Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə47/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   181

FENN-İ BEYAN (Bak: İlm-i beyan)

FENN-İ HİKMET Felsefe bilgisi. (Bak: Hikmet)

FENN-İ HİKMET-ÜL EŞYA Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.

FENN-İ İÂŞE İnsanlar ve hayvanların besleniş ve yaşayışları hakkında bilgi veren ilim dalı.

FENN-İ İNŞA Yazı yazma san'atı. (Bak: İnşa)

FENN-İ KIRAAT Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı. (Bak: Kıraat)

FENN-İ KİMYA Kimya ilmi.

FENN-İ KİTABET Çeşitli yazı usûl ve şekillerini öğreten ilim.

FENN-İ MEÂNÎ Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.

FENN-İ MAKİNA Çeşitli makineler ve onların kısımlarının işleyişleri hakkında bilgi veren ilimler. Mihanikiyet.

FENN-İ MENAFİ-ÜL A'ZA Bedendeki âzâların, uzuvların faydalarını anlatan ilim. (Bak: Anatomi)

FENN-İ MÜNAZARA İleri sürülen delilleri ve fikirleri tetkik ederek fikirlerin münasebet ve adem-i münasebetini göstererek cevap vermek san'atı.

FENN-İ SARF Gramer. Sarf bilgisi. (Bak: Sarf)

FENN-İ TABAKAT-ÜL ARZ Jeoloji ilmi.

FENN-İ TEŞRİH tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)

FENN-İ TIB Tabiblik, doktorluk. Maddi hastalıklara ilâç ve şifa bulmağa çalışan ilim.

FENN-İ ZİRÂAT Ekin ekme ve içme hususunda olan bilgi ve tecrübeye dayanan bu husustaki ilim kolu.

FENNEN Fence, fenne uygun olarak, fen vâsıtası ile.

FENNİYAT Teknik bilgiler. (Teknoloji)

FER f. Işık, parlaklık, zinet, süs. * Fazl ve vakar. * İktidar; şevket, kuvvet.

FER-İ DEVLET Devletin kuvveti, devletin nüfuzu.

FER' Şube, kol. İkinci derecede olan. Dal budak. * Bir aslın neticesi. * Bir cemaatın şerefli ve daha meşhuru. * Kazancı olan mukayyed mal. Hâzır ve muhâfaza altında olan. * Yükseğe çıkmak ve iki nizalı olanın arasına girip ıslah etmek. * Asıl mes'eleden kollara ayrılmış olan mesele. (L.R.) * İki okçu tarafından atılan oklardan, bir fazla ok isabet ettirilmesi yerinde kullanılır bir tabirdir. Ok atanlar, bazı defa iki kişi değil, herbiri birkaçar kişiden terekküb etmek üzere iki taraf olduğu surette, taraflardan birinin fazla isabet ettirmesine de fer' denilirdi. (O.T.D.S.)

FER (Ferr) Geri çekilme, kaçma, firar.

FERA' Devenin ilk doğurduğu yavru. (Cahiliyet zamanında kefere putlarına kurban ederlerdi ve "anasının sütü bereketlenir; çoğalır" derlerdi.)

FER'A (C: Furu') Bit. * Yüksek yer.

FERACE Örtünecek gibi olan ve giyilen bol elbise, cübbe. * Kadınların üzerlerine örttükleri örtü. Bütün vücudu kaplayan geniş örtü. (Bak: Cilbâb)

FERADÎS (Firdevs. C.) Cennetler, firdevsler. * Bahçeler.

FERAG Vaz geçmek. Hiç bir şeyle meşgul olmayıp dinlenmek. * Boşaltma.

FERAG-I BÂL Gönül rahatı.

FERAG-I KAT'Î Kayıtsız şartsız yapılan ferag.

FERAG Ü İNTİKAL Alım satımda tapu muâmeleleri.

FERAG f. Serin serin esen rüzgâr.

FERAGA(T) Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak.

FERAH Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç.

FERAH f. Bol, geniş, vâsi'. Fazla, ziyade. Açık.

FERAH-AVER f. Sevinç getiren, sevindiren, ferah getiren.

FERAH-BAHŞ f. Sevinç veren, sevindiren. Ferah bağışlayan.

FERAH-DEHEN f. Geveze, boşboğaz. * Geniş ağızlı, ağzı büyük.

FERAH-DEST f. Eli açık, cömert.

FERAHE Zeyreklik. Çok akıllılık. Davarın gayretli olması.

FERAH-EBRU f. Sevimli, güler yüzlü.

FERAH-EFŞAN (Ferah-feşân) f. Sevinç veren, ferah saçan.

FERAH-EFZA (Ferah-fezâ) f. Sevinç artıran, ferah artıran, safalı, iç açıcı.

FERAHEM f. Toplu, devşirli. * Birikme, yığılma, toplanma.

FERAH-ENGİZ f. Meşhur bir cins lâle.

FERAHET f. şan ve şeref.

FERAH-GÂM f. Bahtiyar, mes'ut, mutlu, saadetli.

FERAHÎ f. Genişlik, bolluk. Ucuzluk.

FERAH-NA f. Geniş yer. Büyük saha. * Bolluk, bereket. Genişlik.

FERAH-NAK f. Neş'eli, sevinçli.

FERAH-REV f. Acele acele ve geniş adımlarla yürüyen.

FERAHUR f. Uygun, lâyık, münasib.

FERAİNE (Fir'avn. C.) Fir'avunlar. Mütekebbirler. İmansızlar.

FERÂİZ (Farîze. C.) Allah'ın farz kıldığı ibadetler, yapılması mecburi olan din emirleri. * Şeriatın hükümleriyle mirasçılar arasında mal taksimi bilgisi. İslâmın miras hukuku.

FERÂİZ-İ DİNİYYE Dinin farzları.

FERAK (C: Efrâk) Korku. * Büyük ölçek.

FERAMÎN (Fermân. C.) Buyruklar, fermanlar.

FERAMUŞ f. Unutma, hatırdan çıkarma.

FERANCEMŞEK Reyhan karanfili.

FERASET (Bak: Firâset) Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir)

FERASET Binicilik, süvarilik, yiğitlik.

FERAŞE Pervane denilen kelebek. * Kilit damağı. * Su gittikten sonra yer üstünde kalıp kuruyan balçık. * Az su. * Hafif kimse.

FERAŞET Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe-i şerifeyi süpürenin hizmeti.

FERATIK Şiradan ve pekmezden yapılan pestil.

FERAVVUC Küçük oğlan gömleği.

FERBAL(E) f. Çardak. Etrafı pencerelerle kaplı yazlık köşk.

FERBİH f. Etli, besili, semiz.

FERBİHÎ f. Semizlik, topluluk, etlilik.

FERC Yarık, çatlak. Korkulacak yer. * Ud yeri. Dişi tenasül âleti.

FERC f. Kadir, kıymet, mertebe.

FERCAM f. Son, uç.

FERCAM-GÂH f. Son mekân, âkibet yeri. * Mc: Kabir, mezar.

FERCAR Pergel.

FERCE Gamdan ve tasadan kurtulmak. * Kurtuluş. * Şiddetten kurtulmak. * Yarık, şak. * Girecek yer, medhal. * Açıklık, ferahlık.

FERD Tek, bir, yekta. Eşi, benzeri olmayan. Bîhemta olan.(Kâinatın âlemleri, envâları ve unsurları öyle birbiri içine girift olarak girmiştir ki, kâinatın hey'et-i mecmuasına mâlik olmayan bir sebeb hiçbir nev'ine, hiçbir unsuruna hakiki tasarruf edemez. Adeta İsm-i Ferd'in cilve-i vahdeti, bütün kâinatı bir vahdet içine almış; herşey o vahdeti ilân ediyor. Meselâ: Bu kâinatın lâmbası olan Güneşin bir olması, umum kâinat, birinin olmasına işaret ettiği gibi; zihayatların çevik ve çalak hizmetçileri olan hava unsuru bir olması.. ve aşçıları olan ateş bir olması.. ve zemin bahçesini sulayan bulut süngeri bir olması.. ve umum zihayatın imdadına yetişen yağmur bir olması ve her yere yetişmesi.. ve ekser hayvanat ve nebatat taifelerinin herbiri umum zemin yüzünde serbest yayılmaları, vahdet-i nev'iyeleri ve meskenleri bir bulunması; gayet kat'i bir surette işaretler, şehadetlerdir ki; meskenleri ile beraber umum o mevcudat, bir tek Zatın malı olduğuna delâlet ederler. İşte buna kıyasen, bütün kâinatın böyle birbirine girift olan envâları mecmu kâinatı öyle bir küll hükmüne getirmiştir ki, icad cihetiyle tecezzi kabul etmez. Umum kâinata hükmü geçmiyen bir sebeb, Rububiyet cihetiyle ve icad keyfiyetiyle hiçbir şeye hükmedemez ve bir tek zerreye Rububiyetini dinlettiremez. L.)

FERD-İ ÂFERÎDE Hiç kimse.

FERD-İ FERÎD Benzeri daha hiç gelmemiş. * Hz. Muhammed (A.S.M.) * Asrın en yüksek ve en değerli Zâtı. Asırda bir gelen büyük veli.

FERD-ÜL FERD İkiye bölünemiyen sayı.

FERDA f. Yarın. Bugünden sonraki gün. * Arabçada: Bir olarak. Tek olarak.

FERDÂ-YI KIYÂMET Kıyâmetten sonra.

FERD-A-FERD f. Tek tek, ferd ferd.

FERDANİYET Yalnızlık, teklik. Ferdlik. Yektâlık.

FERDEN-FERDA Tek tek, fert fert.

FERDÎ (Ferdiye) Tek şey, bir tek. * Fertle ilgisi olan.

FERDİYET Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı. (Bak: Tevhid.)Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan doğruya Kur'andan ders alan ve ders veren büyük zâtın makamıdır.

FEREC Sıkıntıdan kurtulmak, zafer, inşirah, kederden kurtulmak. Genişlik, ferahlık, fütuhat. * Girecek yerler.

FEREK Kulağın sarkık ve sülpük olması.

FERENGÎS f. Zühre yıldızı, Venüs gezegeni, çoban yıldızı.

FERES At, kısrak.

FERFAH Semizotu.

FERFAR Geveze, farfara, çalçene.

FERFERE Farfara, akılsızlık, hafif meşreplik. * Patırtıcı, gürültücü, ağzı kalabalık.

FERG Gönden yapılan kovanın dikişi arasında su sızan yer.

FERGAND(E) f. Fena koku, kokmuş. * Sarıldığı ağacı kurutan bir cins sarmaşık.

FERH Civciv. Tavuk veya kuş yavrusu. * Nebatların diplerinde çıkan filiz.

FERHAL f. Karışık ve kıvırcık olmayan uzun saç.

FERHAN (C.: Ferâhî) Ferahlı. Sevinçli. Şâdan. Mesrur.

FERHAŞ f. Kavga, savaş, muharebe, dövüş.

FERHAT Rahatlık. Sevinç. Meserret. Sürur.

FERHENK f. Edeb. İyi terbiye. * Hüner. Hikmet. Azamet. Mârifet. Bilgi. * Lügat kitabı.

FERHEST f. Büyü, sihir, sihirbazlık.

FERHUD Dağ keçisinin dişisi.

FERHUNDE f. Mes'ut, saadetli, mutlu, mübarek. Uğurlu.

FERHUNDEGÎ f. Mes'utluk, mutluluk, mübareklik, kutluluk. Uğurluluk.

FERHUNDE-PÂ(Y) f. Ayağı uğurlu olan.

FERHUNDE-TÂLİ' f. Şanslı talihi yaver. Mes'ut, mutlu, saadetli.

FER'Î (Fer'iyye) Esasa âit olmayan. Kollara ve şu'belere âit ve müteallik.

FERİBOT ing. Araba vapuru.

FERİD(E) Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ. * Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid. * Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok. * Dizilmiş inci. * Bir tane, nefis ve müntehab kıymetli cevher. * Kendi reyi ile hareket eden mağrur kimse.

FERİD-ÜL-ASR Asrın bir tanesi, zamanın eşsizi.

FERİD-İ TE'LİF Edb: Bir cümledeki tertibin mâna çıkmayacak derecede karışık oluşu.

FERÎD f. Katılaşmış şey, donmuş nesne. * Avcı kuş.

FERİDE f. Kendi ihtiyariyle hareket eden, gururlu, kibirli kimse.

FERİG Yorga at.

FERİH Sevinçli, ferahlı. Fahur. Ferhan.

FERİHAN (Fârihan) Sevinçli olarak, iftihar ederek.

FERİH FAHUR Sevinçli olarak, iftihar ederek.

FERÎK Tümen (Fırka) kumandanı. Korgeneral. * İnsan kalabalığı. Büyük insan bölüğü.

FERÎK Buğday tanesinin olgunu, öğütülecek hâle gelmiş buğday tânesi.

FERÎKA Koyun sürüsü. * Böy dedikleri ot.

FERÎKAYN İki mukabil taraf, iki askeri fırka.

FERÎS (C: Fersâ) Ağaç halka, çenber. * Yaralı. Maktul.

FERÎSA (C: Feris-Ferâyis) Boş böğür ile kürek arasındaki et.

FERÎŞ Yakında doğurmuş hayvan.

FERİŞTE (Ferişteh) f. Melek. Günahsız. Masum. Yumuşak huylu.

FERÎZ Takdir edici. * Hükmedici. * Yaşlı, ihtiyar.

FERK El ile bir şeyi ovmak. * Buğz ve adâvet etmek, düşmanlık yapmak.

FERKAA Parmak çıtlatmak.

FERKADAN Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).

FERKADE Sergerde kimse.

FERLA (C: Ferala) Kırba ağzı.

FERMA f. Buyurucu. Emredici. Âmir.

FERMAN f. Emir. Tebliğ.

FERMAN-I İLÂHÎ Allah'ın fermanı.

FERMAN-BER İtaatli ve muti olan. Hakkında emir çıkarılan. Fermanlı.

FERMAN-BERDAR f. Fermana uyan, emre uyan.

FERMAN-DİH f. Hükmü geçen, verdiği emri dinlenen.

FERMAN-FERMA Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm fermâ.

FERMAN-REVA f. Pâdişah, hükümdar. * Emri kabul edilen.

FERMAYİŞ f. Emretmek. Buyurmak.

FERMEND f. şan ü şeref ve mevki sahibi olan kişi.

FERMENE İşlemeli dar ve yuvarlak yanlı yelek. * Eskiden esnaf tabakasına mahsus elbise.

FERMUDE f. Buyruk. Emir. Kumanda.

FERNAS f. Şaşkın, dalgın, gafil. * Şaşkınlık, gaflet, dalgınlık.

FERNEB Fâre.

FERNUD f. Hüccet, delil, bürhan.

FERNUN Kanbel otu.

FERR Kaçmak. Firar etmek. * Davarın yaşını anlamak için dişini görmek.

FERRA Kürkçü kimse.

FERRAŞ Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenler hakkında ıstılah olarak da kullanılır. (O.T.D.S.)"Her ruham-ı fersi bir âyine-i âlemnüma Her gezen ferraşı bir İskender-i kitisitan." (Nef'î)

FERRUC (C: Ferâric) Tavuk pilici.

FERRUH f. Mübarek, kutlu, uğurlu.

FERRUH-FÂL f. Bahtı açık, şanslı, talihli, uğurlu.Ferruhî : f. Mübareklik, uğurluluk, meymenet.

FERRUH-ZÂD f. Mübarek evlât, uğurlu çocuk. * Hayırlı, kutlu, mübarek.

FERS Dağıtmak. Saçmak. * Ciğer parçalamak. * Hurma çekirdeğinin kabuğunu soymak. * Atın pisliği. Fışkı.

FERS Yırtmak. * Parçalamak. * Katletmek, öldürmek. * Boyunlamak.

FERSA f. Mahveden, yoran, aşındıran manasına kelimelere bitişir. Meselâ: Tahammül-fersa $ : Tahammül bırakmayan. Tâkat-fersa $ : Tâkatsız düşüren, tâkat bırakmayan.

FERSAH Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m. * İki şey arasındaki açıklık. * Sükun ve hareket arasındaki vakit. * Zaman. Saat. * Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.

FERSAH FERSAH (Uzaklık için) Çok çok. Çok fazlaca uzak.

FERSAN f. Derisi kürk yapımında kullanılan bir sansar cinsi.

FERSE İnsanın boynunda ve arkasında olan ve gittikçe zaaf verip boynunu ve belini eğip, helâk eden yel.

FERSENDAC f. Ümmet.

FERSENG (Bak: Fersah)

FERSUD(E) f. Eskimiş, yıpranmış. * Eski, yırtık.

FERSUDE-GÎ f. Eskilik, yıpranış, fersudelik.

FERŞ Yer. Yeryüzü. * Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey. * Küçük develer.

FERŞEHA İki ayak arasını açmak.

FERTUT(E) f. Pir, çok ihtiyar. * Bunak, kocamış.

FERTUTE Kadın esirler hakkında kullanılan tâbirlerdendir. Esir edilen kadınlar hakkındaki diğer tâbirler şunlardır: Mâriye, ümmülveled, acuze, duhter, yekdest, yekçeşm, mâyube. (O.T.D.S.)

FERTUTÎ f. İhtiyarlık, pirlik, bunamışlık, bunaklık.

FERUKA Böğürün yağı. * Korkak kişi.

FERVE (C: Füre'-Firâ) Baş derisi. * Bir parça toplanmış kuru ot. * Servet, zenginlik. * Kürk.

FERVE f. Bazı hayvanların makbul olan derileri. Kürk.

FERY İyi iş işlemek. * Meşin dikmek. * Yaramaz iş. Bir nesneyi ıslah için kesmek.

FERYAD f. Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan.

FERYAD-I ANDELİB Bülbülün feryâdı, ötmesi. * Yirmiiki martta olan bir fırtına.

FERYAD-BAHŞA f. Feryâd ettiren, bağırttıran.

FERYAD-HAN f. Yardım isteyen.

FERYAD-RES f. Feryâd edenin imdâdına koşan, yardımına gelen.

FERZ Çukur yer. * Düz yer. * Ayırmak.

FERZA' Pamuk çekirdeği.

FERZAH Akrep isimlerinden bir isim.

FERZAN İlim ve hikmet.

FERZANE f. Bilgili kimse. Hakîm, feylesof. * Tas: Nefsanî alâkalardan sıyrılmış kimse.

FERZANE-GÎ f. Üstünlük, rüçhaniyet. * Bilgi.

FERZEND (C.: Ferzendân) f. Yavru. Çocuk. Veled.

FERZENDÂNE Evlâd gibi. Evlâda yakışır surette.

FE'S İki yüzlü balta. * Balta ile vurmak.

FESA Eskimek. * Vurmak.

FESA Bıçak.

FESAD Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek. (Zıddı: Salâh'tır.)( $ Evet fıskla bozulan bir adam, bataklığa düşüp çıkamayan bir şahıs gibi çokların da o bataklığa düşmelerini istiyor ki, maruz kaldığı o dehşetli hâlet, bir parça hafif olsun. Çünkü musibet umumi olursa, hafif olur. Ve keza, bir şahsın kalbinde bir ihtilal, bir fenalık hissi uyanırsa; yüksek hissiyatı, kemalâtı sukut etmeye başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs; bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur. İşte o vakit, o şahıs, tam mânasiyle arzda yırtıcı bir hayvan, ihtilali çıkarıp büyüten bir belâ, fesadı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir. İ.İ.)

FESAD-I AHLÂK Ahlâk bozukluğu.

FESAD-I DİMAĞ Akıl bozukluğu, delilik.

FESAD-I Mİ'DE Mide fesadı, mide bozukluğu.

FESAD-I TE'LİF Edb: Bir cümlede yapılan tertibin mâna çıkmayacak derecede bozuk ve karışık oluşu.

FESAD-AMİZ f. Oyunbozanlık eden, fesat karıştıran.

FESADAT (Fesad. C.) Bozukluklar. Kötülükler. Karışıklıklar.

FESAD-ENGİZ Fesad koparan. Fesad çıkaran. Karışıklık çıkaran.

FESAFİS Kesmez kılıç.

FESAHAT (Bak: Fasahat)

FESAKÎ (Fıskıyye. C.) Fıskiyeler. * Çocukların oynadıkları su püskürten oyuncaklar.

FESALE (Füsule) Alçak ve asılsız olmak.

FESANE f. Asılsız hikâye. Masal. (Bak: Efsane)

FESAR f. Yular.

FESC Her nesnenin boşu.

FESDA' (Bak: Sada')

FES'E Sâkin olmak, sâkin etmek.

FESEKA (Fâsık. C.) Fâsıklar. (Bak: Fâsık)

FESH Bozmak. Hükümsüz bırakmak. Kaldırmak. * Zayıf olmak. * Bilmemek. Cehil. * Re'y ve tedbiri ifsad eylemek. * Zaif-ül akıl. Zaif-ül beden. * Tembellik yüzünden gayesine erişemeyen. * Unutmak. * Tıb: Beden âzalarının mafsallarını yerinden çıkarıp ayırmak.

FESH-İ MUKAVELE Mukavelenin bozulması, anlaşmanın feshedilmesi.

FESH Genişletmek.

FESÎH (Füshat. den) Açık, geniş.

FESİL (C: Efsâl-Fisâl) Adi, yaramaz kimse. * Bağ çubukları dikmek.

FESÎL (C: Füslân) Hurma ağaçlarının küçüğü. * Her nesnenin kemi ve yaramazı.

FESÎT Tırnak kesintisi, tırnak parçası.

FESK Yola gitmek. * Kan döküp adam öldürmek.

FESR Beyan etmek, açıklamak. * Tabibin suya bakması.

FESS Kıtlık günlerinde tohumundan ekmek yapılan bir ot.

FESTAT (Bak: Fustât)

FESTEMİ' (Fe-istemi') Dinle, işit (anlamında bir kelimedir.) (Fe) ile (İstemi') emr-i hazırından ibarettir.

FESTİVAL Fr. Çeşitli sebeplerle yapılan ve birkaç gün süren şenlik.

FE-SÜBHANALLAH Allah (C.C.) ne güzel yaratmış; Allah Sübhândır, bütün noksanlıklardan münezzehtir; Her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifâde için söylenir.) (Bak: Sübhân)

FESV (Fesüvv) Yellenmek.

FEŞ' Böğürtlen ağacına benzer bir ağaç.

FEŞAFEŞ f. Hışıltı. * Atılan okun, havada giderken çıkardığı ses.

FEŞAK Sürur, neşe, sevinç, neşat.

FEŞAN f. Saçma. Neşretme. * Yayıcı. Serpici olan.

FEŞAR f. Sıkıcı. Sıkan. Sıkıp suyunu çıkaran.

FEŞC Ayağını ayırıp apışmak.

FEŞEL (C: Efşâl) Korkak olmak.

FEŞFAŞ Yassı kılıç.

FEŞFEŞE Uykudan uyandırmak.

FEŞG Dağıtmak. * Vurmak.

FEŞGA Pamuk parçası.

FEŞGA Dağılmış; münteşir.

FEŞH Başına el ile vurmak.

FEŞİL (C.: Efşâl) Korkak, cesaretsiz, yüreksiz.

FEŞK Kırmak.

FEŞŞ Eritmek. * Süt sağmak. * Çıkarmak. * Yabani olan keçiboynuzu ağacının yemişi.

FETA (C.: Fitye, Fityan veya feteyân) Genç. Delikanlı. * Cömert.

FETA (Fetâne) (C: Eftâ) Yassı ve çökük burunlu olmak.

FETAH Yumuşak.

FETAK Fıtık. Kasığı şişmiş olan kimse.

FETAKE Gadretmek, öldürmek.

FETANET (Bak: Fatânet)

FETASE Yassı çökük burunlu olmak. * Büyük boncuk.

FETAT Kuvvetli, genç kadın.

FET'E Zikretmek.

FETEHAT (Fetha. C.) Fethalar, arapçadaki üstün işaretinin adı.

FETEL Devenin iki kollarının, yanlarından uzak olması.

FETEVA (Fetva. C.) Fetvalar. Ehliyet sâhibi bir din âliminin bir mes'ele hakkında müsbet veya menfî haber ve malûmatları. (Bak: Fetva)

FETH Açma, başlama. * Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret. * Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle gamı izâle etmek, bir değerli şey vermekle fakirliği kaldırmak gibi. İkincisi; kapalı, muğlak bilgilerin keşif ve izharında kullanılır. Bu da iki türlüdür; Birisi; zâhirî ve müsbet ilimleri çoğaltmak ve mânalarını tahkik etmekle olur. Diğeri; ilm-i ledün âlemine dalmakla olur. (L.R.)

FETH-İ BAB Kapı açmak.

FETH-İ BİLAD Beldelerin istilâsı, şehirlerin zabtı.

FETH-İ İSLÂM Tuna nehri üzerinde Kladova kasabası yakınlarındaki bir kalenin adı. * İslâmların fethetmesi.

FETH-İ KELÂM Söze başlama.

FETH-İ KOSTANTİNİYYE İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed Han tarafından fethi.

FETH-İ MEYYİT Ölüm sebebini anlamak için cesedin açılarak muâyene edilmesi, otopsi.

FETH-İ MÜBİN Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in ifade ettiği manâlardan biri: Sahih-i Buharî muhtasarının beyanına göre çok İslâmî fetihlerin mebdei olan Hudeybiye sulhudur. Ulemanın ekserisine göre ise; Biat-ı Rıdvan'dır.Kur'anın hitabı umum asırlara baktığı için, bu gibi fetih ve zafer manâlarından her asırdaki Âlem-i İslâm hissedardır.

FETH-İ SUVER Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.

FETİH SURESİ Kur'an-ı Kerim'in 48. suresi.

FETHA Gr. Arabçada harfleri (E, A) diye okutan işâret, üstün.

FETHA (FETAHA) (C.: Füteh-Fütuh-Fethât) Kaşı olmayan halka yüzük. * Büyük yüzük. * Tavşancıl kuşu.

FETHÎ Fetih ile alâkalı. Fethe âit. * Ferahlık verici.

FETİH (Bak: Feth)

FETİK Dülger. * Sabah. * Parlayıcı nesne, parlak olan şey.

FETÎL(E) Yaralara konulan tiftik. * Lâmba fitili. * Deriden çıkan kir. * Örgü.

FETÎR Taze nesne. * Cıvık hamur. * Acele anlaşılan.

FETÎS Büyük çekiç.

FETİŞİZM Fr. Küçük putlara ve heykellere tapma âdeti. Putçuluk. Kadın resimlerine veya heykellere fazlaca sevgi beslemek hastalığı.

FETÎT Terit altına konulan ekmek parçaları.

FETİYLE Yanmış fitil ucu. * Bükülmüş ince sicim. * İki parmak arasındaki kir.

FETK Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma. * Tıb: Dikilmiş bir şeyi söküp ayırmak. * Kasık yarığı, kasık zarının yarılması ile barsakların torba içine dolmasından ibaret sakatlık. Fıtık hastalığı. * Şafak sökmesi. Fecir ağarması. * Parçalanıp birbirine düşmüş cemaat.

FETK Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek. * Yaralamak. * İnadetmek.

FETKELÎN Belâ. Zahmet.

FETL Bükmek. * Yüz döndürmek.

FETN Yakmak, ihrak etmek.

FETRET Uyuşukluk, zayıflık. * Vahy ve semavî hükümlerin sükûn zamanı olduğu için, iki peygamber-i zişan devirleri arasındaki zaman. * Vukuu âdet halinde olan şeyin kesilme zamanı veya kesilmesi. * İki vakıa arasındaki geçen zaman. Terakki ve teâli devirleri arasındaki hareketsiz, sükûnetli geçen devir. * Tıb: İki ateşli hastalık arasındaki geçen zaman.(Suâl ediyorsunuz ki: Zaman-ı fetrette, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ecdadı bir din ile mütedeyyin mi idiler?Elcevab: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın, bilâhare gaflet ve mânevi zulümat perdeleri altında kalan ve hususi bâzı insanlarda cereyan eden bakıye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivâyât vardır. Elbette Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'dan gelen ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette, din-i hak nurundan lâkayd kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlub olmamışlar. Bil'ittifak, teferruattaki hâtiatlarından muâhezeleri yoktur. İmam-ı Şâfiî ve İmam-ı Eş'arîce, küfre de girse, usul-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Mâdem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i sâlifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz. M.)

FETŞ Sorup aratmak.

FETT Kırmak, kesr.

FETTAH (Fetih. den) En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. Her şeyi en iyi cihetten açan. Her şeyi açan. Zabteden Allah (C.C.)

FETTAHİYYET Fethedicilik. Her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek sıfatı. (Yâni, Fettah isminin tecellisi ile basit bir maddeden ayrı ayrı çeşit çeşit, hadsiz muntazam suretlerin, beraber, her tarafta bir ânda, bir fiil ile açılmasıdır. Ş.)

FETTAK (Fetk. den) Kanlı katil, çok sayıda insan öldürmüş kimse.

FETTAN Fitneci. Kurnaz. Fitne çıkaran. Karıştıran. * Hırsız. * Şeytan. * Altın eriten kuyumcu.

FETTANE Mehenk taşı. Altun ve gümüşü muâyeneye yarıyan taş.


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin