruhani lezzetleri terk etmektir. Bu sevenlerin ve velilerin ilk makamıdır. Zühdün yüce mertebelerinden biridir. O halde hakiki züht, bu makam sahibine ilk mertebede hasıl olmaktadır ve hakiki züht, Allah’tan gayrisini, Allah için terk etmektir.

Bu makamdan sonra, salik için fena mertebelerinin ilki hasıl olur ve bu da lezzetlerden fani olmak ve lezzetlere iltifat etmemektir. Bundan sonra da evliyaların diğer makamları vardır ki, burada zikredebilmek mümkün değildir. Biz bu makamda derecelerin en önemlilerinden olan bu üç makamı zikretmekle yetiniyoruz.

Üçüncü Bölüm

Ruhaniyet Kemali ve İnsanlık Süluku Makamına Oranla Zühdün Konumu Beyanında


Önceki bölümlerde bütün ilahi hak davetlerin ve rabbani kamil şeriatların –ister tevhit, tefrid ve tecrid hakikat ve sırlarını keşfetmekte ve ister ahlaki güzellik ve faziletleri yaymada ve isterse de ilahi hükümleri yasamada olsun- birisi, bizzat ve bağımsız, diğeri ise ilineksel ve bağımlı olan iki hedefin dışında olmadığını beyan ettik.

Zati hedef peygamberlerin davet ve bi’setinin nihayeti, kamil velilerin mükaşefe ve mücadeleleri olan şey, şudur ki tabii/doğal, eti kemiği olan hayvani beşerin ruhani, rabbani, ilahi ve lahuti bir insan olmasıdır. Kesret ufkunun vahdet ufkuna erişmesi ilk ve sonun birbirine bağlanmasıdır ve bu marifet hakikatinin kemalidir. Hadis-i kutside de buna şöyle işaret etmiştir: “Ben gizli bir hazineydim, tanınmayı istedim, böylece tanınmak için varlık alemini yarattım.”1 Bir hadis-i şerifte ise şöyle yer almıştır: “Dinin başı marifettir.”2

Bütün kalbi, kalıbi ameller ve ruhi ve bedensel fiiller, bu kutsal hedefin gerçekleşmesi içindir ve ilahi marifetleri nihai derecede yayma hedefine matuftur. Bu zati ve istiklali hedef ise sadece iki şey ile hayata geçirilebilir. Birincisi Allah-u Teala’ya doğru yönelmek, diğeri ise Allah-u Teala’dan gayrisinden yüz çevirmek ve masivadan O’nun dışındaki her şeyden uzak durmaktır. Bu açıdan bütün ilahi davetler, ya Hak Teala’ya yönelmeye davettir veya Allah’tan gayrisinden yüz çevirmeye davettir. Butün kalbi, kalıbi, zahiri ve batıni ameller ya Allah’a yönelmek, veya Allah’a yönelmeye yardımda bulunmak, veya Allah’tan gayrisinden yüz çevirmek veya buna yardımda bulunmak içindir. Belki şerhiyle meşgul olduğumuz bu hadiste veya “akla yönel dedik, yöneldi ve geri dön dedik, geri döndü”3 diye diğer hadislerde ilahi emrin yönelme veya yüz çevirmeye özgü kılınması da bütün emir ve yasakların bu iki hususa döndüğüne bir işaret olabilir.

Bu konu anlaşıldığına göre züht, dünyadan ve hakiki züht olan Allah’tan gayrisinden yüz çevirme makamının insani süluk hususundaki konumu anlaşılmış olmaktadır. Dolayısıyla böylece anlaşıldığı üzere Hak Teala’dan gayrisinden yüz çevirmek, cemilin cemaline ulaşmak, marifetler ve tevhit deryasına boğulmak için bir ön hazırlıktır. Züht bizzat insani kemallerden ve bağımsız bir şekilde teveccüh edilen ruhani makamlardan biri değildir. Nitekim Hadis-i şeriflerde de bu anlama bir şekilde işaret edilmiştir.

Vesail’de Kafi’den naklen İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz, din için en çok yardım eden ahlak dünya hakkında züht içinde yaşamaktır.”1

Hakeza Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya hakkında züht sahibi olmadıkça, imanın tatlılığına ermeniz, kalplerinize haram kılınmıştır.”2

Hakeza Ebi Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “İçinde şek ve şirk olan her kalp, helak olmuş kalptir. Dünyada züht içinde yaşamaktan maksat, insanların kalplerinin ahiret için arındırılmasıdır.”3 Zahiren bu hadisin başında şu ifade yer almıştır: “Kalb-i selim, içinde Allah’tan gayri hiçbir şeyin olmadığı halde Allah’ı mülakat eden kalptir.” Ondan sonra da yukarıdaki ifade kullanılmıştır. Hadisin baş tarafı göz önünde bulundurulduğu durumda burada ahiretten maksadın Allah’ın kapısına erişmek ve cemilin cemalini görmek, olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hakiki züht, kalbin şek ve şirkten arındırılması ve Allah’tan gayri her şeyden soyutlanmasıdır. Hakeza Eba Abdillah (a.s) şöyle buyurmuştur: “Mümin dünyadan uzaklaşınca Allah sevgisinin tatlılığına erer ve Allah’tan gayrisiyle asla meşgul olmaz.”4

Misbah’uş-Şeria’da ise İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu yer almıştır: “Züht, ahiret kapısının anahtarı ve ateşten kuruluştur. Züht, senin her şeyi terk edip, kaybettiklerine üzülmeden ve terk ederken kendini beğenmeden Allah-u Teala ile meşgul olmandır.”5




Yüklə 1,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   66




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin