Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə43/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   181

EŞKA En şaki, haydut, eşkiya, katı-üt tarik.

EŞKAH Kırmızı yüzlü (adam). al renkli (at).

EŞKÂL (Şekil. C.) Şekiller, kılık.

EŞKÂL-İ HAYAT Hayatın şekilleri.

EŞKÂL-İ ZEMAN Zamanın şekilleri. * Ahmet Rasim'in bir romanı.

EŞK-ALUD f. Gözü yaşlı.

EŞKAR Mavi gözlü ve sarı tenli kimse. * Yelesi ve kuyruğu kırmızı olan sarı at.

EŞK-BAR f. Çok ağlayan. Çok gözyaşı döken.

EŞK-EFŞAN f. Çok ağlayan, gözyaşı döken.

EŞKEL Gözlerinin akı kırmızılı olan adam. * Beyaz koyun.

EŞKELE Hâcet.

EŞKİYA Şakiler. Yol kesenler. Asiler. Allah'a veya kanunlara isyan edip kötülük yapanlar. Haydutlar, anarşistler, âsiler. Hak ve kanunlara baş kaldıranlar, Allahın emirlerine karşı gelenler.

EŞKİL Yaban soğanı.

EŞK-RÎZ f. Gözyaşı döken, ağlayan.

EŞKU (şekâ. dan) şikâyet ediyorum (mealindedir).

EŞKU(B) f. Tavan. * Tabaka, kat, derece, mertebe.

EŞK-VER f. Ağlayan, gözyaşı döken.

EŞMAT Saç ve sakallarına kır düşmüş olan.

EŞME Kumsal yerde kaynayan pınar.

EŞMEL Daha şâmil. Çok şeyleri içine alan. Daha çok kaplamış.

EŞNA f. Yüzücü, yüzgeç. * Kıymeti büyük olan mücevher.

EŞNA' Daha şeni. Çok çirkin ve fena.

EŞNE Ağaç yosunu.

EŞNEB Dişleri inci gibi beyaz olan adam.

EŞRAF (şerif. C.) Şerefliler. İleri gelen büyükler.

EŞRAF-I BELDE Memleketin ileri gelenleri.

EŞRAK Ortaklar. şerikler.

EŞRAR Tahribçiler. Kötülük edenler. * Kötü şeyler. şerliler.

EŞRAT Nişanlar. Alâmetler. şartlar.

EŞRAT-I SAAT Kıyâmet alâmetleri. (Bak: Kıyâmet).

EŞREF En şerefli. Daha şerefli. En iyi, en güzel.

EŞREF-İ MAHLUKAT Mahlukatın en eşrefi, yaradılmışların en şereflisi. İnsan.

EŞREF-İ SAAT Saatlerin şereflisi. Uğurlu ve işlerin rast gittiği, dua ve dileklerin kabul edildiği an.

EŞREM Burnu yirik. * Üst dudağı yarık olan.

EŞREŞ Muhalefet eden, karşı gelen.

EŞRİA (Şirâ. C.) Yelkenler.

EŞRİBE (Şerâb. dan) İçilecek şeyler, şerablar.

EŞTAT (Şetit. C.) Takımlar, fırkalar, bölümler. Esnaf, sınıflar. Çeşitler, cinsler, neviler.

EŞTAT-I ULUM İlimlerin nevi'leri, çeşitleri.

EŞTER Yırtlak gözlü.

EŞÜDD Büluğa gelmek mertebesi.

EŞVAK Dikenler. (Nebat) * Tıb: Kemiklerin uzaması.

EŞVAK (şevk. C.) şiddetli arzular, istekler, neşveler.

EŞVAT (Şavt. C.) Sıçrayışlar, zıplamalar, koşmalar, koşuşmalar. * Kâbe-i Muazzama'yı yedi defa tavaf etme, etrafını dolaşma.

EŞVE Gözü değen kişi.

EŞVEŞ Göz ucuyla bakan kişi. * Yüksek bina.

EŞYA (Şey. C.) (Bu kelime, Türkçede müfret gibi kullanılır.) Ev döşemeye mahsus halı, dolap v.s. * Elbise, yatak, çamaşır gibi malzemeler. * Yük, yük eşyası.

EŞYÂ' (Şia. C.) Bölükler, bölümler, kısımlar, neviler, fırkalar, tabakalar, cinsler, çeşitler. Cemaatler, cemiyetler, topluluklar. * Yardımcılar.

EŞYAH (Şeyh. C.) Şeyhler, ihtiyarlar, yaşlılar, pir-i fâniler.

EŞYEB (Şeyb. den) Saçı sakalı ağarmış, yaşlanmış olan kişi. İhtiyar.

EŞYEM Yüzünde ve vücudunda çok beni olan adam.

ETA Kavak ağacı.

ETAJER Fr. Kapaksız ve rafları olan taşınabilir dolap.

ETAN f. Dişi eşek. * Bir kısmı havada, bir kısmı suyun içinde kalan kaya; yosunlu taş. * Kuyu kenarında üstüne oturup su içmeye mahsus taş.

ETAVE Gelmiş, geçmiş, gelen, misafir, garib, gariban, kimsesiz, biçare.

ETBA' Tâbi olanlar, bağlı olanlar, emri altında bulunanlar. (Cenâb-ı Hakka ve Resul-ü Ekreme (A.S.M.) tâbi ve muti olan veli bir üstâdın ve bir mürşid-i ekmelin gösterdiği Hak ve hakikat, iman ve Kur'ân yolunda gidenler, ona tâbi' olanlar.)

ETBAK (Tabak ve Tabaka. C.) Yemek tepsileri, sofraları. Büyük sahanlar. * Tabakalar, dereceler, mertebeler, katlar. * Kabileler, kavimler, aşiretler.

ETELAN Adım birbirine yakın olmak.

ETEMM Tam, en mükemmel, hiç noksansız.

ETENAN Adım birbirine yakın olmak.

ETENE Hayvanlarda ana ile cenin arasındaki kan alış-verişini temin eden organ. * Bitkilerde yumurtacıkların yumurtalığa yapışık bulundukları doku.

ETEYEMMENÜ (Teyemmün. den) Ben kendimi teyemmün ediyorum (meâlindedir). (Bak: Teyemmün)

ETFAL (Tıfl. C.) Çocuklar, tıfıllar.

ETFAL-İ BAĞ Yeni yetişen körpe hâlindeki fidanlar.

ETFAL-İ MEKÂTİB Mekteb çocukları, okul talebeleri.

ETFALİYET Çocukluklar. Çocukluk halleri.

ETHAL Kâbe-i Şerif yakınında bir dağın adı. * Bulanık su veya şerbet.

ETİ Bir kişinin bir yere su iletmek için yaptığı ark. * Sel.

ETİBBA Tabibler, tıb ilmini bilenler, doktorlar.

ETİBBA-İ HASSA Saray hekimleri, saray doktorları.

ETİKET Fr. Bir şeyin cinsini, miktarını veya fiyatını belli etmek için üzerine konan küçük yafta. * Teşrifat, görgü.

ET'İME (Taam. dan) Yemekler, taamlar, yenecek şeyler.

ET'İME-İ LEZİZE Lezzetli yemekler.

ETİME (C.: Etâyim) Ateş yakacak yer.

ETİR Günah.

ETKA (Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.

ETKIYA (Taki. C.) Çok takvâ sâhibi olanlar. Takiler. Takvâda çok ileri giden mes'ud kimseler.

ETLA' Uzun boylu.

ETLAD Evde doğan câriyeler. * Eski mal. * Damızlık denilen doğurucu hayvan.

ETMESEH Karanlık, sessiz gece.

ETNAB (Tınb. C.) Çadır ipleri. * Ağacın kök damarları. * Vücudun sinirleri.

ETNİK yun. Bir kavim, bir ırkla ilgili olan. İslâmiyet, kavmiyeti ve ırkçılığı reddeder. Etnik bölücülüğe karşı en kuvvetli siper, İslâm şuuru ve kardeşliğidir.

ETNOGRAFYA (Etnografi) yun. Kavmiyyat. Kavimlerin, milletlerin gelişmesini, terakkisini ve has vasıflarını inceleyen, onların kültürlerinden bahseden ilim kolu.

ETNOLOJİ yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapılmıştır. Bugün siyasî ideolojiler yayılmak amacı ile, etnik, kavmî hususiyetler ve zaaflardan istifade ederler.

ETRA Dere gibi akan su.

ETRAB (Tırb. C.) Hep bir yaşıt olanlar, akranlar.

ETRAD Kaşları kılsız olan kimse.

ETRAF (Taraf. C.) Taraflar, yanlar, canibler, yönler, uçlar, kıyılar.

ETRAF-I ERBAA Dört taraf. (Sağ, sol, ön, arka.)

ETRAF (Türfe. C.) Nazik ve zarif şeyler. * Lezzetli taamlar, güzel yemekler.

ETRAH (Terah. C.) Tasalar, kederler, elemler, gamlar, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.

ETRAK (Türk. C.) Türkler.

ETRAS (Türs. C.) Türsler, harpde kullanılan kalkanlar.

ETRİBE (Turab. C.) Topraklar.

ETRİKA (Tarik. C.) Tarikler, yollar, caddeler. * Sebepler, vesileler, vasıtalar. * Maişeti te'min etmek için tutulan meslekler, geçinmek için yapılan işler.

ETT Galip olmak.

ET-TAHİYYATÜ Bütün mahlukatın hayatları, kal ve hâl dilleri ile Hâlıkları olan Allah'a (C.C.) karşı yaptıkları hamdler, şükürler, mânevi hayat hediyeleri. (Bak: Tahiyye)

ETTAR Kasnakçı.

ET-TEVVAB Tevbeleri kabul edici olan Allah. Kendine tevbe ve rücu' eden kulları çok. Tevbeyi kabulde çok beliğdir. Tevbe edeni hiç günah yapmamış gibi afv u rahmeti ile bahtiyar eder.

ETTUN (C.: Etâtin) Hamam külhanı.

ETUM Su kaplumbağası.

ETÜD Fr. İnceleme, tetkik etmek. * Musikide didaktik maksatla bestelenmiş eser.

ETVAK (Tavk. C.) Kadın gerdanlıkları. * Hindistan cevizinin sütü.

ETVAR (Tavır. C.) Tavırlar, haller, davranışlar.

ETVAR-I NÂ-LÂYIKA Uygunsuz ve münasebetsiz hareketler.

ETVAS (Tâus. C.) Tavus kuşları.

ETYAB (Bak: Atyeb)

EV Şek, tahayyür, ibham, istisnâ, şart, teb'iz için kullanılan harf-i atıf. "yahut, veya, meğer ki, bel, belki ister" gibi kelimelerle türkçeye terceme edilebilir.

EVABİD (Abide. C.) Abideler. (Bak: Abide)

EV'AC Geniş, vâsi.

EVAGİ (Agıye. C.) Bahçe, tarla ve bostanları sulamak için açılan arklar, su akıtılacak yerler.

EVAHİR Ahirler, ayın son günleri, sonlar.

EVAHİR-İ RAMAZAN Ramazan ayının sonları, son günleri.

EVAİL Başlangıçlar, önler, evveller, eskiler.

EVALİ Çok iyi ve münâsib olanlar. Evlâlar.

E'VAM (Bak: A'vam)

EVAM f. Ödünç, borç. * Renk, levn.

EVAMİR Emirler, emredilenler, vazifeler. (Bak: Emr)

EVAMİR-İ TEKVİNİYE Tekvine âit emirler.(Fıtrat yalan söylemez. Bir çekirdekteki meyelân-ı nümuv der: "Ben sünbülleneceğim, meyve vereceğim", doğru söyler. Yumurtada bir meyelân-ı hayat var. Der: "Piliç olacağım", Biiznillâh olur, doğru söyler. Bir avuç su, meyelân-ı incimad ile der: "Fazla yer tutacağım", metin demir onu yalan çıkaramaz, sözünün doğruluğu demiri parçalar. Şu meyelânlar iradeden gelen evâmir-i tekviniyenin tecellileridir, cilveleridir. M.) (Bak: Emr-i tekvinî)

EVAN (Bak: Avân)

EVANİ Kapkacaklar, kaplar.

EVAR(E) f. Hükümet dairelerine ait defterler, resmî defterler. * İmaret.

EVARİN f. Güzel olmayan, çirkin.

EVASIT (Evsât. C.) Vasatlar, orta hal ve vaziyetler.

EVAVİN (İyvan. C.) Büyük salonlar, sofalar, holler. Kasırlar, köşkler.

EVB Dönülmesi lâzım gelen yere dönmek. * Kasd. İstikamet.

EVBAR f. Yutma, yutuş.

EVBAŞ Mahalle çapkını. Şahısların rezilleri. * Muhtelif yerlerden gelmiş, toplanmış bir cemaat, bir bölük.

EVBAŞAN (Evbaş. C.) Aşağılık kimseler, âdi kişiler, alçak ve rezil insanlar. Ayak takımları.

EVBE Rucu etmek. Geri çekilmek, dönmek.

EVC Bir şeyin en yüksek derecesi, en yüksek noktası. Zirve. * Koz: Seyyare mahreklerinin merkezden en uzak noktaları.

EVC-İ BÂLÂ En yüksek nokta.

EVC-İ RİF'AT Yüksekliğin son noktası, zirvesi, tepesi.

EVCA' (Veca. C.) Ağrılar. Acılar. Sızılar.

EVCA-İ BATN Karın ağrıları.

EVCA-İ ŞEDİDE Şiddetli ağrılar.

EVCAR İçinde gizlenmek için avcılar tarafından yapılan siperler, çukurlar.

EVCEB Çok vacib. Çok gerekli. Çok lüzumlu.

EVCEB-İ VECÂİB Lüzumluların en lüzumlusu, en çok lüzumlu olan şey.

EVCEDETHU-L ESBAB (İcad. dan) "Onu sebepler icadediyor. Sebepler bu şeyi icadediyor." mânasında dinsizliği ima eden bir söz.

EVCEH En vecihli, çok uygun, en münâsebetli.

EVCEH-İ AKVÂL Sözlerin en uygunu, kavillerin en münasebetlisi.

EVCEL Çok korkak adam. Cesaretsiz kişi.

EVCER Çok çekingen, utangaç kimse.

EVC-GİR f. Yükselen, yükseğe çıkan.

EVC-PERVAZ f. Yüksekte uçan.

EVCÜMEND f. Top, küme, yığın, toplanma. * Toplu, idareli, evini muntazam tutan. Hanesini iyi ve tertipli bir hâlde bulunduran.

EVDA Yaban faresi. * Kursağının tüyleri beyaz olan güvercin. (Bak: Kası'a)

EVDA Ednâ.

EVDAD (Vedid. C.) Sevgililer, sevilenler.

EVDİYE (Vâdi. C.) Vâdiler. Dereler.

EVED Kuvvet. Ağır yük götürmek. * Eğrilik.

EVEND f. Kap. Kabkacak.

EVFA Çok vefalı. Çok sadakatli. Ahdine vefası kuvvetli. * En çok. Pek tamam. * Tam yetişmek.

EVFAD Çeşitli fırkalar.

EVFAK Daha muvafık. En uygun. En muvafık.

EVFER (Vâfir. den) Çok. Bol.

EVGAD (Vagd. C.) Ahmaklar, eblehler, salaklar, bönler, akılsızlar.

EVGENC f. Nedâmet, pişmanlık, pişman olma hâli.

EVHAD Vahid. Tek.

EVHAL (Vahal. C.) Sıvalar, balçıklar, çamurlar. * Mekânlar, hâneler, evler, durulacak veya oturulacak yerler.

EVHAM Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.

EVHAMIN MÜDAFAASI Vehimlerin def'edilmesi, kuruntuların kovulması.

EVHAM-SÂZ f. Evham veren.

EVHAŞ Daha vahşi. En vahşi.

EVHAŞ Nefret veren şey.

EVHEN En gevşek, çok zayıf, pek dayanıksız, kuvvetsiz tâkatı kalmamış.

EVİDDA Ahbablar. Hâlis ve sâdık dostlar.

EVİL Siyaset.

EVİND f. Hud'a, hile, aldatma, oyun.

EVİY Yerleşme. Yerine gelme. Koruma.

EV'İYE (Viâ. C.) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler. * Damarlar.

EV'İYE-İ ŞA'RİYYE Tıb: Siyah ve kırmızı kan damarları arasındaki gayetle ince olan damarlar.

EV'İYE-İ VERİDİYYE Tıb: Siyah kan damarları.

EVK (C: Evâk) Ağırlık, yük. * İçinde su biriken çukur yer.

EVKAF (Vakıf. C.) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar. (Bak: Vakıf)Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen batı tarihçileri vakıf kuruluşlarına hayran kalmışlar ve kendi ülkelerinde bunun örneklerini kurmaya başlamışlardır. Amerika'da kurulmuş önemli vakıflar hâlen vardır. Vakıf müessesesini komünizme karşı çok mühim bir set olarak görmektedirler. Atalarımızın bu hayır kuruluşlarının bugün memleketimizde takdir edilmesi ve ihmâl edilmemesi gereklidir.

EVKAF-I HÜMAYUN Tar: Padişahların ve onlara mensub olan kişilerin bıraktıkları vakıflar.

EVKAF-I MAZBUTE İdaresi Evkaf Nezareti'ne ait olan vakıflar.

EVKAR (Vekr. ve Vekre. C.) Kuş yuvaları.

EVKAS Boynu kısa olan.

EVKAŞ Ayak takımı. Terbiyesiz, ahlaksız, adi ve alçak kimse.

EVKAT (Vakit. C.) Vakitler.

EVKAT-I HAMSE Beş vakit. Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının kılındığı vakitler.

EVKAT-I MUAYYENE Belli vakitler, belli zamanlar.

EVKAT-I SALÂT Namaz vakitleri.

EVKED Pek te'kitli, çok kuvvetli, en kavi.

EV-KEMA KAL Söylediği gibi. Söylendiği gibi. * Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.

EVKES Pinti ve soysuz kişi.

EVL (Bak: Te'vil)

EVLA Daha iyi, birincisi, başta gelmesi lâzım geleni.

EVLÂD (Veled. C.) Veledler. Çocuklar.

EVLÂD-I VATAN Vatan çocukları.

EVLÂD-I ZÜKUR Erkek çocuklar.

EVLADİYET Evlâda mahsus, evladlık, bünüvvet.

EVLADİYYE Evlatlık, evlada mahsus. * Mc: Çok sağlam ve dayanıklı ev veya eşya.

EVLAD Ü IYAL Çoluk çocuk. Evlâdlar ve karısı.

EVLAK Delilik, cünun.

EVLEVİYET Daha öncelik. Başta gelir olmak. Daha beğenilir. Daha münâsip olmak.

EVLİYA (Veli. C.) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar. (Bak: Veli)

EVLİYA-İ İZÂM Büyük evliya.

EVLİYA-İ UMUR İş başında bulunanlar, işleri idâreye vazifeli olanlar.(Ey evliya-i umur! Tevfik isterseniz, kavânin-i Âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile cevab-ı red alacaksınız. Zira, mâruf umum Enbiyanın memâlik-i İslâmiye ve Osmaniyeden zuhuru, Kader-i İlâhinin bir işaret ve remzidir ki; bu memleket insanlarının makine-i tekemmülâtının buharı diyanettir. Ve bu Asya ve Afrika tarlasının ve Rumeli bostanının çiçekleri, ziya-yı İslâmiyet ile neşv ü nema bulacaktır. H.)

EVLİYA ÇELEBİ Kütahya'lı olup, Mi: 25 Mart 1611'de doğmuştur. Meşhur eseri; Seyahatnâme'sidir.

EVN Yab yab yürümek. * Vakarlı, sessiz ve ciddi olmak. * Heybenin bir gözü. * Denk.

EVRA f. Hisar, kal'a, kale.

EVRAD Virdler. (Bak: Vird)

EVRAK (Vakar C.) Sahifeler. Yapraklar.

EVRAK-I HAVÂDİS Cerideler, gazeteler.

EVRAK-I NAKDİYYE Kağıt paralar.

EVRAK (C: Vuruk) Sivri ve uzun dişli. * Yüzü renkli güvercin. * Siyahı beyazına galip olan at ve deve. (Müe: Vürka)

EVRAM (Verem. C.) Veremler, vücudda hasıl olan yumrular, şişler.

EVRAN Biçme, ölçü, mikyas, tahmin, keşif, biçim, endam, tenasüb.

EVRE f. Elbisenin dış yüzü.

EVRE Ahmak kimse.

EVREK f. Çocukların ağaca ip takmak suretiyle yaptıkları salıncak.

EVRENCEN f. Kadın bileziği.

EVREND f. Hile, aldatma, hud'a, oyun. * Nam, şan, şeref. * Serir, erike, taht.

EVRENG f. Taht, evrend. * Şan, şeref, nâm. * Zinet, süs. * Akıl, irfan. * Ağaç kurdu. * Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. * Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. * Yakışıklılık.

EVRENG-NİŞİN f. Tahtta oturan, hükümdar.

EVRENG-ZİB f. Tahtı süsleyen. Hükümdar, padişah.

EVRİDE (Verid. C.) Vücudun her tarafından kalbe kanın gitmesini temin eden damarlar. Siyah kan damarları.(Sâni-i Hakîm, beden-i insanı, gayet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelânına medardırlar. Kan ise; içinde iki kısım küreyvât halkedilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamrâ tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor. Ve bir kanun-i İlahî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor. (Tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzâdırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriyye ile, sür'atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın hey'et-i mecmuası ise: İki vazife-i umumiyyesi var. Biri: Bedendeki hüceyratın tahribatını tâmir etmek. Diğeri; hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin namında iki kısım damarlar var ki: Biri sâfi kanı getirir; dağıtır, sâfi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı, "Ree" denilen nefesin geldiği yere getirirler.Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül-humuza. Müvellid-ül-humuza ise: Nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker, ikisi imtizaç eder. Buhari hâmız-ı karbon denilen (Semli havaî) bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyyeyi te'min eder, hem kanı tasfiye eder. Çünki: Sâni-i Hakîm fenn-i kimyada aşk-ı kimyevi tâbir edilen bir münasebet-i şedideyi, müvellid-ül-humuza ile karbona vermiş ki: O iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile, o iki unsur imtizaç ederler. Fennen sabittir ki: İmtizaçtan hararet hâsıl olur. Çünki imtizaç, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun, herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizaç vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi, bunun zerresiyle imtizaç eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallâk kalır. Çünki imtizaçtan evvel iki hareket idi. Şimdi iki zerre, bir oldu. Her iki zerre, bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîm'in bir kanunu ile hararete inkılâb eder. Zaten "hareket, harareti tevlid eder" bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen beden-i insanîdeki hararet-i gariziyye, bu imtizac-ı kimyeviyye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi sâfi olur. İşte nefes dahile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor. Hem nâr-ı hayatı işal ediyor. Çıktığı vakit, ağızda, mucizat-ı kudret-i İlâhiyye olan kelime meyvelerini veriyor. $ S.)

EVS Bahşiş vermek. * Kurt.

EVSA' Daha geniş. Çok vasi'.

EVSÂF (Vasf. C.) Vasıflar, sıfatlar.

EVSÂF-I CEMİLE Güzel vasıflar. İyi hasletler.

EVSÂF-I NİSBİYE f. Ölçü ve kıyasa göre olan vasıflar. (Sıcaklık, soğuklukla bilindiği, karanlık derecesi aydınlıkla görüldüğü gibi.)

EVSAH (Vesah. C.) Pislikler, murdarlıklar, kirler.

EVSAK En çok inanılan, ziyade sağlam. Daha çok vüsuk sahibi.

EVSAL (Vasl. C.) Vücuttaki mafsallar, oynaklar.

EVSAM (Vasm. C.) Arlar, hayâlar, utanmalar.

EVSAN (Vesen. C.) Putlar. Sanemler.

EVSAT Ortada olmak. * Vasatta olan. Orta. Orta hâlli.

EVSÂT (Vasat. C.) Ortalar. Vasatlar.

EVSÂT-I MUFASSAL Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.

EVŞAB Aşağılık kimse, âdi ve rezil kişi. Ayak takımı.

EVŞAL (Veşl. C.) Damla damla akan su. * Birbiri ardınca katar gibi peşpeşe gelen kimseler.

EVŞAZ Yardımcılar, tarafdarlar. Aşağılık ve ayak takımı olan kişiler. * Vücuttaki mafsallar, oynak yerler.

EVŞEN Yaltakçı, dalkavuk.

EVŞENG f. Sicim. İnce ip.

EVTAD (Veted. C.) Direkler. Kazıklar. * Ricâlullahtan birine verilen isim.

EVTAD-ÜL ARZ Tepeler. Dağlar. Arzın direkleri.

EVTAF Kirpikleri uzun ve kaşı kıllı olan kimse.

EVTAN (Vatan. C.) Vatanlar, insanın doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, hatta uğrunda can verilen topraklar.

EVTAR (Vatar. C.) İhtiyaçlar.

EVTAR-I ÂCİLE Acil ihtiyaçlar.

EVTAR (Veter. C.) Tek, eşi olmayan (harf). * Saz telleri. Yay.

EVTAS Arap Yarımadasında, Hevâzın ilinde bir derenin ismi olup, Peygamberimizin (A.S.M.) Huneyn Vak'ası bu vâdide vuku bulmuştur.

EVVAB (Evb. den) Rücu' eden. Geri dönen. * Günahlardan tevbe edip hakkı kabul eden.

EVVABÎN Tevbe edip günahlardan dönenler.

EVVAH Kusurunu bilerek, ah, vâh ederek yalvarmak. * Çok âh edip duâ eden. * Merhametli. Sağlam imanlı. Yakin ilim sahibi. Dinde çok âlim olan. Hz. İbrahim Aleyhisselâmın bir vasfı.

EVVEL İlk. İbtida.

EVVEL-ÜL-EVÂİL Evvellerin evveli. * Hâdiselerin başlangıcı.

EVVELA İlkönce, birinci olarak, herşeyden önce.

EVVEL-BAHAR Nevbahar. İlkbahar.

EVVEL-BE-EVVEL Herşeyden önce, ilk, evvelâ.

EVVEL-EMİRDE İşin başlangıcında, herşeyden önce.

EVVELEN Evvelâ, birinci, ilk olarak.

EVVELÎN Evvelkiler, ilkler.

EVVELÎN Ü ÂHİRÎN İlkler ve sonlar. Evvelkiler ve sonrakiler.

EVVELİYAT Başlangıçlar. Mukaddemat. İlk öndekiler. İbtidaki cihetler. * Her akıllının tereddütsüz tasdik ve kabul edeceği hususlar. * Man: Mücerred mevzu ve mahmulleri arasındaki nisbet tasavvur edilince aklın kat'iyyetle teslim ve tasdik ettiği kaziyeler.

EVVELİYET Evvel oluş. (Bak: Mecaz)

EVY Bir nesne yerine gelmek.

EVZA' (Vaz'. C.) Haller. Durumlar.

EVZA-I GARİBE Garip haller.

EVZAH Daha açık. Pek âşikâr. En vâzıh.

EVZAK İçinde su veya başka birşey biriken çukur yer.

EVZAN (Vezin. C.) Vezinler. Tartılar.

EVZAN-I ARUZİYYE Edb: Aruz vezinleri.

EVZAR (Vizr. C.) Ağırlıklar. Yükler. * Mc: Günahlar. * (Vezer. C.) Kal'alar, kaleler, hisarlar, sığınılacak yerler. * Üstünlükler, galebeler. * Dağlar.

EVZAYİŞ f. Çoğalış, artış.

EY (Arabçada) "Bak, dinle, dikkat et, yahut, demektir ki" mânalarına gelir. Bir ibareyi tefsir için kulanılır. Türkçede: Yakın nidâ içindir.

EYA f. Acaba mânasına nidâdır. "Hey, ey" gibi çağırma, nidâ, seslenme edatı olarak da kullanılır.

EYADİ (Eydi) (Yed. C.) Eller. * Mc: Sebepler. Nimetler.

EYADİ-İ KESİRE Çok eller. Çok sebebler.

EYALAT (Eyâlet. C.) Valilerin idareleri altında olan memleketler, vilâyetler.

EYALET (C: Eyâlât) Vilâyet. Bir vâlinin idaresinde olan memleket, şehir.

EYAMA (Eyyim. C.) Bekârlar, evli olmayanlar.

EYAMİN (Eymen. C.) Pek hayırlı, uğurlu olanlar. En yümünlü.

EYAZİ f. Kadınların yüzlerine örttükleri peçe, örtü.

EYBE Rücu' etmek. * Gurub etmek, batmak.

EYD Kuvvet.

EYD Rücu' etmek. * Avdet etmek.

EYDA' Za'feran.

EYDİ (Yed. C.) Eller. * Mc: Kuvvetler. (Daha çok Eyâdi şeklinde kullanılır.)

EYDİYE (Yed. C.) Nimet. * Eller.

EYHEM Sağır. * Bahadır.

EYHEMAN Ateş ve sel.

EYHUKAN Maydanoz otu.

EYİD Kuvvetli, şiddetli kimse.

EYİR Sıcak yel.

EYKE Sık ve birbirine karışmış ağaç. * Yumuşak. * Ağaç bitiren bataklık. (Bak: Ashab-ı Eyke)

EYKER İlâç yapılan bir ot.

EYM (C: Üyum) Yılan.

EYMAN (Eymün) (Yemin. C.) Andlar. Yeminler. Kasemler. * Fık: Zevcesi ölmüş er. * Sağ taraflar. Sağlar.

EYMAN-I SÂDIKA Doğru yeminler.

EYMEN En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf.

EYMEN VÂDİSİ Musa'nın (A.S.) tecelliye mazhar olduğu Tûr Dağı'ndaki vadi.

EYNE Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır). * Zaman. An. * Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)

EYNEL MEFER (Eyn-el mefer) Nereye gidilebilir? Nereye kaçılabilir? Kaçacak yer var mı?


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin