OrtadoğU’da göÇ hareketleri ve tüRKİYE’ye etkiSİ



Yüklə 215,43 Kb.
səhifə3/4
tarix01.08.2018
ölçüsü215,43 Kb.
#65618
1   2   3   4

Ekonomik Etkiler

Suriye kaynaklı kitlesel göçlerin ülkemiz üzerindeki ekonomik etkileri genel olarak değerlendirildiğinde; risk ve fırsatların iç içe geçtiği bir tablonun karşımıza çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla bu göçlerin ekonomimize olumsuz olduğu kadar olumlu etkilerinin de olduğunu söylemek mümkündür. Ekonomik anlamda bu göçlerin yol açtığı en büyük olumsuzluk kuşkusuz Suriyeliler için ödenen yüksek maliyettir. Bunun yanı sıra Suriyeli sığınmacıların büyük çoğunluğunun eğitim seviyesi düşük, alt gelire sahip insanlardan oluşması da diğer bir olumsuzluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik fırsatlar bazında ise az da olsa Suriyeli işadamlarının özellikle sınır bölgelerinde yatırımlarda bulunması ve sığınmacıların temel ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli olan malzemelerin yerel firmalardan temin edilmesi önem taşımaktadır.

Suriye’den gelen sığınmacılar için ödenen maliyetlere baktığımızda 4 Şubat 2016 tarihinde İngiltere’nin başkenti Londra’da düzenlenen Suriye Donörler Konferansı’nda konuşan Ahmet Davutoğlu, sadece kamplardaki Suriyeliler için 10 milyar dolar harcandığını, diğer şehirlerdekiler için belki 20 milyar dolar ek masraf olduğunu ifade etmiştir (Hürriyet, 2016). Ayrıca AFAD’ın resmi internet sayfasında 08.02.2016 tarihinde güncellenen Suriye Afet Raporuna göre, Türkiye’nin bugüne kadar Suriyeli sığınmacılar için 8 milyar ABD dolarını aşkın bir kaynak kullanıldığı, uluslararası toplam yardımın ise 455 milyon ABD doları olduğu belirtilmektedir. Bu kaynağın AFAD’ın koordinasyonunda Dışişleri, İçişleri, Milli Eğitim, Sağlık, Gıda Tarım ve Hayvancılık, Ulaştırma ve Maliye Bakanlıkları, Genelkurmay Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gümrük müsteşarlığı tarafından kullanıldığı da ilave edilmektedir (AFAD, 2016). AFAD’ın bu ifadesine bakıldığında bu miktarın sadece kamplardaki sığınmacılar için kullanıldığı ve kamp dışındaki sığınmacılar için yapılan giderlerin dikkate alınmadığı görülmektedir. Ayrıca Türkiye’nin ödediği bu miktarın sadece 455 milyon ABD dolarını uluslararası yardımın oluşturduğu dikkate alındığında ortaya çıkan bu maliyetin neredeyse tamamını Türkiye’nin karşıladığı görülmektedir. Bu durum ise Suriyeli sığınmacıların Türkiye ekonomisi üzerindeki yükünün boyutunu göstermesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca AFAD tarafından ortaya konan miktar ile yetkililerin ifade ettiği miktarların örtüşmediği görülmektedir. Bu durum ise sığınmacılar için ödenen miktar konusunda bir belirsizliğe neden olmaktadır. Bu belirsizliğin nedenini ise, halkın daha fazla tepkisini çekmemek için kesin rakamların verilmek istenmemesiyle açıklamak mümkündür. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yapılan araştırmalar da bu durumu kanıtlar niteliktedir. Bu bağlamda yapılan saha araştırmalarında “halkın %70,8’sinde, Türk ekonomisinin Suriyelilerden dolayı zarar gördüğü algısının mevcut olduğu, halkın %60’ının ise Türkiye’de yoksullar varken Suriyelilere yardım yapılmasına itiraz ettiği” (Erdoğan, 2014: 26) belirtilmektedir. Görüldüğü gibi Türk ekonomisi üzerindeki yük halkın tepkilerine neden olmakta ve bir çözüm bulunamazsa halkın tepkilerinin bir çığ gibi büyüyüp bir iç karışıklığa neden olması muhtemeldir.

Suriyeli sığınmacıların ekonomik yükünün yanı sıra Türk iş piyasası üzerinde de önemli etkilerinin olduğu görülmektedir. Ancak bu etki, sadece olumsuzlukları değil, aynı zamanda bazı olumlu gelişmeleri de içermektedir. Bu bağlamda Türkiye’de yoğun olarak yaşadıkları illerde sığınmacıların iş piyasasına üç farklı biçimde katıldıkları görülmektedir. İlk olarak sığınmacıların gerek kendi sermayeleri ile gerekse nadiren de olsa Türk ortaklarla şirket kurmaktadırlar. İkinci olarak bu yeni kurulan şirketlerin yanı sıra bağımsız işyeri açarak esnaf ve zanaatkârlık yaptıkları da bilinmektedir. Bu tür faaliyetlerin daha çok perakende gıda sektörü, kahvehane, berber, lokanta veya kuyumculuk gibi küçük zanaat alanlarında yoğunlaştığı görülmektedir. Üçüncü olarak da sığınmacıların en fazla yer aldıkları alanlar olan bağımlı olarak çalıştıkları inşaat, tarım ve sanayi gibi alanlardır (Lordoğlu ve Aslan, 2015: 253-254). Görüldüğü gibi Suriyeli sığınmacıların iş piyasasında hem olumlu hem de olumsuz etkileri olabilmektedir. Şöyle ki, Suriyeli sığınmacıların küçük çaplı da olsa yapmış oldukları bu yatırımlar yeni iş imkânlarının doğmasına neden olmakta, ayrıca buralarda çalışanların büyük kısmının sığınmacılardan oluşması da Türkiye’nin ekonomisi üzerindeki mali yükü az da olsa hafifletmektedir. Bunun yanı sıra ülkemize gelen sığınmacı tüccar ve yatırımcıların bazılarının Ortadoğu ülkeleri ile ticaret ve yatırım ilişkisinin iyi olması ve bu ülkelerdeki pazarları iyi bilmesi Türk mallarının Ortadoğu pazarına ulaştırılmasında büyük önem taşımakta ve özellikle son zamanlarda Ortadoğu'yla kopma noktasında olan ihracatımıza canlılık kazandırmaktadır. Ayrıca gerek Suriye’de gerekse Türkiye’deki kamplarda yaşayan sığınmacıların insani yardım malzemelerinin ülkemizdeki yerel firmalardan temin edildiği görülmektedir. Bu durum ise özellikle sınır illerindeki ekonomiye canlılık kazandırmaktadır. Bu bağlamda sığınmacıların ekonomiye sağladıkları bu katkıların halkın sığınmacılara karşı bakış açısını ve toplumsal kabulü olumlu yönde etkileyeceğinden bu tür katkıların basında sık sık gündeme getirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.



Sığınmacıların iş piyasası üzerindeki bu katkılarının yanı sıra iş piyasasını olumsuz yönde etkileyen bazı durumlar da söz konusu olabilmektedir. Ülkemize gelen sığınmacıların büyük bir çoğunluğunun hem eğitim ve gelir seviyesinin düşük olması hem de demografik açıdan genç olması ülkemiz ekonomisi üzerindeki en önemli olumsuzluklardan birini oluşturmaktadır. Hacettepe Üniversitesi Göç ve siyaset Araştırmalar Merkezi(HÜGO) tarafından Almanya ve Türkiye’deki sığınmacıların eğitim durumları üzerine yapılan bir araştırma bu durumu kanıtlar niteliktedir. Bu araştırmaya göre, “Almanya’da üniversite mezunu Suriyelilerin oranı %70, okuryazar olmayanların oranı da % 5 civarındadır. Türkiye’de ise sığınmacıların %50’si okur-yazar bile değilken sadece 40 bin sığınmacı üniversite mezunu olduğunu beyan etmiştir ki bu %2 nin bile altında bir orandır” (Kentgündemi.net). Bu durum, AB ülkelerinin mülteci ve sığınmacı kabulünde seçici davrandığını daha çok elit kesimi kabul ettiğini göstermektedir. Özellikle AB ile devam eden yardım ve geri kabul pazarlığı çerçevesinde geri kabul edilen her sığınmacıya karşılık Avrupa’nın bir Suriyeli mülteci alması şartıyla da zaten var olan vasıfsız kesimin Türkiye’de kalması için mücadele ettiği gibi bu sayının artması yönünde de uğraş verdiği görülmektedir. Yani tabiri caizse Türkiye’nin bir amele pazarı olması durumunu pekiştirmeye çalışmaktadır. Bu durum ise Türkiye’nin omuzlarındaki yükü daha da arttırmakta ve özellikle de ekonomik yönden olumsuzluklara neden olmaktadır. Dolayısıyla ülkemizde sığınmacı nüfusun gerek demografik yapısı gerekse eğitim ve gelir düzeyi dikkate alındığında özellikle çalışmayanların getirdiği ekonomik külfet yanında çalışanların da daha çok vasıfsız işgücü gerektiren tarım ve sanayi sektörü gibi iş kollarında değerlendirildikleri görülmektedir. Sığınmacıların bu alanlarda ucuz bir şekilde çalışması iş yeri sahipleri açısından ucuz işgücü imkanı verirken, yerli halk arasında işsizlik oranlarının arttığı ve iş fırsatlarının elinden alındığı yönünde birtakım tepkileri de beraberinde getirmektedir. Bu tepkiler ise zaman zaman toplumsal gerginliklere neden olmaktadır. Bu bağlamda ORSAM (Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi) – TESEV (Türkiye Ekonomik Ve Sosyal Etüdler Vakfı) iş bilirliği ile hazırlanan “Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri” raporuna baktığımızda benzer tepkilerin yer aldığı görülmektedir. Bu raporda belirtildiği üzere; ”Yerel halk iş fırsatlarının ellerinden alındığına inanmaktadır. Ancak iş dünyası açısından bakıldığında bu iddianın karşılığının olmadığı görülmektedir. Normal şartlarda işini kaybedecek kişiler de Suriyeliler nedeni ile işsiz kaldığını düşünmektedir. Ayrıca sığınmacılar genelde yerel halkın çalışmayı tercih etmediği alanlarda istihdam edilmektedir. Böylece vasıfsız işgücü gerektiren iş kollarında işgücü açığı kapanmaktadır” (ORSAM VE TESAV, 2015). Bu durum, Durkheim tarafından ortaya atılan günah keçisi kuramını akla getirmektedir. Günah keçisi kuramı, yoksunluk-saldırganlık-yansıtma sıralamasını içeren bir varsayımı temel almaktadır. Yoksunluk, saldırganlık duygularını ortaya çıkarır, saldırganlık ise hiçbir suçu olmayan günah keçilerine yöneltilir. Bu süreç daha çok göç alan ülkelerde ekonomik bağlamda görülen bir durumdur. Dolayısıyla ülkemizde işsizlik oranı arttıkça bu durumdan sığınmacıların sorumlu tutulduğu görülmektedir. Ülkemizde işsizlik oranının giderek yükseldiği bilinen bir gerçektir. Ancak bu durumun tek sorumlusu olarak sığınmacıları görmek toplumda huzursuzlukların, gerginliklerin ortaya çıkmasından başka hiç bir işe yaramayacaktır. Bu noktada toplumsal boyuttaki bu tür hassasiyetlerin dikkate alınması ve bir an önce çözüme kavuşturulması gerekmektedir.

Türkiye’de bu göçlerin neden olduğu ekonomik etkilerden birisi de özellikle Suriyeli sığınmacıların yoğun bir şekilde yer aldığı illerde hem gıda fiyatlarında hem de kira enflasyonun da görülen artışlardır. Özellikle kira artışları değişik oranlarda olmakla birlikte hemen her ilde en büyük sıkıntıların başında gelmektedir. Bu durum ev sahiplerine bir fırsat sunarken yerel halkı sıkıntıya sokmaktadır. Bu sıkıntılı durum özellikle sınır illerinde daha fazla yaşanmaktadır. Örneğin; “Gaziantep’in enflasyon bağlamındaki sıralaması 2010 yılında on sekizincilikten, 2013 yılında birinciliğe yükselmiştir. Nüfusun özellikle düşük gelirli gurubu için kiralardaki yükselme yaşam maliyetlerinde önemli bir artış anlamına gelmektedir. TUİK verilerine göre, Gaziantep’te kira artışı Türkiye ortalamasının 2.3 katıdır” (ORSAM, 2015: 33). Görüldüğü gibi sığınmacı göçüyle birlikte hem gıda maddelerine hem de evlere olan talep arttıkça hayat pahalılığı daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmakta, özellikle kiralardaki bu artışla birlikte ev sahipleri evlerini yerel halktan ziyade Suriyelilere daha yüksek fiyata kiralamakta, bu durum ise kiracıların hayat koşullarını daha da zorlaştırmaktadır. Bütün bu gelişmeler ise yerel halkın sığınmacılara karşı tepkilerine yol açmaktadır. Dolayısıyla zaman zaman bu bölgelerde gerginlikler yaşanmaktadır.



Sosyal Etkiler

Suriyeli sığınmacıların bir kısmının kamplarda yaşamasına karşılık büyük bir çoğunluğunun kamp dışında ülke geneline yayıldığı görülmektedir. Bu durum ise sığınmacılara kamplarda sağlanan hizmetlerin kamp dışındakilere sağlanamamasını ortaya çıkarmakta, dolayısıyla barınma, sağlık, eğitim gibi birçok sosyal alanda sorunlarla karşılaşılmaktadır.

Suriyeli sığınmacılardan ekonomik açıdan iyi durumda olanlar şehir merkezinde ev tutmakta ve buralarda kendi sosyal çevrelerini oluşturabilmektedirler. Ancak maddi açıdan sıkıntıda olanlar genellikle kenar mahallelerde, olumsuz koşullardaki evlerde çoğu zaman kalabalık bir şekilde yaşamaktadırlar. Dolayısıyla buralarda artan ev ihtiyacı yerel halkın gelir beklentisi içine girmesine neden olmakta ve bunun sonucu olarak da kaçak, düzensiz, sağlıksız yapılar inşa edilmektedir. Bu durum ise ülkemizde zaten var olan çarpık kentleşme sorununu daha da büyük boyutlara taşımaktadır. Ayrıca buralarda nüfusun hızlı bir şekilde artması belediyeleri sıkıntıya sokmakta ve hizmetlerin sağlıklı ve düzenli bir şekilde yürütülmesini engellemektedir. Özellikle “bütçeden yerel nüfus bazında pay alınması ve şehirlerin mevcut alt yapısı ve kapasitesinin kriz öncesi duruma göre inşa edilmiş olması, belediye sorumluluğundaki çöp toplama, toplu taşıma, trafik, su temini ve dağıtımı, şehir temizliği, zabıta hizmetleri, inşaatların kontrolü, kültürel faaliyetler gibi birçok hizmet alanında ciddi zafiyetler doğmasına neden olmuştur” (ORSAM ve TESEV, 2015: 20). Dolayısıyla sığınmacı krizinden önce de bir takım sıkıntıların olduğu bu alanlarda sorunların giderek arttığı görülmektedir.

Suriyeli sığınmacıların kamplardan ziyade ülke geneline yayılmalarının ortaya çıkardığı sıkıntılardan biri de sağlık alanlarındaki sıkıntılardır. Kamplarda yaşayan sığınmacıların sağlık hizmetine erişim konusunda sıkıntıları bulunmamakla birlikte kamp dışında yaşayanlara da kayıt yaptırmaları durumunda sağlık hizmeti ve ücretsiz ilaç temininde birtakım haklar verildiği bilinmektedir. Bu durum ise sağlık hizmetleri konusunda birtakım sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. Özellikle hem fiziki şartlarda hem de sağlık çalışanları açısından bir kapasite sorunu yaşanmakta ve bu durum ise sağlık hizmetlerinin kötüleşmesine ve sağlık hizmeti almanın zorlaşmasına neden olmaktadır. Suriye afet raporuna göre, “sığınmacılara yönelik olarak Türkiye genelinde günde 14.438 poliklinik muayenesi; 2.172 yataklı tedavi ve 587 ameliyat hizmeti verilmektedir. Aynı hizmetlerle ilgili olarak toplam rakamlar ise şöyledir: 6.156.660 poliklinik, 480.204 yatarak tedavi, 325.360 ameliyat” (AFAD, 2016) hizmeti verilmektedir. Bu verilen hizmetlerin krizden önce var olan personel ve fiziki alt yapı ile verildiği dikkate alındığında sağlık hizmeti konusundaki sıkıntıların ne boyutta olduğu ortaya çıkmaktadır. Sağlık hizmetleri konusundaki bu yetersizlikler özellikle yerel halk arasında huzursuzluklara neden olmakta ve halk bu durumun nedeni olarak gördükleri sığınmacılara karşı olumsuz tepkiler geliştirebilmektedir. Sağlık konusunda ortaya çıkan diğer bir sıkıntı ise bazı bulaşıcı hastalıkların ortaya çıkması ve toplumun sağlığını tehdit etmesidir. Bu bağlamda “Türkiye’de görülmeyen bazı hastalıklar ve aşıları dahi kaldırılan çocuk felci sınır illerinde görülür hale gelmiştir. Bu kapsamda sınır illerinde 0-5 yaş grubu çocukların tamamına çocuk felci aşısı yapılmıştır. Bunun yanında kızamık ve şark çıbanı grubu hastalıkları da yeniden görülmeye başlamıştır. Gaziantep ili 2013 yılında en çok kızamık hastalığı görülen il olmuştur” (ORSAM&TESEV, 2015: 20). Bu hastalıkların özellikle sınır illerinde yoğun olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Dolayısıyla bu hastalıkların ortaya çıkmasında sığınmacılarla birlikte nüfusun artması ve buna bağlı olarak belediye temizlik hizmetlerindeki ve sağlık hizmetlerindeki aşırı yükten kaynaklı yetersizliklerin neden olduğunu söylemek mümkündür. Bütün bu yaşananlar özellikle sağlık hizmetleri konusunda hem fiziki şartlarda hem de sağlık çalışanları açısından var olan kapasite sorununun bir an önce çözülmesi gerektiğini gündeme getirmekte ve özellikle bu noktada sağlık personelinin istihdamını kolaylaştıracak düzenlemelere ihtiyaç olduğu görülmektedir.



Türkiye’de sosyal anlamda sığınmacı göçlerinin yol açtığı en önemli sorunlardan birisi de eğitim alanında yaşanan sıkıntılardır. AFAD başkanlığının verilerine göre Türkiye’de kampta yaşayanların %53’ünü, kamp dışında yaşayanların ise %49’unu 0-18 yaş grubundaki çocuk ve gençler oluşturmaktadır. Ancak bunların eğitim ve okullaşma oranlarının çok düşük düzeyde olduğu görülmektedir. Yine AFAD 2014 yılı raporuna göre kamplarda yaşayan sığınmacıların %54’ü, kamp dışında yaşayanların ise %61’i ilkokul mezunu ve alt eğitimlidir. Bunun yanı sıra kamplarda yaşayanların %21’i, kamp dışındakilerin ise sadece %19’unun lise ve üstü eğitimli olduğu görülmektedir (AFAD, 2014: 26). Ayrıca UNICEF verilerine göre, “Türkiye’deki Suriyeli çocukların %73’ü okula gidememektedir. Kamplardaki çocukların tamamı okula gidebiliyorken, şehir merkezlerinde yaşayanların sadece %10’u bu imkâna sahiptir” (Karaca ve Dinçer, 2013: 36). Görüldüğü gibi Türkiye’de bulunan Suriyeli sığınmacıların yarısından fazlasının 18 yaşın altında olduğu belirtilmektedir. Ayrıca kamp dışında bulunan çocukların küçük bir bölümü eğitim alabilmektedir. Bu durum ise birçok zorluğu ve hak ihlallerini de beraberinde getirmektedir. Özellikle anne babasını kaybetmiş travmatik ortamlardan gelen çocuklar göz önüne alındığında bu çocukların çok boyutlu bir dezavantajlılığa maruz kaldığı söylenebilir. Her ne kadar Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yle çocukların hakları koruma altına alınmış olsa da Suriyeli sığınmacı çocukların eğitim, barınma, cinsel istismar ve sömürüden korunma gibi birçok temel insani haklarının ihlal edildiği görülmektedir. Bu ihlaller arasında en acı olanı da küçük yaştaki kız çocuklarının zorla evlendirilmesi, fuhuşa zorlanması, üçüncü ya da dördüncü eş olarak satılmasıdır. Ayrıca ucuz işgücü nedeniyle çocukların işçi olarak çalıştırılarak istismar edilmektedir. Özellikle son zamanlarda büyük şehirlerde sokaklarda mendil satarak ya da kâğıt toplayarak çalıştırılan veya dilendirilen çocuk sayısının arttığı görülmektedir. Türkiye’de son zamanlarda bu tür olayların önüne geçmek için bazı çalışmalar yapılmış ve bu olaylar büyük ölçüde engellenmişti. Ancak Suriyeli sığınmacı göçlerinin ülkemizde artmasıyla birlikte bu tür olayların yeniden gündeme geldiği ve bu durumun halkın tepkisine yol açtığı görülmektedir. Hatta bu tür olaylar yüzünden birçok yerli ailenin çocuklarını sığınmacı çocuklardan uzak tutmaya çalıştığı görülmektedir. Bu durum ise toplumsal bütünleşmenin önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla ülkemizdeki Suriyeli çocuk ve gençleri her türlü istismar ve sömürüden korumak için iyi bir eğitimin verilmesi gerekmektedir. Ancak ülkemizde bu eğitimin verilmesini engelleyen birçok sıkıntı ve zorlukların olduğu görülmektedir. Bu sıkıntıların en önemlisi eğitim politikalarının tam olarak oturtulamaması nedeniyle imkânların yeterince sunulamamasıdır. Bunda en önemli etken ise sığınmacıların ülkemizde ne kadar kalacağıyla ilgili sorular üzerindeki belirsizliklerdir. Ayrıca eğitim ve iletişimde dil sorununun yaşanması da önemli bir sıkıntı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta sığınmacı çocuklara verilecek olan eğitimin dilinin Türkçe mi, Arapça mı olacağı konusundaki tartışmalar halen devam etmekle birlikte kamp içindeki çocuklara Arapça eğitim verilirken, Kamp dışındakilerin Türkçe eğitim veren okullara gittiği görülmektedir. Bu bağlamda özellikle son zamanlarda sığınmacı göçlerinin geçicilikten kalıcılığa doğru evrildiği göz önüne alınırsa bu çocukların dil sorununun ilerleyen dönemlerde toplumsal bütünleşmedeki en büyük engeli oluşturacağını söylemek mümkündür. Bu engeli ortadan kaldırmak içinse sığınmacı çocuklara Arapça eğitim vermek ya da dil engeliyle karşı karşıya oldukları okullara göndermektense açılan kurslarda öncelikle Türkçe öğretilmesi gerekmektedir. Bütün bunların yanı sıra maddi sıkıntılar yüzünden birçok sığınmacı ailenin çocuklarını okula göndermek yerine çalışmaya yönlendirmesi de yine eğitimin önündeki en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu nedenlere bağlı olarak Suriyeli sığınmacı çocukların eğitim alamamasının uzun vadede toplumsal açıdan bir risk oluşturacağı ve bu kayıp nesillerin yakın gelecekte birer suç makinası haline dönüşeceği unutulmamalıdır. Dolayısıyla bir an önce eğitimle ilgili kurum ve kuruluşların bir araya gelerek eğitimin önündeki bu engelleri kaldırmaları gerekmektedir.

Ayrıca eğitimin bir parçası olarak gündeme gelen sıkıntılardan bir diğeri de Suriyeli sığınmacıların ülkemize gelmesiyle birlikte eğitimin kalitesinin düştüğü, sınıfların kalabalıklaştığı yönündeki halkın şikâyetleridir. Bu sıkıntılar ülkemizin hemen her ilinde az çok görülmekle birlikte sınır kentlerinde daha fazla ön plana çıktığı bilinmektedir. Yapılan alan araştırmaları da bu durumu kanıtlar niteliktedir. Örneğin; “Gaziantep’te halkın yaklaşık olarak yarısı, Kilis’te ise %71’i eğitimin kalitesinin azaldığını düşünmektedir. Hatay ve Şanlıurfa’da ise eğitimin kalitesinin düştüğüne inananların oranı %50’nin altına düşmektedir. Suriyelilerin gelmesinden sonra bu şehirlerde sınıf büyüklüğünün ( 1-5 öğrenci) arttığı tespit edilmiştir” (ORSAM, 2015: 28-33). Görüldüğü gibi halkın büyük bir çoğunluğu bu durumdan rahatsız olmakta ve bu durumun nedeni olarak gördükleri sığınmacılara karşı tepki göstermektedirler. Ayrıca halkın özellikle Türk gençlerinin tepki gösterdikleri bir diğer husus ise Suriyeli sığınmacıların üniversite eğitimine sınavsız olarak dâhil edilmeleridir.

Suriyeli sığınmacıların yaşam koşullarının zorluğu ve eğitim imkânlarından yeterince faydalanamamaları uzun vadede suç oranlarındaki artış gibi güvenliği tehdit eden birtakım sosyal sorunlara zemin hazırladığını da söyleyebiliriz. Başlangıçta yaşanan bütün sıkıntılara rağmen toplumsal barışı riske atmamak için her iki toplumun da bir fren mekanizması geliştirdiği görülmektedir. Ancak “Toplumsal kabul düzeyi konusundaki bu olumlu tabloya rağmen son yıllarda Suriyeliler konusunda kaygı yaratacak toplumsal olaylar meydana gelmeye başlamıştır. Bu güne kadar oldukça yüksek bir toplumsal kabul gösteren ve Suriyelilere destek olmaya çalışan Türk toplumu içinde bazı grupların, süreç iyi yönetilemezse, hızla yabancı düşmanlığının yayılması, nefret üretme ve saldırılara yönelebilme ihtimali yüksektir” (Erdoğan, 2014: 22). Bu durum ise Suriyeli sığınmacılar konusunda geçiciliğin kalıcılığa evrilmesiyle birlikte toplumsal olayların artacağını göstermektedir. Bu bağlamda ülkemizde “cezaevlerinde bulunan yabancılar içinde Suriyelilerin sayısı % 40’a ulaşmıştır. Yakın bir gelecekte- doğal olarak- bu oranda Suriyelilerin eğitimsizlik ve mesleksizlik, işsizlik ve uyum sorunlarına bağlı olarak artış yaşanması mümkündür” (TİSK, 2015: 74). Buradan da anlaşılacağı üzere gerek olumsuz yaşam koşullarının gerekse gelir ve eğitim seviyesinin düşük olmasının özellikle gençler ve kadınları istismara açık hale getireceğini söylemek mümkündür. Bu durum ise sığınmacıların her türlü yasa dışı işlere bulaşmalarına uygun zeminler hazırlamaktadır. Özellikle eğitim almamış, gelir seviyesi düşük, dışlanmışlık hissi içinde kimlik bunalımı yaşayan sığınmacı gençlerin uyuşturucu kullanımı ve satışı gibi çeşitli suçlarda istismara daha açık oldukları görülmektedir. Bütün bunların yanı sıra Suriyeli sığınmacıların belli semtlerde gruplar halinde yaşamaları da ilerleyen dönemlerde güvenlik açısından daha farklı sorunları da gündeme getirme olasılığı bulunduğunu göstermektedir. Dolayısıyla bu semtlerin tespit edilmesi ve bunların yerli halk arasına dağıtılması gerekmektedir. Aksi takdirde yakın gelecekte mafyanın, hırsızlığın kaynağını bu kayıp nesillerin oluşturacağını söylemek mümkündür.

Güvenlik açısından yerel halkta kaygı oluşturan bir diğer sorun ise halkın kendisini terör saldırılarına açık hissetmesidir. Özellikle halk arasında Türkiye’ye düşman olan kesimlerin sığınmacılar arasında provokasyon çıkartabileceği düşüncesinin giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Bu durum ise halkta zaten var olan güvenlik kaygısını daha da arttırmaktadır. Dolayısıyla “12 Ocak 2016 günü İstanbul Sultanahmet’te meydana gelen bombalı saldırının failinin birkaç gün öncesinde geçici koruma kaydı yaptıran mültecilerden birisi olması bu yöndeki endişeleri haklı kılmıştır” (Akgül, 2015: 15). Özellikle son zamanlarda bu tür olayların sık gündeme gelmesi nedeniyle güvenlik tedbirlerinin arttırıldığı görülmektedir. Ancak bu güvenlik tedbirlerinin arttırılmasına rağmen sığınmacıların büyük bir çoğunluğunun kayıtsız olarak ülkemizde dolaşıyor olması gerçeği halktaki bu kaygıların azalmasını sağlayamamıştır. Özellikle sınır bölgelerinde ve büyük şehirlerde meydana gelen bu tür saldırılar bölgede hem maddi hasarları arttırmakta hem de psikolojik olarak halkın olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır.

Ayrıca halkta güvenlik açısından kaygı yaratan bir diğer husus da bazı bölgelerde özellikle sınır illerinde görülen hızlı demografik değişimlerin yaşanmasıdır. Örneğin; “nüfusu 63.000 olan Reyhanlı’da, en az 100.000 Suriyelinin yaşadığı ileri sürülmektedir. Kilis’in nüfusu (merkez) 90.000 iken 80.000 kadar Suriyelinin yaşadığı belirtilmektedir. Aynı şekilde Şanlıurfa’nın 29.000 nüfuslu Akçakale İlçesi’nde kurulan çadır kentte yaşayan Suriyeli sayısının 30.000’i aşması da yerel halk arasında huzursuzluk yaratmaktadır” (ORSAM, 2014: 18). Görüldüğü gibi ülkemizde bazı yerlerde Suriyeli nüfusun yerli halktan fazla olması, yerel halkın kendisini azınlık durumuna düşmüş olarak hissetmesine neden olmaktadır. Bu durum da karşılıklı ilişkileri etkilediği için yerel halkın tepkisine yol açmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’deki sığınmacıların her ile eşit olacak şekilde dağıtılması bu tepkilerin önüne geçilmesinde önemli rol oynayacağını söyleyebiliriz.

Ülkemizde Suriyeli sığınmacı göçleriyle birlikte ön plana çıkan sosyal sorunlardan biri de dilenciliktir. Sığınmacı krizinden sonra hemen her sokakta dilencilik yapanların sayısının önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Ancak bunların hepsinin sığınmacı olmadığı aralarında Türk vatandaşlarının da bulunduğu da basına yansıyan haberlerde gündeme gelmektedir. Örneğin; Kocaeli Göç İdaresi Müdürü basına yaptığı açıklamada ışıklarda dilenenlerin büyük çoğunluğunun Türk vatandaşı olduğunu belirtmiştir (Kocaeli Manşet, 2015). Yine aynı şekilde Van’da belediye zabıtaları tarafından 02.03.2016 tarihinde toplanan dilencilerin Türkiye’nin değişik vilayetlerinden gelmiş vatandaşların olduğu anlaşılmıştır (Vanakhaber, 2016). Bu durum Türkiye’de sadece sığınmacıların dilencilik yapmadığını, sığınmacılık olgusunu istismar eden Türk vatandaşlarının da bulunduğunu göstermektedir. Son zamanlarda sokakların dilencilerden temizleme çalışmalarıyla dilenciliğin azalmaya başladığı ülkemizde dilencilerin sığınmacı krizini fırsata dönüştürerek tekrar sokaklara döndükleri görülmektedir. Bu dilencilik konusu sığınmacılara yönelik algıları olumsuz etkilediği gibi aynı zamanda gasp, hırsızlık, kapkaç olabileceği yönündeki endişeleri de beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bir an önce dilencilik yapanlarla ilgili cezaların ağırlaştırılması yönünde yeni düzenlemeler yapması gerekmektedir. Aksi takdirde bu tür olumsuz olaylar toplumda huzursuzluk yaratmaya devam edecektir.



Bütün bunların yanı sıra Suriyeli sığınmacıların Türk toplumunun temel yapı taşı olan aile yapısı üzerinde de birtakım olumsuz etkilerinin bulunduğu ve bu durumun da bazı endişeleri gündeme getirdiği görülmektedir. Suriye krizi öncesinde de Türk-Suriyeli evliliklerinin olduğu, ancak krizden sonra bu evliliklerin hızlı bir tırmanışa geçtiği görülmektedir. “Türkiye’de yabancı gelinlerin sayısı 2015 yılında 18 bin 814 olup toplam gelinlerin %3,1’ini oluşturmuştur. Yabancı gelinler içinde Suriyeli gelinler (3 bin 569 kişi) %19 ile birinci sırada yer almaktadır. Suriyeli gelinleri %14,3 ile Alman gelinler (2 bin 695 kişi) ve %8,8 ile Azerbaycanlı gelinler (bin 653 kişi) takip etmektedir. Sadece bir yıl içinde 3 bin 500 den fazla Suriyeli gelin sayısı dikkat çekici bir sayıdır” (TÜİK, 2016) . Buradan da anlaşılacağı üzere Suriye kaynaklı göçlerle birlikte bu tür evliliklerin arttığı görülmektedir. Ancak Suriyelilerle yapılan evliliklerin genelde dini nikâhla yapıldığı için bu rakamlar gerçeği yansıtmaktan uzaktır. Dolayısıyla zaten çok yüksek olan bu evliliklerin daha da fazla olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde bu göçlerle birlikte hem çok eşliliğin hem de erken yaşta evliliğin de arttığı görülmektedir. Aslında Türk Medeni Kanunu’na göre bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi ve erken yaşta evlilik yapılması yasaktır, ancak Suriye’de böyle hukuki bir kısıtlama söz konusu olmadığından sığınmacılar arasında çok eşli evliliğin yaygın olduğu görülmektedir. Ülkemizde özellikle kamplarda bu tür evliliklerin yapılmamasına özen gösterilmesine rağmen kamp dışında özel hayatın korunması gereği bu tür olaylar üzerindeki sınırlamalar kısıtlı kalmaktadır. Bu tür evliliklerde en vahim olanı da küçük yaştaki kız çocuklarının evlendirilmesidir. Özellikle sınır bölgelerinde Suriyelilerle evlenme konusu ticari bir sektöre dönüşmüş ve bu konuda aracılık edenler bile ortaya çıkmıştır. Bu evliliklerde Suriyeli ailelere başlık parası ödenmekte, aileler kızlarını evlendirmeyi hem para kazanma hem de kızlarının hayatını kurtarma aracı olarak görmektedirler. (ORSAM VE TESEV, 2015: 16). Türkiye’de özellikle çocuk istismarını önlemek için çocuk gelinlerle ilgili çalışmalar hız kazanmışken Suriyeli sığınmacılarla birlikte ülkemizde bu tür olayların yeniden artmaya başladığı görülmektedir. Ayrıca kadınların mağdur olmaması için bu tür evliliklere ses çıkarılmaması, birçoğunun dini nikâh yoluyla gerçekleşmesi gayri meşru ilişkilerin artmasına, hatta bu sığınmacı akınlarının artmasıyla birlikte çok eşliliğin bir fırsata çevrilerek kadın ticaretine dönüştürüldüğü görülmektedir. Dolayısıyla bu tür olaylar Türk toplumunda bir ahlaki yozlaşmaya yol açmakta ve bu durum da toplumda birtakım huzursuzlukları ve gerginlikleri beraberinde getirmektedir. Ayrıca bu tür evlilikler sonucu dünyaya gelen çocukların milliyeti hakkında sorunlar ortaya çıkmakta ve bu çocuklar vatansız çocuklar olarak değerlendirilmektedir. Bunda da en önemli etken, Suriyeli kadınların büyük çoğunluğunun pasaportlarının olmaması evlilik için gerekli evrakların tamamlanamamasına dolayısıyla da bu durum aynı zamanda çocukların nüfusa kayıtlarında da sıkıntılara yol açmaktadır. Hatta Suriye’deki var olan rejimin yıkılmaması durumunda bu çocukların Suriye rejimi tarafından kabul edilip edilmeyeceği de meçhuldür.

Gerek siyasi ve ekonomik gerekse sosyal alanda meydana gelen bütün bu sorunlar toplumun sığınmacılara bakış açısı üzerinde olumsuzluklara neden olmaktadır. Bu durum ise zaman içerisinde bir yabancılaşma, ötekileşmeye neden olarak yabancı düşmanlığına dönüşmekte, bütün bunlar ise toplumsal çatışma ortamına zemin hazırlamaktadır. Hacettepe üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nin 2014 yılı Ekim ayında 20 ilde 1501 kişi ile yapılan kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre Türk halkının Suriyeli Sığınmacılara ilişkin toplumsal kabul düzeyinin yüksek olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Türk halkının Suriyelilere yaklaşımda insani gerekçelerin, tarihsel ve coğrafi zorunluluklardan, din ve etnik kardeşlikten daha ağır bastığı da ifade edilmektedir (Erdoğan, 2014: 28). Görüldüğü gibi Suriyeli sığınmacılarla tarihi, coğrafi, din ve etnik açılardan benzerlikler bulunmasına rağmen insani gerekçeler, bu insanları kabul etmemizde daha fazla ön plana çıkmaktadır. Ancak bu durumun sürdürülebilir olması oldukça tartışmalıdır. Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da sığınmacılarla birlikte ortaya çıkan kamu hizmetlerindeki aksamalar, hayat pahalılığı, güvenlik konusunda olumsuz algıyı arttıran olaylar yaşanmaya devam ederse bu toplumsal kabulün yerini ret ve yabancı algısının alması muhtemeldir. Hatta son zamanlarda medyada sık sık gündeme gelen söylemler toplumdaki bu kabulün yavaş yavaş kaybolmaya başladığını göstermektedir. Bu bağlamda Suriye kaynaklı göçlerin toplumsal bütünleşmeye etkisine yer vermek alınması gereken tedbirler açısından faydalı olacaktır.



Yüklə 215,43 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin