Ortadoğu ve fiLİSTİn sorunu



Yüklə 119,2 Kb.
səhifə6/8
tarix05.01.2022
ölçüsü119,2 Kb.
#73818
1   2   3   4   5   6   7   8
3. 2. 1948’den Günümüze Filistin

Dünya Savaşının bitimi Türkiye için, bütün dış politika kararlarının, Sovyet tehdidi açısından değerlendirildiği uzun bir dönemin başlangıcı olmuştur. İsrail Devletinin kuruluş yıllarında izlenen gelişmeler karşısında Türkiye’nin benimsediği tutum da bu dönemimin genel çizgilerini taşımaktadır. Karar alınmasında bir Yahudi devletinin kurulmasıyla, bölgede gerginliğin artacağı yolundaki endişeler etkili olmuştur.

Türkiye,İsrail’in kuruluşunu izleyen günlerde tanınma çağrısı karşısında bekle-gör politikası izlemiştir. 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında tarafsız kalmış,çatışmalara her iki taraftan da katılmak isteyen yurttaşlarının savaş bölgesine gitmesine engel olmuştur. Türkiye İsrail’i 28 Mart 1949’da facto olarak tanımıştır.24

Türkiye 1953’ten sonra etkinliğini daha da arttırmış,Orta Doğu güvenliği için Türkiye’yi merkez alan düzenlemeler yapılması için aktif bir tutum benimsemiştir.

Menderes Hükümetinin bu dönemde siyasal sahnede gücünü sağlama aldığı, dış politika da NATO’ya girerek sergilediği başarıyı perçinleyerek kendisini bir bölge lideri olarak gösterecek girişimler başlattığını görmekteyiz.

1958 yılında ,Irak Devrimi sonrasında iki ülke arasında bir örtülü yakınlaşma yaşanmıştır.

60’lı yılların ortalarından başlayarak özellikle ekonomik sorunların etkisi altında kalan Türkiye,çok yönlü bir dış politika eğilimine yönelmiştir.

Türkiye 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında izlediği tutumla, Batılı müttefiklerinden ayrı bir tutum benimsemiş ve 50’li yıllar boyunca Arap ülkeleri ile bozulan ilişkilerini onarmaya çalışmıştır. Dolayısıyla ,60’lı yılların ortalarını,Türkiye-İsrail ilişkileri de soğumanın yaşanacağı yaklaşık 20 yıllık bir dönemin başlangıcı olarak görmek mümkündür. Ancak bu soğumayı, İsrail’e karşı düşmanca çizgiler taşıyan bir değişimin değil Arap-İsrail çatışmasının taraflarına yönelik eşit mesafedeki bir tutumun sonucu olarak görmek daha doğru bir değerlendirmedir.25

70 li yılların ikinci yarısı, Türkiye’nin Arap ülkeleri ile Sovyetler birliği ile ilişkilerini daha da yakınlaştırdığı, ABD ile ikili ilişkilerde sorunların derinleştiği bir dönem olmuştur. Bu dönemin bir başka özelliği ise, 1964 de kurularak güçlenen FKÖ ile doğrudan ilgilendirilebilecek gelişmelerin zamanla Türkiye-İsrail ilişkilerini etkiler bir durum almasıdır.

Filistin’de faaliyet gösteren Filistin Kurtuluş (FKÖ) 1956 yılında İsrail tarafından Gazze’nin işgal sırasında kurulan örgüt, ilk kurulduğunda basın yayın yolu ile mücadele ederken 1965’te silahlı eylem kararı almıştır. Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmayı amaçlayan örgütün lideri Yaser Arafat’tır. Tunus, Libya, Irak, Suriye ve Rusya tarafından desteklenen örgütün Cezayir ve Tunus’ta karargahları mevcut, olup Suriye’nin kontrolündeki Bekaa vadisinde eğitim kampları bulunmaktadır.

Bu eğitim kamplarında ülkemiz aleyhine faaliyet gösteren PKK terör örgütü militanlarına eğitim verdikleri bilinmektedir. Topraklarının İsrail tarafından işgal edilip Filistin halkının kendi topraklarından sürülmeye ve kovulmaya başlanması neticesi FKÖ (El-Fetih) adı altında ve halen bu devletin başkanlığını yapan Yaser Arafat liderliğinde kurulan bu örgüt, ülkelerinin bağımsızlığa kavuşması ve İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından çıkarılması amacını taşımaktadır.26

1974 yılında FKÖ Türkiye tarafından tanınmıştır. Mart 1978 de İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesi ile birlikte, Türkiye-İsrail ilişkileri bir başka sorunlu döneme girerken, Türkiye üzerinde de FKÖ’nün Ankara temsilciliğine izin verilmesi için yapılan baskılar artmıştır.

Türkiye 1980’de İsrail’in Kudüs’ü İsrail devletinin ebedi başkenti ilan etmesine karşın Türkiye sert tepki göstermiş ve Kudüs’teki temsilciliğini kapatmıştır.

1980 sonrası dönemi Türkiye’nin bölgeye dönük politikalarında Arap ülkelerini yanlayan bir eğilimin izleri görülür. Bu eğilimin önemli nedenlerinden birisi, 24 Ocak 1980 de başlatılan ihracatı özendirme politikaları nedeniyle Ortadoğu pazarlarının önem kazanmasıdır.

1990 lı yıllar boyunca Türkiye’nin bölgesel konumunu etkileyecek iki önemli olay; Körfez Savaşı ve Sovyetler Birliğinin dağılması. Birinci olay yani Körfez Savaşı; Batı merkezli bölgesel güvenlik düzenlemeleri açısından Türkiye’ye vazgeçilmez bir konum kazandırırken, ikinci olay yani Sovyetler birliğinin dağılması Türkiye’nin küresel ölçekle stratejik öneminin azalmasına neden olmuştur.27

90 lı yılların sonuna doğru ikili temasların düzey ve yoğunluğu çerçevesi Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması, Savunma Sanayi Anlaşması ve Serbest Ticaret Anlaşması ile çizilen işbirliği alanlarının kısa bir zaman diliminde derinlik kazanacağını ortaya koymuştur.

90 lı yılların sonunda Türkiye-İsrail yakınlaşması diplomatik boyutlarını aşarak uygulamaya alınan askeri ve ekonomik nitelikteki anlaşmalarla stratejik bir anlayış birliğine dönüşmüştür. Bu dönemde iki eğilimin belirginliği ileri sürülebilir. Türkiye aldığı kararlarla İsrail ile ilişkilerini, Arap-İsrail çatışmasından önemli ölçüde bağımsız, özel bir ilişki olarak algıladığını vurgulamıştır. İkinci gelişme ise, İsrail ile yakınlaşmada askeri yapının sergilediği girişim üstünlüğüdür.

İsrail ile ilişkilerini ekonomik, siyasal ve askeri alanda çeşitlendirmiş ve geliştirmiş bir Türkiye’nin Ortadoğu barış sürecinde karşılaştığı sorunların aşılması sırasında Filistin yönetimine daha fazla destek sağlayabileceği açık bir olgudur. Kaldı ki Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşma politikaları gütmek konusundaki istekliliği, Filistin sorununa haktanır bir çözüm bulunması yolundaki çabalarına yoğunluk kazandırılması gerekliliği ile çelişmez. Bir başka deyişle, bir yandan uluslar arası anlaşmaları uygulamak konusunda isteksiz davranan İsrail hükümeti karşısında Filistin yönetimi desteklenirken, öte yandan İsrail ile stratejik bir anlayış birliğinin yaratılması için girilmesi çelişkili bir tutum değildir.28



SONUÇ


Bütün sürecin tahlilinden sonra ulaşılan sonuç, uluslararası ilişkilerde sistem değişikliklerinin etkisi ile ortaya çıkan ve Ortadoğu üzerinde gözle görülürü etkileri olan değişen dünya düzeninin yeni şartlarının kısmi çözüme ulaşmada etkili olduğudur. Yeni şartların getirdiği önceliklerin, barış sürecinde her iki tarafın barışı toptan reddi benimseyen tavırlarından kısmi de olsa bir çözümün kabul edilmesine doğru bir ilerlemenin gerçekleşmesindeki etkisi göz ardı edilemez büyüklüktedir.

Türkiye perspektifinden bakıldığında barış sürecinin yeni kapılar açtığı ve Türkiye’nin güvenlik endişeleri açısından olumlu etkilerde bulunduğu gözlenmektedir.Ancak Türkiye-Ortadoğu ilişkileri açısından problemsiz bir dönem beklemek çok fazla iyimser bir bakış açısı olacaktır.

Geniş kabul gören düşünceye göre “Ortadoğu’da barış ve düzen için Filistin topraklarında istikrarlı ve demokratik bir devletin kurulması bir gerekliliktir.29Sadece demokratik kanunların hakim olduğu bir atmosferde barışın tarafları istikrarlı bir yaşam alanı bulacaklardır. Diğer türlü Filistinlilerle İsraillilerin aynı arenada yer alması ve barıştırılması uzak bir ihtimal olarak görülmektedir.

İsrail, durumu yeni bir bağımlılık ilişkisine dönüştürmemeli ve su toprak gibi hayati konularda Filistinlilerin zayıflığını sömürmemelidir. Barış tek başına İsrail için önemli bir kazançtır. İstikrarlı bir Ortadoğu’nun bedeli Filistin refahının sağlanması olmalıdır. İsrail yönetimi için en uygun alternatif, yeni Filistin devletinin İsrail’e mümkün olduğu kadar az bağıla devamlılığını sağlamaktır. Filistin cephesinde ise barışın ekonomik ve siyasal sonuçlarının toplumun bütün katmanları tarafından şahsen hissedilmesine ihtiyaç vardır.


KAYNAKÇA



Yüklə 119,2 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin