Yıldırım’dan Yansımalar Dergisi Bursa’nın Onuru Dizi Söyleşileri
YÜCEL PAŞMAKÇI’YLA BURSA’DA TÜRKÜ SÖYLEMEK
Bağlam Sanatçısı
Derlemeci (400 Türküsü TRT Repertuvarında)
Halk Müziği Şefi
İTÜ Öğretim Görevlisi
Ş.AKBABA: Sn. Yücel PAŞMAKÇI, siz Bursa’mızın konuğu, (ki az önce sizden edindiğim bilgiye göre) hemşehrisi ve aynı zamanda hem Bursa’mızın hem de ülkemizin gerçek bir onurusunuz. Okurlarımız sizi biraz daha yakından tanımak isterler. Bu nedenle, özgeçmişinizle başlayalım istiyorum.
Y.PAŞMAKÇI: 1935 yılında Kadıköy-Acıbadem’de dünyaya geldim. Acıbadem’deki ilkokula altı yaşında başladım. Daha sonra Moda İlkokulu’nu, Yel değirmeni Ortaokulu’nu ve Haydarpaşa Lisesi’ni okudum. İktisat Fakültesi’ne devam ederken babamın vefatı sebebiyle bırakmak zorunda kaldım. 1954 yılında, lise son sınıftayken İstanbul Radyosu’nun açtığı “Halk Müziği Stajyer Saz Sanatçılığı” sınavını kazandım. Muzaffer SARISÖZEN’in önderliğinde yapılmıştı. On kişilik bir koroyla dört saz sanatçısı olarak çalışmaya başladık. Bu staj dönemi, ileride sanatçılığa dönüştü. Bunu takiben 1961 yılında İstanbul Belediye Konservatuvarı Halk Müziği Topluluğu’nda da görev aldım. 1972’ye kadar bu görevim devam etti. Radyoyla birlikte... 1972 yılında TRT İstanbul Radyosu Türk Halk Müziği Bölümü Müdürlüğü’ne atandım, 1976 yılında da TRT (merkez) Halk Müziği ve Halk Oyunları Bölümü Müdürlüğü görevine getirildim. Bu arada, İstanbul’dayken 1973-74 yıllarında Türk Folklor Kurumu Başkanlığı’nı yaptım. TRT Avrupa Yayın Birliği’nin İsviçre’deki Cenevre toplantılarına katıldım, bildiri verdim, aynı zamanda alt kurulda çalıştım. 1975 yılında İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı kuruluş aşamasında kurucu üye ve daha sonra da başkan yardımcısı olarak çalıştım. 1983 yılında, Ankara’dan tekrar İstanbul’a döndükten sonra, TRT’den tamamen ayrıldım. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda Öğretim Görevlisi olarak görev aldım. Bu arada, Temel Bilimler Bölümü’nde Ana Sanat Dalı Başkanlığı yaptım. Yine 1985-89 yılları arasında Adapazarı Belediye Konservatuvarı’nda Öğretim Görevlisi olarak çalıştım. Daha sonra 1993 yılında Bursa Büyük Şehir Belediyesi Konservatuvarı’nda Halk Müziği Bölümü açıldı ve ben buranın kuruluşunda da vardım. 1994’ten beri de Öğretim Görevlisi olarak çalışıyorum. Bunun için hafta sonları gelip gidiyorum. Bir koromuz oluştu. Bin kadar öğrencimiz var. Hafta sonları, çeşitli meslekten iki yüz kişiye çalgı kursu düzenledik. 2000 yılının Ağustos’unda 65 yaşını doldurduğum için emekliye ayrıldım. Bursa’daki görevime devam ediyorum.
Ş.AKBABA: Bursa kökenli olduğunuzu söylemiştiniz değil mi?
Y. PAŞMAKÇI: Evet. İstanbul Laleli’de Ragıp Paşa Kütüphanesi vardır. Babam oranın müdür yardımcısıydı. O sıralar ben ortaokul ikinci sınıftaydım. 1947-48 olmalı. Babam oradayken, bir gün kendisine bir kız öğrenci gelir, kendini takdim eder, ben Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmak için bir bitirme tezi hazırladım, Paşmakçılarla ilgili... Araya araya en son sizi buldum. Sizden de bazı bilgiler almak istiyorum, der. Babam da zaten tarihe meraklı bir insandı. Oturup bizleri de şecereye dahil ederler. O günlerde bir akşam bu durumdan bahsetti. Bu benim hafızamda yer etmiş. Yıllar sonra, Radyo’da çalışırken Edebiyat Fakültesi’ni bitiren bir arkadaşım vardı, ona durumu anlattım. Gitti, baktı, o şecereyi bulup bana getirdi. O şecereye baktığımız zaman, 400-450 yıl önce Bursa’da ayakkabıcılık yapan bir dedemiz ortaya çıktı. “Paşmak” demek de zaten ayakkabı demektir. Hani Azeri bir türkü vardır: “Ayağına başmak yaraşır..” diye. Daha sonra bu aile İstanbul’a göç eder ve bizler de orada dünyaya geliriz.
Ş.AKBABA: Ülkemizin değerli bir müzik insanısınız. Neden müzik ve özellikle de neden halk müziği? Bu sürecin bir başlangıç öyküsü var mı?
Y. PAŞMAKÇI: Annemin dedesi, sarayda nota hocasıymış. Annem ud çalardı, hem de güzel çalardı. Hani eski İstanbul kadınları, evlerde müzik yaparak eğlenirlerdi. Ama ben udu benimseyemedim. Lise ikinci sınıfta olduğum yıl olmalı bağlama çalan bir gençle tanıştım. O zamanlar bağlama bu kadar yaygın değildi. Güzel çalıyordu, sazın sesi ve çalınışı hoşuma gitti. Hala arkadaşımdır. Kulak Burun Boğaz uzmanıdır. Kadından Sorumlu Eski Devlet Bakanı Önay ALPAGO’nun eşidir. O yaz tatilinde ben de bir saz edindim. Ancak, sazı notalı olarak, sistematik biçimde öğreten yerler yoktu. O zamanlar radyo dinlenirdi. Ben de radyo dinleyerek, türküleri öğreniyor ve çalmaya çalışıyordum. Müzik serüvenim de böylece başlamış oldu.
Ş:AKBABA: Sn. Yücel PAŞMAKÇI, özellikle Halk Müziği alanında ülkemizin müzik kültürüne, sanat yaşamına önemli katkılar yaptığınızı biliyoruz. Bir saz sanatçısı, bir derlemeci olarak yaptığınız bu değerli çalışmalarınızla ilgili bilgi verir misiniz?
Y.PAŞAMAKÇI: Radyodan notayı öğrendikten bir iki yıl sonra, bende derleme isteği doğdu. Derlemek, kaynak kişiden alıp değiştirmeden notaya raptetmek meselesidir. Gerek radyoya gelen mahalli sanatçılardan, gerek onların geldiği yerlere giderek, kaynaklardan derlemeler yaptım. Bir de mahalli sanatçıların getirdiği bant kayıtları vardı. Onları da notaya dökmeye çalıştım. Böylece aşağı yukarı 400-500 civarında derlemeyle repertuara bir katkım oldu. Bursa civarında da derlemelere gidiyoruz. Bunu genişleterek sürdüreceğiz.
Ş.AKBABA: Siz bir öğretmensiniz. Hem de öğretmenler öğretmenisiniz. Bizim okurlarımız da ağırlıklı olarak öğretmen ve öğrencilerdir. Biliyoruz ki yetiştirerek müzik dünyamıza kattığınız çok sayıda sanatçımız var. Konserlerinde sizi saygıyla anıyorlar; radyolarda, televizyonlarda sizden alınmış türkülerle sizi çoğaltıyorlar. Neler duyumsuyorsunuz?
Y.PAŞMAKÇI: Siz de öğretmensiniz, biliyorsunuz; çok zevk veren bir husustur bu. Konservatuvarlarda yaklaşık yirmi yıl çalıştığımı düşünürseniz!.. Bunların içinde çok meşhur olanlar da var. Mesela, yakında konserimize de gelecek; Erdal ERZİNCAN, Nursaç DOĞANIŞIK, Gülcan KAYA... Pek çok... Hepsi de radyolardadırlar zaten. Konservatuvarların dışında, radyo stajyerlerine de ders verdiğimi düşünürseniz, onlar da radyolardadırlar.
Ş.AKBABA: Sayın hocam, fırsat yakalamışken okurlarımız adına ben sizden feyz alayım diyorum. Bir kısım teorik ve ya teknik bilgiler almak istiyorum. Örneğin “Müzik” sizce nedir; “Halk Müziği” neyi anlatır? Diğer müzik türlerinden teorik ve teknik farkı var mı?
Y:PAŞMAKÇI: Beylik bir tabirle, müzik kulağa hoş gelen sestir. Özellikle Türk Halk Müziği, diğer halk türkülerinden de zengindir, bunu belirtmeliyim. Türk, neyi yaşamışsa aynen türkülerine yansıtmıştır. Hani bir söz vardır: “Türk’ü anlamak için türkü dinlemek lazımdır”. Halk müziği anonimdir. Kıymetli olmasının da en önemli nedeni budur. Şahsi bir takım görüşlerden, arzulardan uzak, halkın bütün duygularının, zevkinin birleştiği bir şey. Bunu halk bir araya gelerek mi üretiyor? Hayır, herhangi bir yerde, bir nedenle, birisinin çıkıp bir türkü, ağıt yakması tamamen kişiseldir. Ama konu halkın vicdanında yer etmişse, zamanla kulaktan kulağa, köyden köye, dolaşarak anonimleşiyor. Onların dilinde o günün şartlarında kendi duygu ve isteklerine tabi olmak suretiyle, farkında olmadan birtakım değişikliklere uğruyor. Tıpkı çocukluğumuzda oynadığımız telefon oyununda (kulaktan kulağa) oynadığımız gibi. Her sanatçı kendi tarzını ortaya koyar, özü bozmadan elbette.
Ş. AKBABA: Batı müziğiyle farkını teknik olarak nasıl belirtiyorsunuz?
Y:PAŞMAKÇI: Batı müziğinde “tampere” sistem dedikleri, bir oktav içerisinde 12 ses vardır. Yarım sesler var tam sesler var. Halk müziğinde, hatta sanat müziğinde daha çok var. Halk müziğinde bir sesin arasında 9 tane küçük ses var, 9 koma var. Bunlardan 5 tane bemol, 4 tane diyez olmak üzere, bu 9 komanın böyle var olduğunu düşünüyoruz. Rastladıklarımızı yazıyoruz, rastlamadıklarımız duruyor. Onun içindir ki, halk müziğinin tamamen çok sesli hale getirilmesinde müşkülat var. Çünkü, tam seslerin armonideki karşılığını bulmak mümkün değildir, derler Batı Müziği üstatları. Yapıyorlar, ama birtakım şeyleri göz ardı ederek yapıyorlar. O sesleri atlayarak yapıyorlar belki. Ya da bunlar olmasın vazgeçelim diyenler de var. Ama bu bir milletin kültürüdür, çok seslendirme telaşı içinde koma sesleri atmak yanlış olur. Bana kalırsa, ben türküler üzerinde herhangi bir tasarruf yapılmasına karşıyım. Bunları bozmamak lazım. Eğer çok sesli bir Türk müziği yaratılmak isteniyorsa, bu zenginliklerden, bu motiflerden yararlanılarak yeni besteler vücuda getirilir ve bunlar çok sesli Türk müziği olur. Türkülerin deforme, dejenere edilmesine taraftar değilim. Otantikliğini muhafaza etmek gerekiyor. Gerçi ben kendimi folklörcü olarak görmüyorum, ama folklörcülüğün tabiatında kıskançlığın olması gerekir.
Ş.AKBABA: Deyişler için neler söyleyebilirsiniz?
Y.PAŞMAKÇI: Saz şairlerinin de bir anonim tarafı var, örneğin Aşık Veysel... Bunlar kendi şiirlerini makam dedikleri bir kalıp ezgi içerisinde söylerler. Bu ezgi kalıbına Pir Sultan’ın deyişini de, bir başkasınınkini de, kendininkini de uydurur söylerler. Deyişler, ya “kendi malı”dır, ya “usta malı”dır.
Ş.AKBABA: Kısa saplı saz?
Y. PAŞMAKÇI: Bozuk deniyor, Çöğür deniyor. Türk boylarının taktığı isimlerdir bunlar. Aşağıdan yani dip perdelerden bir buçuk ses feda ederek sazı daha kısa yaptılar. Ne oldu? Sazın sesinin cinsi değişti. Bir de çekili bir akort kullanıyorlar. Amacı sazı bağlama düzeninde çalabilmek için kolaylık sağlamaktır. Bana göre, sazı kesmeden, perde-sap orantısını bozmadan boyunu küçültmek gerekir.
Ş.AKBABA: Biraz da müzik türlerinin adlarından yola çıkarak, görüşlerinizi almak istiyorum.
Y.PAŞMAKÇI: “Arabesk” ten başlayan. Vaktiyle böyle bir müzik türü yoktu. Çocukluğumda udu tanıdım, ağız armonikası çaldım, sonra da bağlama... Yani benim yaşamımda arabesk müzik yoktur. Arap müziği vardı. Sadettin KAYNAK, filmler için Arap müziğine benzer müzik yapardı. Böyle bir başlangıç oldu. Daha sonra Orhan GENCEBAY bu işe el attı. Ferdi TAYFUR, şu, bu sürdü geldi. Arabesk bir Arap müziği tarzıdır. Hatta aynıdır. Ağlayan bir üslup, ağlayan kemanlar... Feryat, figan... Anadolu kalkıp İstanbul’a geldi, Anadoluluğunu unuttu, bu müziğe tutundu. Bir de “Fantazi müzik” denen ne idüğü belirsiz bir müzik türü çıktı. Pop’a bir şey demiyorum. Her memlekette, gençlerin belli dönemlerinde, hoplayıp zıplamasını sağlayan bir müziktir. “Klasik Batı Müziği”ne diyeceğim bir şey yoktur zaten. Çok sesli hafif batı müziğini dinlerim. Paul MORİO, James LAST gibi müzisyenler. Gel gelelim, bizdeki uydurma çok seslilik, halk müziğine yöneldiği zaman onları dinleyemiyorum.
Ş. AKBABA: Sanat Müziği, gerçekten saray müziği midir hocam?
Y. PAŞMAKÇI: Saray müziğidir tabi. Padişahların himayesinde vücut bulmuştur. Daha fazla da konuşmak istemiyorum, bazılarının canı sıkılabilir. Aslında seviyorum da, ama artık günümüzde anlaşılmıyor. Özellikle sözleri yönünden...
Ş. AKBABA: “Sanatçı” nedir, kimdir? Televolelerdeki “sanatçı” (!)ların kulakları çınlasın. Meğer ne çok “sanatçı”(!)mız varmış! Biz doğrusunu öğrenmek istiyoruz.
Y. PAŞMAKÇI: Sanatçı, her sanat dalında, zevkleri incelmiş, büyük bir beceriye müzik zevkine icra yeteneğine ve birikime sahip kişiye denir. Örneğin Neriman ALTINDAĞ TÜFEKÇİ, o bir sanatçıdır. Başkası da türkü söyler, O da türkücüdür. Yani, inceliklerine vakıf olarak sanat icra etmek sanatçılıktır. Sanatçı, yaşama tarzıyla da sanatçı olduğunu yansıtmalıdır. Ama ne yazık ki işler ters gidiyor. Nice sanatçılar ki, sanatçı gibi sanatçılar, vefat etti, adı bile geçmedi. Ama olmadık birisi ölünce kıyametler koptu. Bekir Sıtkı SEZGİN gibi bir Türk sanat müziği sanatçısı, ki önde gelen bir isimdi, kimse onun vefatını duymadı bile.
Ş.AKBABA: Bursa Hakimiyet’in Gündem ekinde; “...bilinçle, kırk yıldır türkü derleyen, bağlama çalan üstat Yücel PAŞMAKÇI, Bursa Belediye Konservatuvarı adına Türkü Korosu yetiştirmiş hem de nitelikli, hem de başarılı... Yücel PAŞMAKÇI öğretmenimizin, konservatuvarın Halk Müziği Bölümü Başkanlığına gelmesinden sonra, Bursa’da türkülerimizin daha sık ve nitelikli olarak duyulduğunu belirtmeden geçmemeliyim...” diye yazmışım. Teşekkürler sayın Yücel PAŞMAKÇI. İstanbul’dan kalkıp buralara kadar geliyor, bir sürü zahmetlere katlanarak çok güzel şeyler yapıyorsunuz. Halk müziği bölümüyle ilgili bir değerlendirmenizi alabilir miyim?
Y. PAŞMAKÇI: 1993 yılında Büyükşehir Belediyesi’nce bana bir davet geldi. Kabul ederseniz, hocaları da Bursa’dan seçmeniz gerekecek, dendi. Kabul ettim. Sonra bir sınav yaptık. Birkaç öğretmen ve koro şefi tayin ettik ve dersler başladı. Dört yıl sonra, konservatuvar müdürü Sayın Erdinç ÇELİKKOL telefon ederek; bölümde bazı sorunların çıktığını, zorluk çektiklerini, böyle giderse kapatmak zorunda kalacaklarını söyledi ve bütün bu nedenlerle, hiç değilse hafta sonları gelip gelemeyeceğimi sordu. Kapanmasına benim de gönlüm razı olmadı, öneriyi kabul ettim. Sandım ki bir yıl içinde işin içinden çıkar ve bir yoluna koyarım, ama bir türlü işin sonu gelmedi. O yıl bu yıldır, her hafta sonu buradayım. 50 kişilik kadromuz var. Saz çalanlar, söyleyenler, hepsi nota biliyorlar. Buradan mezun olanlar var, üniversitelerin müzik bölümünü bitirenler, devam edenler var. Daha iyi şeyler yapmayı düşünüyorum. Mahalli ve ulusal sanatçılarımızı davet ediyoruz, neredeyse bir yol parası karşılığı gelip konserler veriyorlar. Burada bin öğrencimiz ve iki yüz kursiyerimiz var. Gönlüm ister ki, kadrolarımızın tümü devlet memuru statüsünde sanatçı olsunlar. Ama kadro almak zor, tekliflerimiz de yerini bulmuyor. Bu vesileyle, bu işe desteği olan, gelmiş geçmiş Belediye Başkanları’na teşekkürü borç bilirim, ama gönlüm daha fazlasını istiyor. Yani, kısacası, kadro istiyoruz. O zaman biz de çok daha iyi sonuçlar alırız. Sözün yeri gelmişken bizi kırmadan koşup gelen bu değerli sanatçılarımıza ve Konservatuvar Geliştirme Derneği’mizin yetkililerine de teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
Ş. AKBABA: Sayın hocam, sizin cephenizden baktığımızda ülkemizdeki müzik eğitimi nasıl görünüyor?
Y. PAŞMAKÇI:Müziği sevdiremedik, sevemedik. Bir iki saatlik müzik dersiyle de bu başarılamaz zaten. Eğitim Fakülteleri’nde de biraz Türk Müziği karşıtlığı havasının estiğini duyuyoruz. Türk ve Batı Müziği konservatuvarlarında durum biraz daha iyi. Bugün radyolara devlet korolarına baktığımız zaman buralardan yetişmiş gençleri görüyoruz.
Ş. AKBABA: Büyükşehir Belediyesi’nin de desteğiyle Tayyare Kültür Merkezi’nde Halk Müziği Konserleri düzenliyorsunuz. Hem de oldukça ucuz giriş ücretine... Bu konserlerde Bursa insanıyla değerli halk müziği sanatçılarını buluşturuyorsunuz. Bu etkinliğinizi sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
Y. PAŞMAKÇI:Evet, sürdüreceğiz. Beş yıldır yapıyoruz. O kadar ki, her konserde yeni bir sanatçıyla buluşturuyoruz Bursa halkını. Yılda 3-5 konser olmak üzere devam edeceğiz.
Ş. AKBABA:Dikkatimi çekti, bu konserlerde, o ünlü sanatçılarımıza bile konservatuvarınızın saz ekibi çalıyor. Oldukça güzel bir sonuç, sevindirici bir başarı.
Y. PAŞMAKÇI: Evet giderek profesyonelliğe ulaşmaya çalışıyoruz.
Ş. AKBABA: TRT ile bağınız var mı, ya da başka ne gibi çalışmalarınız var?
Y. PAŞMAKÇI: TRT’de bir konserimiz yayınlandı, TRT4’te... Ayrıca Bursa türkülerinden oluşan bir kaset yaptık. Bursa televizyonlarıyla da işbirliği içinde olmak istiyoruz. Bu kasetlerimizi konserlerde, çok ucuza halkımıza sunmak gibi bir amacımız var. Bunda herhangi bir kazanç kaygımız da yoktur.
Ş. AKBABA: Teşekkürler sayın Yücel PAŞMAKÇI. Emeğinize, yüreğinize ve ömrünüze bereket.
Y. PAŞMAKÇI: Bende teşekkür ederim.
Yıldırımdan Yansımalar Dergis,Ocak 2003, sayı:8
Milliyet Blog
Dostları ilə paylaş: |