ARUS-İ CİHÂN Dünya.
ARUS-İ FELEK Güneş.
ARUSÂN-I BÂĞ Tarla çiçekleri.
ARUS-ÜL KUR'ÂN (Bak: Rahmân)
ARUSAN (Arüs. C.) f. Gelinler, yeni evlenmiş kızlar.
ARUSAN-I HULD Cennet hurileri.
ARUSANE f. Geline yakışır şekilde.
ARUSEK f. Küçük gelin. * Yeşil ve pembe dalgalı sedef.
ARUZ Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere etrafındaki nahiye ve köyler. * Edb: Şiirin ahenk ölçülerinden, nazmın vezinlerinden bahseden ilim. Arap, Fars, Türk şiirinde kullanılan vezin ki, hecelerin uzunluk (kapalılık) ve kısalık (açıklık) değerlerine dayanır. * Bir beytin birinci mısraının son kısmı. * Çadırın ortasına dikilen ve ona destek olan kazık. * Tas: Süluk edenlerin karşısına çıkan çok şeyler, birisine ârız olan iş ve ihtiyaç. * Yan taraf. * Yanak. * Yol. * Usûl.
ARUZ KALIPLARI (Bak: Bahr)
ARV Sıtma ve diğer ateşli hastalıklarda gelen ilk titreme. * İş için birinin yanına varma. * Yemişsiz bir çeşit ağaç.
ARVANA Boz dişi deve.
ARVEND f. şan, şeref, ululuk, yücelik, azamet.
ARZ (Erz) Yeryüzü, toprak, zemin, dünya. * Aşağı ve alçak. * Memleket, ülke. * Küre. * İklim. * Davarın ayağının altı.
ARZ-I A'ŞÂRİYE Öşür (onda bir vergi) veren memleket.
ARZ-I BELDE Ast: Herhangi bir bölgenin üstünden geçen arz dairesi.
ARZ-I BELDE TA'YİNİ Ast: Herhangi bir bölgede kutup yıldızı veya diğer yıldızlarla astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tayin etmek.
ARZ-I CENUBÎ Cenub arzı. (Güney enlemi).
ARZ-I HARAC Harac veya vergi veren memleket.
ARZ-I MUKADDES Kudsi, mübarek yer. Eski peygamberlerin çok eseri bulunan Kudüs, Filistin. (Arz-ı mukaddes: Temiz yer (arz-ı mutahher) ve mübarek yer demektir ki, Beyt-i Makdis'in bulunduğu yerdir. Vaktiyle birçok enbiyanın makarrı olduğundan böyle tesmiye olunmuştur. Bir rivayete göre İbrahim (A.S.) Lübnan Dağına çıktığı zaman, Allah Teâlâ: "Bak, gözün nereye kadar yetişirse orası mukaddestir ve zürriyetine mirastır." buyurmuştur. Bunun tâyin ve tahdidinde tur yani cebel ve havalisi denilmiş. Dimeşk, Filistin ve Ürdün'ün bir kısmı denilmiş, Arz-ı Şam da denilmiştir. Hz. Musa, Mısır'dan çıktıktan sonra Şamda iskân vadedildiği ve Beni İsrâil'in buna Arz-ı Mevaid dedikleri de söylenmiştir. E.T.)
ARZ-I RUM (Erzurum) Rum memleketi. Şimdiki Anadolu. Anadolunun şarkındaki bir vilâyet adı.
ARZ f. Ardıç adı verilen bir ağaç.
ARZ Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle anlatmak. İzâh etmek. Takdim etmek. Bir kimseye bir şeyi izhar etmek. * Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek. * Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi. * Altın ve paradan gayrı mal, metâ. Bir şeyin uzunluk mukabili olan genişliği. * Bir muamelede aldanmak. * Sağlam insanın hemen ölmesi. * Delirmek. * Coğ: Bir yerin yeryüzünde hatt-ı istivâdan (ekvatordan) olan uzaklığı. * Koz: Bir yıldızın mıntıkatulbürucdan olan uzaklığı.
ARZ-I CEMÂL f. Güzelliğini göstermek. Arz-ı didar da denir.
ARZ-I ENDÂM Boy-pos gösterme.
ARZ-I HÂCET İhtiyacını, muhtaç olduğunu bildirmek.
ARZ-I HÂL Halini arzetme. İstida. Arzuhal.
ARZ-I HÜNER Hüner gösterme, marifet izhar etme.
ARZ-I HÜRMET Hürmetini bildirme. Saygısını gösterme.
ARZ-I İFTİKAR Hacatını arzetme, ihtiyaçlarını meydana koyma.
ARZ-I NEFS Hizmette ve fedakârlıkta nefsini ve kendini ileri sürme.
ARZ-I MAHZAR Bir işin yapılması için, yüksek bir mevkiye halk tarafından topluca verilen dilekçe.
ARZ-I MİNNET Minnet gösterme.
ARZ-I KUDRET Kudret gösterme.
ARZ-I TÂZİMÂT Karşısındakine büyük bir hürmetle takınılan tavır ve hareket.
ARZA şiddet. * Kuvvet.
ARZ f. Sunma, gösterme, takdim etme.
ARZAN Enine, genişliğine.
ARZANÎ Enine, genişliğine olarak.
ARZ-GAH f. Bir şey arzetmek için toplanma yeri.
ARZ-HANE f. İstanbuldaki Topkapı sarayında bulunan Hırka-i Şerif odasının dışında kalan aralık oda.
ARZÎ Genişliğine ait. Bir yerin enine ait.
ARZÎ (Arziye) Toprağa ait ve müteallik. Yere ait, toprakla alâkalı. * Semavî olmayan. Beşerî olan.
ARZÎN (Arz. C.) Arzlar.
ARZİYAT Jeoloji. Dünyanın yaradılışı ile tarih boyunca değişen vaziyetlerini tetkik eden ilim.
ARZİZ f. Kurşun, kalay.
ARZU Meşhur halk hikâyelerinden olan Arzu ile Kamber hikâyesinin kadın kahramanı.
ARZU f. İstek. Dilek. Meyil. Emel. Hahiş.
ARZU-YU BEKA Ebedilik arzusu.
ARZU-YU HİLÂF Muhalefet etme, karşı koyma arzusu.
ARZU-DÂR f. Hevesli, talebli, istekli, arzulu.
ARZU-KEŞ Yürekten isteyen, isteyici.
ARZU-MEND İstekli.
ARZU-MENDÎ f. Taleb, istek, arzu, heves.
ARZU-ŞİKESTEN f. Arzunun olamaması, yerine gelmemesi. Hayâl kırıklığı, inkisar-ı hayâl.
ARZUHAL (Arz-ı hâl) Bir iş için bir makam veya resmi daireye bir iş sahibinin verdiği dilekçe. İstida-nâme.
AS Mersin ağacı.
AS Sansar cinsinden siyah kuyruklu, beyaz tüylü kakum denilen bir hayvan, çok kıymetli olan postu için avlanır.
AS f. Değirmen. (Bak: Asya)
ASA Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh.
ASA' Yaş olan şey kuruyup katılaşmak.
ASA Değnek. Baston, sopa.
ASA-YI İNKÂR İnkâr değneği. Kabul etmeme.
ASÂ-YI MUSÂ Hz. Mûsânın (A.S.) Asâsı. * Kafir sihirbâzları Cenab-ı Hakkın izniyle mağlub eden ve taşa vurduğunda hemen Cenab-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Mûsânın (A.S.) mucizeli değneği. Bu mucizeye teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allahın (C.C.) varlığını, birliğini ve kudsi sıfatlarını isbat ederek imân âb-ı hayatını gösteren ve bununla kâfirleri mağlub eden, ehl-i mekteb ve ehl-i felsefeye çok lüzumu bulunan Risale-i Nur külliyatından bir eserin adı.(... Kur'andan tavr-ı kalbe ilham edilen Asâ-yı Musa gibi, mânevi bir asâ ihsan edilmiştir. Bu asâ ile, kitab-ı kâinatın herhangi bir zerresine vurulursa, derhâl mâ-i hayat çıkar. Çünki, müessir ancak eserde görünebilir. Mânevi asansör hükmünde olan murâkabeler ile mâ-i hayatı bulmak pek müşküldür. Vesaite lüzum gösteren ehl-i nazar ise, etraf-ı âlemi arşa kadar gezmeleri lâzımdır. Ve o uzun mesâfede hücum eden vesveselere, vehimlere, şeytanlara mağlub olup caddeden çıkmamak için, pekçok bürhanlar, alâmetler, nişanlar lâzımdır ki yolu şaşırtmasınlar. M.N.)
ASA f. (Gibi) manasına gelerek birleşik kelimeler yapılır. (Teşbih edatıdır.)
BERK-ÂSÂ şimşek gibi. Berk gibi.
CENNET-ÂSÂ Cennet gibi.
ASA f. Esneme. * Vakar, ciddilik. * Süs, zinet.
ASÂ (Fiil veya harftir) Ümid veya korku bildirir. Şek ve yakin manalarına delalet eder; (ola ki, şayet ki, meğer ki, olur, gerektir) manalarına gelir. (Kâde) $ fiiline benzer. Ekseri, (lâkin) (leyte) mânasına temenni için kullanılır. Hitab-ı İlahî kısmında yakîn ve vücubu ifade eder.
A'SA (Asâ. C.) Değnekler, sopalar, bastonlar.
ASÂB Geyik, gazâl.
ASAB Sinir. Damar.
A'SÂB (Asab. C.) Sinirler. Damarlar.
A'SÂB-I GÛŞ Kulak sinirleri, kulaktaki sinirler.
A'SÂB-I MUHARRİKE Hissi, duyguyu vücuttaki haber merkezine bildiren sinirler. Hareket ettirici sinirler.
ASABE Kuvvet, şiddet. * Bir tek sinir. * Baba tarafından akraba olanlar. * Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı. * Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)
ASABİ' (Usbu'. C.) Parmaklar.
ASABÎ Sinirli. Öfkeli.
ASABİYY-ÜL-MİZAC Yaradılışça sinirli olan kimse. Yaradılışı itibâriyle asabi, hırçın, öfkeli olan.
ASABİYYET Sinirlilik. Fart-ı gayret. İmân ve İslâmiyeti, kendi akrabasını, vatanını, din veya milliyetini müdâfaa etmek gayreti. Hamiyyet.
ASABİYYET-İ CAHİLİYYE İslâmiyetten evvelki câhiliyyet asabiyyeti. Menfi milliyet. Irkçılık, yani, aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam gayreti.(Asabiyyet-i cahiliyye, birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkeb bir mâcundur. Bunun için menfi milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyyet-i İslâmiyye ise, nur-u imândan in'ikâs edip dalgalanan bir ziyadır. M.N.)
ASABİYET-İ KAVMİYE Vatanperverlik. Menfi milliyetçilik, Asabiyet-i câhiliye, asabiyet-i milliye, asabiyet-i nev'iyye gibi tabirler de aynı mânayı ifâde eder. (Bak: Asabiyet-i Câhiliyye).
ASABİYYETEN Asabi olarak. Sâde kendi milliyetini, soyunu sevmekle.
A'SAC Saçları alnı üzerine dökülmüş.
ÂSAD (Esed. C.) Esedler, arslanlar.
ASAF Süleyman Peygamberin (A.S.) veziri. Vezir. * Bir ot ismi.
ASAFÂNE f. Bir vezire yakışır surette ve hâlde.
ASAFİR (Usfur. C.) Serçe kuşları.
ASAF-REY Düşüncesi Asaf'ınki gibi akıllıca olan vezir.
ASAGİR (Asgar. C.) Şeref ve itibar bakımından küçük olanlar. Çok küçük şeyler.
ASAGİR Ü EKÂBİR f. İtibar ve mevkice küçükler ve büyükler.
ASAH (Bak: Esahh)
ASAHİB (Ashab. C.) Sahibler, sahib olanlar. Ashablar.
ASAİB Cemaatler, tayfalar. * Başa sarılan sargılar, nesneler.
ASAK Darlık. * Hurma budağının yaramazı.
ASAK Ucuzluk.
ASAKİR (Asker. C.) Askerler. Erler.
ASÂKİR-İ BAHRİYYE Bahriyeliler. Deniz askerleri.
ASÂKİR-İ BERRİYYE $ Kara askerleri.
ASÂKİR-İ MUNTAZAMA Ordu askeri.
ASÂKİR-İ MUVAHHİDÎN Allahın birliğine inanan askerler. İslâm ordusu.
ASAL (Asil. C.) İkindi ve akşam arası mânasına, öğleden geceye kadar olan müddet. * Zamanlar ve vakitler.
ASAL Ahlâk. Karakter. * Alâmet, işaret, belirti.
ASAL f. Temel, kök.
A'SAL Dişinin ucu eğri olan.
ASAL (C: Asâl) Davarın kuyruğu devrik olmak. * Bağırsak.
ASALAK Başka hayvan veya bitkilerin üstünde yaşayan ve onlara zarar veren hayvan veya bitki. Parazit. * Mc: Başkalarının sırtından geçinen kimse.
ASALE Bal peteği, petek.
ASALE Zehiri çok tesirli ve korkunç olan yılan.
ASALET Temiz soyluluk. Soy sop temizliği. Köklülük. * Rüsuh. * Metanet. Necabet. Zâdegânlık. * Kendi işi için bizzat ve kendisi nâmına hareket. * Edb: Yazıda veya sözde bayağı tâbirlerin bulunmaması.
ASALETEN Vekil olmayış. Kendi işini kendi namına bizzat kendisi yapmak üzere. Kendi nâmına olmak üzere.
ASALETLÛ Asâletli, soy ve neseb sahibi, necib, asil. * Osmanlı İmparatorluğu zamanında resmi yazışmalarda büyükelçilere, Hristiyan büyüklerine, devlet adamlarına ve prenslerine denirdi.
ASALİT Koyu, sahin.
A'SAM (Usme. C.) Ön ayakları beyaz olan at, geyik veya koyun.
A'SÂM-ÜL YÜMNÂ Sağ ayağı beyaz olan at, geyik veya koyun.
ASAM (İsm. C.) Günahlar.
ASAMM Sağır. * Sert, katı. * Güç, tahammül edilmez. * Gr: Muzaaf olan fiil. (İkinci veya üçüncü harf-i aslisi şeddeli olan fiil)
ÂSÂN f. Kolay. Suhuletli. Yesir. * Bükülmüş ipin her katı.
ÂSÂNÎ Suhulet, kolaylık.
ASAR Toz. * Sığınak. * Atiyye, hediye.
ASÂR Fakirlik. * Güçlük. * şiddet.
AS'AR Çok kibirli, mağrur. * Çarpık suratlı, eğri yüzlü, eğri boyunlu.
ASAR Vazifeler. * Yükler. * Cürümler. Kabahatler.
ÂSÂR Öç almalar. İntikamlar. * Eserler. * İzler. Nişanlar. Abideler. * Âdetler.
ÂSÂR-I ATİKA Eski eserler.
ÂSÂR-I EDEBİYYE Edebî değeri olan eserler.
ÂSÂR-I MATBUA Tabedilmiş basılmış olan eserler.
ÂSÂR-I MERGUBE Muteber ve rağbet kazanmış olan eserler.
ÂSÂR-I SAN'AT Sanat eserleri.
ASÂR Kurumayıp daima sulanır çıban.
ASÂR Yağcı, yağ satıcısı.
A'SAR (Asr. C.) Asırlar. Yüzyıllar.
A'SÂR-I SÂLİFE Geçmiş yüzyıllar. Geçmiş asırlar.
ASARAN (Bak: Asrân)
ASARE Anber ve misk gibi şeylerin kokması.
ASARE f. Sayı, hesab.
ASARİM (Asrâm. C.) Çadır toplulukları. Ayrı ayrı küçük insan grupları.
AS'AS (C: Asâis) Bir yerin adı. * Kurt, zi'b. * Kirpi.
AS'AS Kumdan yığılmış tepe. * Fesâd.
AS'ÂS Gece çok gezip dolaşan kimse. * Kurt.
AS'ASE Oturak yerin yumuşağı. * Helâk olmak. * Fesâd etmek.
AS'ASE (Is'as) Yönelme. Arka çevirme. * Gece karanlığı gelmeğe başlamak veya gitmek. * Bulutun yere yakın olması.
ASAT Binâ.
ASATIB (İstabl. C.) Ahırlar.
ASAY f. Gibi. (Bak: Asâ)
ASAYİŞ f. Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayişin sağlanması gittikçe güçleşmektedir. Çağımızda maddeci düşünce ile yetişen insanlar ancak baskı tedbirleriyle itaat altına alınmağa çalışılıyor. Böylece kapitalist ülkelerde oligarşik diktatörlük, sosyalist ülkelerde sınıf diktatörlükleri kurularak insanlar köleleştirilmektedir. İslâmda ise iktidar Allah'ındır, mülk de Allah'ındır. İnsan insanın kulu, kölesi değildir. Sınıf ve zümre diktatörlüğü yoktur. İnsan insan karşısında hür, Allah karşısında kuldur ve herkes hukukta birbirine eşittir. İdareciler hakkın ve halkın hizmetkârlarıdır.(... Bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için beş esas lâzım ve zaruridir. Birincisi: merhamet; ikincisi: hürmet; üçüncüsü: emniyet; dördüncüsü: haram ve helâli bilip haramdan çekilmek, beşincisi: serseriliği bırakıp itaat etmektir. İşte Risale-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası te'min edip, hem asâyişin temel taşını tesbit ve te'min eder. K.L.)
ASÂYİŞ-BERKEMÂL Rahat ve huzur te'min edilmiş.
ASÂYİŞ-CU f. Rahat ve huzur arayan. Asâyiş isteyen.
ASÂYİŞ-PERVER f. Asâyiş taraftarı. Sükûnet, rahat ve huzur isteyen.
ASÂYİŞ-PERVERÂNE f. Rahat, huzur ve asâyiş taraftarına yakışacak şekilde.
ASB Bağlamak. * Sağlam olarak dürmek. * İmâme, sarık. * Yemen'de yapılır bir nevi kumaş. * Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi. * Kurumak. * Kızarmak. * Sarmaşık. * Sargı, bağ. * Mendil.
ASBAB (Sabeb. C.) Çukur yerler.
ASBAG Alnı veya kuyruğunun ucu beyaz olan at. * Kuyruğunun ucu beyaz olan kuş.
ASBAG (Sıbg. C.) Boyalar.
ASBAH (Subh. C.) Sabahlar.
ASBAN f. Değirmenci. Değirmen sahibi.
ASBANÎ f. Değirmencilik.
ASBAR (Sıbr. C.) Akbulutlar.
ASBEST yun. Oldukça yumuşak ve ateşle hususiyeti değişmeyen lifli bir madde.
ASC Gezi topluluğu.
ASCED Halis, karışıksız altın.
ASCEL Karnı büyük olan kimse.
ASD Cimâ etmek. * Döndürmek. * Bozmak.
ASDA (Sadâ. C.) Sadâlar, sesler.
ASDAF (Sedef. C.) Sedefler.
ASDAG Perâkende olmak.
ASDAG (Sudg. C.) Tıb: Şakaklar, yüzdeki şakaklar.
ASDAGAN Tıb: Kollarımızdaki nabız damarları.
ASDAK (Sıdk. C.) Samimi şeyler.
ASDER Omuz, menkıb.
ASDİKA Sâdıklar. Sabık ve sadık dostlar. * İçi dışına, sözü işine uygun olanlar.
ASED Cimâ etmek. * İp bükmek.
A'SEF Zulmedip zorla birşey alan.
ASEF (Asf) Büyük kadeh. * Bir şeyi almak. * Yoldan çıkmak. Zulüm eylemek. Körü körüne gitmek. * Birisini istihdâm eylemek. Irgatlık etmek, tarlada işçilik etmek. * Ölüm. (Kamus'tan alınmıştır.)
A'SEL Eğri olan şey. Eğri dişli veya bacaklı kimse.
ASEL Bal. Şehd. * Tatmak. * Su akarken yüzünde hâsıl olan kabarcık. * Cennette bir su.
ASEL-İ MUSAFFA Süzme bal.
ASELAN Süngü titrediğinden acı çekmek. * Boynunu uzatıp sür'atle gitmek.
ASELBENT Tıbda ve kokuculukta kullanılan bir reçinedir ve aynı adla anılan ağacın kabuklarının çizilmesiyle elde edilir.
ASELÎ Bal gibi sarı renkte olan. * Yahudilerin ayırdedilmek için, omuzbaşlarına taktıkları sarı kumaş parçası. * Eskiden kullanılan bir kumaş çeşidi.
ASELİYYET Bal hâli.
ASELLAK Deve kuşunun erkeği.
ASEM Kesbetmek. Kazanmak. çalışmak. * Dirsekten itibaren elin kuruyup çolak ve eğri olması. * Ayağın topuktan kuruyup eğilmesi ve aksak olması.
A'SEM Eli bileğinden kurumuş kimse.
ASEMM Çok sağır.
ASEMSEM Kuvvetli, büyük deve.
ASEN Tütün, duhan.
ASENN Koltuğu kokan kişi.
ASER Solak kimse, solaklık.
A'SER Çok zor ve çetin olan, dayanılması çok zor. * Solak.
ASERAT Sürçmeler, yanılmalar. * Ayak kayması.
ASERE Kanat teleklerinden evvel, ucunda olan beyaz telekler.
ASES Asâyişin muhafazası için geceleri dolaşan ve şimdiki polis vazifesini gören memurlar.
ASESBAŞI Osmanlı İmparatorluğunun eski devirlerinde polis müdürü.
ASEV (Asven) Serkeşlik. Taşkınlık, serserilik.
ASEVSEL Azâsı gevşek kimse.
ASF Büyük kadeh. * Zulüm ve zorla bir şeyi almak.
ASF Zulüm. Haksızlık. * Can çekişme. * Emek çekip kâr kazanma. * Bir tarafa eğilme. * Sür'atle gitme. * Rüzgârın kuvvetle esmesi. * Taze ekin yaprağı.* Ekin taze iken biçme.
ASFAD (Safed. C.) Suçluların el ve ayaklarına takılan kelepçeler.
ASFAF (Saff. C.) Saflar, hatlar.
ASFALT yun. Siyah renkte şekilsiz bir bitüm.
ASFAR Sıfırlar. Boş şeyler.
ASFENCAH Akılsız, ahmak adam.
ASFER Sarı, uçuk benizli. Soluk. * Kızıl. * Islık çalan.* Bomboş şey.
ASFİYA Sâfiyet, takvâ ve kemâlât sâhibi ve Peygambere (A.S.M.) vâris olup, onun meslek ve gayelerini ihyaya ve tatbike çalışan muhakkik zatlar. (Derece-i şuhud derece-i iman-ı bilgaybdan çok aşağıdır. Yani : Yalnız şuhuduna istinad eden bir kısım ehl-i velâyetin ihatasız keşfiyatı, Verâset-i Nübüvvet ehli olan Asfiya ve Muhakkikinin şuhuda değil, Kur'ana ve vahye, gaybi; fakat sâfi, ihatalı, doğru hakaik-i imaniyelerine dâir ahkâmlarına yetişmez. Demek bütün ahval ve keşfiyatın ve ezvak ve müşâhedâtın mizanı : Kitab ve sünnettir. Ve mehenkleri Kitap ve Sünnetin desâtir-i kudsiyeleri ve Asfiya-i muhakkikinin kavanin-i hadsiyeleridir.M.)
ASFİYA-İ MUHAKKİKÎN Hakikatı tam araştıran, delillerle isbat eden, ilim ve fazilette terakki etmiş olan büyük İslâm âlimleri.
ASFİYA-İ MÜDEKKİKÎN İslâmî hakikatların tetkik ve bilinmesinde çok dikkatli ve sâdık olan büyük İslâm âlimleri.
ASGA Öğrenmeğe çok hevesli. * Çarpık suratlı.
ASGAR En küçük. Daha küçük.
ASGARAN Kalb ile dil
ASGARÎ En az. En küçük.
ASGÜN Hazar Denizi'ne verilen bir isim.
ASHÂB (Eshâb) (Sahib. C.) Arkadaş olanlar. Sahip olanlar, kullanma yetkisine sahip kişiler. * Halk, ahali. * Sahabeler, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (A.S.M.) görmüş ve mü'min olarak ona ve onun mesleğine bağlı kalmış olan zatlar. Bu kişiler, insanlık, doğruluk ve her türlü faziletlerde en ileri seviyede bulunan şahsiyetlerdir.Onlar Peygamberimizi (A.S.M.) her an yakın alâka ile takip ederler ve O'na, her cihetle ittibaa çalışırlardı. Dâima sıdk ve sadakatten, doğruluk ve faziletten ayrılmamak cehdi içinde idiler. İslâmiyetin neşir ve tâmimi için her çeşit fedakarlıktan çekinmezlerdi. Risale-i Nur Külliyatından Mektubat isimli eserde denildiği gibi: "Âl ve Ashâb nâmında bu zevat-ı kirâm, nev-i beşerin enbiyadan sonra ferâset ve dirâyet ve kemâlâtla en meşhur, en muhterem, en nâmdar, en dindar ve en keskin nazarlı tâife-i azimesi" dirler.(R.A.)
ASHÂB-I BEDİR Hz. Peygamber (A.S.M.) ile Bedir muharebesinde bulunan sahâbeler (R.A.)
ASHÂB-I CENNET Cennet ehli. Cennetlik olanlar, Cennetlik oldukları ümid edilenler veya cennete gidecekleri müjdelenmiş olanlar. (Bak: Aşere-i Mübeşşere)
ASHÂB-I DEVLET Devlete mensub olanlar. Devlet adamları.
ASHÂB-I EYKE (Ashâb-ı Leyke) Şuayb'ın (A.S.) Allah tarafından kendilerine gönderildiği kavmin adı. Yerleri ağaçlı olduğundan bu isim verilmiştir.
ASHÂB-I FERÂİZ Mirascılar. Ölen kimsenin malında hissesi olan akrabâları.
ASHÂB-I FİL İslâmiyetten önce Kâbe-i Muazzamayı tahrib için Mekke'ye hücum eden Habeş ordusunun ismi ( Önlerinde fil bulunduğundan, zırhlı vasıtalar gibi ondan faydalandıklarından bu isim verilmiş olduğu nakledilir.
ASHÂB-I GÜZİN Mümtaz ve en meşhur sahâbeler.
ASHÂB-I KALEM Kalem ashabı. Memurlar.
ASHÂB-I KALİB Bedirde öldürülüp kuyuya atılmış olan müşrikler.
ASHÂB-I KEHF Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, Debernüş, Sâzenüş, Kefeştatâyüş. Kendilerine sâdık köpeklerinin adı da Kıtmir'dir.
ASHÂB-I KİRAM Hz. Muhammedin (A.S.M.) Ashabı, sahabeleri.
ASHÂB-I MATLUB Huk : İflâs hâlinde bulunan şahsın, kanuni alacaklılarının yekûnü.
ASHÂB-I MEŞ'EME Uğursuz, kötü, dine muhalif olanlar.* Solak, sol tarafta, alçak mevkide bulunanlar.
ASHÂB-I MEYMENE Dinen ihtiram mevkiinde bulunan yüksek haysiyet sahibleri. Hayırlı kimseler.
ASHÂB-I RESS Kur'anda bahsi geçen bir kavim adıdır. Kimler oldukları kati bir şekilde tesbit edilemiyor. Râvilerin ekserisi, peygamberlerine isyan eden ve onu öldürüp kuyuya atan, bundan dolayı da Cenab-ı Hakkın helâk ettiği bir kavim olduğu hakkında ittifak etmektedir. (Furkan Suresi, 38 inci Ayet)
ASHÂB-I RIDVÂN Cenab-ı Hakkın rızâsıyla müjdelenen sahâbeler. (R.A.) (Bak: Bi'at-ı Rıdvan)
ASHÂB-I SUFFA Suffa ehli. Bunlar, Hz. Peygamberin (A.S.M.) mescidine bitişik üstü örtülü, etrafı açık bir yerde otururlardı ve orada yaşarlardı. Bu zatların yaşayışları ve hâlleri din hizmeti, hayatı bakımından büyük değer taşımaktadır. Bütün hayatları Peygamberimiz'in (A.S.M.) yanında bulunarak Kur'ânın en yüksek derslerini alır, öğrenirler ve öğretirlerdi. İslâmiyeti öğrenmek, öğretmek ve yaymak için her türlü şahsi menfaatlerini terkederek tam bir İslâm fedaisi olarak yaşarlardı. Bunlar evlenmezler ve dünya işleriyle uğraşmazlardı. Ashab-ı Suffa'nın bu hizmetleri sebebiyle ve bu çok büyük fedakârlıkları vesilesiyle İslâmiyet az zamanda çok yayılmış ve kökleşmiştir. Peygamberimiz'in (A.S.M.) hadis-i şerifleri mükemmel bir şekilde muhafaza altına alınmış ve zamanımıza kadar hatta kıyamete kadar sağlam bir şekilde devam etmesi sağlanmıştır.Bu Ehl-i Suffa'nın ahvâli Kur'an-ı Kerim hizmetine ilk ve en mühim başlangıç olduğu ve herkese büyük ibret ve ders teşkil edeceği için, Sahih-i Buhâri Tercemesi Yedinci Cildinin 62 ve 63 üncü sahifelerindeki alâkalı kısmı naklediyoruz: "Suffa, Kamus Müterciminin dediği gibi ve hepimizin bildiği veçhile, eski yerlerdeki "sed", "seki" gibi yüksekçe eyvana denir. Lisanımızda tahrifle "sofa" tâbir olunur. Ehl-i suffa buna izâfe edilmiştir. Ashâb-ı Suffa; aileden cüdâ, gaile-i dünyeviyeden âzâde ve bütün mânası ile feragatkâr bir hayata mâlik olan bir zümre-i mübârekenin ekseri vakitleri Resül-i Ekremin (A.S.M.) huzurunda geçerdi. Dâima Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) ahz-ı feyz ederlerdi. Taraf-ı Peygamberiden tâyin buyurulan muallimler mârifetiyle de kendilerine Kur'ân tâlim edilirdi. Bunlardan yetişenler müslüman olan kabilelere tâlim-i Kur'ân için gönderilirdi. Bu cihetle bunlara "Kurrâ" denilirdi. Bu suffaya da "Darul-Kurrâ" demek en münâsib bir isimdir. Nur-u Kur'an'ın "lemhat-ül basar" denilebilecek derecede az bir zaman zarfında âfâk-ı âleme intişar etmesi, bu ilim ocağının yetiştirdiği güzideler sâyesinde müyesser olmuştur. Mütevâzi ve fakat çok feyyaz olan dörtyüz, beşyüz raddesinde dâimâ Kur'ân ile, icâbında gazâ ile meşgul olan bir irfân-ı Kur'ân ordusu bulunuyordu. İçlerinden teehhül edenler kadro haricine çıkardı. Fakat, yenileri ile ikmal edilirdi. Burası bütün mânası ile leyli ve meccâni bir dâr-ul-ilim idi. Müdâvimleri ne ticaretle, ne bir san'at ve harâsetle iştigal etmezdi. Maişetleri taraf-ı risâlet-penâhiden ve ağniyâ-ı ashâb tarafından te'min edilirdi. Bu hakikatı, Ehl-i Suffa'nın mübarek simâlarından birisi olan Ebu Hureyre (R.A.) kendisinin çok hadis rivâvet ettiğinden şikâyet edenlere karşı verdiği şu müskit cevabında pek güzel ifâde etmiştir: "Benim kesret-i rivâyetim çok görülmesin; muhacir kardeşlerimiz çarşıdaki, pazardaki ticaretleri ile, "Ensar" kardeşlerimiz de tarlalardaki, bahçelerdeki ziraatleri ile meşgul bulundukları sırada, Ebu Hureyre, Peygamberin (A.S.M.) mübârek nasihatlerini hıfzediyordu..." demişti.Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashâb-ı Suffa'nın maişeti ile, tâlim ve terbiyesi ile pek yakından alâkadar olurdu. Hattâ saadet-hâneleri ihtiyacatı ile ikinci derecede meşgul bulunurdu. Bir kerre Hz. Fâtıma (R.A.) el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikâyet ederek bir hizmetçi istediğinde, Resül-i Ekrem (A.S.M.) - "Kızım! Sen ne söylüyorsun?... Henüz Ehl-i Suffa'nın maişetini yoluna koyamadım" buyurmuştu.Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) hiç bir mev'izaları, hiç bir hitâbeleri yoktur ki, bunun irâdı sırasında Ashâb-ı Suffa orada hazır bulunmasın, dinleyip, hıfzederek diğer ashâba nakletmesin... Bu suretle ahkâm-ı İslâmiyyenin hıfz ve naklinde Ehl-i suffanın pek müstesna te'sirleri görülmüştür.İçlerinde Ebu Hureyre (R.A.) gibi müstesnâlar yetiştiği gibi, ilmi varlık göstermiyenler de vardı. Fakat, hangi türlü tedris gösterilebilir ki, umumi surette böyle sihir-âmiz bir feyz verebilmiş olsun.."Hak Dini Kur'ân Dili Cilt 2, sahife: 939, 940, 941 de de şu izahat vardır:"Bir gün Resul-i Ekrem (A.S.M.) Ashâb-ı Suffa'nın başlarında durmuş, hallerini nazar-ı tetkikten geçirmişti. Fakirliklerini, çekmekte oldukları zahmetlerini gördü ve kalblerini tatyib edip onlara buyurdu ki: - "Ey Ashâb-ı Suffa! Sizlere müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hâl-ı sıfâtta ve bulunduğu halden râzı olarak bana mülâki olursa, o benim refiklerimdendir... "
ASHÂB-I SUYÛF Bizzat harbe iştirak edip kılıçları ile cihad edenler.
Dostları ilə paylaş: |