Bedreddîn'in şeriata sıkı sıkıya bağlı büyük bir âlim olarak hiçbir zaman saltanat
davasına kalkışmadığı gibi, böyle bir şeye de niyetli olmadığı, ne var ki bazı haset
ehlinin iftirasına kurban gittiği inancındadırlar.74 Onların bu düşüncelerinde
muhakkak ki Halil b. İsmail'in Menâkıb'mm büyük payı vardır.
Şeyh Bedreddîn hareketini anlayabilmek için, dönemin şartlarını göz önüne almanın
kaçınılmaz olduğuna kimsenin şüphesi yoktur. Çünkü onun öncülük ettiği bu
hareketin, esas itibariyle Ankara Savaşı'nın ardından Osmanlı Devleti'nin içine
düştüğü toplumsal bunalım ortamı ve yarattığı otorite boşluguyla çok sıkı irtibatlı
bulunduğu tartışılmayacak kadar ortadadır.75 Zaten araştırmacılar bu konuda
bugüne kadar hep görüş birliği içinde olmuşlardır. Bu yüzden, sebepleri ve görüntüleri
çok iyi bilinen bu buhranı burada bir kere daha tartışmak fazladan olacaktır. Ancak şu
kadarını vurgulamak gerekir ki, bu hususta gözden kaçırılmaması gereken önemli
nokta, yöneticisini kaybetmiş ve toprakları, geçici de olsa, şu veya bu şekilde istilaya
uğramış, bir ölçüde yağmalanmış, ekonomik gücü yara almış bir devletin ve toplumun
içinde bulunduğu krizden çok, o devletin yeniden toparlanmasını sağlamayı,
dolayısıyla siyasal iktidarı tekrar ele geçirerek hâkimiyeti yeniden kurmayı hedefleyen
birden fazla güç ve çıkar çevresinin birbiriyle olan arbedesinin yarattığı kaostur. İşte,
Şeyh Bedreddîn, böyle uzun bir arbedenin sonunda Osmanlı tahtını eline geçirerek
siyasal otoriteyi yeniden kurmakla uğraşan Çelebi I. Mehmed'in saltanatının ilk
yıllarında, 1416'da Rumeli topraklarında ayaklanmıştı.
Osmanlı kaynakları, bizzat Şeyh Bedreddîn'in yönettiği Rumeli'deki ayaklanmadan
evvel, Batı Anadolu'da önce Börklüce Mustafa, arkasından Torlak Kemal adlarında
Şeyh Bedreddîn'e mensup -kim oldukları üzerinde bugüne kadar detaylı bir şekilde
durulmamış- iki kişinin birbiri peşi sıra giriştikleri isyanlardan bahseder. Bu isyanların
Şeyh Bedreddîn hareketiyle doğrudan bağlantılı olup olmadığı konusunda
kaynakların verdiği bilgiler müphemdir. Aslına bakılırsa Osmanlı kaynaklarının hemen
tamamı, bu iki şahsiyeti Şeyh Bedreddîn'in halifesi olarak gösterir. Bir kısmı Şeyh
Bedreddîn'in onlara isyan emrini bizzat verdiğini iddia ederken, bir kısmı yalnızca
olacaklardan haberdar olduğunu öne sürer. Gerçekten Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal'in onunla böyle bir bağlantıları olduğu, torunu Halil b. İsmail'in şehadetinden
anlaşılıyor.76 Ancak Halil b. İsmail, dedesinin isyanla bir ilgisi bulunmadığını, bu işe
teşebbüs edenlerin dedesinin bu iki halifesi olduğunu savunmaktadır. Yani, eserini
Şeyh Bedreddîn'in doğduğu yıl kaleme almış olan, Babaî isyanının lideri Baba İlyas-ı
Horasânî'ııin torunu Elvan Çelebi ile tam benzer bir tavır sergiler. İlginçtir ki, Türkiye
tarihinin bu en büyük iki isyan hareketinin liderlerinin torunları, dedelerinin hatırasını
savunmak için, birbirlerinden yaklaşık iki yüzyıl arayla birer menâkıbnâme kaleme
almışlar ve ilginç bir şekilde benzer bir kaderi paylaşan dedelerinin devlete karşı
isyanla hiçbir ilgilerinin bulunmadığı ispata uğraşmışlardır. Bu yüzden birtakım hayali
olaylar icat ettikleri gibi, dedelerine yakıştırılan isyan suçunun bütün sorumluluğunun
da, esasında onları
dinlemeyerek baş kaldıran halifelerine ait bulunduğunu öne sürmüşlerdir^
Hadiseye çağdaş olan Bizans tarihçisi Dukas ise, meseleyi daha da problematik hale
sokuyor. Dukas, "Perkliçia Mustafa" dediği Börklüce Mustafa'nın faaliyetlerini,
propagandasını ve ayaklanmasını teferruatlıca anlattığı halde, şaşırtıcı bir biçimde ne
Torlak Kemal'in, ne de Şeyh Bedreddîn'in isyanlarından söz eder. Adeta bunlann
varlığından habersizdir. Onun Börklüce Mustafa isyanından çok daha geniş çaplı
olan Şeyh Bedreddîn ayaklanmasını ihmal etmesinin sebebi, bize göre, o sıralar
Cenevizlilerin hizmetinde bulunması sebebiyle İzmir'de oturduğu için Şeyh
Bedreddîn'in isyanından haberdar olamamasıdır. Dukas'a göre, Sakız Adası'ndaki
rahiplerle sıkı bir ilişki içinde olan (müridlerinin Dede Sultan diye hitap ettikleri)
Perkliçia Mustafa, "Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında hiçbir farkın bulunmadığı, her
iki din mensuplarının birbirine üstünlüklerinin söz konusu olmadığı ve aralarında
kadınlarından başka her şeyin ortaklaşa kullanılacağı" mealinde propaganda
yapıyordu. Nihayet etrafına birçok Müslüman ve Hıristiyan halkı toplayarak
Stylarion'da (Karaburun) isyan etti. Bu dağlık mıntıkanın geçitlerinde tutunarak
üzerine gelen Osmanlı kuvvetlerine epeyce zayiat verdirdikten sonra ancak ele ge-
çirilebildi.78 Osmanlı kaynaklarında da, Börklüce Mustafa'nın isyanı anlatıldığı halde,
Dukas'ın bahsettiği propagandadan bahis yoktur. Onlar yalnızca, Şeyh Bedreddîn
henüz İznik'teyken, kethüdası ve halifesi olan Börklüce Mustafa'nın, etrafına altı ilâ on
bin civarında adam toplayarak "peygamberlik iddiası"yla isyan edip etrafı
yağmaladığını ve çevrede epeyce bir üstünlük sağlamayı başardığını yazarlar. Bu
isyan Bayezid Paşa ile Şehzade Murad'ın komutasındaki Osmanlı kuvvetleri
tarafından Manisa yakınlarında uzun ve kanlı bir mücadeleden sonra bastırılmış ve
Börklüce Mustafa yakın adamlarıyla esir düşmüş, sonra da rivayete göre bir çeşit
çarmıha gerilerek idam edilmiştir.79 Çok kısa bir süre sonra bu defa da Aydın
yöresinde Torlak Kemal ve emrindeki üç bin deniş isyan ettiler. Bu isyan da aynı
şekilde bastırıldı ve Torlak Kemal adamlarıyla birlikte yakalanarak öldürüldü.80
Halil b. İsmail, diğer bütün Osmanlı kaynaklarından farklı olarak Şeyh Bedreddîn'in
Aygıloğlu isimli bir başka halifesinden daha bahsediyor. Ona göre Aygıloğlu da
saltanat davasıyla Kazova'da isyan edip başına bir sürü adam topladıysa da
başarısız olmuş, yakalanıp başı kesilerek idam edilmişti.81 Böylece Şeyh
Bedreddîn'le bağlantılı olarak isyan eden halifelerin sayısı üçe çıkıyor.
Burada neden Torlak Kemal ve Aygıloğlu'nun Börklüce Mustafa ile birlikte hareket
etmedikleri veya en azından ayrı birer isyan planladılarsa, neden aynı tarihlere
rastlatıp Osmanlı kuvvetlerini üçe bölünmek zorunda bırakmadıkları sorusu akla
geliyor. Acaba gerçekten biribirlerinden bağımsız mı hareket ediyorlardı? Daha
önemlisi, Şeyh Bedreddîn'in, Osmanlı kaynaklarının ileri sürdüğü gibi, bu isyanlarla
hakikaten doğrudan bir alakası var mıydı? Başka bir ifadeyle, o sırada İznik'te
bulunan Şeyh Bedreddîn, halifelerine isyan emrini bizzat mı vermişti? Yoksa
gerçekten onun bu gelişmelerle ilgisi yok muydu? Bir kısım kaynakların birinci şıkkı
benimsemelerine karşılık, söz konusu isyanların Şeyh Bedreddîn'den ha-164 bersiz
olarak geliştiğini ima edenler de bulunuyor. Nitekim Dukas'ın Şeyh Bedreddîn'den ve
Torlak Kemal'den hiç bahsetmeden doğrudan doğruya Börklüce Mustafa'nın isyanını
anlatması da bu ikinci şıkkı doğrular gibidir.
Osmanlı kaynakları, Şeyh Bedreddîn'in, Börklüce Mustafa'nın ve Torlak Kemal'in peş
peşe isyanlarını duyar duymaz derhal İznik'ten kaçıp Kastamonu'ya, Osmanlılar'ın
hasmı İsfendiyaroğulları Beyliği'ne sığındığını yazarlar.82 Bu kaçışın sebebine dair
hatıra üç ihtimal geliyor: 1) Şeyh Bedreddîn ya hakikaten onlara ayaklanma emrini
bizzat kendisi verdiğinden, sorumlu tutularak cezalandırılmaktan korktuğu için
kaçmıştır, 2) ya onların teşebbüslerinden gerçekten haberi olmamasına rağmen,
karşıdaki-leri buna ikna edemeyip cezalandırılacağını düşündüğü için kaçmıştır,
3)veya Çelebi I. Mehmed'in merkeziyetçi politikasına karşı olduğu için, bu politikayı
ortadan kaldırmanın ancak onu iktidardan alaşağı etmekle mümkün olacağını
düşündüğünden, zamanını henüz kararlaştırmadığı isyanı bizzat başlatmak zorunda
kaldığı için İznik'i terk edip İsfendiyaro-ğulları'nın yanına gitmiştir. Ancak bu sonuncu
ihtimal de ister istemez şu soruyu akla getiriyor: Şeyh Bedreddîn gerçekten isyana
niyetli miydi, yoksa, böyle bir niyeti olmadığı halde, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal
ve Aygıloğlu'nun isyanları üzerine, aradaki yakın ilişki sebebiyle onlarla aynı
muameleye maruz kalacağını varsayarak başka çıkar yol olmadığını düşündüğü için
mi isyan etmek zorunda kaldı?
Şeyh Bedreddîn'in İznik'i terk edip neden başka bir yere değil de İsfen-
diyaroğulları'nın yanına, Kastamonu'ya gittiğinin sebebi ve gidiş tarihi de pek açık
değildir. Ancak İbn Arabşah'ın onunla burada 1414'te karşılaştığını biliyoruz. Şeyh
Bedreddîn'in burada iki yıla yakın kaldığı tahminen çıkarılabiliyor. O belki
Osmanlılar'la İsfendiyaroğulları'nın arasındaki husumeti bildiğinden kendine bir süre
oturup düşünebilecek emin bir yer olarak gördüğü için, yahut aradaki bu husumetten
yararlanıp onları da tasarladığı harekete iştirak ettirmek maksadıyla orasını tercih
etmiş olabilir. Halbuki Halil b. İsmail'e bakılacak olursa, Şeyh Bedreddîn İznik'te et-
Teshîl isimli eserini bitirince onu Çelebi I. Mehmed'e takdim etmiş, bu vesileyle
kendisinden ailesiyle birlikte hacca gitmek ve hac dönüşü Kahire'de Şeyh Hüseyn-i
Ahlâtî'nin tekkesine yerleşmek üzere izin istemiş, ancak sultan bu isteği yerine
getirmemiştir. İşte bunun üzerine artık yapacak bir şeyi kalmayan Şeyh Bedreddîn,
ailesini bırakarak İznik'i terk etmek zorunda kalmıştır.83 Hatta Menâkıb'z. bakılırsa
Şeyh Bedreddîn İsfendiyaroğulları'nın yanındayken bile isyan etmeyi
düşünmemektedir. Çünkü Şahruh'un yanına giderek orada görev yapmak
istemektedir. Ona göre Şeyh Bedreddîn, âdil bir hükümdar olduğuna inandığı
Şahruh'un yanına gitmek istemiş, ne var ki, İsfendiyar Beğ -Osmanlüar'dan çekindiği
için- bunu engelleyerek ona Kırım'a yerleşmesinin daha iyi olacağını söylemiş, bunun
üzerine Şeyh Bedreddîn oraya gitmeye karar vermek zorunda kalmıştır. Ancak Kırım
yolu kâfir (Cenevizli) gemileri tarafından kapatıldığı için, bindiği gemi Eflak'a yönelmiş
ve şeyh orada karaya çıkmaya mecbur olmuştur.84
Biz, Halil b. İsmail'in bu hikâyesinin, dedesini temize çıkarmaya yönelik savunmasının
bir parçası olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bu hikâyede yerine oturmayan unsurlar
hemen dikkati çekiyor. Bir kere Şeyh Bed-reddîn'in sultandan hac dönüşü Kahire'deki
Şeyh Hüseyn-i Ahlâtî'nin tekkesine yerleşmek üzere izin istemesinin bir anlamı
yoktur, zira orada-kilerce istenmediği için zaten Mısır'ı terk ettiğini söyleyen bizzat
menâkıb yazarının kendisidir. Şeyh Bedreddîn'in istenmediğini bile bile, hele buna
rağmen gitse bile tutunması mümkün olmadığı bir yere, üstelik yerleşmek üzere
yeniden dönmek istemesi tamamiyle anlamsızdır. Yerine oturmayan ikinci unsur,
sultanın izin vermemesi üzerine Şeyh Bedreddîn'in birdenbire ailesini İznik'te
bırakarak İsfendiyaroğulları'nın yanına gitmesidir (esasında kaçmasıdır). İsyan
etmeyi planlamayan şeyhin, ailesini bırakarak, üstelik Osmanlılar'a hasım olan bir
beyliğe sığınmasının bir anlamı yoktur. Ama o orada Osmanlı sultanına karşı
İsfendiyar Beğ'i yanına alamayınca bu defa Şahruh'un yanına, yani Osmanlılar'a
hasım ve onları ağır bir yenilgiye uğratmış başka bir devletin topraklarına, Timurlu
Devleti'ne gitmek istemiştir. Bunda da maksat bizce açıktır: Şeyh, Şahruh'un ittifakını
sağlamayı düşünmüş olmalıdır. Eğer Menâkıb'm verdiği bu bilgi doğruysa, herhalde
İsfendiyar Beğ'in Şeyh Bedreddîn'e oraya gitmeyi yasaklamasının sebebi,
Osmanlılar'la uygun olmayan bir zamanda takışmayı istememesinden
kaynaklanmaktadır. Üçüncüsü, tavsiye üzerine Kırım'a yerleşmeye karar verip oraya
giderken, tam yol üstünde frenk (Cenevizli) gemilerinin yolu kesmesi üzerine, şeyhin
bindiği geminin bir tek onu Eflak sahiline bırakıp yoluna devam etmesidir. Bunun da
hiçbir anlamı yoktur. Çünkü eğer gerçekten geminin yolu kesildiyse, Cenevizliler'in
düşmanı yalnız Şeyh Bedreddîn olmamalı, gemi bütünüyle Kırım'a gitmekten
vazgeçmeliydi. Oysa bir tek şeyhi sahile bırakıp yoluna devam etmiştir. Halbuki bizce
büyük bir ihtimalle Şeyh Bedreddîn, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının
başarısızlığını gördüğü için, daha önce isyanı tatbik alanına koymayı planladığı ve bu
yüzden Kahire'den ayrılır ayrılmaz Edirne'ye gitmeyip iyice dolaştığı Batı Anadolu'nun
artık uygun bir alan olmadığını anlamıştır. Bu yüzden, muhtemelen isyan hareketini
ancak Bal-kanlar'da gerçekleştirebileceğini düşünmüş ve buna en uygun yer olarak
gördüğü için Eflak'a özellikle gitmiştir. Eflak seyahatinin sebebi budur.
Görüldüğü gibi Menâkıb'm bu hikâyesinin amacı, yukarıda vurgulandığı üzere,
yazarın dedesini temize çıkarmaktan başka bir şey değildir. Oysa bizce Şeyh
Bedreddîn, muhtemelen daha Kahire'deyken kafasında bir toplumsal düzen projesi
oluşturmuş, bu projenin ancak toplumsal bir ayaklanma hareketiyle
gerçekleşebileceğine kendini inandırmış olmalıdır. Bu varsayımımızın bugün için elde
kesin bir belgesi yoksa da -belki böyle
bir belge hiçbir zaman olmayacak- onun Kahire'den sonra Anadolu dönüşünde
yaptığı seyahat bizce varsayımımızı destekler niteliktedir. Bu sebeple biz Batı
Anadolu'ya yapılan bu seyahatin, Şeyh Bedreddîn'in ayaklanma projesiyle ilgili
olduğunu düşünüyoruz.85 Kahire'den yola çıktıktan sonra niçin uzun zamandır ayrı
kaldığı annesini ve babasını görmek için doğrudan onların yanma Edirne'ye değil de,
Konya'ya uğrayıp orada bir müddet Karamanoğlu'nun yanında kalmış, Osmanlılar'ın
en önemli rakibi olan bu zatla dostluk kurmuş, sonra Türkmenler'in yoğun olarak
yaşadıkları Germiyan ve -Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarının çıkacağı-
Aydın illerini dolaşmış, Tire'ye uğramış, İzmir'e geçmiştir? Daha da önemlisi, neden
hiç gereği olmadığı halde Sakız Adası'na geçerek oradaki rahiplerle (Menâkıb'a. göre
tam on gün) beraber olmuş, onlarla teolojik tartışmalara girişmiş ve rivayete göre
sonunda kendilerini Müslüman olmaya ikna etmiştir?86 İşte, bu seyahatin amacı,
bizce planladığı "ihtilal" için bir çeşit nabız yoklamak, yapısal özelliklerini bildiği veya
en azından duyduğu bu bölgenin insanlarına muhtemelen kendi düşüncesini
aktarmak ve taraftarlıklarını kazanmaktır. Burada, söz konusu bölgenin, Hurufîliğin
Anadolu'da en fazla yayıldığı yer olduğunu bir kere daha hatırlayalım.
Şeyh Bedreddîn'in Eflak'ta bir müddet kaldığı görülüyor. Musa Çele-bi'yle yakınlığı
bulunan Eflak beyi Mirça ona bu imkânı sağlamıştır. Şeyh Bedreddîn Eflak'e
geçtikten sonra, ihtimaldir ki buradaki ikameti esnasında Balkanlar'daki toplumsal
rahatsızlığı ve Çelebi I. Mehmed'in saltanatı eline geçirmesine rağmen, Osmanlı
idaresinin akıbeti ve memleketlerinde uygulayacağı politika konusundaki -henüz
mevcudiyetini koruyan- güvensizliği bir kere daha kendi gözleriyle tespit etmiş, bunun
üzerine, merkeziyetçi politikasına karşı olduğu yeni Osmanlı sultanına isyan etme
kararını belki burada pekiştirmiştir. Ancak Şeyh Bedreddîn Eflak'ta daha fazla
kalmamış ve Dobruca'ya, muhtemelen kendisine en uygun üs olarak gördüğü Sarı
Saltık tekkesine giderek oraya yerleşmiştir. Onun, 13. yüzyılda meşhur Sarı Saltık
tarafından kurulan ve o tarihlerden beri, 1260'larda onunla birlikte buraya gelen Babaî
hareketine mensup Kalenderi dervişlerinin elinde bulunan bu tekkeyi seçişinin sebebi
herhalde kendine kolayca bağlayabileceğini düşündüğü bu zümrenin desteğini
almaktı. Nitekim bunda muvaffak olmuş ve artık harekâtı buradan hazırlamaya
başlamıştır. Osmanlı kaynakları, Şeyh Bedreddîn'in buradan, (muhakkak ki karmaşa
içindeki ve geleceklerinin ne olacağını kestiremeyen kesimlere yönelik) geniş bir
propaganda faaliyetine giriştiğini yazarlar. Ayrıca, bu meyanda etrafa yolladığı
haberlerde, Börklüce Mustafa'nın ve Torlak Kemal'in kendi adamları olduğunu ve
kendi talimatı üzerine ayaklandıklarının propagandasını yaptığını da kaydederler ki,
bu durum bizim görüşümüzü destekler.87
Sonunda Şeyh Bedreddîn yoğun bir propaganda ve hazırlık faaliyetinden sonra,
başta Kalenderîler'den oluşan asıl yandaşları olduğu halde, çeşitli kesimlerden
kendine katılanlarla birlikte harekete geçmiş ve 1416'da, kaynaklarda Ağaçdeııizi diye
geçmekte olup bugün Bulgaristan'da Deliorman adıyla bilinen bölgede fiilen Osmanlı
Devleti'ne isyan etmiştir.88 Halil b. İsmail dedesinin Ağaçdenizi'ne geçişini, o sırada
fetih amacıyla Selanik taraflarında bulunan Çelebi I. Mehmed'le görüşme ve
konuşma maksadını taşıdığını, ama bazı gammazların bu hareketi Osmanlı sultanına
isyan olarak gösterdiklerini öne sürer.89
Bu isyanın gerçekte amacı neydi? Artık saltanat kavgaları bittiğine, Osmanlı iktidarı
sahibini bulduğuna göre, Şeyh Bedreddîn'in yeni sultana baş kaldıracak cesareti
nereden geliyordu? Eğer Osmanlı kaynaklarının dediği gibi, gerçekten saltanat
davasında idiyse, niçin şehzade mücadeleleri devam ederken o kargaşa ortamında
değil de, Çelebi I. Mehmed'in artık rakipsiz olarak tahta çıkışından dört yıl sonra
harekete geçmişti? Bu mesele Osmanlı döneminden bugüne kadar çok değişik
biçimlerde yorumlandı. Şeyh Bedreddîn'in böyle bir isyana kalktığını daha başından
kabul etmeyen Menâkıb, ona dayanan Mevzûatü'l-Ulûm, Şakâyık-ı Nu'mâ-niyye,
Tâcü't-Tevârîh ve Tarih-i Solakzâde hariç, bütün diğer Osmanlı kaynaklan, Şeyh
Bedreddîn'in subaşılık, sancak peşinde olanların kendisine katılmalarını isteyerek
saltanat davasıyla ayaklandığını söylerler.90 Yalnız İdrîs-i Bitlisi daha ileri giderek
Şeyh Bedreddîn'in, din ve mezhep bağlarını ortadan kaldırmak, haramları helal
saymak, şarabı ve müzik aletleri dinlemeyi mubah addetmek gibi, halktan bir kısım
insanların tamah ve hırslarını, dünyevi zevklerini tahrik edecek vaaderde bulunarak
memleketi isyana katılanlar arasında paylaştıracağı propagandasını yaptığını ileri
sürer.91 Ne var ki, İdrîs-i Bitlisî'nin çok muhtemel olarak kendi zamanında (16. yüzyıl)
Dobruca ve Deliorman'da yaşamakta olup -aşağıda ele alınacak- Bedreddinlü veya
Simâvenîler Tâyifesi denilen Şeyh Bedreddîn mürid-leri hakkında ortalıkta dolaşan
rivayetlerden derleyerek ona yakışürdığı bu ithamların, başka hiçbir kaynakta yer
almadığı da görülüyor. Daha önce belirtildiği gibi, buna benzer bir şeyden -o da
Börklüce Mustafa için olmak kaydıyla- yalnız Dukas söz eder. Böyle bir propaganda
isyanın gerçek amacını mı yansıtıyordu, yoksa mümkün olduğunca çok taraftar
toplamaya yönelik bir politika mıydı? Şeyh Bedreddîn hakikaten Selçuk soyundan
geldiğini bahane edip saltanat iddiasıyla mı harekete geçmişti,92 yoksa gerçekten
toplumsal düzeni değiştirmeyi hedefleyen büyük bir ihtilal peşinde miydi?93
Kanaatimiz, Şeyh Bedreddîn'in keyfi olarak, sırf saltanat elde etmek, Osmanlı
iktidarına el koymak için değil, hudut boylarındaki köklü gazi geleneğinden, üstelik bir
de ulema ailesinden gelen yüksek sınıfa mensup biri sıfatıyla, merkeziyetçi bir
yönetim tarzını arzu etmediği için, merkezkaç gücü temsil eden biri olarak, bu gücü
elinden bırakmak istemediği şeklindedir. Zaten kanaatimizce o bu yüzden
merkeziyetçiliğin değil, yerel güçlerin, feodallerin çıkarlarını temsil eden Musa
Çelebi'nin tarafım tutmuş ve kazaskerliğini kabul etmiştir. Bu sebeple biz Şeyh
Bedreddîn'in, (üstelik yerel güçlerden yana bir siyaset izlemesi sebebiyle de
kendisine uygun gördüğü) Musa Çelebi'nin Osmanlı sultanı olması halinde kesinlikle
isyana kalkışmayacak olduğunu düşünüyoruz. Onun kafasındaki doğru siyasal düzen
budur. Ayrıca kanaatimizce o muhtemelen, coşkun bir mistik kişiliğin de sahibi olarak
böyle bir hareketi sıradan bir isyancının değil, ancak kendisi gibi mehdi kimliğine
sahip birinin uygulama alanına koyabileceği inancında samimiydi. Onun mizacında
olan birinin bu psikolojisini anlamak için, o sıralarda Osmanlı ülkesinde taht
kavgalarının bütün şiddetiyle sürdüğü, toplumsal düzenin altının üstüne geldiği,
insanların büyük bir karamsarlığın içinde yarınlarından ümitlerini kestiği bir zamanı
yaşadığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu, Şeyh Bedreddîn'in psikolojisini anlamak
itibariyle çok önemli bir noktadır.
Bütün bunlara rağmen biz, Şeyh Bedreddîn'in, hiçbir siyasal otoritenin hâkimiyetini
tanımayan, herkesin başına buyruk yaşadığı "eşitlikçi, paylaşımcı" bir yeryüzü
cenneti kurmayı planlayarak isyan ettiği, saltanat rejimine karşı olduğu ve onu
yıkmayı planladığı için ayaklandığı tezinin de doğru olmadığı kanaatindeyiz. Nitekim
aslında Marksist bir tarihçi olan E. Werner de böyle düşünmekte ve haklı olarak da,
yalnızca Börklü-ce Mustafa'nın kafasında olan böyle bir ideolojinin Şeyh
Bedreddın'de bulunmadığını söylemektedir.94 Şüphesiz ki toplumsal bunalımın
ortaya çıkardığı aksaklıklar Şeyh Bedreddîn'in dikkatini çekmiş, merkeziyetçi devletin
bunları gidermekteki yetersizliklerini görmüş ve bunları düzeltmeyi düşünmüş
olmalıdır. Onun zekâsında ve bilgisinde birisi için bu çok mümkündür. Zaten
unutulmamalıdır ki o, babasının yerine Osmanlı tahtına talip olan Musa Çelebi'nin
kazaskeriydi ve bu görevi sırasında pek çok kişiye timar verilmesini sağlamıştı. Eğer
Musa Çelebi kardeşine yenilip öldürülerek saltanat şansını kaybetmeseydi ve
Osmanlı tahtının hâkimi olsaydı, Şeyh Bedreddîn de öylece kalacak ve saltanat
rejiminin üst bürokrasisinde o rejimin sağladığı avantajları herhalde kullanacaktı.
Nitekim bazılarınca Şeyh Bedreddîn'e yakıştırılan ve o devir için çok ütopik bir
düşünce olan saltanat rejimi karşıtlığı, bize anakronik bir yakıştırma olarak 170
görünüyor; üstelik bunu kanıtlayacak tarihsel bir delil de yoktur.
Yukarıdaki mütalaalar göz önüne alınınca, Şeyh Bedreddîn isyanının tipik bir mehdici
(mesiyanik) hareket mahiyetini taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Gerçi isyanın bu niteliği
konusunda kaynakların hepsinde tam ve kesin bir kayda rastlanmıyorsa da, bu
türden, farklı dinlere ve etnik kesimlere mensup insanları bir araya getirebilen, ileri
sürüldüğüne göre de eşitlikçi, iştirakçi yani paylaşımcı, "hakça" bir düzen, başka bir
deyişle bir "dünya cenneti" vaat eden bir ideoloji kullanan halk hareketlerinin -eğer
Şeyh Bedreddîn de gerçekten böyle bir ideoloji kullandıysa- genellikle mesiyanik
karakterli olduğunu çok iyi biliyoruz.
Orta ve yeni çağlarda hem Doğu'da, hem Batı'da hemen her zaman ve mekânda
gözlendiği gibi, bu tür hareketlerin Türkiye tarihinde, gerek Şeyh Bedreddîn'den önce,
gerekse sonraki dönemlerde de örnekleri fazlasıyla görülmektedir. Sâsâni
döneminden başlayarak Emevi ve Abbasi devirlerine gelinceye kadar İran'da ortaya
çıkan isyanların önemli bir kısmı, 13. yüzyılda Anadolu'daki Babaî isyanı, 16.
yüzyıldaki Şahkulu ve Şah Kalender isyanı ve daha başkaları, bu çeşit hareketlerdir.
Temel karakteristikleri, eşitlikçi ve paylaşımcı bir ideoloji kullanmak olan bu
hareketlerin liderleri, daima bir mesi (Mesih) veya mehdi hüviyetiyle ortaya
Dostları ilə paylaş: |