Otman baba ve velâyetnamesi Hazırlayan ve Düzenleyen


Rivayete göre, o sırada padişah, sarayının bir köşesine çekilmiş, ismi azam duası okuyarak bu felâketi savmaya çalışmış



Yüklə 436,36 Kb.
səhifə3/5
tarix06.03.2018
ölçüsü436,36 Kb.
#44767
1   2   3   4   5

Rivayete göre, o sırada padişah, sarayının bir köşesine çekilmiş, ismi azam duası okuyarak bu felâketi savmaya çalışmış.

İkinci günü sabah erkenden Fatih Sultan Mehmet, paşaları ve vezirleri toplayarak; bu işin hikmetini sorup öğrenmeye çalıştı: “Tez bana söyleyin bu ne haldir” dedi.

O anda kimse buna bir cevap veremedi. Daha sonra âlimler ve müneccimler Fatih Sultan Mehmet’e işte kılıcın işte başımız, ancak doğruyu söylememizi istersen:

—        Sen devlet gücüyle o kimseyi helak etmek istiyorsun. Ancak o kimsenin bütün âlem ve yirmidört bin peygamberce gücü vardır. Aynı zamanda peygamberlik ve evliyâlık burcunda oturur. Eğer ona karşı çakarsan, o bir eliyle bile seni tahtınla, tacınla helâk eder.

Fatih Sultan Mehmet bu sözleri işitince, gazaba gelerek Otman Baba’nın ortadan kaldırılması gerektiğini savunuyordu. Ona göre Otman Baba, öldürülmeliydi. Çünkü o şeriat hükümlerini çiğniyordu. Şeriata karşı geliyordu. Bu kimse helâk edilmeliydi. Bunun için kazıklar ve çengeller hazırlatmış, her birini bir kazığa vurduracaktı.

İstanbul’a gelişlerinin dördüncü günü idi ve o gün güneş nur atına binerek yer yüzüne inmişti. Otman Baba, abdallarına emir verdi:

—        Derhal şu meydanı silip süpürün, bu gün bize bir konuk gelecek.

O günlerde Sinan Paşa, padişahın özel veziriydi. Bir müddet sonra Otman Baba’yı ziyarete geldi. Yanında Kazasker, Subaşı ve Defterdar vardı.

Otman Baba, onları gereken saygıyla karşıladı ve gelenlerde Otman Baba’nın mübarek elini öpüp, edep üzere Otman Baba’nın sol tarafına oturdular.

Sipahi beyleri ise Otman Baba’nın sağ tarafında divan durup el bağladılar. O vakit Kazasker, nezaketle Otman Baba’ya sordu.

—        Babacığım ne taraftan geldiniz, nasılsınız ve haliniz hoşmudur?

O vakit Otman Baba, şöyle cevap verdi:

—        Bin yıldır yukarıda gökte idim. Şimdi yere indim ve birçok yer dolandıktan” sonra şu anda burada bulunuyorum. Bize Horasan tembelleri derler, iyiyiz hoşuz.

Kazasker tekrar sordu:

—        Babacığım, Tanrı’yı tanır mısın ?

Bu soruyu duyan Otman Baba:

—        Evet tanırım şu anda kendisiyle konuştum da geldim.

Kazasker:

—        Öyle ise o konuştuğun Tanrı’yı bize de göster.

Otman Baba:



—        Ya bu konuştuğun kim ?

Kazasker gülümsedi. Tam bu sırada Sinan Paşa, söze karıştı ve Otman Baba’ya şöyle sordu :          

—        Babacığım duyduğumuza göre senin güçlerin, beşlerin, yedilerin ve kırkların varmış; bunların kimler olduğunu görebilir miyiz ?

O vakit Otman Baba, manastır içindeki abdallarına seslendi. Yüz yetmiş üç abdal derhal Otman Baba’nın huzurunda el bağlayıp divan durdular ve baş eğip Sinan Paşa’yı selâmladılar.

Sinan Paşa:

—        Baba erenler, senin pek çok abdalın varmış!

Bunu duyan Otman Baba, Sinan Paşa’ya dönüp :

—        Derhal kestir başlarını, vur boyunlarını!

Sinan Paşa:

—        Olmaz öyle şey, Rumeli abdallarının başlarını vurdurmak, Allah’tan reva mıdır sultanım ?

Otman Baba hiddetlenerek:

—        Eğer sen Rumeli abdallarının ayak tozu olsan oturduğun yerde haramilik eder miydin?

Sinan Paşa hiddetini gizlemeye çalışarak:

“Babacığım, senin bu abdalların hiç yukarı bakmazları mı ?

O vakit Otman Baba, abdallarına dönerek

—        Ey oğullarım başlarınızı yukarı kaldırın da boyunlarınızı vursunlar!

Dedi ve kendisi de o mübarek başını yukarı kaldırıp boynunu uzattı.

Sinan Paşa:

—        Haşa Babacığım, biz böyle bir niyetle gelmedik!

O vakit Otman Baba, karşısında duran Subaşıya bakarak:

—        Buraya neden geldiniz ?

Subaşı:


—        Biz buraya seni görmeye ve hayır duanı almaya geldik çünkü sen bir erensin.

Sinan Paşa:

—        Babacığım sen abdallarına ne okutursun, gel bizi de onlar gibi irşad et dedi. Hem sen hangi diyardan geldin nerelisin ?

Otman Baba:

—        Benim abdallarım, secdeye varıp Tanrı’ya şükür ederler. Bana gelince ben bir mekansızım sultanım. Eğer Tanrı görmediniz ise yakından iyi seyredin ben bir sönmez sırrım!..

Bunu duyan Defterdar, ayağa kalkıp dest-mâlını çözdü ve yüzbin civarında akçeyi Otman Baba’ya vermek istedi.

Otman Baba, öfkelenerek paraları reddetti. Sonra Nayip adındaki abdala:

—        Derhal bunların atlarını getirin de binip gitsinler.

Daha sonra Sinan Paşa’ya dönerek : “Kalk hemen geldiğin yere dön” dedi.

Sinan Paşa ve yanındakiler, oradan ayrılıp saraya giderlerken; Yeni Cami önünde toplanmış bulunan ulemâ takımı sordular:

 — Hani o kendisini Tanrı, Muhammed, Musa  ve İsa yerine koyan kişiyi nasıl buldunuz ? Tez elden şeriatın hükmünü yerine getirin ki başkalarına da İbret olsun!..

O vakit Sinan Paşa onlara şu yanıtı verdi:



Ey zamanımızın ulemâları! O kişi sizin düşünüp, tasavvur ettiğiniz kimselerden değil; ben padişahımızın emriyle gidip onun mübarek yüzünü gördüm ve sözlerini dinledim. Gördüklerimi gidip padişahıma anlatacağım.

Sinan Paşa, padişahın huzuruna çıkıp gördüklerini, duyduklarını ve ulemânın fikirlerini ona anlattı.

Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba’ya keseler dolusu akçe, yiyecek ve kurbanlar gönderdi.

Ayrıca :”Benden Otman Baba’ya selâm söyleyin, beni bağışlasın”dedi.

Bunun üzerine beyler ve vezirler gidip, Otman Baba’nın elini öptüler ve onun hayır duasını istediler.

Fatih Sultan Mehmet’te birkaç defa Otman Baba’yı ziyaret etmek istedi fakat her defasında atının ayağı sürçüp tökezlendi ve gitmek nasip olmadı.

Bundan da henüz babayı ziyaret etmek için kendisine izin rıza verilmediği anlaşılmıştı. .

İstanbul’un ulemâsı bu durumdan hiç hoşnut değildi. Otman Baba’yı çekemiyorlardı. Bir gün Molla Kırım’i ve Molla Güran’i, yanlarına iki tanede ünlü filazof alarak; Fatih’in huzuruna çıktılar:

—        Ey Sultanım! Enel hak davası güden bu Otman Baba, peygamberden sonra ortaya konmuş bulunan İslâmî kurallara ters düşen ve insanların inançlarını yok etmeye çalışan fikirler ortaya atmıştır. Değişik ilkeler ve yargılar çıkararak, kitaplarımızı itibardan düşürmektedir. Onun bu din bozuculuğuna daha ne kadar katlanacağız ?

Fatih Sultan Mehmet, onlara şöyle cevap verdi:

—        Ey âhir zeaman ulemâları! Siz peygamberimizin evliyâlar hakkın da ne buyurduğunu bilmez misiniz ? Bu zat bu gün kutuplar kutbu ve tararruf sahibi biridir. O vakit ulemâlar:     

—        Nesimi ve Mansur da ilmin kutuplarıydılar fakat şeriata ters düştüğü için helâk edildiler. Otman Baba onlardan daha mı üstün ki onu koruyorsunuz ?

Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet:

—        Evet benim müşahade ettiğime göre, Otman Baba, Tanrı ilhamiyle özel bir kişidir. O büyük bir evliyâ ve tasarruf sahibidir ve o her bilimin ve bilginin sahibidir. O nasıl bir kimse olduğunu bana gösterdi ve kendisinin nasıl birisi olduğunu ben çok iyi anladım. Eğer ben sizin bu isteğinizi yerine getirmeye kalkarsam, benim ne tahtım kalır ne teacım kalır.

O vakit ulemâlar:

—        Mademki böyle yüce bir evliyadır, bize de bir keramet göstersin ve şeriata aykırı hareketlerde bulunmayacağına söz versin :

O vakit Fatih Sultan Mehmet, ulemâlara dönerek:

—        Sizler ilim dünyasının eflâtunu sayılırsınız, öyleyse söyleyin bakalım; Baba için benim gönlümdeki tedbir ve niyetim nedir ?

Ulemâ ve Seyyidler:

—        Gaibi Allahtan başka kimse bilemez!..

O vakit Fatih Sultan Mehmet:

—        Evet doğrudur ama, Otman Baba, şu anda benim onun için ne düşündüğümü ve niyetimi çok iyi biliyor. Benim bütün düşüncem, kısmet ve kaderim ona malumdur. O benim her halimden haber verir. O öyle bir evliyâdır ki, Adem peygamberden bu yana yüz yirmi dört bin peygamber gelip geçmiştir. Onlar Tanrı’nın inayetiyle her derde derman ve muhtaçlara ferman olurlar, sizin ağzınızdan çıkan o sözler haramdır. Korkarım ki siz onun hışmına uğrarsınız. Siz onunla uğraşacağınıza, kendi işinizle uğraşsanız daha iyi olmaz mı?

Ulemâ ve bilginler, Fatih Sultan Mehmet’in bu sözleri karşısında söyleyecek başka bir şey bulamadılar ve oradan ayrılıp gittiler.

Bu tarihten sonra Otman Baba’nın davası ve evliyâlık hükmü, ülkenin her köşesine yayıldı. Otman Baba’ya sayısız yiyecekler, kurbanlar ve kese kese akçalar akıp gelmeye başladı. Bilginlerin ve vezirlerin ziyaretleri giderek arttı. Bu günden itibaren onun abdallarına dahi kimse sataşmadı.

Günlerden bir gün yeryüzünün güneşi Sultan Mehmet, büyük bir inanç ve kararlılıkla Şam dolaylarına bir sefer düzenledi. Allah’ın inayetiyle zafer kazanarak döndü.

Yine bir gün Fatih Sultan Mehmet, bir adamını Otman Baba’ya göndererek : “Eğer Otman Baba dilerse ona saray gibi bir tekke yaptırayım” dedi.

Otman Baba, sultanın bu haberini duyunca :

—        Sakın bir taşı taş üstüne koymayın, sonra pişman olursunuz; bana tekke gerekmez çok şükür varım ve hoşum!..

Diye haber gönderdi. Haberci, gelip duyduklarını padişaha anlatınca, Fatih Sultan Mehmet:

—        Allah’a şükürler olsun ki, bu güne kadar dünyalık için bana muhtaç olmayan bir servere yetiştim ve onun bütün erenlerin en seçkini olduğunu anladım. Eğer ben bu teklifi bir başka şeyhe veya meşayihe yapsaydım, hiç düşünmeden benim bu teklifimi kabul ederlerdi ve çok şükür başımıza böyle bir devlet kuşu kondu diyerek sevinirlerdi.

O günlerde Acemistan’dan bir ulu alim müderris olarak İstanbul’a gelmişti.

Bu ulu kişi bir gün Fatih Sultan Mehmet’e :

—        Bu Otman Baba dediğiniz kimse “Enel hak” davası güdermiş; bu enelhak sözü ne anlama gelmektedir acaba?

Diye sorunca, Fatih Sultan Mehmet:

–          Bunu bende bilemem, bunu siz birkaç bilim adamıyla birlikte; varın Otman Baba’nın huzurunda kendisine sorun dedi.

Bunun üzerine bu konuk müderris ve birkaç bilim adamı, Otman Baba’nın huzuruna vardılar ve selâm verip, Otman Baba’ya :

—        Enelhak ne demektir sen enelhak davası güder miş sin bu ne anlama gelmektedir?

Otman Baba, bütün ululuğu ve heybetiyle konuk müderrise :“Benim sende üç yıldan beri beş akçem var, onu bana verir misin ?” dedi.

Bunu işiten konuk müderris, parmağını ısırarak : “Zehi (ne mutlu) dava, zehi mana buyurdunuz” diyerek elini koynuna sokup o beş akçeyi çıkarıp Otman Baba’nın önüne koydu.

Daha sonra hiç bir şey sormadan, kalkıp Sultan Mehmet’in yanına geldi ve Fatih Sultan Mehmet’e :

—        Ey Sultanım Otman Baba çok ulu bir evliyâ, üç yıl önce başıma bir felaket gelmişti, O vakit beş akçe adayıp onu Hak için vereyim demiştim, fakat ben bu adağımı unutmuştum, O bu gün onu bana hatırlattı.

Bu sözleri duyan Fatih Sultan Mehmet:

—        Gördüğün o server, iki cihanın şahı ve sır defteridir. Bilmiş olun ki, o hem zahiren hem de batınen kutuplar kutbu ve tasarruf sahibidir.

Dedi ve arkasından ağzından şu manzum sözler döküldü:

Erenler serverisin şahı merdan

Hakikat kutbu dahi derd-ü derman

Maksut-ı velâyetsin pes ey can

Ki düştün mazhar-ı insan

OTMAN BABA VE AHMET PAŞA

Günlerden bir gün Fatih Sultan Mehmet, kumandanlarından Gedik Ahmet Paşa’yı Kırım’ın Kefe şehrini ele geçirmekle görevlendirmiş ve gitmeden önce gidip Otman Baba’nın elini öpüp onun rızasını almayı uygun görmüştü.

Ahmet Paşa, Otman Baba’nın huzuruna varıp onun o mübarek elini öptü ve Fatih Sultan Mehmet’in selâmını söyledi.

Ö vakit Otman Baba, Ahmet Paşa’ya : “Gel bakalım Muhammed’in devleti” diyerek kendi mübarek çulunu onun altına serdi üzerine oturttu ve kendisi secdeye vardı.

Ahmet Paşa bu sırrı bilmediği için secde etmedi. Bunu fark eden Otman Baba :”Lânet şeytana” dedi.

Ahmet Paşa bunu duyunca, hemen secde etti. Daha sonra oradan ayrılıp, padişahın huzuruna çıktı.

Otman Baba’nın kendisine :”Gel! Muhammed’in devleti dediğini ve altına kendi mübarek çulunu sererek ona baktığını” söyledi,

Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba’nın bu hareketinden Ahmet Paşa’nın bu seferden fetih ve ganimetle sağ salim döneceğini anlamıştı.

Hakikaten Ahmet Paşa, Fatih Sultan Mehmet’in aşkı için “Kefe” şehrini fethetti ve gayet zengin bir ganimetle geri dönüp, getirdiklerini padişahın azinesine teslim etti.

Ancak bu savaşa katılan askerler, Ahmet Paşa’nın komutasından ve cefasından şikayet ettiler. Bunun üzerine padişah Ahmet Paşa’yı hapis cezasına çarptırdı. Ahmet Paşa, uzun bir müddet hapiste kaldı.

Bunun sırrı sonradan anlaşıldı. Çünkü Otman Baba, secde ettiği zaman Ahmet Paşa, secde etmemişti ve o vakit Otman Baba; “lanet şeytana” diyerek onu azarlamıştı.

Fatih Sultan Mehmet, göstermiş olduğu bu kerametleri için Otman Baba’ya bol yiyecek, kurbanlar ve keselerle akçe vererek onun âli himmetini dileyerek niyaz etti ve şöyle söyledi.

Gel ey sultanların sultanı sultan

Yer gök halkının bemayı, sultan

Veliy-ü kemi müştakın oldu kamunun

Secdesi dergah-ı sultanın

OTMAN BABA VE SÜLEYMAN PAŞA

Fatih Sultan Mehmet tarafından Kara Boğdan’a bir sefere çıkacak olan Süleyman Paşa, sefere çıkmadan önce bir bahar günü, sultanın emriyle önce Otman Baba’yı ziyarete gitti. Otman Baba’nın elini öpüp, karşısına geçip oturdu ve  “Ey Baba erenler, oğlun Sultan Mehmet beni sana emanet etti ve kâfir illerine gazaya gitmek için destur ve himmet vermeni dilememi size havale etti” dedi.

Bunları işiten Otman Baba, Süleyman Paşa’ya :”Sakın o suyun karşı tarafına geçmeye kalkma” diyerek onu huzurundan kovdu.

Süleyman Paşa, Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna çıktı ve Otman Baba’nın sözlerini değiştirerek başka türlü anlattı. “Sakın o suyun (Tuna) karşı tarafına geçme” dediğini padişahtan gizlemişti.

Süleyman Paşa, emrindeki binlerce askerle birlikte Tuna’yı geçerek Boğdan’a vardı. Fakat Süleyman Paşa ve Osmanlı kuvvetlerinin kendilerinden çok daha kuvvetli Boğdan kuvvetleriyle savaştığı günün gecesini, Otman Baba, hiç uyumadan gönlü gözü açık geçirdi.

Bu gaziler serveri, rüyasında aynı savaşı gördü. Allah rahmet eylesin “Sarı Saltık” yedi bin Rumeli Abdalıyla birlikte kılıç kuşanıp Süleyman Paşa’nın ordusuna yardıma geldiler ve kâfir askerlerini kırmaya başladılar.

Ancak savaşın kızıştığı bir sırada, Sarı Saltık abdalları yanlışlıkla kâfir tarafına geçip, Osmanlı askerini kırmaya başladılar.

Bunu fark eden gazilerden biri koşup Sarı Saltık’ın eline ayağına kapanarak durumu anlattı:

—        Bu ne haldir böyle, biz İslâm askerleri yerine kâfirlere yardım ediyoruz ?

O vakit Sarı Saltık, gaziye:

—        Evet o vakit Hakk’ın emri öyleydi. Ancak sonradan bu şekle döndü.

Diye cevap verince:

Gazi, Sarı Saltık’a “ya şimdi ben ne yapayım?” diye sordu.

Sarı saltık: “Atına bin ve geldiğin yerden kaç kurtul, çünkü bu savaşı kâfirler kazanacaklar” dedi.

Bu savaşta pek çok İslâm askeri helâk oldu. Otman Baba, rüyasında bu savaşın her anını yaşamıştı.

Bu savaşın devam ettiği bir sırada, Otman Baba İstanbul’da bulunan Kılıç manastırımın bir meydanında oturup, abdallarını huzuruna topladı. Onlara söyleyeceklerini söyledikten sonra, Kara Boğdan taraflarına bakarak üç kez mübarek elini o tarafa salladı ve: “Gel ey Sarı Saltık gel” diyerek üç kez seslendi.

Otman Baba, bu hareketiyle Kara Boğdan’ da İsiâm askerinin uğradığı o acı olayı dile getirmişti. Çünkü ona her şey malumdu.

O Süleyman Paşa’ya daha önceden olacakları söylemişti fakat o bunlara inanmayıp, bu felâketin hazırlayıcısı olmuştu.

Süleyman” Paşa, seferden döndüğü zaman Fatih Sultan Mehmet, Süleyman Paşa’ya bu işin nasıl olduğunu sordu.

—        Sefere gitmeden önce Otman Baba’yı ziyaret etmiştin, Babanın söyledikleri çıkmadı mı yoksa ?

O vakit Süleyman Paşa, doğruyu söyledi: “Evet Sultanım, başım ve kılıcım üstüne yemin ederim ki, Otman Baba bana Tuna’nın öbür yakasına geçersem helâk olacağımı söylemişti fakat ben o zaman bunları size söyleyemedim; çünkü muhakkak zaferle döneceğimi sanıyordum” dedi.

Süleyman Paşa’nın anlattıklarını işiten Fatih Sultan Mehmet, derhal onu görevinden azletti.

Bir müddet sonra Fatih Sultan Mehmet rahatsızlanmıştı. Giderek güçten ve kuvvetten düşüyordu. Paşalar, Sultanın rahatsızlık durumu hakkında Otman Baba’ya devamlı bilgi veriyorlardı.

Bir gece karanlığında Otman Baba, Kılıç Manastırındaki abdallarına şöyle bir buyruk verdi:

—        Derhal şu çamları kesip büyük bir ateş yakın ortalık aydınlansın ve karanlık ortadan kalsın ki, Muhammed’in gönlü hoş olsun!…

Abdallar hemen harekete geçerek, balta ve nacaklarla on dört servi ağacını kestiler ve parçalayarak büyük bir ateş yaktılar.

Aslında bu ağaçların bir dalını bile keseni Muhammed affetmezdi, ama Otman Baba’nın bir bildiği vardı herhalde. Bu büyük alevi görenler telaşa kapıldılar, İstanbul yanıyor sandılar. Subaşı ve resmi görevliler gelip olanı biteni öğrenmeye çalıştılar.

On dört adet servi ağacının kesildiğini ve bu koca ateşi görünce ne yapacaklarını şaşırdılar.

Abdallara: “Bu servileri siz mi kestiniz” diye sordular.

Abdallar da : “Evet biz kestik, Otman Baba, bize derhal şu servileri kesin ve büyük ateş yakın ki karanlık dağıtsın ve Muhammed hoş olsun diye emretti” dediler.

İkinci günü sabahleyin Subaşı Fatih Sultan Mehmet’i hasta yatağında ziyaret edip o gece olanları ve Otman Baba’nın abdallarının söylediklerini, Sultana anlattı.

Fatih Sultan Mehmet buna çok sevindi. Öyle sevindi ki, sanki bedenine bir zindelik, kuvvet ve kudret verildi. Bu ferahlıkla hasta yatağından kalkıp, Tanrı’ya şükür etti ve şöyle dedi:

“Otman Babam bana sağlık ve esenlik dileyip bağışladı ve dört kâfir ülkesini zapt ediver dedi” deyip Subaşı ile Otman Baba’ya 300 filori lira gönderip şu sözleri söylemesini istedi:

—        Babam benim kusurlarımı bağışlasın, bizler daha onun garip zavallısıyız!.

Subaşının ağzından bu sözleri işiten Otman Baba, çok mutlu oldu ve şu sözleri söyledi:

Ey zehi insan-ü ilham-ı huda

Hazretinden maanide sırrı huda

İşû gökte can-ü baş her dem feda

Senden ister devletin şah-ü geda

Günlerden bir gün bahar mevsimiydi, o gün Fatih Sultan Mehmet; oldukça sevinci ve neşeliydi. Süleyman Paşa’nın hatası sonucu birçok İslâm askerini tarumar eden Kara Boğdan kâfirinden intikam almanın zamanı geldiğini düşünüyordu. O gün 5000 akça hazırlayıp Kazasker vasıtasıyla Otman Baba’ya göndermiş eğer destur verirse, yanına varıp onun o uğurlu ve mübarek yüzünü görmek istediğini bildirmişti.

Otman Baba, o sabah Kılıç Manastırının meydanına çıkıp oturdu ve abdallarına gelip saç ve sakalını biraz kısaltmalarını buyurdu.

Abdallarda bu buyruğu yerine getirdiler. Otman Baba’nın saçını, sakalını ve kaşlarını traş edip biraz kısalttılar ve Otman Baba’nın önünde divan durup el bağladılar. Tam bu sırada, Sultan tarafından gönderilen Kazasker geldi. Otman Baba’nın mübarek elini öptükten sonra, Fatih Sultan Mehmet’in gönderdiği 5000 altını ona sundu.

Otman Baba, altınları aldıktan sonra, Muhammed’tir, Muhammed’ti bu diyerek birkaç defa havaya attı. Kazasker bu olanlardan birşey anlamamıştı.

Ancak Sultanın selâmını söylemeyi de ihmal etmedi;

—        Babacığım, oğlun Mehmet Han sana selâm gönderdi ve dedi ki, eğer Babam bana izin destur verirse; varıp o mübarek elini öperim. Otman Baba:

—        Hay yok hay, dedi .Burada ne eyler. O eğer buraya gelirse hemen sakalını kırkıp onu da bize benzeterek derviş yaparız.

Otman Baba, Kazaskerin sakalına bakarak biz saç ve sakalımızı kırkıp kısalttık, sende yapabilirsin dedi.

—        Kazasker eyvallah Baba erenler, yapardım fakat Muhammed’ten korkarım.

Otman Baba: “Sen bilirsin” dedi.

Kazasker:

—        Babacığım oğlun Mehmet Han, bu Tanrı dediğimiz kimdir ve nerede bulunduğunu Baba bize bildirsin dedi.

Otman Baba, bu sözleri duyunca, Kazaskere:

—        O sorduğunuz siz değil mi siniz ?

Kazasker:

—        Estağfurullah haşa Babacığım, ben bir Tanrı kuluyum.

Otman Baba:

—        Öyleyse bu halkı ne diye kırdırıyorsunuz ?

Kazasker,:

—        Ne yapalım Babacığım bu ezelden beri böyledir ve düzen buna göre kurulmuş.

Otman Baba:

—        İşte Tanrı Muhammed ve Adem’de vardır ama Tanrı’yı ve Muhammed’i adem yuttu ve o adem dedikleri de işte benim.

Kazasker gülümseyerek:

—        Hak buyurdunuz Babacığım.

Diyerek gülümsedi ve tekrar Otman Baba’ya, şunları sordu :

—        Babacığım, oğlun Mehmet dedi ki, Baba’ma sor bakalım, Kara Boğdan’a kâfirlere karşı savaş açmak istiyorum, o ne der buna ?

O vakit Otman Baba: “Hanginiz Tanrı’ya secde ederse, o bilir” dedi.

Kazasker, derhal yere secde etti.

Otman Baba, bunu görünce : “Şimdi oldu siz bildiğiniz gibi hareket edin” dedi.

Bu sözleri duyan Kazasker, sevinçle Otman Baba’nın yanından ayrılıp, padişahın huzuruna geldi ve :

—        Ey âlemlerin Sultanı Müjdeler Olsun! O küfür ve delâlet içinde bulunan ve doğru yoldan sapmış olan memleketi, Otman Baba bize verdi dedi.

Bunu işiten Fatih Sultan Mehmet, hemen iki rekat hacet (diIek) namazı kılıp, Tanrı’ya şükür ve niyaz eyledi.

” Kazasker, Otman Baba’nın :”Eğer Sultan buraya gelirse biz onun saç ve sakalını kısaltır onu da bizim gibi derviş yaparız dediğini” söylediği zaman, Fatih Sultan Mehmet, kahkaha ile güldü.

Kazasker daha sonra, Baba ile Tanrı hakkındaki konuşmalarını da aktardı : “Tanrı nerededir ve nasıldır soruma, Baba şu cevabı verdi”dedi ve şöyle ilave etti: “Tanrı ile Muhammedi adem yuttu ve o adem dedikleri de işte benim” dediğini söyledi.

Bunu işiten Fatih Sultan Mehmet, yine gülümsedi.

Kazasker, Fatih Sultan Mehmet’e : “Sultanım ben Otman Baba’nın bu söylediklerinden şunu anladım, acaba düşündüğüm gibi midir dedi ve

sözlerine şöyle devam etti:



“Tanrı’nın zatı, sıfatı ve efali işleri oldum. Zaten bir ayette de Allah’ın varlıkları kendi varlığını ve marifetini bildirmek için halk ettiği söyleniyor. Adem bir halife olarak bütün dünya ve dünyadaki varlıklara hakimdi. Muhammedle bu peygamberlik sona erdi ve onun yerine evliyalık; yani “Nübüvet devri” sona erdi. ‘Velayet devri”başladı. Tanrı’yı adem yuttu demek ise, “ilham-ı Hak” yani; Allah tarafından kalbe gelen mana ve nüzul-ü kalb kalbe inmek anlamına gelir. Bir Mü’minin Allah ve onun emirlerine ve kanunlarına inanan kalbi, Allah’ın evidir ve o kalb arşullahtır, Muhammedi adem yuttu demesi de peygamberlik devrinin kapandığını ve onun yerine evliyalığın kaldığını, peygamberliğin de bu evliyalara emanet edildiğini anladım” dedi.

Fatih Sultan Mehmet, Kazaskerden bu sözleri dinledikten sonra şöyle dedi:

— İnandık öylece kabul ederiz, ona deyecek hiç bir sözümüz yoktur âmennâ ve saddakna (inandık ve iman ettik)!

Otman Baba, bir gün Kılıç Manastırından çıkıp, İstanbul şehri içinde gezintiye çıktı. O vakit eski saray altında geniş bir sokak vardı. Bu sokak çok kalabalıktı. Burası halkın en çok gelip geçtiği bir cadde idi.

Otman Baba,, gelip bu sokağın tam ortasına durdu ve abdallarına da yiyecek birşeyler getirmesini söyledi. Abdallar, Otman Baba’nın isteklerini yerine getirdiler.

Otman Baba, yolun ortasına bir sofra kurdurdu ve yoldan gelip geçenlere, bayramınız kutlu olsun diyerek yiyeceklerden ikram etmeye başladı. Abdallarına da : “Ey oğullarım, bu gün bayramdır yiyin için” dedi.

Bunu işiten Abdallar da halkın önününde yiyip içmeğe başladılar.

Meğer o bölgede evfiyâ geçinen bir kimse varmış adına “Suca Dervişi” derlerdi. Suca Derviş’in kendine bağlı birkaç müridi vardı. O gün bu derviş müridleriyle beraber oradan geçiyordu. Otman Baba ve abdallarının ö mübarek ramazan gününde halkın gözü önünde yiyip içtiklerini gördüler.

Gidip Yeni Cami önünde bu gördüklerini, ulemâ ve bilginlere anlattılar.

Bu durumu öğrenen ulemâ tayifesi, doğru Fatih Sultan Mehmet’e gidip, olanı biteni anlatmak istediler.

Muhafız, gelenleri ve görüşmek istediklerini padişaha bildirdikten sonra, geri gelip ulemâlara; “Sultan şu anda çok meşgul sizinle görüşemeyecek; siz isteklerinizi bana söyleyin ben padişaha iletir ve cevabını size bildiririm” dedi.

Bilginler: “Otman Baba adında bir zındık Tanrı’ya ve ahirete inanmayıp, abdallarıyla birlikte kalabalık bir halk önünde bu mübarek günüde yiyip içmektedir. Şeriatı, Kuran âyetlerine dayanan Müslümanlık yasalarını hiçe sayıyor ve dinimizi küçük düşürüyor. Bunları padişahımıza anlatacaktık ve gerekenin yapılmasını isteyecektik” dediler.

O vakit muhafız gelenlere : “Ben Otman Baba ile ilgili padişaha söz söylemeye korkarım. Siz bu meseleyi gidin Ahmet Paşa’ya anlatın, bu sizin isteklerinizi padişaha ancak o anlatabilir” dedi.

Bilginler, gidip durumu Ahmet Paşa’ya anlattılar. Ahmet Paşa, onlara :

—Siz padişahın emrine kanaat getirir misiniz ?

Bilginler:

— Evet oluruz! Diye cevap verdiler.

O vakit Ahmet Paşa, bilginlere şu cevabı verdi : “Padişah dedi ki, Otman Baba’dan şikâyet eden olursa onu denize atmak gerekir”

Bu cevabı duyan bilginler hiç bir şey söylemeden oradan uzaklaşıp gittiler.

Bir gün Davut Paşa, pazar yerine varıp Otman Baba’nın elini ayağını öptü ve geçip oturdu. O vakit Otman Baba, Paşa’nın sırtından samur kürkü çıkartıp kendi sırtına giydi ve atına binip Kılıç Manastırına gitti. Abdallarından üçü de onun önünde yürüyorlardı ve: “Mehdi (Şii inançlarına göre yaşamakta ve kıyamet gününü beklemekte olan on ikinci İmamı ver!” Diye bakıyorlardı.

Üç gün sonra bayram günleri İstanbul’da büyük bir tufan oldu. Hiç kimse evlerinden dışarı çıkamadı. Yani halk huzurlu bir bayram yapıp şenlenemedi.

Yine halk kendi aralarında şöyle konuşmaya başladılar: “Acaba Otman Baba’nın sokak ortasında sofra kurup, yiyip için bu gün bayramdır dediği gün, sahiden hakiki bayram mıydı acaba” diye düşündüler. Her halde o gün hakiki bayrammış deyip, Otman baba’ya saygı duymaya başladılar.

Ve bu duygular içersinde şöyle söylediler:

Zehi keşf-ü velayet kim kılasın

Neyi neye gerektir hoş bilesin

Kamu ilmi şeriat senden oldu

Şeriat için hakikat ayni geldi

Seni inkâr edenin dini yoktur

Ne dini belki hem imanı yoktur

Cevher-i tahkiken aynısın belli şah

Sana şahit kamu insan ve eşya

Zira sensin kamu dillerde canan

Harif dilber-u maksud-u insan.

Yine günlerden bir gün henüz güneş doğup yükselmeye başladığı bir sırada, Olman Baba, Kılıç manastırı’ndan çıkıp, İstanbul kalesinin kapısına doğru yürüdü.

Nöbetçi Otman Baba’yı kaleye sokmak istemedi. Otman Baba, elindeki değneğiyle nöbetçinin sırtına bir iki çubuk vurdu.

Nöbetçi Ötman Baba’nın yakasına yapıştı. Bu durumu gören abdallar hemen koşup geldiler ve nöbetçiye bir dayak attılar.

Nöbetçi:

— Yetişin Müslümanları

Diye bağırmaya başladı. Nöbetçinin bağırması üzerine bir grup Karaman gelip Otman Baba ve abdallarının üzerine atıldılar.

Abdallarla Karamanlar arasında büyük bir kavga başladı. Abdallar, bu gelenleri iyice dövdüler. Hatta bazılarının başları dahi yarılmıştı.

Abdallar kale kapısını kırıp dışarı çıktılar ve oradan uzaklaştılar. Otman Baba da kale kapısının karşısında bulunan bir tepeye oturup dinlenmeye başladı.

Bu arada abdallardan dayak yiyenler, Subaşı’ya gidip : “Otman Baba’nın abdalları bizi dövdüler ve kale kapısını kırdılar” diye şikayette bulundular.

Bunlara işiten subaşı, bu şikayeti hiç önemsemeden : “Onlara Otman Baba’nın abdalları derler. Başka işiniz mi kalmadı sizin, bir daha onlara sataşmayın” diyerek onları başından kovdu.

Otman Baba, o tepede biraz dinlendikten sonra tekrar o kale kapısının önüne geldi ve dört yol kavşağında bir müddet dinlendi. Otman Baba, her gün gelip burada oturup dinleniyordu.

Yine günlerden bir başka gün, kale kapısı önünde Otman Baba’ya ve abdallarına saldıran Karamanlar’ın bir cenazeleri vardı. Hatim duasını okumak için bir grup sofu çağırmışlardı.

Duadan sonra cenazeyi defnetmek için kaleden dışarı çıkardılar. Duaya gelenlerin içinde onların bir lideri varmış ve gelip Otman Baba ile hesaplaşmak istedi.

Gelir gelmez de Otman Baba’nın üzerine yürümeye başladı. Bunu gören Otman Baba: “Üzerine gelmeme!” diye uyarıda bulundu.

Ancak sofu buna aldırış etmeden Otman Baba’nın üzerine yürümeye devam etti. Bunu gören Otman Baba, elindeki değnekle gelen kimseye vurdu. Ancak sofuya mani olamadı ve sofu Baba’nın yakasına yapıştı. Bunu gören abdallar, sofunun üzerine yürüdüler.

Diğer, sofular da işe karışınca, sofularla abdallar büyük bir meydan kavgasına başladılar.

O sırada Otman Baba, abdallarına: “Vurun oğullarım!” diye bağırdı. Otman Baba, elindeki değneğiyle bir sofunun başını yardı. Bunu fark eden abdallar birer arslan bibi kükreyerek, sofuları tarumar ettiler.

Halktan kimselerin ve sofuların aman dilemesi de hiç fayda etmedi. Otman Baba, kolay kolay sofuların yakasını bırakmıyordu :“Bırakmayın, yollarını kesin” diye bağrıyordu.

Sofular bir fırsatını bulup, oradan uzaklaştılar ve cenazeyi defnettiler.

Daha sonra bir grup sofu, Fatih Sultan Mehmet’e şikâyete gittiler. Padişahın huzuruna varıp: “Sultanım, Otman Baba’nın abdalları cenazemizi basıp başlarımızı yardılar. Şu anda çoğumuz ölüm derecesinde yaralıyız ve perişan bir durumdayız” dediler.

Fatih Sultan Mehmet, sofulara :”Önce onlar mı size saldırdı yoksa siz mi saldırdınız ?” dedi.

Sofular: “Önce biz onların üzerine vardık” dediler.

O vakit Fatih, gazaba gelerek: “Keşke birkaç kişiyi helak etselerdi

dedikten sonra, öfkesini daha da belli ederek; bire ara bozucular, bire şerefsizler sizin işiniz gücünüz yok mudur? Siz gidip işinizle uğraşsanız ve halinize şükür etseniz ya!” diyerek sofuları huzurundan kovdu.

Yine başka bir gün Otman Baba, kale kapısının önünde otururken, Hacı Bektâş-ı Velî dergâhı dervişlerinden birkaç derviş gelip Otman Baba’nın elini öptüler ve :

—        Ey iki cihanın serveri, bilmiş ol ki biz hünkâr halife Mahmut Çelebi’nin yanından geliyoruz.

Otman Baba:

—        Kimmiş bu hünkâr ?

Dervişler:

—        Bizim sofikâr Hacı Bektaş.

Otman Baba:

—        A be herifler, ben kimim ki!.. O yedi denizi yürüyüp geçen göğsü büyük ve güvercin gövdelinin biri değilim.

Yanındaki abdallara bakarak:

—        Bu oturanlar, körpe güvercinin öksüz ciğeridir; bunu böyle bilmiş olasınız.

O sırada Mahmut Çelebi dedikleri kimse de bir ata binmiş olarak geldi.

Abdallar Mahmut Çelebi’ye saygı göstermek istediler fakat Baba buna müsaade etmedi ve abdallara, yerlerine oturmalarını söyledi,

Mahmut Çelebi, atından inip saygıyla Babanın elini öpmek istedi fakat Otman Baba buna izin vermedi. Hatta yanma dahi sokmadı ve yanına yaklaşmayıp derhal atma binip geldiği yere gitmesini söyledi,

Mahmut Çelebi, atına binip uzaklaşmak üzereyken Otman Baba :

—        Şu başındaki sarığa bak, sırtındaki kaftanına bak senin adına şanına ne de yakışmış ve sen daha duruyor musun ?

Diyerek Mahmut Çelebi’ye bağırıyordu.

Mahmut Çelebi, bu sözlerden çok utanmış ve derhal oradan uzaklaşarak kendi müridlerinin bulunduğu bağlar içindeki tekkeye doğru atını sürmüştü.

Otman Baba, halâ onun arkasından bağırıyordu. “Çabuk ol bir yüzünü daha ortaya çıkar bire ara bozucu” diyordu.

Mağer bu Mahmut Çelebi dedikleri kimse, bir gözü ağırdığı için onu gri bir peştemalla sarmıştı.

Böyle bir halife olan kişiye Otman Baba ne için öfkelenmişti. Abdallar bu soruların cevaplarını düşünmeye başladılar.

Aslında, Mahmut Çelebi denilen halife, batini olarak bir muhib ve seyyid idi ama bu adamın iç görünüşü dış görünüşüne hiç benzemezdi. Büyüklenme, kin, kibir ve benlikle dobdoluydu. Kendisini halka evliya gibi gösterip, onların gönlünü kazanmaya çalışırdı, Dünya menfaati için yalan söylerdi. Onun bu hali Otman Baba’ya malumdu.

Bu olaydan bir müddet sonra Otman Baba, İstanbul dışına, Karadeniz kıyısında bir yere gitti. Burada bulunduğu bir gün hastalandı.

Otman Baba’nın abdalları; “acaba Baba’nın bu âlemden Hakk’a yürüme zamanı mı geldi diye” düşünmeye başladılar.

Ancak Otman Baba, hasta olmasına rağmen, bir gün atına binip ortadan kayboldu. Abdallarından hiç biri onun nereye gittiğini göremedi. Ancak ikinci günü sabahleyin iki abda! onu bir çeşme başında otururken gördüler. Koşup diğer abdallara da müjde verdiler.

Bu haberi alan abdallar çok sevindiler ve mutlu oldular. Allaha şükür edip, niyazda bulundular. Bütün abdallar toplanıp Otman Baba’nın olduğu yere varıp onun huzurunda secdeye kapandılar,

Otman Baba, o gün ve o gece orada istirahat ettikten sonra, oradan da ayrılıp bir başka su başında konakladılar.

Birkaç gün de burada kaldıktan sonra, buradan da ayrılıp bir tepenin üstüne vardılar. Bu tepenin alt yamaçlarında Fatih Sultan Mehmet’in ulu ağaçlarla kaplı bir korusu vardı.

Otman Baba’nın emriyle abdallar, bu korudan ağaç kesip yakarlardı ve padişahtan gelen kese kese akçelerle yaşamlarını sürdürürlerdi.

Bir gün Süleyman Paşa, üzerinde avcı elbisesi ile ve yanında birkaç kişi ile çıka geldi.

Otman Baba, bu durumdan rahatsız oldu ve öfkelenerek:

— Bu adam benimle görüşmeye geliyor!

Diyerek söylenmeye başladı. Süleyman Paşa, bu sözleri duydu ve çok utandı.

Derhal geri dönerek atına bindi ve oradan uzaklaştı.

Orada bulunan sermest bir abdal, Süleyman Paşa’nın arkasından; “yuh senin sakalına hüdavent! (sahip)” diye bağırdı.

Fakat Süleyman Paşa hiç bir şey söylemeden uzaklaşıp gitti.

Süleyman Paşa, doğru Fatih Sultan Mehmet’in huzuruna çıktı ve Otman Baba’nın abdallarından şikayette bulundu: “Bu gün Otman Baba’nın elini öpmek için yanına gitmiştim, bana hiç saygı göstermediler, ayrıca arkamdan yuhaladılar” dedi.

Fatih Sultan Mehmet, Süleyman Paşa’ya: “Senin bu şikayetten muradın nedir” diye sordu.

Süleyman Paşa, Sultanım “Otman Baba ve abdallarını öbür yakaya atmaları için emir verebilirsiniz” dedi.

Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba ve abdallarını İstanbul’a getirtti ve abdalların bir kısmının öbür yakaya geçmeleri için emir verdi.

Bu emir üzerine Otman Baba’nın abdallarının doksan üçünü İstanbul’un öbür yakasına geçirdiler. Otman Baba, diğer abdallarla İstanbul’a döndü ve tekrar Kılıç Manastırına yerleşti.

Otman Baba’nın abdalları öte yakaya geçtikleri zaman, akşam ile yatsı arasıydı.

O zaman öte yakanın bekçisi Şahkulu Baba idi. O bu dünyadan göçmüştü. Bu âlemden öbür dünyaya göçerken de dervişlerine vasiyette bulunmuştu,

Şahkulu Baba : “Ben bu âlemden gittikten bir zaman sonra, bu Üsküdar iskelesine akşam ile yatsı arasında Mehdi zaman sıfatlı evliya ve kutuplar kutbu; dinî bir meslek grubunun başı ve kendisine bir çok kimsenin bağlandığı zamanın en büyük Mürşit’i askeriyle birlikte çıkacaktır. Onlardaki kuvvet ve güç hiç bir milletin gücüne benzemeyecek ve bütün âlem onların şan ve şöhretleri karşısında şaşırıp kalacaktır. Sakın gafil olmayasınız, onlara gereken saygıyı gösterin” dedi.

Şahkulu dervişleri, Otman Baba’nın abdallarını görünce, Şahkulu Baba’nın vasiyetini hatırladılar ve bu gelenlerin o kimseler olabileceklerini düşünerek hemen onların önünde âmenna ve saddakna (inandık ve iman getirdik) diyerek secdeye kapandılar.

Otman Baba’nın abdalları, Şahkulu Tekkesinde tam bir ay yiyip içip bol bol gezdiler ve ziyaretlerde bulundular? Daha sonra tekrar beri yakaya geçip. Otman Babalarına kavuştular.

Otman Baba da, Kılıç Manastırından ayrılıp, At Meydanına geldi ve baharı orada geçirdi.

Günlerden bir gün Otman Baba, meydanın ortasında dört köşe bir taş gördü ve bu taşı okla vurmaya kalktı. Ancak tam bu sırada, gök yüzünde bir bulut peyda oldu ve bir yıldırım gelip o taşa isabet etti. Taşın bir köşesini koparıp kenara attı.

Yine bir başka gün İstanbul’un ulemâ takımı ve bilginleri, acaba Otman Baba, abdest alıp namaz kılar mı diye merak etmişlerdi.

Onların bu düşünceleri, Otman Baba’ya malum olmuştu ve daha onlar sormadan : “Ey hocalar! Bilmiş olun ki, denizler su olalı beri elimi suya sokmadım ve abdestsiz yere basmadım. Abdest ve taherat (temizlik) evliyâ indinde görünür yerleri yuyup (yıkamak), bâtını (gizli görünmeyen) şeytana emanet etmek değildir” diyerek cevaplandırdı.

Bir müddet At Meydanında yaşamını sürdüren Otman Baba, tekrar Kılıç Manastırı’na yerleşmişti.

Fatih Sultan Mehmet, Kara Boğdan seferinden büyük başarılar kazanmıştı. Allah’ın izniyle Boğdan’ı fethedip, oradan Belgrad’a geçilmişti. O kış birçok kaleyi ele geçirmişlerdi. İlk bahar gelince, Osmanlı ordusu İstanbul’a dönmüştü. Bu savaşlarda büyük başarılar ve ganimet elde edilmişti.

Ordunun dönüşünden birkaç gün sonra, Otman Baba, yanında birkaç abdalıyla birlikte; Fatih’in bulunduğu sarayın kapısına vardı. Saray kapısının önünde bir miktar odun vardı. Abdallar derhal-bu odunları parçalayıp büyük bir ateş yaktılar. Her taraf aydınlanmıştı. Hatta alevler padişahın haremini bile aydınlatmıştı.

Fatih Sultan Mehmet, ne olduğunu sorunca; muhafızlar, Otman Baba ve abdallarının saray önündeki odunları yaktığım söylediler.

Fatih Sultan Mehmet, muhafızlara: “Sakın dokunmayın, Otman Baba’yı içeriye davet edin ki, onun o mübarek ayağı sarayımızın içine basmış olsun” dedi.

Bir müddet sonra muhafız başı gelip Otman Baba’ya: “Oğlun Mehmet’in selâmı var, seni içerde bekliyor. Lütfedip o uğurlu ayağını sarayımıza bassın diyor” dedi.

Otman Baba, muhafızın arkasından saraya girdi ve üçüncü kapının önünde Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba’yı karşıladı ve onun o uğurlu elini öptü. Daha sonra onu alıp özel makamına götürüp rahat bir yere oturttu.

Otman Baba, bu ihtişamı görünce şaşırdı kaldı:

—        Oğlum Mehmet, bu mülkü sen mi kurdun ?

Fatih Sultan Mehmet:

—        Evet Babacığım, sizin gibi erenlerin ve serverlerin yüzü suyu hürmetine..

Dedi ve derhal bir sofra kurmalarını emretti.

Otman Baba’nın önüne mükellef bir sofra kuruldu. Fatih Sultan Mehmet: “Buyur Babacığım yemek yiyelim” dedi ve kendisi yemeye başladı, fakat Otman Baba, bir şey yememişti.

Fatih Sultan Mehmet:

—        Babacığım bir şey yemediniz, buyrun yeyin.

Otman Baba:

—        Buyrun siz yeyin oğlum, siz yediğiniz zaman bende yemiş kadar olurum ve doyarım.

Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba’ya :

—        Babacığım siz ne yer ve ne içersiniz ?

Diye sorunca, Otman Baba : “Ben can yerim” dedi ve ilave etti. “Sen bir şehirlisin, esas padişah benim. Sen bilmez miydin ki, bu sarayda güvercin kışlayacağını ve konup öteceğini, ne diye bu sarayı böyle yaptırdın! dedi.

Fatih Sultan Mehmet: “Babacığım bu dünyanın ahırî fenadır” dedi.

Otman Baba : “Sen bu kılıcı nereden buldun ? Asıl kılıç benimdir, odlu (ateşli) topuz benimdir, ben öyle bir padişahım ki, boynuzsuz koyunun hakkını; boynuzlu koyundan alıveririm, kelbi (köpeği) öldürene sürükletirim” dedi.

Otman Baba, daha sonra saraydan ayrılıp, At Meydanına gitti. Bir yere oturup istirahat etmeye başladı.

Bu arada Fatih Sultan Mehmet, Otman Baba’nın saraya yapmış olduğu ziyaret hakkında bilgi toplamaya çalışıyordu.

Otman Baba’nın abdallarına : “Baba’nın beni ziyaretinden murad ne idi acaba” diye sordurdu.

Abdallar, Otman Baba’nın padişahı ziyaretinden murad : “Veda etmek içindir, çünkü buradan ayrılıp Arap Şehrine gideceğiz (Edirne); gitmeden önce bir defa o mübarek yüzünü siz Sultanımıza göstermek istedi” dediler.

Fatih Sultan Mehmet, abdallardan bu cevabı duyunca, Allah, Allah! Diyerek gülümsedi ve Abdallara hâzineden para verilmesini emretti.

Abdallara şöyle söyledi:

—        Otman Baba’nın dünya nimetine ihtiyacı yoktur tek, sız bu paraları alın, yolda harçlık yaparsınız.

Hâzineden abdallara beş bin akça verildi.

Otman Baba’nın yapmak istediği gerçekleşmişti. Onun esas amacı, İstanbul’a gelip, bu büyük şehirde yaşayan ulemâ ve bilginlere, padişaha kendisini tanıtıp; “Enelhak” davasını yaymaktı. Bunda da fazlasıyla başarılı olmuştu. Artık buradan ayrılmanın zamanı geldi diyerek, abdallarına hazırlanıp; Arap şehrine gideceklerini söyledi.

Bir bahar günü Otman Baba, atma bindi ve abdallarını toplayıp, Edirne’ye doğru yola çıktı. Yol üzerinde uğradığı her yerde büyük saygıyla karşılanıyor, yiyecek ve kurbanlar hediye ediliyordu. Kona göçe Vize’ye varmıştı. Otman Baban m geleceği Vize’de bulunan Ahmet Baba’ya malum olmuştu :

—        Ahmet Baba, şehrimize bir padişah geliyor!

Diyerek, her tarafın temizlenmesini İstedi ve bir sabah erkenden Otman Baba’yı karşılamağa çıktı.

Ahmet Baba, Otman Baba’yı görünce, derhal onun önünde secdeye kapanarak ona olan saygısını gösterdi ve Babayı alıp hanesine götürüp konuk etti. Ahmed Baba, Otman Baba’ya aşık olmuştu, bu sevgisini dile getirmek için de şöyle dedi:

Gel ey devlet güneşi şahı ahter

Kamunun izzet-ü ikbali serveri

Erenler serveri şah-ı velisin

Dahi şir-i hudanın Ali’sisin

Şeha maksud-u fethin kuvvetli olsun

Cihanda ism-i cismin belli olsun

Husûdün bağrı daim senk-i ehen

Ki ol yeri cehennem misl-i ahen

Şükr-ü minnet ki gördün ey kadim şah

Ki sensin her kulun halinde agah.

Bir müddet burada dinlenen Otman Baba, atına binip tekrar Edirne’ye hareket etti. Uzun bir yolculuktan sonra Edirne’ye varmıştı.

Otman Baba, bu şehre Arap Şehri diyordu. Şehrin güneyinde, Kıyık Tekkesi adı verilen bir tekke vardı. Otman Baba, abdallarıyla birlikte bu tekkeye konuk olmuştu.

Edirne halkı Otman Baba’nın tekrar şehirlerine geldiğini duyunca, Otman Baba’yı görüp elini öpebilmek ve onun mübarek yüzünü görebilmek için akın etmişlerdi.



Yüklə 436,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin