XIX. Yüzyıldaki Bazı Doğal Afetler ve Osmanlı Yönetimi / Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yavuz Erler [s.762-770]
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
En geniş kapsamıyla afet, insanlara zarar veren olaylardır. Biraz daha dar kapsamlı olarak da doğanın sebep olduğu yıkımdır. Doğal afetlerin oluşumları temelde tabiata, tabiat olaylarına veya özelliklerine dayanır. Bu afetler, kendi aralarında yer kökenli (jeolojik) afetler ve atmosfer kökenli (meteorolojik) afetler olarak iki temel grupta incelenebilir. Bu gruba, kaynağını zararlı haşerenin sayısında meydana gelen artıştan alan biyolojik kökenli afetleri ve insan ihmalkarlıklarının yol açtığı yangın gibi afetleri de ilave etmek mümkündür.
Vatan coğrafyası üzerinde yaşayanlar için sıradandır. Esrarlı dağlar, yalçın kayalar, cennet gibi ovalar ve bozkırlar üzerinden gelip geçenlerin pervasızca çiğnedikleri cansız doğal oluşumlar olarak algılanır. Ne zaman ki bir savaş ortamı belirse üzerinde hoyratça gezindiğimiz dağ, taş, yer ve bozkırlar dile gelir canlanır, canımızdan aziz tuttuğumuz bir gönül dostuna dönüşüverirler. Kısacası bir gün gelir insan ve hayvanın aynı kayıtsızlıkla çiğnediği bu coğrafya canlanır.1 Savaş halleri dışında bu aziz coğrafya doğal afetler döneminde de bir canlılık içerisindedir. Kontrol altına alınamayan huysuz bir at gibi sahibini örseler, silkinir ve sahibinin tecrübesizliğinden yararlanarak onu sırtından atar ve çiğner. Sahibi tecrübeliyse tedbirini önceden almıştır ve çevikliği ile kendini kurtarabilir. Bazı durumlarda da ne çeviklik ne de tecrübe fayda getirir. Bir defa yere düştünüz mü; kaderinize boyun eğmekten başka yapacak bir şey kalmamıştır. Aziz vatan, aziz memleket her zaman narin bir gül değildir. Bazen dikenlerine katlanmak zorunda kalır insan. Coğrafi afetler işte bu dikenleri temsil eder. Milletlerin kaderleri coğrafyalarında gizlidir. Coğrafi anlamda da bu gerçeklilik kendini korur ve üzerinde yaşayanlara ne gibi doğal afetleri sunmaya hazır olduğunun sinyallerini verir. Coğrafi bilimler bize bu sinyaller hakkında bilgi vermekle beraber işin ciddiyeti hakkında kesin güvence sunamazlar. Coğrafyacıların kesin tarih vermek gibi bir lüksleri yoktur. Mutlak bir gerçeğin mekanı ve ihtimal dahilinde olan zaman grafikleri ile insanları sahip oldukları ya da olmadıkları coğrafya hakkında bilgilendirirler. İnsanları vatanın her zaman sevecen olmadığı ana şefkati yanı sıra baba sillesine de sahip bir yanının bulunduğu konusunda insanları aydınlatmak tarihçilerin sorumluluk alanına girer. Geçmişte yaşanan doğal afetlere ait tarihi kayıtların sunduğu maddi ve manevi veriler insanları olası bir felakette yaşayacakları hakkında bilinçli bir hale getirecektir. Tarihte meydana gelen afetler ve yol açtıkları zararları belirtmek sosyal ve iktisat tarihi açısından meydana gelen sosyo-ekonomik değişmeleri incelememize de yardımcı olacaktır.
Vatana sahip çıkmak sadece onun üzerine basıp geçmekten ya da tapusuna sahip olmaktan ibaret değildir. Vatana coğrafyası ile birlikte sahip çıkmak gerekir. Çölüyle, vahasıyla, en kıymetsiz taşıyla ve hatta altını gümüşüyle. Özetle güzeli ve çirkiniyle bir vatana sahip çıkmasını biliyorsak ve hatta iyi olanı herkes sever, kötü olanı sevebilmek sevgide erdemdi; felsefesine katılabiliyorsak o vatana sahip çıkabilir ve gerçek sahipleri bizleriz diyebiliriz. Tarihte var olan doğal afetlere ait veriler bizlere bu gerçeğin geçmişte de var olduğunu bildirmekte ve atalarımızın yaşadığı olaylar hakkında bilgilendirmektedir.
Çalışmamızda XIX. yüzyılda meydana gelen afetler hakkında bilgiler vererek; atalarımızın bu vatana sadece yedi düvelle mücadele ederek değil aynı zamanda onun nazını çekerek de sahiplenmeye çalıştıklarını belirleyeceğiz. Doğal afetler ve türleri hakkında tarihi veriler bir liste yapma olanağı vermekte. Bu listeye uyarak doğal afet türleri belirlendikten sonra meydana geldikleri bölgeler, hasar dereceleri ve devletin afetzedelere nasıl bir uygulama ile yardımcı olmaya çalıştığını tespit edeceğiz. Bu çalışmamızda doğal afet türlerinden kuraklık konusu geniş kapsam nedeniyle ele alınmamıştır.)
1. Biyolojik Kökenli Afetler
Biyolojik kökenli afetleri insanlara zarar veren doğal afetler olarak nitelendirmek mümkündür. Özellikle zirai mahsuller üzerinde zarar verici tahribata yol açan, bu nedenle de insan yaşantısını olumsuz yönde etkileyen ve bitki örtüsüne zarar veren haşere veya hayvan sayısında meydana gelen dengesiz artış “biyolojik kökenli afetler” olarak ele alınabilir. Fare veya çekirge sayısında meydana gelen artış ve buna bağlı olarak tarım alanlarında yol açtıkları tahribat kimyasal mücadelenin olmadığı tarih diliminde büyük çaplı zararlara yol açarak insan yaşamını etkilemiştir.
İnsan yaşamına doğrudan etkisi bulunan bir diğer biyolojik kökenli afet türü ise salgın hastalıklardır. Salgın hastalığın oluşumuna sebebiyet veren bakterilerin gelişimi için uygun iklim, coğrafi koşullar ve insanların ihmalkarlıkları, bu türden afetlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamakta ve insanların ölümüne sebebiyet vermektedir.
A. Çekirge İstilası
Özellikle Sudan’da bulunan Çöl çekirgesinde meydana gelen artış ve o sırada oluşan kuvvetli rüzgar akımları, çekirgeleri sürüler halinde başka bölgelere sürüklemektedir. Sürüler halindeki çekirgeler bazı dönemlerde Osmanlı sınırları içerisindeki verimli topraklara kadar gelmişlerdir. Gelen çekirge sürüleri Osmanlı Devleti’nde zaman zaman zirai mahsuller üzerinde zararlara sebebiyet vermekte ve zahire kıtlığına neden olmaktadırlar. Kimyasal ilaçların bulunmadığı bu dönemlerde çekirge ile mücadele insan gücüne bağlı kalmakta ve yok edilmesi de bir o kadar güçleşmektedir. Osmanlı topraklarında meydana gelen bu tür çekirge istilaları, açtıkları zararlar, meydana getirdikleri göçler ve devletin aldığı tedbirlerle ilgili pek çok belge bulunmaktadır. Bunlarla ilgili bazı örnekler aşağıda incelenecektir:
XIX. yüzyıl başlarında yani 1802 tarihinde çekirgenin Adana Vilâyeti’ne hücum ettiği ve bu nedenle kıtlık meydana geldiğini tespit etmek mümkündür. Çekirge ve akabinde meydana gelen kıtlık olayının bertaraf edilebilmesi işi İçel Mutasarrıfı Osman Paşa’ya ihale olunmuştur.2 Payitahtın bu tür olağanüstü durumlarda idari açıdan bölge ile yakından ilgilenebilecek bir idari düzenlemeye gittiği söylenebilir. Direk merkezden değil de afetin meydana geldiği bölgede afetzedelere yardım amacını taşıyan ve tam yetkiyle donatılmış bu idari yapılanma örneği, bizlere Osmanlı Devleti’nin konu ile ilgili önceki tecrübelerinin bir sonucu olduğu fikrini vermektedir.
Doğal afetler karşısında ne yapacağını şaşıran vatandaşlar felakete maruz kaldıkları aziz vatan parçasını suçlarlar bazen de ondan kaçıp kurtulmak isterler. İşte bu gibi durumlarda Osmanlı Devleti’nin tavrı günümüze de dersler verebilecek uygulamalar içerir.1826 yılında çekirge istilası nedeniyle kıtlığa uğrayan Beyşehri Sancağı’nda bulunan Seydişehri sakinlerinden yüz kadar kimsenin çoluk çocukları ile birlikte bir başka bölgeye hicret ettikleri belirtilmektedir. Bu şahısların göç etmiş oldukları mahallerde on yıl kadar kalsalar bile eski mahallerine iade edilmelerine dair kaza naiplerine gönderilen emirler devletin iç göç hakkında takındığı bir tavır olsa gerektir.3 1828 tarihinde Bergama Kazası’nda meydana gelen çekirge istilası nedeniyle göç eden halkın eski yerlerine iade edilmeleri iç göç ile ilgili bir diğer örnek olarak ele alınabilir.4
Sosyal dayanışma bazen devletten önde ve hatta devletten önce gelir. 1847 tarihindeki Erzurum bölgesinde yaşanan çekirge istilası sonunda yaşanan kıtlık yıllarında halk çareyi akrabalarının yanına gitmekte bulmuştu. Felaketten daha az etkilenen aileler muzdarip durumda bulunan yakınlarını yanlarına almışlar ve felaketin olumsuzluklarını en aza indirgemeye çalışmışlardı. Devlet bu defa gecikmişti. Ancak durumdan haberdar edilen iyi niyetli ilgililer müdahalede gecikmediler. Erzurum valisi vakit geçirmeksizin ihtiyaç sahiplerini tespit ettirerek gerekli olan gıda yardımının yapılmasını sağlamıştır.5
Devletin daha geniş çaplı zirai üretimi düşüren bir felaket karşısında bazı planlarını ertelediği ve vergi muafiyeti tanıdığı belirtilebilir. 1851 yılında Kütahya, Aydın, Uşak ve Ayvalık kazasına bağlı köyler ile Şam bölgesinde çekirgenin mevcut olduğu ve mahsule zarar verdikleri yönündeki haberler ilgilileri harekete geçirmişti.6 Anlaşılacağı üzere çekirgenin yayılma sahası bu dönemde bir hayli geniş ve zirai mahsul üzerinde yapmış olduğu zararda o denli fazla olmuştu. Bu gibi durumlarda devlet bu bölgelerden almış olduğu zirai vergilerin miktarında makul ölçülerde indirime gitmiş ve mevcut birikmiş vergi borçlarının ödenmesinde geniş zamana yayarak uygun miktarlarda vergi ödemesi yöntemini uygulamaya koymuştur.
Çiftçinin üretimini devam ettirmesi Osmanlı Devleti için önem arz etmekteydi. Doğal afetlerden etkilenen üretici devletin yardımını üretim yaptığı alanda hissetmekte gecikmedi. 1862 tarihinde bugünkü Şanlı Urfa yöremizde ve Halep bölgesinde görülen çekirge istilası bölgede zahire kıtlığına yol açmış ve yöredeki zirai faaliyetleri engellemiştir. Bölge halkının ihtiyaç duyduğu hububat delet eliyle bölge haricinden buraya nakledilmişti.7 Fiyatlar bu nedenle bir miktar yükselmişse de üretici işini aksatmadan çalışmasına devam etme olanağı bulmuştu.
Doğal afetlerle mücadele devletin sorumluluğu altında kalmıştı. Bu durum bütçeye ek masraflar getirmesine rağmen devlet bu fedakarlığı yapmak için var olan bir kurum olduğunu Osmanlı vatandaşlarına ıspatlamıştı. 1864 tarihinde Selanik bölgesinde 1868’de Aydın Sancağı’nın bazı kazalarında ortaya çıkan çekirge istilası kısa süreli olmakla beraber zirai mahsul üzerinde zarara yol açmıştı. Çekirge sürülerinin varlığı yöredeki üretimi gelecekte de sekteye uğratmakta ve halkın konu ile ilgili devletten olan beklentilerini artırmaktaydı. Bu durumda da Osmanlı idaresi devreye girmiş ve çekirgenin toplattırılması için maliye yeni masraflar yapmak zorunda kalmıştı.8
Sonuç olarak, Osmanlı Devleti’nin tarım yapılabilen alanlarında meydana gelen çekirge istilası zirai faaliyetleri olumsuz yönde etkilemekle beraber tarımın yapılmasını geciktirmek suretiyle maliyenin ihtiyaç duyduğu vergi gelirlerinin düşmesine sebebiyet vermiştir. Huzur ortamının tekrar temini, kaynaklarında aktif hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Osmanlı Devleti, idari açıdan felaket bölgesine yardımcı olarak kötüleşen durumu bir an evvel olumlu yönde geliştirmede mali açıdan da fayda görmüştür.
B. Salgın Hastalıklar
Tanzimat Dönemi’nin getirdiği yeniliklerden birisi de sağlık kurumlarında olan gelişmedir. Bu dönemde yapılan çalışmalar, tıp alanında sonraki dönemler için bir temel yapılanma niteliğini taşımaktadır. Salgın hastalıkların 1828-1831 ve 1834’te veba şeklinde ortaya çıkarak Şam, Basra ve Anadolu vilâyetlerinde can kaybına sebebiyet vermesi nedeniyle Karantinahanelerin açılmasına karar verilmişti.9 1838 tarihinden itibaren Karantina Defterleri çıkarılmaya başlanmış ve İstanbul merkez olmak üzere Edirne, İzmir, Bursa, Aydın, Erzurum, Antalya, Isparta, Konya, Adana, Sinop bölgelerinde karantina haneler oluşturulmuştu. Gerekli altyapının olmaması ve mali harcamaların külfeti nedeniyle bu tür uygulamalar ihtiyaçlara cevap verecek düzeyde olmamasına rağmen olumlu sonuçlar elde edilebilmiştir.
Salgın hastalıkların çoğunlukla veba, kolera, difteri, çiçek ve dizanteri türünden oldukları dikkat çekmektedir. Yeterli altyapı ve kanalizasyon ağına sahip olmayan yerlerde gerekli olan temizlik şartları yerine getirilemediği için bu tür salgınların değişik dönemlerde yaşandığı muhakkaktır. Salgın hastalıklar nedeniyle nüfus etkilenmekte ve üretim düşüş kaydetmekte, özellikle zirai sahalarda çiftçiyi etkileyerek zirai üretimin rekoltesinin azalmasına neden olmaktadır.
Tanzimat Dönemi içerisinde alınmakta olan tedbirlere rağmen 1841, 1847, 1849 ve 1869 yıllarında veba, 1847-1848’de kolera salgınları olmuştur.10 Genellikle isyanlar, eşkıyalık olayları, muhaceret, kıtlık, deprem, yangın ve sel baskınları sonrası salgın hastalıkların ortaya çıktığı görülmektedir.
Salgın hastalıklar Tanzimat öncesi taşrada endişe duyulan bir hadise idi. XVIII. yüzyılın başlarında Diyarbakır Eyaleti’nde meydana gelen veba salgını önemli sayıda insanın ölümüne sebebiyet vermişti. Yine aynı eyalette 1762 yılında görülen veba hastalığı 50.000 kişinin yaşamını yitirmesine neden oldu. 1799-1800 yıllarında bu salgın yeniden ortaya çıkmış, yine pek çok insan yaşamını yitirmiş ve bir kısım halk da can korkusu nedeniyle memleketlerini terk etmek zorunda kalmıştı.11 Bu tür salgın hastalıklar nedeniyle bölge ticareti etkilenmiştir. Diyarbakır’da dericilik endüstrisinde çalışan esnafın salgın hastalık nedeniyle vefat etmesi yüzünden bu sanat dalı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Diyarbakır Eyaleti’nde 1843, 1848, 1851 ve 1879 yıllarında da kolera salgınları olmuş ve bir hayli can kaybına sebebiyet vermiştir.12
Tanzimat Dönemi içerisinde salgın hastalıklar nedeniyle meydana gelen iç göçlere dair bilgilere rastlamaktayız. İzmir bölgesinde 1813-14, 1831, 1837 ve 1849 yıllarında salgın hastalıkların meydana geldiği tespit edilmiştir. Özellikle 1831, 1837 ve 1849 salgınları büyük ölçüde nüfus kaybına yol açmış, yarımadadaki bir çok Türk köyü tamamen boşalmıştır.13
Salgın hastalıktan etkilenen bölge halkı ilk çare olarak bilinçsizce yöreyi terk etmeyi tercih etmekteydi. Bu durum doğal olarak hastalığın yayılmasına neden olmakta ve sorunun boyutlarını daha da artırabilmekteydi. Bu türden konularla ilgili olarak arşiv kayıtlarımız oldukça fazla belge ihtiva eder. Anadolu ile ilgili birkaç örneği şu şekilde sıralamak mümkündür: 1848’de İzmit’te meydana gelen bir kolera salgını yüzünden halk topluca başka yerlere göç etmişti.14 Keza, Hanya’da meydana gelen veba nedeniyle de halk İzmir, Manisa, Kuşadası gibi yerlere kaçmıştı.15 Bu gibi durumlarda göç edenler salgın hastalığı beraberlerinde diğer mahallere de taşımış olsa gerektir. Devletin müdahalesi bu kez işe yaramış ve gelişigüzel hareket eden insan toplulukları karantinahaneler vasıtasıyla potansiyel taşıyıcılar olmaktan alıkonulmaya çalışılmıştı. Karantina hanelerin mevcudiyeti, bu tür salgın hastalıkların ülke geneline yayılmasına da engel olmuştur. Devletin konu üzerinde göstereceği itina ve salgın hastalıklar karşısında oluşturduğu altyapı toplumun genelini tehdit eden bir afetle mücadelede başarının yegane sırrıdır.
Bazı durumlarda Osmanlı İdaresi salgın hastalıklar ve tedavi yöntemleri hakkında halkın taassuplarını ortadan kaldırma görevini de üstlenmek durumunda kalmaktaydı. Batı da tedavisi var olan bazı hastalıkların Osmanlı sınırlarında etkili oluşu devleti harekete geçirmiş ve bir nevi kültür seferberliği yapılarak insanlar bilgilendirilmeye çalışılmıştır. Örneğin, Tanzimat Dönemi içerisinde çiçek hastalığı can kaybına sebep olan bir hastalık olarak belirmektedir. Halbuki aynı dönemlerde Avrupa’da çiçek aşısı uygulanmaya konulmuş ve bu hastalığın ölümcül etkisi ortadan kaldırılmıştı. Ancak Osmanlı Devlet’inin uygulamaya koyduğu çiçek aşısı karşısında taşrada dine aykırı olduğu gerekçesiyle riayet edilmemiştir. Bu yüzdendir ki 1846 tarihinde Edirne’de meydana gelen çiçek salgınından16 sonra çiçek aşısı için bir fetva yayınlanmış ve dini açıdan bir sakıncası olmadığı belirtilmiştir.17 Halkın taassuplarını kısa sürede ortadan kaldırarak sonuç alma görevi de devletin sorumluluk alanlarından birini teşkil etmektedir.
Salgın hastalıklar karşısında idari yapının özel sorumluluklar üstlenen kurumları devreye soktuğu tespit edilmiştir. 1847’de Antep’te meydana gelen kolera salgınında olduğu gibi ilk akla gelen tedbir sağlıkla ilgili olmuş ve salgının ortadan kaldırılması yönünde hizmet verecek bir “Sıhhıye Komisyonu” kurulmuştur.18 Benzer türden bir uygulamanın 1868 tarihinde Hicaz bölgesinde ortaya çıkan korkunç hastalıkta da uygulandığı anlaşılmaktadır. Burada da daimi surette görev yapacak bir “Sıhhiye Komisyonu” kurulmasına karar alınmıştı.19 Yalnız kurulan kurumlarla değil merkezden takviye olarak gönderilen somut yardımlarda kayda değerdir. Hicaz’a sıhhiye memurları gönderilmiş,20 ilaç yardımı yapılmış21 ve nihayet alınan tedbirler neticesinde hastalık 1871 tarihinde atlatılmıştır.22
Devletin aldığı bir diğer tedbir ise; civar ülkelerden Osmanlı hudutlarına girebilecek olan salgın hastalıklara karşı, hudutlarda gerekli tedbirlerin alınması yönünde olmuştur. 1868 tarihinde İran’da meydana gelen hastalığın Osmanlı hudutlarına sirayet etmemesi için gerekli tedbirlerin alınması istenmiştir.23
Salgın hastalıklar nedeniyle göçen halkın geri gönderilmesi için de devlet gerekli uyarılarda bulunmuştur. 1816 tarihinde Tırhala kazasından hastalık sebebiyle kaçan halkın eski mahallerine iadeleri için ferman çıkarılmıştır.24
Sonuç olarak salgın hastalıklar nedeniyle geçici olarak yerini terk eden halk salgın hastalıkların daha geniş bir coğrafyaya yayılma riskini de artırmıştır. Karantina hanelerin bu dönemde böylesi olumsuzlukları engellediği söylenebilir. Ekonomik açıdan salgın hastalıkların verdiği zararları istatistikî olarak tespit etmek mümkün değilse de, bölge ticareti ve üretimi üzerindeki olumsuz etkisi inkar edilemez bir gerçektir. Salgın hastalıklar nedeniyle ölen ve can endişesi ile yurdunu terk eden insanların varlığı, Osmanlı nüfusu üzerinde olumsuz değişmelere sebebiyet vermiştir. Bu tür olumsuzlukların yaşanması devletin müdahalesini zorunlu kılmış ve insanlara idari açıdan pratik çözümler üretecek kurumlar oluşturularak yardımcı olunmaya çalışılmıştır. İdari mekanizma afetzedeler için gereksiz bürokrasi yükünü ortadan kaldırarak halka umut vermekle beraber gerekli yardımı ihtiyaç duyan bölge ve insanlara ulaştırmaya çalıştırma işinde de etkili olmuştur.
2. İnsan Kaynaklı Afetler (Yangın)
İnsanların ihmalkarlıkları, doğal olarak meydana gelen yıldırım düşmesi ve şiddetli sıcaklar neticesinde ortaya çıkan yangınlara karşı gerekli mücadelenin yürütülememesi bu afetin zararlarının da artışına zemin hazırlamıştır.25 Ormanlarda meydana gelen yangınlar, ev yangınları ve ekili arazilerde bulunan ekin tarlalarının yanması mali açıdan zararlara sebebiyet vermektedir. Özellikle zirai alanları etkisi altına alan yangınlar, elde edilmesi ümit edilen mahsulü telef ederek üreticiye zor anlar yaşatmaktadır. Yangınlar, Osmanlı Devleti’nin her döneminde görülebilen afet türlerinden birisidir.
İnsanların ihmali ya da deprem gibi doğal afetlerin sonrasında meydana gelen kargaşa ve dikkatsizlik gibi durumlarda ortaya çıkan yangınlar, özellikle ahşap binalar üzerinde tahrip edici olmaktadır.26 Ahşap yapılaşmanın yaygın olduğu yerleşim merkezlerinde meydana gelen yangınların tahribat derecesi de göreceli olarak artış kaydetmektedir.
Osmanlı sınırları içerisinde meydana gelen yangınlar karşısında devletin hangi tür faaliyetlerle halka yardımcı olduğuna dair bazı örnekler vermek mümkündür: 1856 tarihinde Tuna Nehri kenarında bulunan bir kasabada meydana gelen yangın sonrası altı yüz ev halkı Vilâyet dahilinde bulunan bir başka mahalle nakledilmiş ve nakledildikleri yerde kendilerine evler inşa edilmiştir.
1868 tarihinde Uşak Kazası’nda çıkan yangın sonrasında ise yangından zarar görenler için evler inşa edilmiştir. Bazı durumlarda afetzedelere ev inşası işi sonraya bırakılmakta ve öncelikli olarak çadırlar vasıtasıyla halkın barınma ihtiyacı giderilmeye çalışılmaktadır. Mesela Samsun bölgesinde çıkan yangından etkilenenlerin barındırılması için geçici olarak gönderilen çadırlarla sağlanmaya çalışılmıştır.27 1869 yılında meydana gelen yangınlara dair başkente ulaştırılan haberlerin sayısında artış görülmektedir. Aydın Eyaleti dahilindeki Gördes Kasabası’nda yangın çıkmış ve kilim ile dokumacılık alanında önemli bir paya sahip olan bu bölgedeki endüstriyel kuruluşlar tahrip olmuştur. Yangında depolarda bulundurulan zahireler yanmış, üç yüz on adet dükkan ve mağaza, beş cami, iki okul binası, üç han, iki hamam, üç yüz yirmi beş ev ve üç pazar bölgesi yangında yok olmuştur. Dokuma tezgahlarının tahrip olması burada çalışan insanların işsiz kalmalarına sebebiyet vermiştir. Yangın sonrası bölgedeki dokuma tezgahları yok olduğu için afetzedelere iş imkanı devlet eliyle sağlanmaya çalışılmıştır.28 İşgücü kaybının yanı sıra elde edilmiş olan ürünü yok eden yangınların zararları devlet eliyle giderilmeye çalışılmıştır.
Afetzedeler devletin bazı yasal uygulamalarından da muaf tutulmuşlardır. Bandırma İdare Meclisi Heyeti’nde yapılan görüşmelerde askerlik görevleri gelmiş olan nüfusun yangın nedeniyle bir yıl askere alınmalarının ertelenmesi istenmişti. Dâr-ı Şurâ-yı Askerî ve Sadrazamla yapılan yazışmalar neticesinde bu tür bir uygulamanın mevcut kanun düzenine aykırı olduğu fakat, şimdiye kadar bu bölgeden düzenli bir şekilde asker alındığı ve yangın afeti ile etkilenen halka yardımcı olabilmek için gelecek seneye kadar askerliği gelmiş olanların askerlik işlemlerinin tehirine karar verilmişti.29 Bandırma afetzedelerine böylesi bir imtiyazın verilmesi önceki yıllarda devlete ve yasalara olan sadakatlerinin ödülü olsa gerektir.
Yangınların neticesinde meydana gelen hasarın bölge ekonomisini alt üst ettiği ve bölgeden alınmakta olan vergilerin düşüşüne neden olarak maliyeyi etkilediği ifade edilebilir. Osmanlı Devleti’nin yangınlar için gerekli olan yapılaşma ve itfaiye gibi teşkilatların oluşturulması açısından yetersiz kaldığı da inkar edilmemelidir. Taşrada ancak yangın sonrası yeniden inşasına başlanılan şehirlerin veya yerleşim bölgelerinin yapılanmasında yangın ihtimali göz önüne alınarak planlar hazırlanmıştır. 1870 yılından sonra başlayan bu tarzdaki bilinçli yapılaşma örnekleri daha detaylı araştırmalarla ortaya çıkarılmayı beklemektedir.
3. Jeolojik Afetler (Deprem)
Yer kökenli olan jeolojik afetler, doğrudan doğruya kaynağını yer kabuğu veya yerin derinliklerinden alan afetlerdir. Bunlardan yurdumuzda görülen türleri şunlardır: Deprem, heyelan ve kaya düşmesi. Tarihi açıdan bu tür afetleri ele aldığımızda ancak depremler husususun da yeterli kaynak elde edilebilmektedir.
XX. yüzyıl da gelişen ilim sayesinde deprem hadisesi bir muamma olmaktan çıkmış ve kesin tanımına kavuşmuştur: “Deprem, Yeryuvarı’na özgü bir doğa olayı olup, halk arasında ‘zelzele’ ya da ‘Yer sarsıntısı’ olarak bilinir. Bu olguya, bilimsel açıdan bakıldığında deprem, Yeryuvarı kayaçlarında biriken enerjinin, sismik dalgalar biçiminde serbestlemesi olarak tanımlanabilir.”30 Biz yine jeomorfoloji uzmanlarının çalışmaları sayesinde bugün Anadolu da olması muhtemel deprem bölgelerini tespit edebilmekteyiz. Bu bağlamda, tespit edilen bölgelerde geçmişte de depremlerin olması ihtimali göz önünde tutulursa, jeomorfoloji tarihteki depremlerin tespitinde tarih araştırmacasına kılavuzluk ederek yardımcı olmaktadır. Yapılan çalışmalar sonucunda Anadolu’da deprem olasılığının yüksek olduğu alanlar şu şekilde tespit edilmiştir:
1- Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı. Bu kuşak batıda Saros Körfezi’nden başlayarak Marmara Denizi’nin ortasını takiben Batı ve Orta Karadeniz Bölümlerini geçtikten sonra Kelkit Vadisi’nden sonra Erzincan-Erzurum üzerinden Van gölünün kuzeyine ulaşır.
2- Ege Bölgesi ve Güney Marmara’daki çöküntü alanlarının kenarlarında bulunan fay çizgilerini kapsayan alan.
3- Antakya-Amik-Maraş oluğu.
4- Güneydoğu Toros yayının dış sınırı.
Bunlardan birinci ve dördüncü deprem kuşağının Van yöresinde birleşmesi, burayı Türkiye’nin en çok sarsılan yörelerinden birisi haline getirmiştir.31 Hatta bu bilimsel verilerden yararlanılarak hazırlanan haritalar araştırmacıyı bu konuda bir körebe oyunundan kurtarmaktadır.
Coğrafyacıların geçmiş depremlerden yararlanarak genel hatları ile istatistiki bir tablo oluşturmuş olmalarına rağmen, bu tabloların henüz tarihçiler tarafından aydınlatılmamış depremlerin mevcudiyeti göz önüne alındığında mükemmelliği tartışılabilir.32 XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında deprem hadisesine ait kaynaklar çeşitlilik gösterir; 1853’ten sonra telgraf gibi yeni araçların kullanıma girmesi merkezle olan haberleşmeyi daha kısa bir zaman dilimine indirgediği için bu tür olaylar karşısında devletin aldığı tedbirleri takip etmek daha kolay bir hal almaktadır. Ayrıca Nezaretlerin (Bakanlıklar) oluşması ve bunlara ait kayıtlar bize geniş bir araştırma sahası açmaktadır.
Maliye Nezareti’nde her ne kadar detaylı bilgi veren malzeme yok ise de maddi hasarı ağır olan depremleri takip etmek mümkündür. Bu dönemde artış gösteren gazeteler, 1864’ten sonra yayın hayatına giren Düstur33 ve Sâlnâmeler bize daha renkli bir kaynak malzemesi sunmaktadır. Ayrıca İrade tasnifi az olmakla birlikte özet bilgileri araştırmacının hizmetine sunmuştur.34 Vak’a-nüvistler bu konuda her ne kadar detaylı bilgi vermeseler de bize gerekli olan zaman ve bölge gibi oldukça önemli ip uçlarını kaydetmişlerdir. Ahmet Cevdet Paşa35 ve Vak’a-nüvis Ahmed Lütfi Efendi36 bu konuda ihmal edilmemesi gereken bilgileri bizlere sunmaktadırlar. Ayrıca XIX. yüzyılda kaleme alınan edebi eserler de göz ardı edilmemesi gereken kaynaklar arasındadır. Tevfik Fikret’in Zelzele ve Verin Zavallılara adlı şiirleri 1892 tarihli Balıkesir depremi için bir ipucu niteliğindedir.
Tanzimat Dönemi’nde meydana gelen depremler devlet için beklenmedik mali harcamaları beraberinde getirmiştir. Depremden zarar gören bölgelerin ticareti olumsuz yönde etkilenmiş ve bazı depremlerin sonucunda ise kısa süreli göç olayları meydana gelmiştir.
Deprem ve sonrasında devletin varlığını hissetmek mümkündür. Osmanlı döneminde mağdur olan halkın yanında devletin varlığını belirlemek mümkündür. Bu yardımsever anlayış ırk, din ve dil ayrımı yapılmaksızın tüm Osmanlı vatandaşlarına verilmiştir. 1843 tarihinde Rodos’ta şiddetli bir zelzele olduğu belirtilmektedir.37
XIX. yüzyılda Osmanlı coğrafyasında meydana gelen depremleri kronolojik bir sıra ile takip etmek mümkündür: 1844 tarihinde Rodos adasında depremden etkilenen halka yardımda bulunulmuştur.38 1846 tarihinde ise İzmir’de deprem olmuş ve pek çok bina hasar görmüştür.39 1847 tarihinde ise Güzelhisar ve Tire kazalarında meydana gelen deprem nedeniyle Tire çarşısında yangın çıkmış ve meydana gelen hasar Aydın Kaymakamı Necibullah tarafından İstanbul’a bildirilmiştir.40 1850 tarihinde Rodos’ta deprem olmuştur.411851 tarihinde ise Berat’ta deprem olmuş ve zarar gören deprem zedelere devlet eliyle yardım edilmiştir.42 1851 tarihinde Rodos’ta bir deprem daha olmuş ve çeşitli hasarlara yol açmıştır.43 Aynı tarihte Yanya’da da deprem meydana gelmiş ve tahribata neden olmuştur.44 1854 tarihinde ise Bursa’da meydana gelen depremde etkilenen halk için “âtiye-i seniyye” (Bizzat Padişah tarafından yapılan yardım) gönderilmiştir.45 1855 tarihinde ise Harput’ta meydana gelen deprem binaların yıkılmasına sebebiyet vermiştir.46 1856 tarihinde Bursa’da bir deprem daha meydana gelmiş ve ağır hasarlara sebep olmuştur.47 Bu deprem esnasında Sultan Osman ve Sultan Orhan türbeleri zarar görmüş Sultan II. Murat ve Yıldırım Beyazıt Han camilerinin minareleri ve Ulu Cami’nin yedi adet kubbesiyle iki minaresi ve bazı camilerin minareleri hasar görmüştür. Urganlı ve Subaşı Köprüleri tahrip olmuş, Harir (İpek) fabrikaları yıkılmıştır. Kale duvarının göçmesi nedeniyle Yahudi mahallesi göçük altında kalmış ve bir hayli insan ölmüştür. Deprem sonrası meydana gelen yangın nedeniyle de otuz kadar ev ve on iki dükkan yanmıştır. Bursa’da meydana gelen depremin devamı olarak İstanbul’da Nisan ayında bir deprem meydana gelmiştir.48 Bu depremler sonrasında hasar gören yapıların tamiri, aç ve açıkta kalan halkın geçici bir süre için ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik çalışmalar devletin sorumluluk kapsamında olarak ele alınmıştır. 1856 tarihinde Erzurum’da, Ankara’da, Rodos’ta, Girit’te, Bursa’da ve Kala-i Sultaniye’de (Çanakkale) depremler meydana gelmiştir.49 Bu depremlerin kesin olarak devlete açmış oldukları mali zararları tespit etmek mümkün değildir. Ancak Osmanlı Devleti’nin Kırım Harbi arifesinde depremler nedeniyle yeni masraflarla karşılaştığı ve depremlerden etkilenen bölgelerden normal zamanlarda alınmakta olan vergiyi alamadığını belirtmek mümkündür. 1858 tarihinde Osmanlı Devleti bir kez daha çeşitli bölgelerde çıkan depremlere tanık olmuştur. Sofya, Ergiri ve Erzurum bölgelerinde depremler meydana gelmiştir.50 Erzurum’da meydana gelen deprem sonrası yıkılan cami, mescit, medrese, han ve hamamların tamiratına 1859 yılında devam edilmiş ve devlet depremin masraflarını karşılamak durumunda kalmıştır.51 1860 tarihinde Kütahya’da, 1862’de Rodos Adası’nda, 1863’de Konya’ya bağlı Şuhud Kazası’nda, 1866 yılında Midilli Adası ve Konya’nın Ilgın Kazası’nda meydana gelen depremlerde meydana gelen hasarlar hakkında İstanbul’a bilgi verilmiştir.52 1871 yılında Menteşe Sancağı’na bağlı Marmaris Kazası’nda ve 1872 tarihinde Sisam Adası’nda meydana gelen depremler üzerine gönderilen yardımlara dair bilgiler İstanbul’a iletilmiştir.53
Depremler sonrasında kısa süreli bir göçün meydana geldiği söylenebilir. 1866 tarihinde Midilli’de meydana gelen deprem esnasında insanların kırlara kaçtığı ve deprem endişesi ile buralarda kaldıkları bildirilmektedir.54 1869 tarihli Aydın Depremi’nde ise halkın şehir dışına kaçtığı ve yerleşim bölgelerini terk ettikleri kaydedilmektedir.55
1855 tarihinde ise Bursa’da deprem esnasında yıkılmış bulunan hisar altındaki mahalle halkının (Yahudi Mahallesi=Çekirge Mahallesi) bir başka mahalle teşkil edilerek buraya naklettikleri ve iskan edildikleri bildirilmektedir.56 Deprem sahasında meydana gelen mıntıka değişimi nedeniyle halk barınak temini gibi öncelikli işlerle meşgul olmakta ve özellikle çiftçi kesim ziraat işi ile uğraşamamaktadır.
Devletin ve halkın deprem sonrasında afetzedelere gerekli olan yardımı ulaştırdığı görülmektedir. Ayrıca mağdur olan halkın vergi yükümlülükleri devlet tarafından iptal edilmekte ve vergi alınmamaktadır. 1867 tarihinde Midilli’de verginin deprem nedeniyle alınmadığı kaydedilmiştir.57
1874 tarihinde Anadolu’nun bazı vilâyetlerinde şiddetini arttıran kuraklık esnasında, deprem yöre halkı için bir diğer doğal afet türünden olay olarak karşımıza çıkmaktadır. Diyarbakır Vilâyeti’nde 13 Mayıs 1874 tarihinde deprem olmuş ve zarara uğrayan halkın yardımına “mahalli idare” yetişmiştir.58 Midilli Adası’nda 16 Kasım 1874 tarihinde meydana gelen deprem İzmit’te bir saniye kadar hissedilmiş ancak, herhangi ciddi bir hasar meydana gelmemiştir.59 Bursa’da 22 Kasım 1874 tarihli deprem ise bina duvarlarının yıkılmasına sebebiyet vermiştir.60 Kuraklığın yol açmış olduğu kıtlık ortamından etkilenen yörelerde ve harp dönemlerinde meydana gelen deprem türünden afetler karşısında mağdur kalan halka devlet eliyle yapılacak yardımlar sınırlı imkanlar dahilinde ulaştırılmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak depremlerin Osmanlı maliyesine olumsuz yönde beklenmedik yeni harcamalar getirdiği söylenebilir. Depremlerin nüfus kaybına sebebiyet vererek üretimin düşmesine sebebiyet verdiği ve halkın moral gücünü olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Ayrıca deprem nedeniyle kısa veya uzun süreli göç olayları cereyan etmektedir. Deprem olan bölgelerde zarara uğrayan çiftçi nüfusu ekim ve hasat işlemlerini geçici olarak yapamamıştır. Örneğin, çiftçilikle uğraşan şahısların deprem nedeniyle ölümleri, çiftçinin sahip olduğu hayvanların deprem nedeniyle yitirilmesi gibi sebeplerden ötürü deprem bölgesinin ziraatı olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu gibi durumlarda devletin çiftçiye ihtiyaç duyduğu malzemeleri temin etmekle beraber vergi borçlarını geçici bir süre için affettiği ve var olduğunu afetzedelere yardımcı olmak suretiyle teminat altına aldığını belirtmek mümkündür.
4. Meteorolojik Afetler
İklimde ve hava hareketlerinde meydana gelen değişmeler nedeniyle meteorolojik kökenli afetler meydana gelmektedir. Tarihi kaynaklarda bu türden bilgilere rastlanmakla beraber, bunları derlemek ve sınırlarını tespit etmek bir hayli güçtür. Meteorolojik afetlere ise şu örnekleri verebiliriz: sel, su baskını, çığ, don, aşırı soğuk, fırtına, tipi, yıldırım düşmesi, kuraklık, dolu, Sis, aşırı kar, orman yangını.61 Tarihi veriler ışığı altında bunlardan bazıları şu şekilde tasnif edilmiştir.
A. Dolu Yağışı ve Don Olayı
Daha çok ziraat ile geçimini sağlayan bölgelerde meydana gelen dolu yağışı veya don olayı mahsulatı telef etmekte ve çiftçiyi güç durumda bırakmaktadır. Bu durum karşısında devlet tahsil edeceği vergiden vazgeçmekte ve çiftçiye bu doğrultuda yardımcı olmaktadır.
1845 tarihinde Manastır, Harbeşte, Köprülü kazalarına bağlı köylerde dolu nedeniyle ürün telef olmuş ve devlet bu bölgelerin vergilerini affetmiştir.62 Aynı tarihte Taşabad (Taşova), Irak, Sonisa (Uluköy) kazalarının dolu felaketine uğradığı ve ürünün tamamıyla mahvolduğu meclis mazbatasında kaydedilmiştir.63 1847 tarihinde Sofya’da doludan dolayı hasara uğrayan halka yardımda bulunulmuş ve vergileri affedilmiştir.64 1852 tarihinde Çarşamba’da meydana gelen dolu nedeniyle bölgeden alınmakta olan ziraata dayalı vergiler alınmamıştır.65 1857 yılında Sakız Adası’nda kışın donmuş olan bahçelerden ürün alınamadığı için vergileri hakkında görüşülmüş ve bu vergilerin alınmamasına karar verilmiştir.66
1861 tarihinde Niş Eyaleti içerisindeki bazı köylerin, meydana gelen dolu nedeniyle, zarara uğrayan çiftçilerinin zahirelerine ve meydana gelen hasara dair incelemelerde bulunulmuştur.67 Aynı yıl Bosna Eyaleti’nde bulunan Tırnova Kazası halkı doludan dolayı telef olan mahsulleri nedeniyle vergiden muaf tutulmuşlardır.68 1861 yılında Çarşamba kazasına bağlı köylerde meydana gelen dolu yağışı nedeniyle hasar gören köylere zahire yardımı yapıldığı belirtilmektedir.69
Dolu ve don olayı gibi iklime bağlı afetlerin özellikle hasat zamanında meydana gelmesi mevcut ürünü telef etmekte ve çiftçiyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenle çiftçi vergisini ödemekte güçlük çekmekte ve devletten verginin affedilmesini talep etmektedir. Devletin bu tür olaylarda hoşgörü ile yaklaştığı ve çiftçiye hiç değilse vergi yükümlülüğünden kurtarmak suretiyle yardımcı olduğu belirlenmiştir. Ancak, dolu nedeniyle zahirenin telef olması bölgede o yıl içerisinde zahire kıtlığına sebebiyet vermekte ve zahire fiyatlarında artışlara neden olmaktadır. Bu sebeple de halk geçim sıkıntısı içerisine düşmektedir.
B. Fırtına
İklime bağlı bir afet olan fırtına nedeniyle deniz ticareti olumsuz olarak etkilenmektedir. 1852 tarihinde Trablusgarb’da, 1856’da Gemlik’te, 1859 yılında Kıbrıs adasındaki Girne kazasında meydana gelen fırtınalar nedeniyle maddi hasarın yanı sıra, deniz ulaşımının geçici bir süre için olumsuz yönde etkilendiği belirlenmiştir.70 1859 yılında Erzincan’da meydana gelen şiddetli fırtına nedeniyle bir hayli zarar meydana gelmiş ve bölge halkına devlet ve halk tarafından yardımda bulunulmuştur.71 Cebel-i Lübnan yöresinde 28 Şubat 1874 senesinde meydana gelen şiddetli fırtına demir köprünün orta direklerini yıkmış ve hükümet konağının duvarlarının yıkılmasına neden olmuştur.72 Bu türden şiddetli fırtınaların meydana geldiği yörelerde bulunan mahsulün şiddetli rüzgar nedeniyle telef olacağı ve üretim düşüşüne sebebiyet vereceği aşikardır.
22 Kasım 1874 senesinde Tokat ve Sivas yöresinde görülen şiddetli fırtına nedeniyle insanların öldüğü tespit edilmiştir.73 Şiddetli fırtınaların ekinin olgunlaşma döneminde meydana gelmesi halinde, zirai uğraşın etkin olduğu yörelerde mahsul üzerinde olumsuz etkilere sebebiyet verdiği belirtilebilir. Osmanlı Devleti bu gibi durumlarda da yardımını esirgememiş ve ihtiyaç sahiplerine geçici bir süre için yetecek miktarda gıda yardımı yapmıştır.
C. Sel
İklime bağlı olarak oluşan aşırı yağışlar ya da karların erimesi ile meydana gelen sel afeti etkilediği bölge halkına ve zirai sahaya zarar vermekteydi. 1858 tarihinde Bursa’nın doğu tarafında bulunan Aksu ve Çataltepe köylerinde meydana gelen sel neticesinde bölgede hasar meydana gelmişti.74 Aynı yıl Meriç Nehri’nin taşmasından dolayı Edirne’de bu nehirle hem civar olan arazi üzerinde bulunan evler zarara uğramış ve bunlar için gerekli yardım devlet eliyle bölgeye ulaştırılmıştır.75 1863 tarihinde ise Konya’nın Aksaray Kazası’nda meydana gelen selden dolayı bölge halkına “âtiyye-i seniyye” (Padişah yardımı) verilmiştir. 1864 tarihinde Eflak Eyaleti’nde nehirler taşmış ve halk bundan dolayı zarara uğramıştır. Bunun üzerine bölgeye devlet eliyle yardım gönderilmiştir.76 1865 yılında Narda Kazası’nda akan nehrin mecrasını değiştirdiği ve bölgeye zarar verdiği bildirilmiş, bunun üzerine nehrin eski mecrasına döndürülebilmesi için gerekli çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.77 1868 yılında Adana’da Seyhan Nehri taşmış ve nehrin zarar verdiği bölgelerde çalışanlar ödüllendirilmiştir.78 1870 yılında Konya Vilâyeti’ne bağlı bulunan Yalvaç Kazası’na bağlı Hisarardı Köyü’nde meydana gelen sel nedeniyle bölge halkı mağdur olmuş ve selin önlenebilmesi için bir set inşasına karar verilmiştir.79 1872 tarihinde Gümüşhane ve Torul kazalarıyla Yağmurdere Nahiyesi’nde meydana gelen şiddetli yağmurlardan zarar gören halkın bir senelik vergilerinin tehiri karara bağlanmıştır.80 Kastamonu Vilâyeti’nde 21 Mayıs 1874 tarihinde Stefan Kazası’na bağlı Sumay Köyü civarında bulunan suların taşması ile sel afeti yaşanmıştır. Arazisi ve evleri tahrip olan halk diğer köylere hicret ederek yerleşmişlerdir.81 Hükümetin köylülere arazi vermesi sel afeti nedeniyle sekteye uğrayan zirai işgücünü atıl bırakmadığının bir kanıtı olsa gerektir.
Bahar aylarında görülen nehir taşkınları ziraatı olumsuz yönde etkilemektedir. Nehir kenarlarında bulunan yerleşim mahalleri selden ötürü zarara uğramakta,ulaşım olumsuz yönde etkilenmekte ve bazı durumlarda da kısa mesafeli olarak iskan mahalleri değiştirilmektedir. Gerek iskan mahallerinin değiştirilmesi ve gerekse selin meydana getirdiği yıkımların giderilmesi esnasında harcanan zaman ziraatın gecikmesine sebebiyet vererek ürün düşüşlerine neden olmaktaydı. Şiddetli yağışların köprü, bina ve ulaşım ağı üzerinde meydana getirdiği tahribat mahalli idarecileri ekonomik açıdan yeni harcamalar yapmak zorunda bırakmış ve bölgenin gelişimini engellemiştir.
Sonuç olarak, doğal afetler karşısında mağdur olan halk yardıma muhtaçtır. Bu yardım geniş çaplı masraflar, yatırımlar ve organizasyonları zorunlu kılmaktadır. Bu türden durumlarda devlet geniş kadro ve imkanları ile vatandaşının yanında yer almaktadır. Türk idaresi altında yaşayan vatandaşlar devletin yardımını doğal afetler döneminde almışlardır. Bu türden davranış Türk idaresinin mağdur mazlumlara karşı hoşgörülü olduğunun bir ifadesidir. Yardımların ulaştırılması esnasında yaşanan birtakım olumsuzluklar bireysel hatalardan ibarettir ve devletin genel yapısını etkilemez. Önemli olan devletin mevcut imkanları ile seferber olarak afetzedelere yardım elini uzatmasıdır.
DİPNOTLAR
1 Remzi Oğuz Arık, Coğrafyadan Vatana, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s. 11.
2 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Dahiliye, Nr. 1887.
3 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 6177.
4 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 10030.
5 BOA, A. DVN. MHM. 6/31, 1264. 10. 8.
6 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 8205; İrade Dahiliye, Nr. 15685; İrade Dahiliye, Nr. 15538.
7 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 21844; İrade Dahiliye, Nr. 34603.
8 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 23612; İrade Şura-yi Devlet, Nr. 65.
9 Gülden Sarıyıldız, Karantina Teşkilatının Kuruluşu ve Faaliyetleri (1838-1876), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, I. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Nr. 136, İstanbul 1986.
10 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulamasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu, T. T. K. B., Ankara 1989, s. 299.
11 İbrahim Yılmazçelik, “XIX. yüzyılda Diyarbakır Eyaletinde Yönetim-Halk Münasebetleri”, Bayram Kodaman’a Armağan, Samsun 1993, s. 373.
12 İbrahim Yılmazçelik, a.g.m., s. 374.
13 Tuncer Baykara, Osmanlılarda Medeniyet Kavramı ve On dokuzuncu Yüzyıla Dair Araştırmalar, İzmir 1992, s. 130.
14 Musa Çadırcı, a.g.m. (Tanzimat’ın Uygulamasında.), s. 309.
15 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 9271.
16 BOA, A. DVN. MKT. 63/58 (1263. 2. 8)
17 BOA, A. DVN. MKT. 64/54 (1263. 2. 15)
18 BOA, Cevdet Dahiliye, 11499. (1264)
19 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40719; Gülden Sarıyıldız, Hicaz Karantina Teskilati (1865-1914), T. T. K. B., Ankara 1996.
20 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40625.
21 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40315.
22 BOA, İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 44974.
23 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40984.
24 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 4990.
25 “1652 tarihinde ihmalkarlık sonucu İstanbul’da çıkan yangında, kargir arpa ambarının yandığı ve meydanı dolduran pirinç ve hububatın bir kısmının telef olduğu belirtilmektedir”. Mustafa Naima Efendi, Naima Tarihi, çev. Zuhuri Danisman, C. V, Istanbul 1968, s. 2350; “Belgrad da yıldırım düşmesi nedeniyle çıkan yangında 150 kadar zahire mahzeni tahrip olmuş ve sahipleri zarara uğramıştır”. Defterdar Sarı Mehmed Pasa, Zübde-i Vekayiat Tahlil ve Metin (1066-1116/1656-1704), Haz. Abdulkadir Özcan, T.T.K. Yay., Ankara 1995, s. 649; “İstanbul’da baruthanenin infilak etmesiyle çıkan yangında 425 ev tahrip olmuştu.” “Defterdar Sarı Mehmed Pasa, a.g.e., s. 648-649.
26 1800 yılında Çorum’da meydana gelen deprem sonrasında yangın ortaya çıkmış ve çarşı ile pazarı tahrip etmiştir. (BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 16135/16136.); 1846 tarihinde Güzelhisar ile Tire kazalarında meydana gelen deprem sonrasında Tire çarşısında yangın çıkmış ve bundan ötürü hasarın boyutları artmıştır (BOA, İrade Dahiliye, Nr. 34871). Görüldüğü üzere deprem gibi doğal afetlerin meydana getirmiş olduğu kargaşa ortamı yangın için bir zemin oluşturmaktadır (BOA, İrade Şura-yi Devlet, Nr. 127)
27 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 43410.
28 Ahmet Lütfi Efendi, Vaka’a-nüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi, Yay. M. Münir Aktepe, C. XII, s. 52-53.
29 BOA, A. MKT. UM. 1360/7, 26 Tesrin-i Evvel 1290.
30 Ali Koçyigit, “Deprem”, Yeryuvarı ve İnsan, Şubat 1977, s. 5.
31 İbrahim Atalay, Türkiye Jeomorfolojisine Giriş, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi Yayınları No: 9, İzmir 1982.
32 İbrahim Atalay, a.g.e., s. 27-28.
33 Mabadi Lahika-i Kavanin: İstanbul Hareket-i Arz Musabini Komisyonu Nizamnamesi, 20 Temmuz 1310, Mala, s. 259.
34 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 24917, H. 1273’te Bursa’da meydana gelen hareket-i arzdan ötürü zarara uğrayanlara yardım yapılması hususunda tezkire-i senaveri.
35 Cevdet Pasa, Tezakir 1-2, Cavid Baysun, T. T. K. B., Ankara 1991, s. 33-36. (Tezakir.) Bu kısımda Cevdet Pasa H. 1273 Bursa depremi hakkında oldukça teferruatlı bilgiler vermektedir.
36 Ahmed Lütfi Efendi, a.g.e., C. XI, s. 42-43. Anadolu ve Cezayir taraflarında meydana gelen depremler hakkında bilgi vermektedir. Eserin bütünü incelemeye tabi tutulduğunda bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
37 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 6028.
38 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 1169.
39 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 6260.
40 BOA, A. DVN. MKT. 87/82 (1263. 7. 17)
41 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 13817.
42 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 14889.
43 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 15685.
44 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 14873.
45 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 14136.
46 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 22262.
47 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 23710.
48 Cevdet Pasa, a.g.e (Tezakir.), s. 35-36.
49 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 24957; İrade Dahiliye, Nr. 23351; İrade Dahiliye, Nr. 23635; İrade Dahiliye, Nr. 23823; İrade Dahiliye, Nr. 24024.
50 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 27496; İrade Dahiliye, Nr. 27656; İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 629.
51 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 18488
52 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 31107; İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 21975; İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 22307; İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 1402; İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 25245.
53 BOA, İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 44934; İrade Dahiliye, Nr. 46140.
54 Ahmed Lütfi Efendi, a.g.e., C. XI., s. 43.
55 Ahmed Lütfi Efendi, a.g.e., C. XII., s. 81.
56 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 15066.
57 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 25749.
58 BOA, A. MKT. UM. Nr. 1326/51, 1 Mayıs 1290, Diyarbakır Vilayetine tel.
59 BOA, A. MKT. AVL., Nr. 869, 2067 Cezair-i Bahr-i Sefid, 4 Tesrin-i Sani 1290; Nr. 869, 2072 Izmid, 4 Tesrin-i Sani 1290.
60 BOA, A. MKT. AVL., Nr. 869, 2098 Hüdavendigar, 10 Tesrin-i Sani 1290.
61 Cemalettin Şahin, Türkiye Afetler Cografyası, Ankara 1991, s. 3.
62 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 1245.
63 BOA, A. DVN. MKT. 25/22 (1261. 6. 23)
64 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 2721.
65 BOA, Cevdet Dahiliye, Nr. 10710.
66 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 17301.
67 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 20926.
68 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 20786.
69 BOA, ML. MSRF. Nr. 16113 (1278-1279)
70 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 16276; İrade Dahiliye, Nr. 25033; İrade Dahiliye, Nr. 30134.
71 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 29201.
72 BOA, A. MKT. NZD. 1045/15, 11 Muharrem 1291.
73 BOA, A. MKT. UM. 1355/9, 12 Şevval 1291.
74 BOA, İrade Meclis-i Mahsus, Nr. 537.
75 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 27780.
76 BOA, İrade Hariciye, Nr. 11964.
77 BOA, İrade Meclis-i Vâlâ, Nr. 23978.
78 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40776.
79 BOA, İrade Dahiliye, Nr. 40776.
80 BOA, İrade Şura-yi Devlet, Nr. 1043.
81 BOA, A. MKT. UM. 1330/24, 4 Rebiülahir 1291.
Dostları ilə paylaş: |