“Seni yukarıdan o ulu ziyarete de isterler. Sen ulu bir ağaçtın ki, seni yerinden koparacaklar”, demişti. Bunun üzerine Bayezid Baba, fazla yaşamadı ve bu âlemden Hakk’a yürüdü.
Gör ne şeyler eyler bi güman
Ol kişi olur nağâhan
Zira nutku emri Hakk’tır ey rahmeti cüvan
Yezdan özüdür hem iman
Kimdir ol ki olmaya razı Hakk’a
Olmaz yine kâfir oldur mutlaka
Ahd-i ikrar ehli kâlüdan gelir
Şerri lânet akıl âludan gelir
Emrinin hükmü teğayür olmaya
Diyenler cam canan olmaya.
OTMAN BABA İLE NASUH BABA ARASINDA GEÇEN BAZI OLAYLAR
Olman Baba’nın Akpınar Tekkesinde bulunduğu sırada, Karasu Keçisi denen kasabada da bir evliya vardı. Ona “Nasuh Baba” derlerdi. Bir gün Nasuh Baba, beraberindeki birkaç kişi ile Otman Baba’yı ziyarete geldi.
Onların geldiklerini, gürültülerinden anlayan Otman Baba, dışarı çıktı; onları görünce tekrar geri dönüp içeri girdi. Bu durumu gören Nasuh Baba, yanındakilere:
— Bu nasıl bir kimsedir ki, bizi görünce tekrar içeri girdi ?
Diye söylenmeye başladı.
Bu sırada Otman Baba’da içerde söyleniyordu :
— Bu nasıl geliş, bak şu kişinin gelişine bak!
Diye kendi kendine söyleniyordu.
Fakat Nasuh Baba, Otman Baba’nın bu söylediklerini duyuyordu. Nasuh Baba ve yanındakiler, şaşkınlık içinde Otman Baba’nın içerden gelen bağırmalarını duyuyorlardı.
Nasuh Baba:
— Ne acayip şeyler söyler bu kişi böyle ?
Diyerek, içeri girip, Otman Baba’nın önünde yere kapandı. Bir ara başını kaldırıp gözünü, Otman Baba’ya dikti. Hiç kımıldamadan bir müddet Otman Baba’nın o heybetli halini seyretti. Sonra hiç birşey söylemeden kalkıp dışarı çıktı ve tekkede bulunan dervişlerle, orada bulunan halka:
— Ne olur gelin şu içerdeki evliya şahından benim güllerimi isteyiverin dedi.
Otman Baba ise, Nasuh Baba’nın istemiş olduğu o gülleri; kâh koynuna sokuyor, kâh dışarı çıkarıyordu.
Orada hazır bulunanlardan birisi, Otman Baba’nın huzuruna giderek :”Ey iki cihanın serveri ne olur insaf edin ve Nasuh Baba’ya ait olan o gülleri geri verin” dedi.
O zaman Otman Baba, elinde bulunan üç gülden açılmış olan ikisini kendisine bıraktı ve henüz açılmamış, gonca olanını Nasuh Baba’ya verdi,
Nasuh Baba, o gülü alır almaz hiç birşey söylemeden ve arkasına dahi bakmadan oradan uzaklaştı. Bunda bir hikmet vardı ve şöyle idi:
Zat âleminde ruhlara hitap edildiği zaman, bazıları evet dediler. Bazıları ise hayır dediler ve bazıları da hiç bir şey demediler.
Bilindiği gibi, evet diyenler mü’min ve muvvahahhiddlerden olup, Tanrı’nın birliğine inananlardır.
Hayır diyenler ise, inkarcılardan oldular.
Hiç bir şey demeyenler ise, peygamber ve evliyâların ruhları idi.
Sıfat âleminde (bir şahıs ve nesnenin geçici hali) evliyâ ve peygamber ruhları, Allah’a en yakın olan ruhlardır.
Nasuh Baba’nın ruhu da o hiçbir şey söylemeyen ruhlardan biriydi. O Otman Baba’ya gelerek, onu yakından inceledi ve onu Tanrı’va yakınlığı ile müşahade etti. Tanrı âlemini görmek, Allah’ın kaalü belâdan bu yana gelip geçen ruhlara “aynel-yakın” diye hitab edişi, Otman Baba’nın gönlünde tecelli etmişti (Tanrı kudret ve sırrının kişilerde ve eşyada müşahade edilmesi ve görünmesidir). Böylece bu âlem onun nurundan şereflenmiş, süslenmiş ve bir gülistana dönüşmüştür.
Nasuh Baba’nın o gülleri, Otman Baba’dan geri istemesinin hikmeti de bunun içinde saklıdır. Nasuh Baba, Otman Baba’dan “nasip” istemiş ve almıştır.
Otman Baba’nın Nasuh Baba’ya verdiği o tomurcuk gül, aslında görünüşte bir gül idi. Ancak gerçekte bu gül, Otman Baba’nın Nasuh Baba’ya bahşettiği bir “nasip” idi. Bütün evliyalar, ondan nasip (tanrının bahşettiği bir kudret) almayı arzu ederlerdi. Çünkü böyle bir mertebeye sultanlar dahi erişemezlerdi.
Otman Baba şöyle demiştir:
— Ben bu dünyaya gökten bin yılda bir kere inerim ve Tanrının bütün yarattıklarına, yine Tanrı’nın emriyle rahmet eylerim!
Yine Otman Baba, yanında bulunan Abdallarına şöyle demiştir:
— Siz çok şanslı kimselersiniz, sizin o aciz canınız ve gözünüz benim bu mübarek yüzümü gördüğü için; siz dahil yedi ceddiniz rahmete gark olur. Hatta bütün tekkelerde hizmet edenler dahi bu rahmetten nasibini alırlar.
Bu da Otman Baba’nın nasıl biri olduğunu ve nasıl bir cemâli olduğunu ve yine nasıl bir evliyâlık gücüne sahip olduğunu varın siz düşünün.
Ey zehi zatı muayyen hem kadim bi zeval
Sen ganisin üş hakikete mashar lütf-i celâl
Afiîâb hilkâtin kim zürriyet erdi tamam
Pes zebun benden oldu heybet gele has-ı amm
Kangi sahib-i ma’rifet ki söylemez vasfın senin
Çürüsün diller onun kim olmadı merdün senin
Ey hakikat velî-yi tarikat menba kânı vefa senden
İster üş nasibin evliya ve enbiya
Bunda gördün çün yüzünü ey sırrı Hak
Onda dahi yad edib geçme şahım bi nutuk
OTMAN BABA İLE MÜMİN DERVİŞ
Bayezid Baba, bu dünyadan Hakka yürümüştü. Bütün dervişler merhumla vedalaşmak için toplanmışlardı. Mümin Derviş, Otman Baba’yı Akpınar tekkesinde bırakarak kendi tekkesine gitmek üzere yola çıkmıştı. Mümin Baba, dervişleriyle birlikte Vardar’da bulunan Bayezid Baba tekkesine geldikleri zaman Otman Baba’yı da saygıyla andılar.
Fakat o sırada Otman Baba, aniden onların yanında göründü. Halbuki onlar Otman Baba’yı Akpınar tekkesinde bırakmışlardı. O gün orada
halk ve dervişler yiyip içtiler, Bayezid Baba’nın ruhu için dualar yapıldı. Daha sonra Varid Erikçisi denilen beldeye gitmek üzere yola çıktılar. Vardıkları şehrin halkı, ulu bir evliyâ geldiğini duyunca; çok sevindiler. Büyük bir hürmetle gelenleri karşılayarak konuk ettiler. Bu beldede bir müddet dinlendikten sonra atlarına binerek yola devam ettiler. Köyden köye ve şehirden şehire dolaşıp durdular. Her gittikleri yerde büyük saygı ve hürmet gördüler. Onların şerefine kurbanlar kesiliyordu.
Bir müddet sonra “Semender” şehrine vardılar. Halk Otman Baba’ya çok büyük saygı gösteriyordu. Onun önünde secdeye varıp, ondan hayır himmet diliyorlardı. Gelen bu ulu evliyânın aşkına kurbanlar kesiliyordu,
O zaman o şehirde Ali Bey adında bir sancak beyi vardı. O da gelen evliyayı ziyaret ederek, hayır duasını almak istedi. Ali bey, Otman Baba’nın elini öptü ve diz çökerek bir yere oturdu. O vakit Otman Baba, bütün heybetiyle Ali Bey’e bakarak:
— Ey koca Tatar, sende on iki adet kurbanlık koç var; tez git onları getir.
Ali Bey, hiçbir şey söylemeden derhal kalkıp, sekiz adet koç getirdi. Ayrıca Kara Turna adını verdiği bir de at getirip, Otman Baba’ya hediye etti.
Çok kısa bir zaman sonra, bir savaş ganimetinden Ali Bey’e büyük miktarda koyun ve mai geldiği kısa zamanda çok zengin olduğu görülmüştü.
O vakit halk bunu, Otman Baba’ya vermiş olduğu koçların karşılığı olarak; kendisine nasib edildiğini düşündüler.
Otman Baba, yanında Mümin Derviş olduğu halde bir yolculuğa çıktı. Bir müddet sonra, “Vidin” şehrine geldiler. Şehrin ileri gelenleri ve gazileri, Otman Baba’ya büyük saygı gösterdiler. Onun cemalini görebilmek ve sohbetlerini dinleyebilmek için insanlar akın akın gelip; pek çok kurban kestiler ve onun sohbetlerini dinlediler.
Otman Baba Vidin’de bir süre kaldıktan sonra, Ali Bey’in hediye ettiği Kara Turna atına binerek; Mümin Dervişle birlikte tekrar yola çıktı. Bir müddet sonra, “Niğbolu” ya geldiler.
Otman Baba, şehre girmeden önce, bir dervişin elinden “ceridesini” (önemli olayların yazıldığı belge) alıp; Maksuzoğlu Mehmet Bey’in hanesine misafir oldu. Otman Baba, elindeki cerideyi evin ortasına bırakarak Mehmet Bey’e:
— Seninle burada çoban olup koyun otlattığımızı ve pamuk ektiğimizi bilir misin ?
Daha sonra bir taepeyi göstererek:
— Şu tepe var ya, o tepe seninle benim yerimdir.
Dedi ve bir müddet sonra, Mehmet Bey, Otman Baba’nın göstermiş olduğu tepede şehit düştü, O yer halk tarafından bir ziyaretgâh haline getirildi. O tepenin toprağı bile dertlere derman olmaya başladı.
Otman Baba, burada da durmayıp, Mümin Dervişle birlikte; Niğbolu’dan ayrılıp, Tırnova’ya geldiler.
Otman Baba, daha evvel burada bir kayanın üzerine çıkarak Allahü ekber, İstanbul alındı diyerek ezan okumuştu. Tırnova halkı, Otman Baba’yı çok iyi’ tanıyordu. Şehir halkı bu ulu evliyâyı tekrar şehirlerinde görünce, yanına gelerek ona büyük hürmet gösterdiler. Elini ayağını öpüp, onun için kurbanlar kestiler ve onun hayır duasını aldılar.
Mümin Dedenin dervişlerinden birisi, bu şehirde büyük bir günah işlemiş, halk bunu Otman Baba’ya bildirdi. Bunu öğrenen Otman Baba, dervişi karşısına alarak; büyük bir öfke ile : “Cüdam hastalığına uğrayasın” dedi. Cüdam (alaca tenlilik) hastalığı. Çok geçmedi, derviş cüdam hastalığına yakalandı. İnsan sıfatı kalmadı.
Ey zehi hükmi isü sahib-i nefs
Lütf-i kahrın masharından oldu kes
Kimi kahrın heybetinden hur olur
Kimi lütfün şevkinden nur olur
Kimi şakir nimet içün ya kerim
Derdü sabrın bize ve ya rahim
Cevr-i zulmu bi hesap eden kişi
Görür sağır lenkü nakıstır işi
Ey kardeş haline bi et nazar
Ta bulasın hadd-i insaf-ı zafer
Bir müddet sonra Otman Baba, buradan da ayrılarak Mümin Baba ile birlikte, Zağra’ya geldi. Uzun bir müddet burada kaldılar. Bu arada Bayezid Baba’nın dervişlerinden ikisi, Bayezid Baba’nın ikinci kırkına giderken; Otman Baba’nın yanına uğradılar. Bu dervişlerden birinin lâkabı, “Deli Omur”, diğerininki ise, “Kemabil” idi.
Bu dervişlerden Deli Omur, eline usturayı alıp, Otman Baba’nın başını traş etti. Halk Otman Baba’nın o mübarek saçlarını alıp, sakladılar ve bu arada Otman Baba, dervişlere :
— Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz ?
O zaman abdallar:
— Ey büyük ve ulu evliyâ! Sen seni en iyi bilenlerdensin, biz seni nasıl bilebiliriz ?
O vakit Otman Baba :“İnanın ki, o Tanrı inandırsın sizi, ben âlemlerin serveri ‘Adem’in maksuduyum; bunu böyle bilmiş olun. Sizler benim kocalarımsınız, beni bilin ve bana inanın; bu âlem halkına şahlığımın ve serfirazlığımın, benzerlerimden üstün olduğunu bildirin’ diyerek abdallara şu öğütleri verdi.
Zehi zat-ı muhakkak bi nihayet
Nübüvvetsin ayni oldu hem velâyet
Senin her kim cemalini görse şükür
Hakikat milkine handır o şükür
Çağladın dâvâ-i sırrı enel-hak
Kabul etti kamu eşya-ı mel mutlak
Eğer kuvvet, eğer kudret şenindir
Eğer firkat ve ger vuslat şenindir
Kamu ulvi ve süiti milkin odur
Bulur üstüne kâl çekmek odur
Abdalların bazıları bu sözlere inanıp onları onayladı. Bazıları ise inanmadılar. Deli Omur ile Kemabil Baba’nın bu sözlerini gaflete düşüp anlayamadılar.
Hakikati sırrı, bu eşya ve yerle göğün yaratıcısı; bu evliyânın gönül levhinde ve arşesinde gizli ve üstü örtülüdür. Zira felek ile yedi yıldız bu merkez noktayı Tanrı’nın emriyle her saat göstermektedirler.
Onlar adem suretine girmeye can atarlar. Çünkü bütün eşya, bitki ve hayvanların muradı ademdir. O hakikat noktası ve Tanrfnm halifesidir. Cümle varlığı Tanrı onun aşkına yarattı. Mü’minin kalbi, Allah’ın kürsüsü ve evidir. Kâinatı şereflendirmek ve süslemek için Allah, ademi yarattı.
Kainatta bütün eşyanın muradı ve maksadı, ademe ermek ve ade4me ulaşmaktır. Ademin maksadı ise, kendisini tanıyarak, Allah’ı tanımaktır. Ne yazık ki, o abdallar bunu anlayamadılar. Koca evliyayı bu şekilde müşahade edemediler ve Otman Baba’nın nasıl birisi olduğunu anlayamadan onu tekkede bırakıp gittiler.
Bu abdalların böyle hareket ettiklerini gören Otman Baba “Be gafiller, nereye kadar gidebileceksiniz; hadi gidin de görelim. Dedi.
Abdallar yolda perişan oldular. Bazıları hastalandı, güçten düşüp, dermansız kaldılar. Onlar Bayezid Baba’nın kırkına gitmek için bin bir güçlükle yol alırken, Mümin Baba, gelip Otman Baba’yı bir ata bindirip, Bayezid Baba’nın kırkına götürdü.
Abdallar yapmış oldukları yanlışlığı anladılar ve Otman Baba’dan özür niyaz dileyip, kendilerini bağışlatmak için; tekrar Akpınar tekkesine geldiler. Ancak Otman Baba’nın oradan ayrıldığını öğrendiler. Her ne ise, abdallar başlarına gelenlerin Otman Baba’ya yaptıkları saygısızlıktan geldiğini anlamışlardı. Ona can-ı gönülden iman getirdiler ve onun yüce bir evliya olduğuna inandılar.
Abdallar, yollarına devam edip Otman Baba’yı aramaya başladılar. Uzun bir aradan sonra Otman Baba’yı Zağra’da Mümin Baba’nın tekkesinde buldular.
Otman Baba’nın önünde secdeye kapanıp, elini ayağını öptüler, onu buldukları için Tanrıya şükür ettiler.
Otman Baba onlara:
— İyi bilin ki, ben istediğiniz peygamber sırrıyım. Bu âleme rahmet etmeye geldim. Beni görebilen gözler var olsun, görüpte fark edemeyen gözler de kör olsun.
Mümin Baba, abdallarını bir gün, kurban toplamak için Tanrı Dağı halkına gönderdi. Otman Baba’da onlarla birlikte yola çıktı. İlk olarak yolları üzerinde bulunan Çatalca Köyü’ne vardılar. Çatalca Köyü’nde Çeltikoğlu adında bir kimse vardı. Ona bu yörede “Sultan” derlerdi. O da evliyâlardandı. Otman Baba’nın geldiğini duyunca, hemen yanına koştu. Köy halkı da yiyecek ve kurbanlar getirerek Otman Baba’dan hayır himmet aldılar.
Otman Baba ve abdallar, köyden ayrılıp tekrar yollarına devam ettiler. Yolda giderken Otman Baba, atının başını çekti ve Kemabil denilen abdala :
— Şu yol üzerinde duran koz (ceviz) çubuğunu al ve bana ver. Abdal hemen atından inip, çubuğu aldı ve Otman Baba’ya verdi.
Bu yol üzerinde bir başka evliya daha vardı, Halk arasında ona 0ırıur Baba derlerdi. Otman Baba ve abdalları, bu Baba’nın tekkesine vardılar. Otman Baba, yoldan almış olduğu ceviz çubuğunu elinde tutuyordu.
Bunu gören Omur Baba : “Sen ağacını getirmişsin, bize de onun yemişini peyda etmek düşer” diyerek tekkede sakladığı cevizleri çıkarıp ortaya koydu.
Bunu gören Otman Baba:
— Sen onun yemişini peyda edersin ama ben ise, açları doyurucu ve susuzları kandırıcı Muhammed sırrıyım.
Omur Baba ise bu yanıta, öfkelenerek:
— Şu elindeki çubuğu bana verir misin ?
Omur Baba’nın bu hareketine karşılık Otman Baba :
— Bu şekilde Otman Baba’nın elinden hiç bir şey alınmaz.
Otman Baba ve abdalları tekkeden ayrılırken, Omur Baba, ceviz çubuğunu Otman Baba’dan tekrar istedi.
Bu defa Otman Baba, dayanamayıp; çubuğu Omur Baba’ya verdi.
Otman Baba, çubuğu Omur Baba’ya verdikten sonra atına binip, abdallarla birlikte tekrar yola çıktılar.
Otman Baba oradan ayrılınca, dervişler ve halk; Omur Baba’ya bu gidenin kim olduğunu sordular.
Omur Baba : “Ben bu kişinin sırrına eremedim. Ona Otman Baba derler. Çok ulu bir evliyadır” diye açıklama yaptı.
Bu köye çok yakın bir yerde Turnacı Baba lâkabıyla başka bir Baba daha vardı. Otman Baba, onun yanına da uğradı.
Turnacı Baba, Otman Baba’yı uzun uzun süzdükten sonra onun, ruhlara hitap eden bir hakikat sırrı ve eşsiz bir evliyâ olduğunu hemen anladı. Otman Baba’nın önünde secdeye varıp, ondan hayır dua istedi.
Otman Baba, Turnacı Baba ile birlikte bir müddet oturdu ve çeşitli konularda sohbet ettiler.
Otman Baba, buradan da ayrılarak, Filibe’ye geldi. Orada Hızırlık denilen bir tekkeye yerleşti.
Bu şehirde Hasan Baba adında bir evliya vardı. Hasan Baba, Otman Baba’nın Filibe’ye geldiğini bütün halka duyurdu. Halk Otman Baba’ya gereken saygıyı gösterdi.
Ancak Otman Baba burada da pek fazla kalmadı. Abdallarıyla birlikte Tanrı Dağına vardılar. Bu dağın üzerine çıkıp, etrafı seyretti. Bir müddet burada gezip dolaştı. Daha sonra oradan da ayırarak, tekrar Zağra’ya geldi.
Otman Baba, uzun bir müddet Mümin Baba’nın tekkesinde kaldı ve Mümin Baba’nın abdallarına kendi “Tarikatını talim ettirdi ve onları irşad ederek doğru yol sürmelerini istedi.
Bunu gören Mümin Baba, dervişlerine çok kızdı:
— Siz benim tarikatım ve erkânımdan başka bir erkân yürütüyorsunuz. Bu güne kadar hiç bir şeyh böyle birşey yapmış değildir ve böyle bir şey görülmemiştir!
O zaman Abdallardan Deli Omur ile Kemabil Mümin Baba’ya dönerek:
— Sen bilmiş ve anlamış ol ki, bu “tarikat’ı biz kutuplar kutbu, iki cihanın serveri ve Tanrı’nın Halifesi Otman Baba’dan görüp öğrendik.
O zaman Mümin Derviş, abdallara :
— Siz bunları nasıl söylersiniz, sizin Otman Baba için söylediğiniz bütün bu vasıflar rahmetli Bayezid Baba’ya attir. Biz ondan böyle bir tarik görmüş değiliz.
Bunları işiten abdallar, Mümin Baba’ya çok öfkelendiler ve :
— Sen Otman Baba için bunları nasıl söylersin ? Nice evliyâlar ve şeyhler; Otman Baba’nın önünde aciz kaldılar ve el bağlayıp, onun önünde saygıyla eğildiler.
Diyerek Otman Baba’yı savundular.
Mümin Derviş tekrar sordu:
— Neden diğer evliyâlar Otman Baba’nın önünde aciz kalacaklarmış?
Abdallar:
— Sen her gün ve her gece Otman Baba’nın mübarek huzurunda oturup, devleti sayesinde, onunla birlikte yersin İçersin ve padişahlar gibi yaşarsın da halâ onun kim olduğunu ve’nasıl biri olduğunu anlayamamışsın ?
Bu arada Otman Baba, bütün heybetiyle Mümin Baba’nın yanına varıp, onun bütün dervişlerini dağıttı.
Mümin Baba, Otman Baba’ya:
— Bu dervişler senin neyin oluyor ki onlara karışıyorsun ve onları dağıtıyorsun ?
Otman Baba, Mümin Baba’ya:
— Sen daha beni tanımamışsın, ben senin dalını budağını ve kolunu bacağını kırayım de sen o zaman beni tanırsın!
Mümin Derviş halktan utandığı için renkten renge girdi ve Otman Baba’nın yüzüne bakamadı.
Mümin Baba, kendisini çok yükseklerde görür ve ben irşad sahibiyim derdi. Halbuki irşad sahibi bir kimse, kimsenin karşısında mahcup duruma düşmez ve avam karşısında korku ile yaşamaz. İrşad sahibi olan kimse, evliyalığa basıp kutuplar kutbu olan kimsedir. Mümin Baba’da bu halleri kimse göremezdi.
Otman Baba, bir gün yine Mümin Baba’nın tekkesine gelip onun dervişlerini dağıttı. Mümin Baba, Otman Baba’ya karşı geldi.
Bunun üzerine Otman Baba: “Bire gözü çıkası münafık, peygamber zamanında yalandan Müslüman olan, fakat sapıklıkta devam eden adam” diye bağırdı.
Akşama varmadı Mümin Derviş’in iki gözü kör oldu. Mümin Dervişin bir oğlu vardı. Bir gün babasının gözlerine derman ararken, Otman Baba ile karşılaştı.
Otman Baba bu çocuğa :” Ben Tanrı’nın izniyle buraya emanetimi almaya geldim. Sen kimin için derman ararsın” dedi.
Akşama varmadan Mümin Dervişin oğlu vefat etti. Bu hali gören Mümin Derviş ve karısı, bağırıp çağırmaya başladılar. Otman Baba’ya bizi böyle ağlatman gerekmezdi dediler. Bu gelişmelerden sonra Otman Baba, o gece oradan ayrıldı.
Zehi kadir ki kabz-ı ruhu eşya
Sen oldun mutu hayyü fikr-i dana
Seni inkâr eden oldu hasaret
Gözü kör olur kalmaz basaret
Ne taklid-i keman ehli ola ol
Ki vasfın işüdüp inkâr ide ol
Visalin âşıka devlet değilmi
Hayalin gönlüme vaslet değil mi
Zira sensin kamu dillerde hanan
Harif-i dilber ve maksudu insan.
Mümin Derviş bütün bu yaptıklarına pişman oldu. Zira Otman Baba’nın sayesinde ve onun yüzü suyu hürmetine kendisine bol bol yiyecek, giyecek ve kurbanlıklar geliyordu. Mümin Derviş, Otman Baba’nın abdallarından Deli Omur ile Kemabil-i Otman Baba’yı aramaya gönderdi. İki derviş üç dört ay Otman Baba’yı aradılar. Nihayet onu Zağra’nın Malöyüğü Köyü’nde bir mahyada buldular.
Bu arada Yanbolu’da Etyemez Kardeşler lâkabıyla bilinen iki kardeş vardı. Otman Baba, onların birine Deli Ciğer, diğerine de Ata adlarını vermişti. Bu kardeşlerden Ata’da yanına aldığı birkaç dervişle birlikte, Otman Baba’yı aramaya çıkmıştı. Onun niyeti de Otman Baba’yı kendi tekkelerine götürmekti.
Çünkü Yürük Subaşısı o Etyemez Kardeşlere, Kızılağaç Bekçisi yanında yeni bir tekke kurdurmuş ve Yanbolu Tekkesi’nden onları buraya getirip yerleştirmişti. Mahya dağıldıktan sonra Otman Baba’yı bir ata bindirip yola çıktılar.
Uzun bir yolculuktan sonra, bu yeni tekkeye geldiler. Yürük Subaşısı Otman Baba’yı görünce, ona büyük ilgi gösterdi. Ona candan aşık oldu ve onun huzurunda yerlere kapanarak, ona birçok yiyecek ve kurbanlar hediye. etti. Böylece Otman Baba’nın hayır himmetini almıştı. Ve bu heyecanla şunları söyledi.
Görün ol serveri şah-ı velâyet
Ne yere kim varır yağar himmet
Onu görüp bilen can olur azad
Şirini hüsrev oldu hem çü Ferhat
Ona vasıl olan her dü mekanda
Odur hâkim eğer madan kânde
Odur Zahir odur batın hem ol
Kamu şeyde dolobdur bi mekan ol
Zira odur kamu dillerde canan
Harif-i dilber-i maksudu insan
Otman Baba, bu yeni tekkeye saray adını verdi. Otman Baba uzun bir zaman bu tekkede kaldı. Otman Baba’nın ünü bütün diyara yayılmıştı. Onun mübarek yüzünü görmek için akın akın insanlar geldi. Tekke yiyecek, kurban ve zekâtlarla dolup taşıyordu. Yeni tekke, dervişler, abdallar, terki kaller ve zineti haller ile dolup taşmıştı.
Otman Baba, bir gün eline bir sopa alarak, bunların çoğunu bura dan kovdu. Daha sonra tekkede kalanlara da iş bölümü yaptı. Burada yaşayan herkesin belirli bir işi vardı.
OTMAN BABA EDİRNE’DE
Bir gün Edirne Kalesi içinde bir mahya cemiyeti kurulmuştu. Otman Baba ile abdalları da davet edilmişlerdi. Abdalların tamamı bu mahyaya katılmışlardı. Otman Baba, tekkeden dışarı çıkınca, bazı abdalların orada olmadığını gördü. Otman Baba buna çok kızdı. Abdalların bir çoğu ortada yoktu. Eline aldığı değneği ile, mahyada bulunan dervişleri ve halkı dağıttı.
Daha sonra da kendi derviş ve abdallarını önüne katarak Bileyan BabaTekkesi’ne götürdü. Birkaç gün bu tekkede kaldı. Halktan pek çok insan Otman Baba’yı görmeye geliyordu. Otman Baba, bu gelenlerden pek hoşlanmazdı. “Ben bir Tanrı sırrıyım, sizin seviyenize inemem ve ben sizinle ayni şeyi paylaşamam” diyerek onları kovduğu da görülüyordu.
O yıllarda Edirne’de Yıldırım İmareti vardı. Bu İmarete, Tuğra Mihal Köprüsünden geçilerek gidiliyordu. Bir gün Otman Baba, derviş ve abdallarıyla birlikte Yıldırım İmaretine gidiyordu. İmarethanede bulunan bir derviş, Otman Baba’nın üç yüz abdalıyla birlikte gelmekte olduğunu görünce, birkaç abdalla birlikte; köprünün ortasına gelip oturdular.
Otman Baba, onların yanından geçerlerken, bu dervişler; Otman Baba ve yanındakilere dil uzatmaya başladılar. Hatta bu dervişler, Otman Baba’nın yüzüne dahi tükürdüler. Otman Baba, bunları hiç dikkate almadan, köprüden geçerek imarethaneye geldi. Otman Baba, o gece Meriç nehri kenarında gezip dolaştı. Bir tufan olup bu.nehrin de Nil ve Fırat nehirleri gibi olmasını gönlünden geçirdi.
Bütün gece orada kalan Otman Baba, şafak sökerken, abdallarını toplayıp; Yıldırım imaretinin önünde bir kişinin dükkânını elinden aldı ve bütün mallarını bir araya getirip ateşledi. Daha sonra bir kasap dükkanının önüne geldi ve bu insan etlerini niye buraya astınız diye, dükkan sahiplerini bastonuyla kovaladı.
Oradaki halk Otman Baba’nın bu haline şaşırıp kalmışlardı.
Halk içinde bazı kimseler, böylelerini tutup yakmak lâzım diye söylenmeye başlamışlardı.
O sırada yine halk içinden birisi çıkıp, bu konuşanları şöyle uyardı :
— Arkadaşlar siz ne yapıyorsunuz ? Ben bu kişinin tarik kuvvet ve kudretini, ilim ve hikmetini gördüm; o bu zamanın kutuplar kutbu ve tasarruf sahibidir. Onda dört peygamber gücü vardır ve onun her sözü gerçektin. Ona Otman Baba derler, çok kültürlü biridir. Hatta; Hazret-i Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
— Sekiz yüz seksen yılından sonra bir kişi gelip “Enelhak” davası güdecektir ve bu kişi hükmünü geçirse gerektir. Bu kimse belki o kişidir.
Halktan birileri, bir gün kadıya gelerek Otman Baba’dan şikayetçi oldular :
Kadı Otman Baba’nın abdallarından bazılarını çağırıp onlara sordu
— O aranızdaki ihtiyar nasıl bir adamdır ve siz hangi mezheptensiniz ?
Otman Baba’nın abdalları da :
— O âhir zaman ihtiyarıdır ve kutuplar kutbudur. O hakikat burcunda oturur ve biz ona Otman Baba deriz. Ayrıca biz onun tâlibleri ve bendeleriyiz.
Abdallar gittikten sonra, kadı düşünceye daldı. Çünkü abdalların söyledikleri kadının kafasını karıştırmıştı.
OTMAN BABA VE MAHMUT PAŞA
Otman Baba, bir gün atına binip, Hasköyüne (Haskova) gitti. Fatih’in kumandanlarından Mahmut Paşa, Hasköy’de idi. Mahmut Paşa, Otman Baba’nın geldiğini duyunca, onu köprü başında karşıladı ve ondan hayırdua istedi.
Otman Baba, diz çöküp bir yere oturdu ve :
— Ey Mahmut! Bir geberesi kâfir, benim seni kurtardığımı söyledi. Ve şunları ilave etti:
— Bazı kâfirler senin nöbetçilerini öldürdüler!
Bu durumu öğrenen Mahmut Paşa, derhal saraya gidip, beş yüz akçe aldı ve Otman Baba’ya hediye etmek istedi. Bunu öğrenen saray ileri gelenleri, buna itiraz ettiler:
— Sen o paraları ona verirsen, bizde elimizde bulunan bütün belgeleri ve kitapları suya atarız.
Danışmanlarının bu tehdidi karşısında Mahmut Paşa, paraları Otman Baba’ya vermekten vazgeçti.
Otman Baba’da bu vaziyeti öğrenince, abdallarına emir verdi.“Gidin Mahmut Paşa’nın has bahçesinde ne kadar ağaç varsa kesip yakın” dedi. Mahmut Paşa, Otman Baba’nın ne için bunu yaptığını anlayamadı. Ancak kısa bir zaman sonra, Mahmut Paşa, Fatih Sultan Mehmet tarafından azledilerek görevden alındı.
Çün münkir görmedi Hakk’ı yüzünde
Ne lezzet bula ol her bir sözünde
Senin her giz hayalin görmediler
Eğer âlim eğer cahil dediler
Ne cahildir üş her sözünü
Hakikat Hak budur demez özünü
Otman Baba, nur atına binerek abdallarıyla birlikte oradan ayrıldı ve Kırkkilise (Kırklareli) şehrine geldi. Burada üç gün kaldı. Dördüncü günü şehirde bulunan Cuma mescidinin kapısına bir işaret yaptı ve İstanbul yönüne dönerek:
— Biz o taş ağıla gerekmişiz, çünkü orası Hasan ve Hüseyin’in şehridir.
Daha sonra atına binerek, abdallarıyla birlikte Edirne’ye gitmek üzere yola çıktı.
Bu sırada Mihaloğlu Ali Bey, Fatih Sultan Mehmet’ten “Sancak” almış dönerken, Otman Baba ve Rumeli Abdallarını bir ateş yakmışlar etrafında otururlarken gördü.
Mihaloğlu Ali Bey, onların yanına gelip, atından indi ve Otman Baba’nın elini ayağını öpmek istedi. Fakat Otman Baba, buna izin vermedi. Gür sesiyle Ali Bey’e :
— Derhal atına bin ve şu yanan ateşin etrafında dolan!
Ali Bey, Otman Baba’nın dediklerini yerine getirip, tekrar karşısına geldi ve onun hayır duasını aldı.
O sene Ali Bey’in, çıktığı bütün akınlardan başarıyla ve bol ganimetle döndüğü görülmüştür.
Otman Baba, oradan ayrılıp, abdallarıyla birlikte Rahmak Tekkesine geldi ve geceyi orada geçirdi. Ertesi gün Baribek isimli atına binerek, Tunca boyunda bulunan Çömlek Köyüne gitti. Bu Köyde Dobruca taraflarından gelme bir mü’min kişi, Otman Baba’ya derviş oldu. Bu kişi dört beş bin akçası ile çok sayıdaki koyununu da Otman Baba’ya bağışladı.
Sabaha karşı Otman Baba, yeni katılan dervişi de yanına alarak abdallarıyla birlikte yola çıktılar. Bir müddet yol aldıktan sonra Hamza Beyli denilen bir dağa vardılar. Otman Baba, bu dağdaki ulu meşeler arasında birkaç ay kaldı. Bir gün atının kaltağını (eğer) ateşe atıp yaktı. Abdallarına dönerek:
— Baribek masum olmak ister, zaten Tanrı sırrının atı ve eşeği olmaz.
Bunu duyan abdallar, derhal Baribeki (Otman Baba’nın atı) Baba’nın huzuruna getirip kurban ettiler. Daha sonra Rum Beyliği denilen Köye geldiler. Burada çok şiddetli bir kış geçirdiler.
Bir gün hava açtı, sanki bahardı. Bunu fırsat bilen Otman Baba, hemen abdallarını toplayıp; Karayahşili denilen Köye geldi. Bu Köyde bir samanlığa yerleşti. Köylüler yiyecek ve kurbanlar getirerek, Otman Baba’nın hayır duasını almaya çalıştılar.
OTMAN BABA VE FATİH SULTAN MEHMET
Otman Baba, yerleşmiş olduğu samanlıkta üç ay kadar kaldı. Bahar gelip ortalık ısınınca, abdallarıyla birlikte oradan ayrılıp; Seyran Konak denilen bir yere geldiler. Bir müddet burada kaldıktan sonra, tekrar yola çıkarak Hamzabeyli Dağı’nın tepesine çıktılar. Otman Baba, bütün abdallarını topladı. Başını bir mendille örterek, onlara şöyle seslendi:
— Ey yiğit pehlivan, benimle meydana çıkıp adım atan benim. Kızıl yaylar benim. Ulu beyleri yorup, ulu sarayları ıssız kılan benim. Karadeniz taştı ve gelip benim ensemde doruklandı. Ne edeyim ey oğul Mehmet seni ?
Deyip ağlamaya başladı. Daha sonra abdallarına bir türbe sureti (resim) gösterdi ve:
— Kızıl yay fermanı geldi. O kızıl yaylarınızı bulun ve giyiminiz dahi kızıl olsun!
Bir gün Edirne’den padişahın bir adamı gelip Otman Baba’nın mübarek elini öptü. Abdallar, gelenin üzerinde matem elbisesi olduğunu görünce :
— Ne için matem elbisesiyle geldin ?
Padişahın adımı:
— Siz sağ oğlun! Sultanımız Mehmet Han’ın ortanca oğlu Mustafa Çelebi; Hakk’ın rahmetine kavuştu.
Deyince, dervişler bu duruma çok üzüldüler. Bir müddet burada kalan Otman Baba, abdallarını toplayıp; Tunca kenarında bir yere geldi. Otman Baba ve abdalları, burada bulunan büyük bir değirmenin önüne kondular ve burada da bir müddet kaldılar.
Burada kaldıkları sırada Otman Baba, bir gün “Muhammed’den bir kul gelir, sizler ne yaparsınız?” dedi. Abdallar bunu duyunca, derhal secdeye kapanarak: “Tanrı’ya çok şükür Babacığım, Tanrı’dan gelen her şeye razıyız” dediler.
O vakit Otman Baba:
— Siz böyle Tanrı’ya şükredici oldukça bende şad olurum!
Dedi ve bir müddet sonra oradan da ayrılıp, Edirne’ye geldiler. Şeyh ve ulemâların oturduğu bir Tekkeye yerleştiler.
Orada bulunan Şeyh, ulemâ ve şeriatçılar, Otman Baba’nın abdallarına sorular sormaya başladılar:
— Sizin pîriniz Otman Baba, ne mezhepsiz bir adamdır. Hiçbir millete benzemez.
Ö vakit Otman Baba’nın sadık aşıkları:
— Bizim Babamız kutuplar kutbu, iki cihan serveri ve mürşitidir.
Dervişlerin bu şekilde cevap verdiğini duyan Otman Baba da şunları ilave etti.
— Ben ki Otman Baba’yım, ulu beyleri ve ulu şeyhleri; Hak emriyle silip yolumdan atarım, o ulu sarayları ıssız bırakırım. Bütün şeyhlerin sofrasını toplayıp, havaya savururum ve onların sofralarının yerine kendi soframı açar ve yayarım.
Bunları duyan şeyh ve ulemâ takımı, orayı terk ederek, Otman Baba’ya bıraktılar. Ancak bu kimseler, Fatih Sultan Mehmet’e bir mektup yazdılar. Gönderilen mektupta şunlar yazılıydı:
“Sultanım, memleketinde Otman Baba denilen bir kimse belirmiştir, Kendisini, Muhammed Mustafa, İsa, ve Adem peygamberlerin yerine koyuyor. Ayrıca yanında bulundurduğu kimseler de yol kesici ve soyguncudurlar. Bu kimseler aynı zamanda din bozucudurlar ve böyle olmalarına rağmen, kendilerini üçler, beşler yediler ve kırklardan sayarlar.”
Bu mektubu okuyan Fatih Sultan Mehmet, derhal Edirne kadısı ile subaşıya bir mektup göndererek; Otman Baba’yı İstanbul’a göndermelerini istedi.
Edirne kadısı ile subaşı, bir su sığıra arabası (manda arabası) hazırlatarak Otman Baba’yı arabaya bindirdiler ve abdalları da yanında olduğu halde; mektubu getiren adamla birlikte İstanbul’a gönderdiler.
Uzun bir yolculuktan sonra, Fatih Sultan Mehmet tarafından; Sazlıdere’de yapıtırılan tekkeye geldiler. Bir müddet burada dinlendikten sonra, Babaeski’ye geldiler. Burada halk, Otman Baba’ya büyük saygı gösterdi. Birçok yiyecek ve kurban hediye edip, onun hayır duasını almak istediler. Bir müddet dinlendikten sonra buradan da ayrıldılar. İstanbul’a yaklaştıkları zaman, Otman Baba’yı İstanbul’a getirmekle görevlendirilen kişi; Otman Baba’ya:
— Babacığım, siz yavaş yavaş yola devam edin, ben gidip padişaha geldiğinizi bildireyim dedi ve ayrıldı.
Otman Baba ve abdalları uzun bir yolculuktan sonra, Silivri Kapısı denilen yerden İstanbul’a girdiler. Otman Baba’nın geldiğini duyan halk onu görebilmek için akın akın yollara düştüler. Kalabalığın arasında, delikli taş denilen yerden geçerek; Has Murad hamamının, ardındaki Hindistaniler Tekkesi’ne konuk oldular.
Diğer taraftan padişahın adamı, paşa ve vezirlerin önüne varıp; Otman Baba’yı getirdiğini haber verdi ve ne yapılması gerektiğini sordu.
Bu sırada divan toplantı halinde idi ve Otman Baba’yı ortadan kaldırmak için plân hazırlıyorlardı. Bunun için Otman Baba’yı at meydanında bir yere yerleştirmeleri için ferman çıkarılmıştı.
Paşa, Otman Baba’nın geldiğini Padişaha da bildirmeye uygun gördü. Padişah, Otman Baba ve abdallarının Kılıç Manastırına yerleştirilmesini emretti.
Paşanın adapları, Otman Baba’yı at meydanına götürmek istediler fakat Otman Baba buna itiraz etti. Tam bu sırada padişahın adamları Otman Baba’nın Kılıç Manastırına gördürüleceğini söyleyerek; yollarını değiştirdiler.
İşlerin iyi gitmediği ve padişahın kendileri için birşeyler plânladığı Otman Baba’ya malum olmuştu.
Nihayet Kılıç Manastırına gelmişlerdi. Otman Baba, sırtını bir servi ağacına dayadı ve etrafı seyretmeye başladı.
Padişahın adamı, Otman Baba’ya; siz dinlenin ben gidip yiyecek birşeyler getireyim diyerek oradan ayrıldı. Bu sırada kılıç kuşanmış tam teçhizat iki yüz kişilik bir kuvvet hazır vazıyette emir bekliyordu.
Otman Baba, sırtını dayamış olduğu koca servinin dibinde, büyük bir heybetle:
— Hey iğrenç kişiler! Ne yapmayı düşünüyorsunuz, eğer ben istersem şu anda padişahın sarayını başına yıkar ve kendimi ona tanıtırım ve bana âhir zaman kocası derler.
Diyerek elindeki asasıyla yere vurdu. Daha sonra kalkıp kilisenin önüne geldi. Burada da iki defa elindeki asasıyla yere vurdu. O anda gök yüzünde, üç ayrı yerde üç kara bulut peyda oldu ve bu üç bulut üç yönden Nuh tufanını andırırcasına İstanbul’un üzerine çöktü.
Bir anda İstanbul sular altında kaldı. Fatih Sultan Mehmet’in sarayının bir köşesine yıldırım isabet etti. Çimen Köşkü ateşler içinde kalıp yanmaya başladı. İstanbul’un üzerine bir felâket çökmüştü.
Dostları ilə paylaş: |