I. MEŞRUTİYET
Tanzimat ve Islahat fermanları devleti kurtarmada başarılı olamadılar. Ancak bu fermanların etkisinde meşruti sistemi amaçlayan yeni bir nesil yetişebilmiştir. Nitekim bu nesil örgütlü bir yapıya da bürünebilmiştir.
1865 tarihinde kurulan “GENÇ OSMANLILAR” cemiyetinin en önemli siyasi isteği ülkeye meşruti sistemi getirmekti. Genç Osmanlıların çalışmaları sonucunda 1876 tarihinde “Kanun i Esasi “ ilan edilerek meşruti sistem kuruldu. Kanun i Esasi ulusal bir ihtilal sonucu ilan edilmemiş olmakla beraber tüm halkın siyasi haklar yönünden eşitliği, devlet yönetimine katılması ve denetlemesi, parlamenter bir sistem esası gibi çağdaş yönetim ilkelerine kavuşmasını sağlamıştır.
Tüm bu olumlu yönlerine rağmen saltanat kuvvetli bir şekilde varlığını sürdürüyordu. Sağlam bir toplumsal temeli olmayan ve siyasal parti ve kadrolara dayanmayan I. Meşrutiyet dönemi 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı bahane edilerek II. Abdülhamit tarafından anayasanın askıya alınmasıyla sona ermiştir.
II. MEŞRUTİYET
Osmanlı Rus savaşı bahane edilerek I Meşrutiyet ortadan kaldırılırken II. Abdülhamit’le birlikte “Demir Yumruk” yönetimi yani mutlakıyet yönetimi iktidar şansını yakalamış ve uzunca bir süre devlet bu şekilde yönetilmiştir. II. Abdülhamit'le birlikte OSMANLICILIK yerine İSLAMCILIK politikası iktidara gelmiş ve uygulanmıştır.
Devletin demir yumruk yönetimine karşın küçülmesi bu süreçte engellenememiştir. İslamcılık politikasına karşın devletin İslam halkla dolu toprakları birer birer bu süreçte elden çıkmıştır. Fas, Tunus, Cezayir ve en sonunda Mısır bu süreçte elden çıkmış bu elden çıkışta buraların Müslüman halkları İslamcılık politikasına rağmen Osmanlı Devletine sıkı sıkıya bağlılık göstermemişlerdir.
Devlet dış politikada böyle bir süreç yaşarken ekonomik durum da hiç iyi değildir. 1856 dan itibaren alınan dış borçlar ödenemediği için devletin maliyesine el konmuş ve alacaklılar kendi alacaklarını tahsil etmek için “DUYUN U UMUMİYE” idaresinin kurulmasını sağlamışlardır.1881 de kurulan bu kuruluşla devlet iflas ettiğini dünyaya ilan etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin içerden dışardan hem siyasal hem de ekonomik olarak çöküntüye doğru gidişi mutlakıyete karşı olan muhalefetin örgütlenmesine ve güçlenmesine neden olmuştur. I. Meşrutiyet döneminde olmayan siyasal örgütler ortaya çıkmaya başlamıştır. 1889 tarihinde gizli bir cemiyet olarak kurulan “İTTİHAD I TERAKKİ” cemiyeti bu alandaki en önemli örgüt olacaktır. Örgütlenme sadece sivil bir inisiyatif olarak kalmamış özellikle genç subaylar aracılığıyla ordu içinde de örgütlenme gerçekleştirilmiştir.
Dünya siyasi ortamından da yararlanarak İTTİHAT ve TERAKKİ cemiyeti 1908 yazında harekete geçmiştir. Manastırda başlatılan ayaklanmanın ardından 23 Temmuz 1908’de II: MEŞRUTİYET ilan edilerek yeni bir sürece geçilmiştir. Bu gelişmeler karşısında padişah gücü olmadığını gördüğünden geri adım atacak ve meşrutiyeti istemeden de olsa kabul edecektir.
31 MART OLAYI
Meşrutiyet bir avuç aydının çabasıyla kurulmuştu. Bu sebeple içinde bulunulan durumdan yaralanan gerici çevreler halkı ayaklanmaya kışkırttılar. Gerici SERBESTİ gazetesi başyazarı HASAN FEHMİ’NİN öldürülmesi bu kışkırtmaların ayaklanma aşamasına gelmesini hızlandırdı.
Bu süreçte etkili olan İTTİHADI MUHAMMEDİ derneğine göre devlet “tanrının yeryüzündeki vekili ve gölgesi olan padişah tarafından mutlakıyetçi bir sistemle ve şeriat kurallarına göre” yönetilmeliydi.
Bu gelişmeler sonucunda 13 nisan 1909’da harekete geçen isyancılar kısa süre içinde İstanbul’da denetimi ele geçirdiler. II. Abdülhamit isyanı durdurmak için bazı girişimlerde bulunduysa da içten içe isyancılara sempati duymaktan da kendini alamıyordu. Osmanlı Devleti’nin Almanya’ya doğru kaymasından çekinen İngiltere’de bu gerici isyanı desteklemiştir.
Ancak bu süreçte Meşrutiyet artık 1876'daki kadar güçsüz değildi. Osmanlı Ordusunun büyük bir bölümü Meşrutiyet düşüncesine gönülden bağlıydı. Nitekim Selanik’te bulunan 3 Ordu bir kısım başka birliklerle birlikte “HAREKET ORDUSU” adıyla İstanbul üzerine yürüdü ve gerici isyan bastırıldı. Bu ordunun kurmay başkanlığını adı henüz yeni yeni duyulmaya başlayan Mustafa Kemal yapmıştır. 26 Nisana kadar isyan tam olarak bastırıldı. İsyanın bastırılmasından sonra isyanı bastırmakta tereddüt gösteren II. Abdülhamit Şeyhülislam fetvasıyla tahttan indirildi. Onun yerine 5. MEHMET REŞAD tahta oturtuldu. Artık ipler bu süreçten itibaren İttihat ve Terakki Cemiyetinin eline geçecektir.
I. VE II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ DÜŞÜNCE AKIMLARI
OSMANLICILIK
Fransız Devriminin ortaya koyduğu ulusçuluk düşüncesi Osmanlı Devletini özellikle Balkanlardaki Hıristiyan halkını etkilemiştir. Bunlar ayaklanarak bağımsızlıklarını elde etmeye başlamışlardı.
Tanzimat döneminin genç kuşağı devletin kurtuluşunu meşruti bir sistemin kurulması ve bütün halkın “OSMANLICILIK” düşüncesi etrafında birleştirilmesiyle mümkün olduğu görüşündeydiler. Bu görüşe göre devlet “DEVLET İ ALİYE Yİ OSMANİYE”dir. Devlet toprakları da “MEMALİK İ MAHRUSAYI OSMANİ”dir.
1865 tarihinde kurulan GENÇ OSMANLILAR cemiyeti içinde yetişen Mustafa Fazıl Paşa, Ali Suavi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi şair ve düşünürler OSMANLICILIK düşüncesinin siyasal temellerini oluşturdular. “Eşitlik ,hürriyet, adalet bireyin doğal hakları, vatan sevgisi, fikirleri birleştirici ideoloji unsuru, meşrutiyette hükümet şekli” olarak kabul ediliyordu.
Genç Osmanlılar sistemli ve devamlı bir çalışma gösterememiş olmalarına rağmen Türkiye’de düşünceye dayanan politikayı eleştirmenin başlamasını getirmişlerdir. Her şeyin din yönünden açıklanmaya çalışıldığı bir toplumda yeni bakış açılarıyla başlı başına dev bir yol açmışlardı. Halktan gelen örgütlenmeyi ilk kez onlar başlattılar. I. Meşrutiyet hiç kuşkusuz onların eseri oldu.
Bu tarihe kadar kullanılan vatan ve millet kelimeleri de anlamlarını değiştirmeye başladı. Genç Osmanlılar, Osmanlı topraklarını sınırlayan tüm alanları vatan olarak kabul etmiş, bunu İttihat ve Terakki bütün Türklerin oturdukları toprak parçası olarak değiştirmiş Mustafa Kemal ise bugün anladığımız VATAN anlayışına dönüştürmüştür..
Yine millet kelimesi başlangıçta dinsel cemaat anlamında kullanılırken Osmanlıcılar ülkede yaşayan tüm insanlar kapsayan bir Osmanlı Milleti için kullanmaya çalışmışlar, İttihatçılar ise bütün dünyadaki Türkleri kapsayan bir etnik terim olarak milleti yorumlamışlardır. Mustafa Kemal ise Milleti Vatandaki insanların bütünü olarak tanımlamıştır. Yani Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir” söylemindeki yapısına kavuşturmuştur.
İSLAMCILIK
Avrupa’da gelişen Pan Germanizm ve Pan Slavizm’den de esinlenen II: ABDÜLHAMİD devlet içindeki İslam unsurlarının dağılmasını engellemek için Cemalettin i Afgani’nin düşüncelerinin de etkisiyle İslamcılığı bir sistem olarak kabul etmiştir.
İslamcılık politikası, İslamlaşmak, ıslama yeniden dönmek demekti, bunlara göre devletin çökmesinin nedeni İslam’dan ayrılıştır. İslam’a dönüşle birlikte devlet yeniden eski güç ve ihtişamına kavuşacaktır.
İslamcıların programına baktığımızda ise şunlar karşımıza çıkmaktadır.
1 Büyük İslam birliği. Bunlara göre cemiyetlerin temeli dindir dinle millet birdir. İslam'la tanışan bütün inananlar aynı devlet çatısı altında birleşmelidir. Bu birleşme ise Halife yi ruyi zemin etrafında onun önderliğinde gerçekleşmelidir.
2 İslam ilerlemeye engel değildir. Kuran incelenirse bütün gerçekler ortaya çıkacaktır. Din geriliğin kaynağı değildir. İslam terakkiye engel olsaydı tarihteki büyük medeniyetler kurulamazdı.
3 Çağdaşlaşma Derecesi, İslamcılara göre çağdaşlaşmanın bir derecesi bir sınırı vardır. Batıdan yalnız ilim ve hikmet alınmalı onun dışında herhangi birey alınmamalıdır. Giysi ve kıyafet değiştirilmemeli eğitim ve öğretim de eski esaslardan pek fedakarlık edilmemelidir.
4 Kadın meselesi, İslamcılara göre kadınlar erkeklerden kaçmalı ve ayrıca mutlaka örtünmelidirler. Kadın eğitimi büyük ölçüde kısıtlıdır. Kadınlara ilköğretim ve belki de Ortaöğretim uygundur fazlasına analık ve kadınlık vazifeleri dolayısıyla uygun değildir. Kadınların dışarıda çalışmaları da yine aynı nedenlerle uygun görülmemektedir.
5 Çok eşlilik meselesi, İslamcılara göre çok kadınla evlilik doğal bir ihtiyaçtır ve yararlıdır. Nüfus artışına katkıda bulunur ve eşi hasta olan insanların fuhuş yapmalarını önler.
6 Boşanma, İslamcılara göre boşanmanın erkeğin hakkı olması da doğaldır. Erkek evi geçindiren kazancı sağlayan akıllı bir ev reisi olarak bu hakkı elinde bulundurmalıdır. Ancak bu hakkı çok da kötüye kullanmamalıdır.
7 Kanunlar, İslamcılara göre bütün kanunlar Kurandan çıkarılmalıdır. Bütün Kanunlar Allah'ın kanunu olmalıdır. İnsani kanunlara ihtiyaç yoktur.
8 Eğitim, İslamcılara göre batılı tarzda okullar eğitim için bir çare değildir. Medreseler ıslah edilmeli ve daha da şeriatın etkisi altına alınmalıdır.
İslamcıların programıyla ilgili olarak daha çok şey söylenebilir ancak biz önemli bulduğumuz yukarıdaki düşünceleri örnek olarak sıraladık. İslamcılar da bütün düşünce sahipleri gibi homojen bir yapı oluşturmuyorlardı. Bundan dolayı ILIMLI ve RADİKAL olarak iki anayola ayrılmışlardır. Ilımlılar batıyla ilişkiler konusunda biraz daha cesaretliydiler.
TÜRKÇÜLÜK (PAN TURANİZM)
19 yüzyılda yapılan çalışmalar sonucunda Türklerin Selçuklular ve Osmanlılardan çok önce Orta Asya’ya kadar uzanan bir tarihleri olduğunu ortaya koymuştur. Türkçülük fikirleri ilk defa Avrupa’ya giden öğrenciler arasında ve doğudan özellikle Rus baskısından kaçan düşünürler tarafından Türkiye’ye getirilmiştir. Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali gibi düşünürler bu fikrin altyapısını oluşturmuşlardır.Bu düşüncenin programını ise şöyle özetleyebiliriz:
1 Büyük Türk Birliği, Dilleri, adetleri, ırkları hatta çoğunun dinleri bile bir olan dünyadaki tüm Türklerin bir siyasal birlik etrafında toplanmaları. Etrafında toplanılacak olan devlet ise Türklerin tek ve tam bağımsız devleti olan Osmanlı Devletidir. Osmanlı Padişahları bu süreçte yeniden TÜRK BUDUNUN HAKANI olarak karşımıza gelecektir.
2 Türk Kültürü ve tarihi, Türkün binlerce yıllık tarihi ortaya çıkarılmalı ve dünya uygarlığına katkıları belirtilmelidir. Osmanlı ve Selçuklu tarihiyle sınırlı bir tarih anlayışına karşın en eski devirlerden itibaren Türkün tarihinin yeniden yazılması ve Türkün çocuklarına bunun öğretilmesi. Yine kültür alanında otlaklardan ve yaylalardan söz eden halk edebiyatı ve şiiri olmalı. Türkün tarihi kişiliğini ortaya getirecek konular romanlara ve öykülere aktarılmalıdır.
3 Türk Dili, Türkçülere göre milletin kalbi dildir Bundan dolayı mutlaka dildeki Arapça ve Farsça kelime deyimler dilden çıkarılmalı, konuşma dili en tatlı İstanbul Türkçe’si haline getirilmeli, öztürkçe'si olan kelimeler kullanılmalı, kuzey Türklerinin sözlüklerinden de yaralanılarak yeni kelimeler türetilmeli, insan isimlerinde Arapça ve Farsça isimler yerine Türkçe isimler kullanılmalıdır.
4 Çağdaşlaşma, Türkçüler de çağdaşlaşmayı sınırlamaktadır. Ilımlı İslamcıların görüşüne benzer olarak Türkçüler de Batıdan sadece bilim almayı onun dışında herhangi birey almamayı savunmuşlardır.
5 Milli İktisat, Türkçülere göre ayakta kalabilmenin tek yolu kuvvetli ve kendine yeten bir ekonomiye sahip olmak gerekmektedir. Bu yüzden ne pahasına olursa olsun ulusal bir ekonomi oluşturulmalıdır. Bunun için Türkler kendi zenginlerini yetiştirmelidir. Yabancıların etkisini kırmak için gerekli her türlü girişimi devlet yapmalıdır. Bunlardan olmak üzere Kapitülasyonlar kaldırılmalıdır. Gümrük duvarları yükseltilmelidir. Ekonomi serbest değil devletçi bir modelde olmalıdır.
6 Milli Edebiyat, Halk diline mutlaka inilmelidir. Halkın sorunlarını ve gerçeklerini yansıtan bir edebiyat oluşturulmalıdır.
BATICILIK
Öncülüğünü Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Süleyman Nazif, Ahmet Muhtar Paşa gibi düşünür ve devlet adamlarının yaptığı batıcılık düşüncesi batının teknolojik üstünlüğü ve onu yakalamak için yapılması gerekenler üzerinde odaklanıyordu.
Bu düşünceyi savunanlar da İslamcılar da olduğu gibi Ilımlı ve Radikal Batıcılar olarak ikiye ayrılıyordu. Bu düşüncenin programını da şöyle özetleyebiliriz:
1 Padişahtan başlayarak eğitime büyük önem verilmesi
2 Padişahların tek eşli olması ve tek eşliliğin savunulması,
3 Kılık kıyafet değişikliği, örnek olarak fesin kaldırılıp şapkanın getirilmesi, sarık sarmak ve cübbe giymek sadece din adamlarının hakkı olacak onlardan başka kimse bu kılığa bürünemeyecektir.
4 Kadınlar diledikleri gibi giyinebilecek devlet ve halktan kimse kadınların giyinmesine karışmayacak, Kadınlar ve kızlar erkeklerden kaçmayacaklar, görücü usulü yerine görüşme usulüyle evlenme yapılacak, kızlar için okullar açılacaktır.
5 Birer tembellik yuvası olan tekke ve zaviyeler kapatılacaktır. Evliyaya kurbanlar yasaklanacak bu gibi yardımlar daha başka kurumlara yönlendirilecektir. Okuyuculuk üfürükçülük falcılık tamamıyla kaldırılacaktır.
6 Bütün medreseler kapatılacak ve yerlerine batılı tarzda okullar açılacaktır. Ayrıca okul yaşını geçirmiş olanlar için geniş okuma yazma kurslarının ve okullarının açılması gerekmektedir.
7 Halkın batıl inançları eğitimle yok edilecektir. Örneğin halka tasarruf bilinci, para kazanma bilinci, kazalara karşı dikkatli olma bilinci kazandırılacaktır.
8 Dilcilerden ve edebiyatçılardan oluşan bir bilim heyeti tarafından Osmanlı sözlüğü yapılacak, dil Osmanlıca olarak korunacak Türkçe’ye dönülmeyecektir.
8 Osmanlı girişimcileri devletten ve yabancılardan bir şey beklemeksizin harekete geçecekler, kendi yollarını, köprülerini, limanlarını, kanallarını, vapurlarını, fabrikalarını kendi girişimleriyle gerçekleştireceklerdir.
9 Osmanlı kanunları batılı kanunlardan yaralanmak suretiyle değiştirilmelidir. Arazi, Evkaf, Ticaret, Ceza gibi kanunlar değiştirilmelidir. Şeri mahkemeler kaldırılmalı nizami mahkemeler kurulmalıdır. Avrupa medeni kanunu kabul edilmeli ve evlilik tek eşliliğe indirilmelidir.
10 Kullanılan Elifba atılarak yerine Latin Alfabesi getirilmelidir.
DIŞ OLAYLAR
19. Yüzyıla girildiğinde Avrupa ve dünyada siyasi dengeler değişmeye başladı. Eski dünya dengesi sisteminde İngiltere’ye dayalı yaşam mücadelesi veren Osmanlı Devleti sistem değişince sınırlarını korumakta zorlanmaya başladı. Avrupa’da İtalya ve Almanya milli birliklerini kurup kendi sanayilerini yaratınca sömürgeciliğe soyunmuşlar ancak sömürgeler daha önce paylaşıldığından bu isteklerini gerçekleştirememişlerdir. Böyle olunca Avrupa ve dünya iki büyük gruba bölünmeye başlamıştır.Statükocular ve anti statükocular olarak ikiye bölünen dünyada artık barış çok zor devam ettirilebilecek bir yapıya gelmiştir. Statükocular arasında İngiltere, Fransa, ABD, Rusya sayılabilir. Bunun karşısında Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan, Japonya gibi devletler yer almıştır.
Statükocu devletler başlangıçta büyük ölçekli olmayan statüko değişikliklerine razı olmuşlardır. Statüko değişiklikleri konusunda biraz da olsa serbest bırakılan alanlardan birisini de Osmanlı toprakları oluşturuyordu. 1876 Tarihinden sonra İngiltere Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma politikasını bırakmıştır. Bu durum Osmanlı Devletini çok güç durumlara düşürmüştür.
TRABLUSGARP SAVAŞI
Dünya denge sisteminin değişmesinden Osmanlı ilk olarak Trablusgarp bölgesinde etkilenmiştir. Fransa’nın Fas Cezayir ve Tunus’u İngiltere’nin Mısır’ı elde etmesinden cesaretlenen İtalya ülkesine en yakın ve çok büyük bir toprak parçası olan Trablusgarp’a göz dikmiştir. İtalya bu durumdan yararlanarak 1911’de Trablusgarp’e çıkarma gerçekleştirdi. Osmanlı Devleti bu saldırıya karşı koymaya çalışmışsa da Balkanlarda başlayan kıpırdanmalardan dolayı İtalya ile anlaşma yoluna gitmiştir. 18 ekim 1912 tarihinde İsviçre’nin Ouchy kentinde yapılan anlaşma ile Trablusgarp elimizden çıkmıştır. Yine bu anlaşmayla Osmanlı korumaya gücü olmadığı 12 adayı İtalya’nın emanetine bırakmıştır.
BALKAN SAVAŞI
1912 yılında Osmanlı Devletinin zayıf durumda oluşu büyük devletlerin aralarının gergin olması dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin yalnız kalması ve Rusya’nın Balkan devletlerini sonucu Balkan Devletleri aralarında yakınlaşma doğdu. Önce Rusya’nın da etkisiyle Bulgaristan ve Sırbistan, ardından Yunanistan, Karadağ aralarında bağlaşmayı sağlamlaştırdılar.Osmanlı Devleti savaşa çok büyük olanaksızlıklar içinde girmiştir. Ordunun büyük kısmı terhis edilmiş, ve orduda subaylar arasında politik görüş ayrılıkları belirmişti.Bütün olanaksızlıklar ve özellikle politikanın ordu içindeki yıkımı savaşın kaderini kısa zamanda ortaya koydu. Doğuda Bulgarlarla ve batıda Sırplara karşı savaşıldı. Türk ordusu tüm cephelerde bozuldu. Bulgar orduları İstanbul önlerine kadar gelince Büyük Devletler araya girme zorunluluğunu duydular. Londra’da bir konferans toplandı ancak bu konferans uzun sürdü. Osmanlı Devletini bu umutsuz durumdan büyük bir sürpriz kurtardı. Mirası paylaşamayan Balkan Devletleri aralarında bölünüp birbirleriyle savaşa başladılar. Sırbistan ile Yunanistan anlaşıp büyük Bulgaristan’ı kurmayı amaçlayan Bulgaristan’a savaş açtılar.Balkan devletleri arasındaki bu savaştan yararlanan Osmanlı Devleti Kırklareli ve Edirne’yi geri almayı başarmıştır.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 1914-1918
19 ve 20. yüzyılda ulusalcılık hareketlerinin liberalizmden daha büyük güç kazandığı, ulusal devletlerin ham madde kaynakları ve üretim mallarına pazar bulmak için yaptıkları mücadele, sömürgecilik ve emperyalizm adı altında kötü bir miras bıraktı. 19 yüzyılın ikinci yarısında İtalya ve Almanya siyasal birliklerinin kuruluşu Avrupa dengesini bozmakla kalmadı, özellikle Balkan uluslarının bağımsızlık hareketlerini kamçıladı. Avrupa’daki ekonomik politik askeri gelişmeler Alman-Avusturya-İtalya yakınlaşmasına Üçlü İttifak’ın kurulmasına yol açtı. Buna karşılık İngiliz-Fransız-Rus yakınlaşması da Üçlü İtilaf’ı oluşturdu.
Güçlenen Almanya ekonomisi için kendisine “hayat alanı” olarak Türkiye’yi seçmişti. İngiltere’nin Hindistan yolu için büyük tehlike olan “Bağdat-Haydarpaşa” tren yolu projesini uygulamaya soktu. Böylece Üçlü İttifak’la üçlü İtilafın önemli çatışma noktalarından birsini Türkiye oluşturuyordu.
1914 yılına girildiğinde blokların çatışmasının temel sorunları olan ekonomik çıkar, Alsace-Loraine’de üstünlük kurma, deniz silahlanması, Fas Buhranları, Bağdat Demiryolu, Balkanlarda Avusturya Rusya çatışması, Balkan Savaşı gibi sebeplerden dolayı savaş çıkması için bir bahane yeterliydi. Savaşın yakın sebebi de hazırdı. Avusturya’nın Sırbistan üzerindeki etkinliğini ve kendi sınırları içindeki Sırpların denetimini kaybetmemek için Sırbistan’a baskı yapıyordu. Bu sürtüşmeler sonucunda Avusturya veliahdı Ferdinand ve karısı Saray Bosna ziyareti sırasında bir Sırp tarafından öldürülünce dünyayı 4 yıl kana bulayacak bir savaş başladı.
Avusturya Sırbistan’a 28 Temmuz 1914’te savaş ilan etti. Rusya savaşta tarafsız kalmayacağını belirtip seferberlik ilan edince Almanya 1 Ağustos 1914 tarihinde Rusya’ya savaş ilan etti. Almanya Belçika’ya saldırınca işe İngiltere’de karıştı ve 4 Ağustos 1914’te Almanya’ya savaş ilan etti. Savaşın başlangıçta bir Avrupa savaşı olacağı düşünülüyordu. Ancak savaşa Osmanlı Devleti’nin de katılmasıyla savaş genişleyecek ve dünya savaşı şekline dönüşecektir.
Daha savaş başladığı zamanda İtilaf devletlerinin nüfus ve ekonomik olarak ağır bastığı görülmektedir. İttifak devletlerinin 120 milyon kadar bir nüfusları varken, İtilaf Devletlerinin sadece Avrupa’daki nüfusları 238 milyon idi. İtilaf Devletlerinin sömürgelerde sınırsız hammadde ve insan kaynakları bulunmaktaydı. İtilaf Devletlerinin ayrıca ABD gibi önemli bir destekçisi vardır.
1. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİNİN DURUMU
Osmanlı Devleti dünyanın iki büyük gruba bölünmesinden oldukça fazla etkilenmiştir. İngiltere’ye dayalı yaşam politikası güden Osmanlı Devleti İngiltere’nin bu politikadan vazgeçmesi üzerine ister istemez Avrupa’da yeni bir güç olarak ortaya çıkan Almanya’ya yaklaşmak zorunda kaldı. Bu yakınlaşmanın bir sonucu olarak Almanya Osmanlı askeri yakınlaşması ortaya çıktı. Alman subayları Türkiye’ye gelerek Osmanlı ordusunun komuta konseyinde yer almaya başladılar. Örneğin 1913 yılında General Liman Von Sanders İstanbul’da1. Ordu Komutanlığına getirildi. Türk Subaylar Almanya’ya eğitim için gönderildiler.Osmanlı üzerinde nüfuzunu artıran Almanya bunu ekonomik alana da yaymış ve çok önemli bir yatırım projesi olan “Bağdat-Haydarpaşa” demiryolu projesini yürürlüğe koymuştur. Ayrıca bu süreçte ekonominin diğer alanlarında da büyük bir hareketlenme başlamıştır.
Siyasi alanda Osmanlı Devleti bu süreçte aktif olarak harekete geçmiş fakat bunda pek başarılı olamamıştır. Dünya siyasi gidişi bunu engellemiştir. Nitekim Osmanlı Devleti yöneticileri sadece Almanya ile siyasi ilişki yerine dünyanın diğer güçleriyle ilişki kurmak istemişlerdir. Örneğin 1911’de İngiltere ile bir ittifak girişiminde bulunulmuş fakat İngiltere Osmanlı Devletinin sorumluluğunu yüklenmek istemediği ve Rusya’yı karşısına almak istemediği için bu girişimden sonuç çıkmamıştır. Fransa ile de aynı tür bir ilişki için girişimde bulunulmuş o da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hatta Osmanlı Devleti yöneticileri Rusya ile ittifak kurmaya çalışmış Rusya bunu reddetmiştir. Türkiye Yunanistan ve Bulgaristan ile de anlaşma için girişimde bulunduysa da başarılı olamamıştır.
Büyük devletler Osmanlı Devleti'ni Balkan Savaşı sonrasında askeri bir güç olarak görmüyorlar ve sorumluluğunu taşımak istemiyorlardı. Hatta Almanya bile savaş çıkana kadar Osmanlı devleti ile ittifak kurmaya yanaşmamıştır. Osmanlı Devlet yöneticilerine gelince, İttihat ve Terakki yönetimi İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket etmenin kapitülasyonlar ve borçlar sebebiyle pek yararlı olamayacağını , Almanya ile anlaşılırsa Almanya’nın yardımıyla Rusya’yı yenerek Orta Asya Türkleriyle birleşmeyi gerçekleştirebileceğini ve kapitülasyonlardan ve borçlardan kurt ulunabileceğini düşünüyorlardı.
OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞA GİRİŞİ
1914 Yılı başlarında Almanya Osmanlı Devletini partner olarak düşünmüyordu. Fakat Temmuz 1914’de savaş durumu belirince Almanya, Türk ordusunun iyi donatılması halinde kendisine yararlı olacağını düşündü. Fakat asıl amacı Halifenin dinsel gücünden yararlanmaktı. Osmanlı Devletinin Almanya’ya başvurusu üzerine Almanya 2 Ağustos 1914 tarihinde yani savaşı başlatmasının ertesi günü Osmanlı ile ittifak antlaşmasını imzaladı. Bu anlaşmaya göre iki devlet Avusturya-Sırbistan savaşında tarafsız kalmayı kabul ediyor, Rusya bu olaya karışır ve Avusturya da Rusya’yla savaşırsa Almanya Avusturya’nın yardımına gitmek zorunda kalırsa Osmanlı Devleti savaşa girecektir. Yine Almanya savaş durumunda askeri heyetinin Türkiye’de bırakacaktır. Almanya savaş durumunda Rusya’ya karşı Türkiye’yi silahla koruyacaktır. Osmanlı Devleti Türkiye’de kalan Alman komuta heyetine ordusunun 1/4ünün komutasını savaş ilanında vermeyi kabul ediyordu. Bu süreçten itibaren Osmanlı Devleti savaşa hızla kaymaya başlamıştır. Bu süreçte karşımıza çıkan bir olgu da iki Alman gemisinin Akdeniz'den gelerek İstanbul’a ulaşması ve sonuçta satın alınmalarıdır. Bu olgu önemlidir çünkü Osmanlı Devletinin fiili savaşa girmesine yol açan olayı bu gemiler gerçekleştirecektir.Osmanlı devleti ittifak antlaşması yaptıktan sonra da İngiltere, Fransa ve Rusya’yla görüşmeleri kesmemiştir. Fakat istediği garantileri alamamıştır. görüşmeler devam ederken Osmanlı Devleti 1 Ekim 1914’te Kapitülasyonları kaldırdığını ilan etti.
Almanya Osmanlı Devletinin görüşmelerinden rahatsızlanınca Osmanlı Yöneticilerini savaşa girmeleri konusunda zorlamaya başlamıştır. Ordu içinde bir kısım komutanlar ordunun savaşa hazırlanmasını bahane göstererek en azından bir yıl daha tarafsız kalınmasını isterlerken, Enver paşa ve grubu geç kalmadan savaşa girip nimetlerinden faydalanma yolunu tercih etmişlerdir. Nitekim bunun yolunu açmak içinde 29 Ekim 1914 tarihinde Osmanlı Donanması Rus donanmasına saldırdı. Rus limanları topa tutuldu. Böylece Osmanlı Devleti savaşa fiilen katılmış oldu.Osmanlı Padişahı halife sıfatıyla 11 Kasım 1914 tarihinde “Cihad ı ekber” i ilan etti. Yani tüm dünya Müslümanlarını Osmanlı Devletinin tarafında savaşa çağırdı.
Dostları ilə paylaş: |