Osman Aysu Bir Aşk Masalı



Yüklə 2,22 Mb.
səhifə16/31
tarix29.10.2017
ölçüsü2,22 Mb.
#19546
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   31
hep durumu geçiştiriyordu. Vural'a olan nefretim yüzünden çocuğuma da bir türlü ısınamıyor, ona iyi bir anne olarak baka-mıyordum. Bir gün dayanamayacağımı anladım ve boşanmaya ~232 karar verdim. Evlenmeden önce liseyi zar zor bitirebilmiştim Eski bir dostumuzun yardımlarıyla bir bankada iş buldum ve boşanma davası açtım. Vural'dan boşanmam kolay oldu. Herşe-ye rağmen Vural işi gurur meselesi yapmış ve oğlumu vermeyeceğim diye tutturmuştu. O sıra da çocuğa bakacak durumum yoktu, çalışıyordum ve Kerim'in Vural'ın yanında kalmasına ses çıkarmadım. Sonra bunun bir hata olduğunu anladım ama iş işten geçmişti artık. Velayet bana bırakıldığı için manevi bir eziklik hissediyordum, maddi durumum biraz düzelince zaman zaman Vural'a çocuğuma sarfedilmesi için para göndermeye başladım. Ne yazık ki gönderdiğim paraları hep kumarda yediğini sonradan öğrendim. Elindeki maddi varlığının tamamını yiyip bitirmişti. Gün be gün durumunun kötüye gittiğini işitiyordum. Bir süre sonra beni arayıp rahatsız etmeye başladı. Devamlı para istiyordu benden."
Aysel durarak derin bir nefes aldı. Ardından da yeni bir sigara çıkardı. Bu kez sigarasını kendi çakmağıyla yaktı.
"O tarihlerde çalıştığım banka şubesinin müdürü bana ilgi duyuyordu ve evlenme teklif etti, ben de kabul ettim. Vural bunu haber alınca küplere bindi ve beni tehdit etmeye başladı, çünkü hâlâ bende gözü vardı. Ama tahmin ettiğiniz gibi sevgiden değil, incinen gururundan ve biraz da ona muntazaman gönderdiğim paranın kesileceği korkusundandı. iki günde bir yolumu kesiyor, tehditler savuruyor, hatta öldüreceğini bile söylüyordu."
Hiç sesine kesmeden dinliyordum kadını.
ikisinden birinin yalan söylediği kesindi, ama bunu henüz çıkaramamıştım.
"Yeni kocama durumu açıklayamıyordum zira daha üzücü ve vahim hadiselerin olmasından çekiniy ordum. Öyle ki kocama ilk evliliğimden bir çocuğum olduğunu bile söyleyememiştim."
işte bu sunturlu bir yalan, diye düşündüm.
Saklanabilecek bir sır değildi söylediği. Hiçbir kadın doğurduğu çocuğu sonsuza kadar gizli tutamazdı. Hiç bozuntuya vermeden dinlemeye devam ettim.
"Yeni eşimle birlikte çalışıyorduk. Bu arada eşim mesleğinde sivrildi, hatta bir süre sonra banka yönetiminde çok üst mevkilere çıka. Parasal durumumuz gittikçe iyiye gidiyordu. Buna karşın Vural tehditle benden daha çok paralar koparmaya başlamıştı- Sırrımı bildiği için de istediği rakamları ödemezsem gerçekleri kocama söyleyeceği tehdidini savuruyordu. Bir ara kanuni hakkımı kullanarak çocuğumu yanıma almayı bile düşündüm. Gözüm kararmıştı, hatta kocamın göstereceği tepki bile umurumda değildi."
"Çok ilginç," diye mırıldandım. "Sonra ne oldu?"
Aysel hırsla sigarasını önündeki tablaya bastırarak söndürdü.
"Ve bir gün Vural bankanın umum müdürlüğüne giderek kocamla konuştu. Adamcağız şoke olmuştu. Bunca yıllık eşinin ilk izdivacından bir çocuğu olduğunu öğrenmesi onu çileden çıkarmıştı. Çok tatsız şeyler'yaşadım. Vural ikinci evliliğimin de köküne kibrit suyu ekmişti. Bankacı eşim benden ayrılmak istedi. Yine de şanslıymışım, bunu itiraf etmek zorundayım. Çünkü o sıralarda Cahit Bey, yani şimdiki eşim sık sık bankaya gelir, bazen de ben ödemeler yapmak için onun evine giderdim. Meğerse bana ilgi duyarmış. Boşanmak üzere olduğumu öğrenince bana derhal evlenme teklifinde bulundu. Bu her kadının ancak rüyalarında görebileceği, erişilmesi zor bir hayaldi. Peki dedim. Ama bu kez akıllılık etmiş ve hayatımın tüm sırlarını Cahit'e açıklamıştım. O son derece anlayışlı ve hoş görü sahibi biridir. Beni olduğum gibi kabul etti. Hatta bir ara oğlumu yanıma almamı bile teklif etti."
"Kabul etmediniz mi?"
"Etmedim. Belki böyle davrandığım için beni kınayabilirsiniz. Ne var ki bu çocuğun ruh sağlığı için daha iyiydi. Henüz
çok gençti ve yıllar sonra yüzünü bile görmediği bir kadının anne olarak birden karşısına çıkmasının psikolojik sıkıntıları olabilir ve bir daha telafisi mümkün olamayan yaralar açabilirdi ru-~2Î2 hunda. Biraz daha beklemeli ve daha erişkin bir çağda onunla karşılaşmalıydım. Hayat garip ve sürprizlerle doluydu, bir anda çok zengin bir kadın oluvermiştim. Cahit Bey bir dediğimi iki etmiyordu. Ondan saklamadan açık açık oğluma parasal destek sağladım. Nadir de olsa Vural'la arada sırada görüşmek zorunda kalıyordum. Kerim'in iyi okuduğunu ve başarılı bir öğrenci olduğu haberlerini alıyordum."
"Sonra ne oldu?"
"Vural birden benimle ilişkisini kesti ve aramaz oldu."
"Öyle mi?"
Bu soru sanki biraz manidar çıkmıştı ağzımdan. Zira Vural'ın anlattıkları ile Aysel'in söyledikleri hiç birbirini tutmuyordu.
Yine gözleri yüzümde odaklandı.
"Ta ki" dedi "Geçen hartaya kadar."
"Yaa? Geçen hafta ne oldu?"
"Vural'dan bir telefon aldım."
Aysel rahatlığını kaybetmiş gibi çantasını açarak mendilini çıkardı ve üst dudağının üzerinde birikmiş ter damlalarını siler gibi yaptı. Terlemediğine emindim. Hava yapıyordu, sanki anlatmaya sıkıldığı tatsız bir konuya girecekmiş gibi.
O telefonun mahiyetini sormamı bekledi, ama sormayarak dinlemeye devam ettim.
"Benden çok büyük miktarda para istedi."
Şimdi sorabilirdim artık. "Ne kadar?" dedim.
"On milyon dolar."
Gayri ihtiyari dudaklarımın arasından bir ıslık yükseldi.
"Evet, tam o kadar. Size söylemedi mi?"
"Hayır. Ne yapacakmış o kadar parayı?"
Aysel sinirli sinirli güldü. "Sözde bu günkü acınacak halinin sebebi benmişim gibi kumarda tükettiği servetinin cereme-
sini benim çekmemi istiyordu. Artık çok zengin bir kadın olduğum için bu parayı rahatlıkla ödeyebilirmişim. Böylece yıkılan hayatını yeniden kurabilir ve oğlumuza düzenli bir hayat sağlı-yabilirmiş."
"Ne cevap verdiniz?"
"Tabii müthiş tepem attı. Gerekirse oğlum için bu parayı verebilirdim. Ama asla onun geleceği için kullanılmayacağını biliyordum. Yine bütün parayı kumara yatıracaktı. Asla o alışkanlığından vazgeçemezdi. Ödemeyeceğimi söyledim."
"Tutumu ne oldu?"
"işte o zaman bardağı taşırdı. Beni öldürmekle tehdit etti."
"inandınız mı?"
"Bilmiyorum.. Vural müthiş dengesiz biri olmuştu. Bunu her halde siz de görmüş olmalısınız. Onun okul yıllarından tanıdığınız insan olmadığını farketmeniz gerekir. Daha fazla kaybedeceği bir şey yoktu. Böyle bir çılgınlığa kalkışabilirdi. Korkmuştum."
"Ne cevap verdiniz?'4
"Biraz düşündüm ve sonra peki dedim. Niyetim ona para vermek değildi. Vural'ı iyi tanırdım, aslen korkak ve pasif biridir. Gözünü yıldırmak istedim."
"Nasıl?"
Aysel kısa bir tereddüt geçirdi.
"Adamlarımıza dövdürmeye karar verdim. Belki bunları size açıklamam sakıncalı, siz onun avukatısınız. Ama eski bir dostu olarak, onun yeni yüzü ve bütün çarpıklığı ile tanımanızda yarar görüyorum. Belki gerçekleri bu şekilde daha iyi anlarsınız."
"Devam edin lütfen," dedim.
"Ona bir randevu verdim."
"Nerede?"
"Rumelihisarı'ndaki o eski cafede."
"Neden orayı tercih ettiniz?"
Aysel birden afalladı. Kuşkuyla yüzüme baktı. Sonra kekeleyerek:
"Bilmiyorum," diye fısıldadı. "Özel bir nedeni yok. Aklıma ilk olarak orası geldi. Belki geçmişte eski anılarımızın olduğu bir yer olduğundandır. Birden ağzımdan orası çıktı."
"Cafe hâlâ açık mı?"
"Onu da bilmiyorum."
"Sonra ne oldu?"
"iki adamımız oraya gitti ve Vural'a gereken dersi verdiler, inşallah akıllanmış ve bir daha böyle münasebetsiz şeylere kalkışmaması için gereken dersi almıştır."
Hiç renk vermeden sordum.
"Oraya Hasan Torlak'la arkadaşını mı gönderdiniz?"
Bu sorum tam bir şok etkisi yaratmıştı Aysel Kalaycıoğ-lu'nda. Bir anda yüzü sapsarı kesiliverdi. Bakışları değişti. Şimdi yüzüme kin ve şiddetle bakıyordu. Önce hiç sesi çıkmadı. Sonra alaycı bir şekilde homurdandı.
"Galiba çok şey biliyorsunuz avukat bey?"
"Evet," diye mırıldandım. "Tahmininizden de fazla."
"Bu bana inanmadığınız anlamına mı geliyor?"
"Öyle de diyebilirsiniz hanımefendi."
Birden yerinden kalktı. "Öyleyse sizinle konuşacak bir şeyimiz kalmamış demektir," diye mırıldandı.
"Bu size kalmış bir konu. Nasıl değerlendirirseniz."
Uzanıp yan koltuktaki astran mantosunu aldı. Sessizce kapıya doğru yürüdü. Sinirden titrediğini hissediyordum.
Kapıda durarak bana döndü:
"Yazık," diye homurdandı. "Burada anlayışlı bir dost bulacağımı ummuştum, ama yanılmışım. Artık ayağınızı denk alın. Kalaycıoğlu ailesi karşısında bir düşman buldu ve sizi asla affetmeyecektir."
"Şimdi de beni mi tehdit ediyorsunuz?"
"Yorumu size kalmış."
Kapıyı açtı ve arkasından sertçe kapatarak çıkıp gitti...
5
Aysel'in arkasından bir süre koltuğumda oturarak düşündüm. Yalan söylediğine emindim. Bana Vural'ın tablosunu farklı çizmeye kalkışmıştı. Vural'ın kumara düşkün olduğunu hiç işitmemiştim. Gerçi kolej yıllarının üzerinden çok geçmiş, hepimiz çeşitli şekillerde toyluktan kurtularak gerçek kişiliklerimizi kazanırken, haliyle bazı kötü alışkanlıklar edinmiş olabilirdik. Ama o yıllarda Vural'ın eline iskambil kâğıdı bile almadığına emindim, daha da ötesi biriyle bahse bile girdiğini hatırlamıyordum.
Öyleyse bu kadının arkadaşıma düşmanlığı nereden kaynaklanıyordu? Bu kin ve nefret niye idi? Kanımca her ikisinin de ifadelerinde tek anlaştıkları nokta Rumelihisarı'ndaki dayak olayıydı. Farklı yorumlarla da^ılsa bunu gizlememişlerdi.
işin içinden çıkamamıştım.
Daha da kötüsü bir de tehdide uğramıştım. Aslına bakılırsa Aysel'in adamları bu tehditten de önce bana saldırmışlardı. Benim için bu tehlike yeni değildi. Ama şimdi daha ciddi boyutlarda olası bir saldırıyı düşünmek zorundaydım. Bu şehirde parası olan herkes beline bir silah takabiliyordu; silahlanmak bakkaldan peynir ekmek almak kadar kolaylaşmıştı, içimi bir ürküntü aldı; mesleğim gereği ruhsatlı bir silah tedarik etmem mümkündü. Fakat silahtan hiç hoşlanmazdım ve askerlik yaptığım devre hariç elime silah almamıştım. Boş ver, diye omuz silktim. işin daha da dramatik hale geleceğini düşünmek istemiyordum.
Aklımı başka şeylere vermek, bu olaylardan uzaklaşmak istedim. Birkaç dosya kurcaladım, canım sıkıldı. Oyalanmak, daha değişik şeylerle uğraşmak istedim. Aklıma sevgilim geldi.
Keşke çalışmayan, evine oturan, tipik bir ev kadını olsaydı. Şim_ di doğru koşa koşa yanına giderdim. Varlığına öyle alışmıştım ki, her an özlüyor, daima yanımda olmasını istiyordum. Birden onunla konuşmak sevdasına kapıldım.
Cep telefonunun numarasını çevirdim. Hemen açtı.
"Seni özledim," dedim.
"Ben de."
"Konuşmaya müsait misin?"
"Ehh, idare edebilirim."
"Bu akşam canım sıkılıyor. Dışarda yemek yemeye ne dersin?"
"Ne güzel olur."
"Biraz erken çıkabilir misin?"
"Kaytarabilirim."
"Ala... Seni gelip hastaneden alayım mı?"
Biraz düşündü.
"Nereye gideceğiz?"
"Şimdilik bir fikrim yok. Senin düşündüğün bir yer var mı?"
"Hayır ama ben sana geleyim. Yazıhanende beni bekle. Çalıştığın büronu da görmüş olurum." "Oldu," dedim.
Çapkınca sordu. "Büronda çalışan kadın eleman var mı?" "Bir sekreterim var." "Güzel mi?" "Niye sordun?"
"Şu sıralarda pek moda, cinsel tacizde bulunuyor musun?" "Kıskanç köpek!"
"Gelip göreceğim, güzel bulursam o ofisi başına yıkarım ama."
Gülüştük. Benden adresi aldı ve saat beş buçukta geleceğini söyledi. Tam telefonu kapaürken, "Biliyor musun?" dedi. "Sana verdiğim yılbaşı hediyeleri çok sızlıyor."
Boş bulunup ne kastettiğini anlayamamıştım.
"Hangi hediyeler?" dedim.
"İkizlerim. Mıncıklanmak istiyorlar."
Ne çılgın kızdı Jale? Ne zaman ne yapacağı, ne söyleyeceği belli olmazdı. Acaba yalnız mıydı? Umarım bu tarz bir konuşmayı doktorların ya da hastaların arasında yapmıyordu. Ama o çocuksu rah halini taşıdığına göre keyfi yerinde olmalıydı.
"Anlaşma hükümlerini ihlal ediyorsun," dedim.
"Ben her zaman ihlal edebilirim, önemli olan senin etmemen sevgilim. Bu kadarcık avans buluşuncaya kadar sana yeter. Belki seni bürondaki çalışanların yanında da uzun uzun dudaklarından öpebilirim. Kesin değil ama ayağını denk al," dedi ve telefonu kapadı.
Onunla kısacık konuşmam bile her şeyi unutturmuştu.
Ne Aysel, ne Vural, ne de kayıp çocuklar umurumda değildi artık. Saatin beş buçuk olmasını bekledim...
*  *  *
Beş buçuğu beş geçe büromun kapısı çalındı. Doğrusu Jale beklenmedik bir davranışta bulunabilir, beni çalışanların yanında utandırır, diye odamda beklemeyi tercih ettim. Az sonra Füsun'la Jale kapıda göründüler. Yerimden kalktım. Füsun, "Bu doktor hanımın sizinle randevusu varmış efendim," dedi.
Jale'ye kaçamak bir nazar attım. Gayet ciddiydi. Rahatladım.
"Evet, Füsun" diye mırıldandım. "Yabancım değildir."
Sekreter kapıyı kapatıp çekildi. Sevgilim kıkırdadı. "Kaknem, kokananın teki. Endişelenmeme gerek yokmuş. O kadınla ilgilenmezsin."
Sadece başımı sallayıp gülümsedim.
"Peki, o dışardaki genç kim?"
"Yardımcım."
"Avukat mı o da?"
"Evet."
"Bak o hoşuma gitti. Bana da ağzı açık ayran budalası gibi
____   baktı. Onu da patronu gibi bir bakışta büyüledim. Kazancı ye-
240   rinde mi bari?"
"Niye sordun?"
"Seninle evlenmezsem onu yedekte tutmakta yarar var. Yakışıklı bir oğlan."
Gülümsemeye devam ettim.
"Ne kadar gevezesin sevgilim?"
Çapkınca göz kırptı. "Ne o? Yoksa kıskandın mı?"
"Şaka yapmadığını bilsem kıskanabilirim."
Tevekkülle boyun eğdi. "Ehh, bu da doğru söylediğini gösterir. Şimdi mükâfau hak ettin."
Kedi gibi sokularak kollarımın arasına girdi ve dudaklarımdan öptü. Ona mukabele ettim ama ne de olsa iş yerinde bulunduğumuzdan öpüşüm yeteri kadar ateşli olmamıştı.
"Ne o?" diye fısıldadı. "Beni özlemedin mi?"
"Hadi" dedim. "Bırak şimdi bunları da dışarıya çıkalım."
Kollarını boynumdan çözerken, "Yemek için henüz erken değil mi?" diye sordu.
"Erken ama sana bir şeyler almayı düşünüyorum."
"Yine mi?"
"Yoksa memnun olmadın mı?"
Dudaklarını büzdü. "Benim için çok masrafa giriyorsun. Gönül'lerin evine giderken baştan aşağı beni donattın. Yılbaşı gecesi için nefis bir tuvalet aldın. Artık biraz fazla olmuyor mu? Utanıyorum."
"Sen benim sevdiğim kadınsın. Seni daima şık ve bakımlı görmek istiyorum."
"Ne alacaksın?"
"Günlük kıyafetler, hastaneye giderken giyebileceğin yeni ve sıcak tutacak bir kaban ya da anorak, sağlam bir bot. Gecelik falan da alırız."
"Tahrik edici şeyler mi?" Manidar bir şekilde yüzüme baktı.
"Yoksa istemiyor musun?"                                                 ____
Çocuk gibi gülümsedi. "Evet, evet istiyorum." dedi...          241
Alış veriş uzun sürmüş ve tahminimden de fazla oyalan-mıştık. Beğendiği her şeyi alıyordum. Elimiz kolumuz poşetlerle doldu. Yorulmuştuk, "istersen evde başbaşa bir şeyler atıştıralım," dedi. "Televizyonda da güzel bir film var. Kalabalık arasında yemek yemektense, evimizde başbaşa, kucak kucağa film seyretmeyi tercih ederim, ne dersin?"
"Fena fikir değil."
Aldıklarımızı yüklendik, arabayı parkettiğim garaja doğru yürüdük. Peşimizde biri olduğunu da o sırada farkettim. Adamı en son girdiğimiz mağazadan çıkarken görmüştüm. Bizi dikkatle gözlüyordu. Önce önemsememiştim; ne kadar sade ve iş giysilerinin basitliği için de olsa bile, Jale güzelliği ile dikkat çekici bir kızdı. Ona baktığını sandım^Fakat adam peşimize takılmış ve araya bir mesafe koyarak bizi takibe başlamışa. Huylandım. Bazen ilgisiz bir vitrinin önünde duruyor, cama akseden görüntülerden adamı izliyordum. Biz durunca o da oyalanmaya başlıyordu.
Bu sabahki Aysel Kalaycıoğlu'nun ziyaretinden sonra daha dikkatli olmam gerektiğini biliyordum. Jale hiçbir şeyin farkına varmamıştı. Adam bizi garaja kadar takip etti. Dönüşte boy boyunca peşimdeki arabaları kontrol etmeye çalıştım. Özellikle de o Ford Mondeo'yu arıyordum. Belki peşimize başka bir araba takmışlardı. Jale, hayaandan memnun, başta yeni giysileri olmak üzere konuşup durdu. Bütün safiyeti, o çocuksu havası üstündeydi. Gülüyor, şakalaşıyor, her vesile ile neşesini gösteriyordu.
Kazasız belasız eve geldik.
Yanılmış da olabilirdim. Belki o adam sadece Jale'nin etkisinde kalarak peşimizde dolaşan, işsiz güçsüz serserinin teki olabilirdi.
Eve dönünce Jale, dediği gibi yiyecek bir şeyler hazırladı televizyonun karşısına geçtik, bir yandan atıştırırken bir yandan da hissi bir Amerikan komedisini izlemeye başladık. Yediklerimiz bitince bana sarıldı, kanepeye uzandı, yeni evli bir çift gibi o vaziyette filmi seyrettik. Film boyunca kâh güldü, kâh gözleri yaşardı. Sonuna doğru da günün yorgunluğundan uykusu geldi.
Odalarımıza çekilirken yanağımdan öptü. "Benim uysal ve tatlı sevgilim," dedi. "Sana tatsız bir haberim var. Yarım akşam bu mutluluğu yaşayamayacağız." "Neden?" diye sordum. "Yarın gece nöbetçiyim."
Saçlarından öperken, "Ne yapalım, katlanacağız. Elim mahkum."
O esneyerek odasına çekilirken, ben düşünmeye başladım. Jale'nin nöbetçi olması elime bir fırsatın geçmesine olanak sağlayacaktı. Yarım akşam tekneyi kontrole gidebilirdim. Belki bana bozulacaktı ama onu yanımda götüremezdim...
BEŞÎNCt BÖLÜM
1
Ertesi gece soğuk ve yağışsız bir hava vardı, istanbul'un uzun süren karlı havası sona ermişti ama şimdi de çamurla mücadele etmek zorunda kalmıştık. Gece saat ona doğru Vaniköy'e gitmiştim. Ama kiralık sandal bulamamak hesapta yoktu. Çengelköy'e gittim, orada da bulamadım. Bayağı bozulmuştum, sahilde kolaylıkla kiralık bir vasıta bulacağımı düşünmüştüm. Çaresizlik içinde Beylerbeyi'ne uzandım. Kıyıda balığa çıkma hazırlığı yapan birkaç balıkçı vardı, ama hiç biri bana yüz vermedi ve sonunda biri homurdanarak, "Burada kiralık sandal bulamazsın" dedi.                      ¦*
Apışıp kalmıştım. Ümitsiz nazarlarla etrafima bakındım, iskele meydanı gecenin ayazında bomboştu. Neredeyse vazgeçmek üzereydim, zaten yaptığım işin yasalara aykırı ve başımı derde sokacak cinsten bir şey olduğunu biliyordum; itiraf edeyim ki biraz da korkuyordum. Fakat merak denen illet bir defa insanın içine çöreklenmemeliydi. Aklıma tablan meseleyi çözümlemeden rahat edemeyeceğimin farkındaydım. O teknenin içine girmeli ve araştırmalıydım. Çocuğu bulamasam bile onunla ilgili bazı ipuçlarını ele geçireceğim içime doğuyordu.
Köşede bir kahve vardı. Bu mevsimde ve gecenin bu saatinde içerde sadece semt sakinleri bulunuyordu. Giyimlerinden balıkçı, dükkanlarını kapatmış kağıt ve tavla oynayan esnaflar olduğunu düşündüm. Bir kısmı da bütün gününü kahvede geçiren emekli memurlar olabilirdi.
Doğruca çay ocağına yürüdüm. Tezgâhın arkasında şişman
ve yaşlıca bir adam vardı. Yabancı olduğumu hemen anlamıştı
Beyazlaşmış pala bıyıklarını sıvazlayarak, "Buyrun beyim" dedi
244    Müşteri olmadığımı ve içeriye bir şey sormak için girdiğimi o sa-
at çakmıştı.
Biraz çekinerek, "Kiralık sandal arıyordum" diye mırıldandım.
Garipseyerek yüzüme baktı.
"Bu saatte mi?" dedi.
"Saat önemli mi?" diye sordum.
"Pek balıkçıya benzemiyorsunuz da."
"Doğru. Balıkçı değilim."
"Eee, ne yapacaksınız sandalı."
Herif ahret suali sormaya başlamıştı ama yok da demiyor-du. Ümklendim.
"Bir saat için kayığa ihtiyacım var. Denize açılacağım."
Adam büsbütün pirelenmişti. Dik dik yüzüme baktı.
"Ehh, her halde" diye homurdandı. "Sandalla karada dolaşacak değilsiniz ya."
Abuk subuk ve yetersiz konuştuğumu hissettim.
"Gazeteciyim" dedim. "Bazı incelemeler yapacağım."
Adam tezgahın üstünden biraz öne eğildi.
"Bak efendi, sana bir sandal bulabilirim ama aklından kötü bir şey geçmiyor değil mi?"
Saf saf yüzüne baktım.
"Nasıl bir şey?"
"Yani şu köprüden atlayanlar gibi. Sende ayağına bir taş bağlayıp kendini denize atmayı filan düşünmüyorsun, değil mi? Yoksa başıma iç açarsın."
Zoraki gülümsedim. "Yok canım, öyle karamsar, dünyadan bezmiş bir halim mi var?"
"Belli olmaz" dedi kahveci. Sonra ciddi bir edayla, "Gece tarifesi, on kağıdını keserim, tamam mı?"
itirazsın kabul ettim.
Adam, "Rıfkı, buraya bak!" diye seslendi.
Bıyıklan yeni terleyen gençten bir garson yanımıza yaklaştı. Kahveci:
"Bu beyi, Salih ağabeyin kayığına götür, brandayı kaldır, kürekleri ıskarmoza geçir sonra bir koşu buraya dön" diye emretti. Sonra bana dönerek, "Beyim para peşin. Ayrıca bir de hüviyet bırakmanız gerek" dedi.
Para ve sürücü lisansımı adama uzattım.
Beş dakika sonra karanlık sularda Vaniköy'e doğru kürek çekiyordum..
* * *
Aslında bana verdikleri ufacık bir bottu. Dengesiz, oynak ve eski. Bir yerinden su almaya başlarsa hiç şaşmayacaktım. Sağ küreğe ıskarmoza bağlayan yağlı deri fazla boldu, her kürek çekişte bot biraz sola kayıyordu. Neyse, şikayet etmemeliydim, bunu bulmam ne nimetti. Beylerbeyi'nden Vaniköy'e doğru ağır ağır ilerlemeye başladım.
Deniz üstü tam bir felaketti! Sert poyraz dondurucu esiyordu. Allahtan sırtıma kaz tüyü kalın anorağımı giymiştim. Rüzgarla kabalaşan dalgalardan korunmak içinde elimden geldiği kadar sahile yakın gidiyordum. Parmaklarım donmuştu.
Önce yalıyı ayarladım.
Bulmakta da biraz zorluk çektim. Sanki denizden çoğu birbirine benziyordu. Ama uzun rıhtımı ve bahçesindeki fener-leriyle Kalaycıoğiu yalısını diğerlerinden daha büyüktü. Yalının hemen hemen bütün ışıkları sönüktü. Galiba her zaman bu binada kalmıyorlardı. Tek ışık bahçeye açılan zemin kattan geliyordu. Muhtemelen evin personelinin yaşadığı yan bölüm olmalıydı.
Asıl sıkıntıyı tekneyi tesbitte çektim. Birbirine yakın üç tekne demirliydi, ilk bakışta ve karanlıkta hangisinin Hasan Torlak'ın gittiği tekne olduğunu anlamam çok zor oldu. Yılbaşı gecesi tek-
neden ziyade adamla ilgilenmiştim. Hafizamı zorladım, o gece beynime nakşolan görüntüleri anımsamaya çalıştım, istanbul çocuğu olmama rağmen tekneler hakkında fazla bilgi sahibi de değildim. Sonunda içlerinden birini seçtim. Seçtiğimin aradığım tekne olması çok mümkündü. Rotamı ona çevirdim ve küreklere asıldım. Her üç tekne de boştu. Işıklan yanmıyor ve dışardan bir hayat emaresi görünmüyordu. Bu hem iyi hem de kötüydü, iyiydi zira içerde biri olursa tekneye çıkmam imkansız olacaktı; kötüydü çünkü Kerim'in teknede olmadığını gösteriyordu, iyice yaklaştım.
Yanılmamıştım. Teknenin kıçında sarı metal harflerle Aysel'im yazıyordu. Tahminim tutmuştu. Cahit Kalaycıoğlu teknesine karısının adını vermişti, içinde kimsenin olmadığı belliydi. Ama yine de yüreğim deli gibi çarpmaya başlamışa. Hayatımda hırsız gibi bir tekneye ilk defa girecektim. Bodoslamadan yanaştım. Güverte yüksek değildi. Botun baş tarafındaki bağlama ipini yatın metal korkuluğuna düğümledim. Bir süre tedbir olarak hareketsiz kaldım. Bir yandan da gözlerim tekneyi inceliyordu. Ne ses vardı, ne de seda. Kamaralardan ışık da aksetmiyordu. Cesaretim arttı. Teknenin küpeştesine tutunup kendimi yukarı çektim. Amma umduğum kadar kolay olmadı. Bir süre ıslak tahtalara yapışıp kaldım. Bacaklarım boşlukta sallandı, sonra ayağımı küpeştenin nemli sathına dayadım. Kollarımdaki takat kesilirken kendimi yukarıya çektim. Anorağın cebindeki el feneri böğrüme battı. Yüzükoyun yerde yatıyordum. Soğuktan üşüyen ellerim şimdi de sırılsıklam ıslanmıştı.
Bir süre o vaziyette bekledim, sonra usul usul doğrulup ayağa kalktım. Teknenin kıç tarafındaydım ve önümde aşağıdaki kamara bölümüne giden kapı vardı. Tabii ışıkların sönük oluşu kimsenin bulunmadığına delalet etmezdi. Yılbaşı gecesi burada birilerinin bulunduğunu gözlerimle görmüştüm.
Kerim'i burada alakoyuyorlarsa mutlaka başına birini nöbetçi olarak dikmeleri lazımdı. Saat on bucağa geliyordu. Uyumak için henüz erken sayılabilirdi. Bu riski göze almalıydı. Ka-
mya yaklaştım, usulca kendime doğru çektim, açılmadı. Sarsmadan kilitli olduğunu anladım. Keyfim kaçtı. Kilidi açamazdım. Elimi kapının üzerinde dolaştırdım. Parmaklarım sert bir küde-ve değdi. Hayret, kapıda kocaman bir asma kilit vardı.
Sonra aklıma başka bir ihtimal geldi.
Tekneyi bu vaziyette bırakacaklarını aklım kesmedi. Yoksa içerdeki bekçi karaya mı çıkmıştı? Öyle ise her an geri dönme olasılığı mevcut demekti.
Ne yapacaksam, acele etmeliydim.
Hemen bir karar vermeliydim; ya kimsenin olmadığını kabul ederek geri dönmeliydim ya da gözümü karartıp kilidi kırmalıydım. Aklım, işi daha fazla uzatıp başımı belaya sokmadan dönmekliğimi söylüyordu, ama içimdeki o kahrolası merak ne olursa olsun kamaraya inmemden yanaydı, içgüdülerim çok önemli şeyler bulacağını fısıldıyordu sanki.

Yüklə 2,22 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   31




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin