Otman baba ve velâyetnamesi Hazırlayan ve Düzenleyen



Yüklə 436,36 Kb.
səhifə4/5
tarix06.03.2018
ölçüsü436,36 Kb.
#44767
1   2   3   4   5

Günlerden bir gün Otman Baba, abdallarıyla birlikte, yürüyerek Yıldırım İmarethanesine gidiyordu. Meriç kenarında durdu ve Kara Boğdan tarafına dönerek namaz kıldı. Bu namaz sırasında İslâm dinine kuvvet ve Muhammed’in aziz ruhuna salâvât getirip, dualar etti ve Muhammed’in yü’zü suyu hürmetine isteklerde bulundu.

Otman Baba’nın bu dualarından kısa bir süre sonra, Hasan Beyoğlu İsa Bey, Kara Boğdan’a bir sefere gitti ve büyük başarılar kazandı. Bunun yanında pek çok ganimetle geri döndü.

Otman Baba, bir müddet Edirne’de kaldıktan sonra, buradan da kalkıp; germen şehri yakınlarındaki Tatar Köyü’ne gitti. Buraya varınca, abdallarını toplayıp onlara : “Siz iki bölüksünüz, bir bölüğünüzü Deli Yahşi adında biri gelip alacak ve şu karşıki dağa götürecektir. Diğer bölüğünüzü de Hasan isminde biri alıp gidecek” dedi.

Bir müddet burada kaldıktan sonra dervişlerini toplayıp, Eferem dağı eteğinde yaşayan bir dervişe konuk oldu. Bu dervişin yanında da biraz dinlendikten sonra, oradan da kalkıp, Kadı Köyüne geldi. Bir müddet bura

da yaşayan Otman Baba, çok zayıf düşmüştü. Otman Baba, bir gün buradan da ayrılıp, Tanrı dağı eteğindeki Hasköy’e geldi. Hasköyde bir dere kenarına yerleşen Otman Baba ve abdalları, kışı orada geçirdiler.

İlkbahar gelince, oradan da ayrılıp Akpınar’a geldiler. Buranın suyu ve havası gayet güzeldi. Dağı taşı yoktu. Bülbülleri ve güvercinleri şakrak şakrak öterdi.

Otman Baba, abdallarına, Akpınar’ın taşlarını göstererek : Bu taşlara sahip olun ve onları koruyun dedi. Bu taşlar bir gün sizin mezar taşınız ve buğdayınız olacak” dedi.

Akpınar’ın güney batısında bir tepe vardı ve ona “Hızır ilyas” tepesi denirdi. Bu tepenin kıble tarafında iki tepe daha vardı. Bunlardan Büyük olanına “Tanrı tepesi” ve küçük olanına da “Evliya tepesi” derlerdi.

Otman Baba, bir gün Hızır ilyas tepesinin yanında otururken, abdallarına :”Ben bu ulu dereyi gezip görmek istiyorum. Bu derede sizin değirmenleriniz olmalı ve şu kozları (ceviz ağacı) da kesip, yerine bağ ve bahçe yapın; şu pınarı da buraya akıtın” dedi.

Daha sonra, Otman Baba, abdallarına şunlar söyledi:



— Ben önce sırdım ve yine sır olurum; ne önümce giden var, ne de ardımca gelen var!..

Buradan anlaşıldığına göre, bu güç ve kudrette bir evliyâ ilk ve son olarak gelmiştir.

Otman Baba, abdallarına: “Benim ardımdan sakın ağlamayın, çün:* kü ben ölmem; yerde ve gökte her zaman yaşarım” dedi.

OTMAN BABA’NIN ÖLÜMÜNE DAİR

Otman Baba, Akpınar köyüne Hicrî, 883 / Miladî, 1478′ de gelmişti.

O yılın baharında Fatih Sultan Mehmet, İskenderiye kalesini almak için sefere çıkmıştı,

Otman Baba, Hızır-İlyas tepesinin üzerine çıkıp oturdu ve abdallarına büyük bir ateş yakmalarını söyledi.

Abdallar, topladıkları odunlarla büyük bir ateş yakmışlardı. Bu sırada Fâtih Sultan Mehmet, İskenderiye’yi fethedememişti. Ancak daha sonra, İskenderiye’yi elinde bulunduran hükümdar ile Fatih arasında bir antlaşma gerçekleşti ve savaşarak alamadığı İskenderiye’yi sulh yoluyla ele geçirmiş oldu.

O zaman Otman Baba, şöyle söylemişti : “Ey Mehmet oğlum! Bu kâfirleri sen kendin mi kırarım sanırsın, onların kalelerini sen kendin mi ele geçirdim sanırsın, bu saltanatı kendin mi kurdun sanırsın ve bu dünya senin mi sanırsın; bu dünyayı idare eden sen kendin mi sanırsın, senin gönlünde oturan, dilinde söyleyen, gözünde gören, kulağında işiten hep benim” dedi.

Aynı yılın 13 Cemaziyelâhir (Arabi aylarının altıncısı), Kamer takviminin on ikinci ayı “Zilhicce” dir. Milâdi takvime göre ise Ocak ayında Otman Baba, abdallarıyla birlikte Hızır-İlyas tepesinden ayrılıp, Konukçu köyüne geldi. Ulu derenin karşı yakasında bir yere yerleşti. Recep (kameri aylardan yedincisi) ayına kadar burada kaldı.

Bir gün abdallarına :”Acele şu derenin üzerine bir köprü kurun ve bu köprüden geçerek daha önceki kaldığımız yere gidelim” dedi.

Otman Baba, köprünün yapıldığı sırada, sık sık oraya gidip çalışmaları yerinde izliyordu ve köprünün büyük ve geniş yapılmasını istiyordu.

Bir gün köprünün üstünden geçmek istedi. Fakat geçemedi. Bunun üzerine bütün abdallarını toplayıp, onlara şunları söyledi: “Ey fakir ve miskinler, siz ölmekten korkarsınız. Ben ise ölmekten korkmam. Aslında ben ölümsüzüm, benim bir atım varki ona binip, göğe giderim” dedi.

Recep ayının 8.nci günü tan yeri ağarırken “Otman Baba” vefat etti (13.8.1478).

O gün Otman Baba’nın mübarek cisminden bir nida çıktı. Bu nidadan bir nur oluştu. Bu nurdan bütün dünya aydınlandı.

Otman Baba’nın abdallarından biri şöyle bir rüya görür:

Gökten yalınayak, başı açık iki kişi Otman Baba’ya bir kır at getirirler . Bu atın yeşil kanatları vardır. Gelenlerin elinde birer demir asa vardır. O sırada kızıl örtülü birkaç kişi çıkıp gelirler ve yüksek sesle haykırırlar. “Hey kamu vilâyet sen bu kanatlı ata binerek göğe gidersin, o vakit denizden bir kapı açılır ve o an at üzerinde tülbentli bir kişi yedeğinde bir başka at getirir. Otman Baba’nın önünde birkaç bin asker divan durur. Baba, ata binip denizden açılan kapıya doğru yönelir.

Abdalları, Otman Baba’nın tabutunu süslediler. Binlerce kişi Otman Baba’nın cenaze namazına durdu. Cenaze namazını kıldırmak için âlimler birbirleriyle yarıştılar.

Cenaze namazından sonra, Otman Baba’nın o mübarek naşını Hızır-İlyas tepesinin Güney Doğu tarafına tabutuyla beraber defnettiler.

Otman Baba, Recep ayının 8.nci günü Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Fatih Sultan Mehmet’te Otman Baba’nın arkasından iki yıl sekiz ay sonra Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu (3 Mayıs 1481).

Otman Baba, ölmeden evvel abdallarına : “Bu Akpınar yöresinin kozlarını (ceviz ağaçlarını) kesin ve yerine bağ bahçe yapın. Buraları bir cennete dönsün” demişti.

Otman Baba’nın vasiyeti üzerine abdallar, orasını bağ bahçe yaptılar ve orası bir ziyarethane oldu. Buraya insanlar, Kâbeyi ziyaret edercesine ziyaret etmeye başladılar.

OTMAN BABA’NIN ÖĞÜTLERİ

Abdallardan biri bir gün Otman Baba’nın manevi huzurunda, düşünceye dalarak:

—       Bu Tanrı dedikleri kimse, acaba güneş gibi her mahlukata ve yaratığa etki eden bir şey midir ?

O vakit bu abdalın düşündüğü ve zihninde tasarladığı şey, Otman Baba’ya malum olur ve abdala şöyle der:

—        Bilmiş olasın ki, o öyle değildir!

O vakit abdal sorar: “Ya nasıldır babacığım” der.

Otman Baba, evet güneş gibidir, fakat Tanrı adem olur, at olur, kurt olur, kuş olur. Bu demektir ki, Tanrı’nın isteğiyle tasarruf sahibi olan evliya; bir hal sofilerin geçici coşkunlukları ve maslahat üzere her sıfata; yani bir şahıs ya da nesnenin geçici haline; ikrah etmeyip, tiksinmeyip girer. Yeter ki o sıfata girmek için Hakk’ın emri olsun.

Günlerden bir gün birkaç âlim ve bİlgin Otman Baba’nın karşısında ateş yakmışlar oturuyorlardı.

Abdallardan biri, Otman Baba’ya sordu :

—        Bu âlimler ve bilginler neden burada ateş yakıp oturuyorlar ?

Otman Baba, şu cevabı verdi:

—        Onlar benim hocalarımdır ve onlar bilim sahipleridirler.

Bunun arkasından Otman Baba, abdala:

—        Geçen gün kurban ettiğimiz öküz de kuran okur muydu ?

Abdal:

—        Hiç hayvan kuran okur mu Babacığım ?



O vakit Otman Baba: “Hayvanlar, bitkiler, ağaçların yaprakları ve şu ateşte yanan çalı çırpı, yana yana hep kuran okular” dedi.

Yine bir başka gün Otman Baba, abdallarından birine :”Bir kimse, yedi musaf’ı (Kur’an) okuyup geçse; nasıl olur?” dedi.

Abdal: “Hiç olur” dedi.

Otman Baba : “Yedi musaf’ı okuyup geçen kimse, Tanrı’ya yakın olur” dedi.

Yine bir başka gün Otman Baba’ya kurban edilmek üzere bir ak (beyaz) sığır getirdiler. Otman Baba bu sığırı görünce :

—        Bak şu Ahmet Fakih’e (bir şeriat bilgini) nasıl da ağarıp gelir. .

^İs-Bunu işiten abdallardan birisi Otman Baba’ya Ne demek istediniz Babacığım” diye sordu.

Otman Baba : “Ahmet Fakıh, çok, sert ve kavgacı biriydi. Her gördüğü kimseye hakaret eder ve onu küçük düşürürdü. Sanki insanlara kötülük yapmak için yaratılmıştı. Bu âlemden gidince, Tanrı onu bir ak sığıra dönüştürdü” dedi.    

Otman Baba, bir başka gün bir iti (köpeği) göstererek : “Vaktiyle bu bir “Şeyh” ti, adı da Muhsin idi, Tanrı bir gün onun tekkesine konuk (misafir) oldu, Şeyh Tanrı’yı tanımadı ve tekkesinden dışarı kovdu. Şeyh bu âlemden gidince, tanrı’da onu bu halde yarattı” dedi.

Eğer bazı insanların hayvan, bazı hayvanların da insan sıfatında tekrar dünyaya nasıl geldikleri sorulursa; bunun cevabı şudur:



Peygamberler zamanında, onlara İnanmayanların bazıları maymun ve bazıları da başka hayvan sıfatlarında tekrar yaratılmışlardır.

Şu halde cismi (bedeni) değişenin ruhununda değişmesine hiç şaşmamak gerekir. Çünkü onlar her zaman, şehvetin (nefis ve cinsel istek), lezzetini ve bedenlerinin rahatını gözeterek yaşarlardı.

Bu sebepten Tanrı kendilerini evliya ve peygamberlerden uzak tutup, onları bu kimselerin sevgisinden yoksun kıldı. Onlar, Allah sevgisinden nasiplerini ve herhangi bir pay alamadılar. Çünkü onlar cehennemlik oldular. Onların ruhları bedenlerinden ayrılırken, hangi suretteyseler. Yine bu sıfatta bulunanlarla, haşır ve neşir olacaklardır.

Bir gün Otman Baba’nın abdallarından birisi, gönlünden şöyle niyaz eyledi

—        Madem ki biz “nefs” (insanların yeme, içme gibi biyolojik gereksinimleri) kullarıyız, bizi bu nefsin elinden kurtar. Zira sen buna, kadirsin, her şeye gücü yeten ve nazırsın, yönetensin.

Abdalın bu niyazı ve yakarması, Otman Baba’ya malum oldu ve şöyle dedi :



“Eksiğinle sen kendini yarat, zira ben kimseyi yaratmam. Çalışıp çabalamadan, derdine deva arayan azarmış. Bunun için insana kendini idare etmek verilmiştir. Çalışıp çabalamak senden, kaza ve belâdan saklamak Hakk’tan’dır. İnsan, her iş, hareket ve duygularının çobanı olmalıdır. İnsan doğru ile bâtılı; yani doğruyu ve yanlışı seçebilmeli ve kendisine acımalı ki, Tanrı da ona acısın.”

Bazı abdalların Hak yolundan yüz çevirip, kendilerini geçici dünya lezzetlerine kaptırdıklarını öğrenen Otman Baba, bir gün bütün abdallarını toplar ve elindeki köteğiyle, onları perişan eder.

Daha sonra sakinleşince de onlara şöyle der:

—        Evliyaya göre yol, bütün güçlüklerden geçip Hak aşkına karar kılmaktır. Zira mürid, nefsi şeylere gönül verirse bozulucmaç gözlü olur. Benim târikim (yol Hâk tarıki) dir. Bu yolda Allah sevgisinden başkasına yer yoktur. Bu yolda, kadm, oğul, mal ve memleket İnsana kurtarıcı olamaz. Ancak hayırlı işler bu yolda insanın suçlarını bağışlatabilir ve onu yüceltir. İşte bu yüzden bu cihanda gerçek aşk ve tanrı sevgisinden gayrisi, insandan ilei ebed sonsuz olarak ayrılmaz değillerdir.

Bir başka gün Otman Baba, abdallarını toplamış onlara öğüt veriyordu. Onlara şöyle dedi:

—        İnanın cümleniz oğullarımsınız. Tanrı doğrudan Muhammed’e buyurmuştur ki, beni anan, bana dosttur. Bana aşık olana, bende aşık olurum. Benim aşık olduğum’ kullarım, katli elden bıraktılar ve geçici lezzete kan pahasına hor baktılar.



Şu halde hiç bir insan bir anlık zevk için kendisini tanrı sevgisinden mahrum kılar ve ateşe atar mı ? Tanrı aşkına bu dünyadan öbür dünyaya seve seve göçüp gitmez mi ? Allah’ın birliğine: ve Muhammed’in onun peygamberi olduğuna inanan ve tanrı aşkım gösteren kişiye şeytanin kötülükleri kâr etmez; yani zarar veremez. Onlar böyle bir makama Otman Baba’nın yolundan ve Tanrı muhabbetinden yararlanarak ulaştılar ve aynı aşkla seve seve şehit oldular.

Yine bir başka gün Otman Baba, abdallarıyla söyleşirken, onları şöyle uyardı.

—        Sakının o Allah’ın hop dilencisi şeyhlerden olmayınız. Eğer böyle olursanız sizi döverim. Sakın gittiğiniz yerlerde yüzsüzlük etmeyin, acıktığınız zaman bir haneye varıp karnınızı doyurmayın ve bu hanelere namussuzluk edip yatarsanız sizi döverim.

Allah’ın “höp dilencisi”: (kasaba ve köyleri dolaşıp, kendilerini geçindirmekten aciz biçareler ve deccal gibi kıyamet kopacağı zaman ortaya çıkıp, yalancılıkla insanları etraflarına toplayıp; babalık ve evliyalık satan, Muhammed ve Ali İlâhileri söyleyen, insafsızlıkla hırs atına binen kimseler)

Muhtaç ve fukara üç türlüdür, birinci gruptan olanlar, isteyip alırlar.

İkinci gruptakiler, istemezler fakat verileni alırlar. Üçüncü gruptakiler ise, ne isteyip alırlar, ne verileni alırlar. En erdemlisi üçüncü gruptan olanlardır. Evliyâlar bu kimselerdendirler. Eğer evliyâ ise ve bu kurala uymuyorsa, onlar bu makamlarını kaybederler.

Otman Baba’nın bu öğütlerinden anlışıldığına göre, sadık ve aşık olan kimse, ister açık olsun isterse gizli olsun, Hakk’tan başka hiç bir nesneyi arzulamaz ve bu dünya nimetlerine asla rağbet etmez. Çünkü bu dünya nimetlerinin altında cehennem kapısının anahtarı saklanmış olarak sizleri bekler.

Bu sebepten evliya geçici zevki terk ederek baki murada sarılmış kişidir. Ö dost yolunda tertemiz olup, önde giden ve insanlara doğru yolu gösterendir,

Otman Baba bir başka gün, bütün abdallarını toplayıp şöyle dedi:



—        Eğer size kimin oğullarısınız diye sorarlarsa : “Otman Baba’nın sadık oğullarıyız” deyin.

—        Eğer Otman Baba kimin oğludur diye sorarlarsa : “Tanrı’nın sırrıdır” deyin. Çünkü Tanrı benden, bende Tanrı’dan uzak değilim!

Evliyâ, her zaman örtülü konuşur, bunu ne şeriat ehli anlayabilir ne de tarikat ehli anlayabilir. Hatta bazıları, evliyaların abuk sabuk lâflar ettiklerini bile düşünürler. Oysa, kutuplar kutbu olan evliyaların Hakk’tan gayri söz etmeleri mümkün değildir.

Meselâ Otman Baba kendisi için, bir Tanrı sırrı, Muhammed, İsa, Musa ve Adem demektedir. Bununla o davasının anlam ve amacını anlatıp göstermektedir.

Aslında bütün bunlar, tarikat ehlinin olgunluğu ve bir ser çeşmesidir. Bu mülkte korku ve endişeden uzak yaşamak isterseniz, yaramazlık etmeyin. Beni sevip, bana yakın olun ki, yetmiş iki millet size iyi gözle baksın. Ben ve benim canım, kanım olan kimseyi yavuz sanmayın. Erlik, düşmanıyla dost olmaktır ve kişi başka her şeye doyabilir, Fakat şeref ve saygıya doyamaz. Çünkü bende şeref ve saygıya doymadım.

Yürek temizliği, mırdar girdabına galebe çalmalarıdır. Bilmiş olun ki, evliyâlıkta Otman Baba’nın eşi ve benzeri yoktur. Onun zahiri (dış) yüzü görünürdü ama bâtınisi (içi) sonsuzdur.

Evliyalık yolunda “cezb” denilen bir makam vardır. Ayni makama erene “cezb” ehli derler. Bunlar her makama Mürşitsiz erişen kimselerdir. O zaman Hakk’tan bir nesne feyz alırlar. Özlerine bakıp, kendilerinin ve bütün eşyanın hakikatim görürler. Buna bir bakıma Allah’ın cemâl tecellisiyle kalbin sükun ve huzur içinde ferahlaması derler.

Allah’ın evliyâsı bu makama erince her sözü gerçek ve özdür. Zira o zaman gönlünde Hakk’tan gayri tecelliyat (görünmeler) kalmaz, O vakit onu öldürmeye kalkışırlar. Fakat asla öldüremezler. Çünkü o Hakk’a sığınmış ve her şeye kadirdir. Onun her şeye gücü yeter…

*************

OTMAN BABA HAKKINDA BAZI BİLGİLER

Otman Baba’nın Hicri, 883 / Milâdı, l474 yılında öldüğü bilinmektedir.

Ölümünden beş buçuk yıl sonra, Otman Baba’nın sadık bendelerindan “Köğçek Abdal” adında bir derviş bu Velâyetname’yİ yazmıştır.

Velâyetnamenin Orjinal adı:

“Velaâyetname-i Şah-i” veya “Velâyayetname-i Sultan Baba” olarak bilinmektedir.

Elimde bulunan Otman Baba Velâyetnamesi, Bulgaristan’ın Kırcaali Vilayeti’ne bağlı Karaalar Köyünden ve beşinci göbekten, tarikat Babalığını devam ettiren Tâki COŞKUN’A aittir. Bu Velâyetname’yİ bir hazine gibi saklayıp, bu günün insanlarına ulaştırdığı için kendisine sonsuz saygılar sunarım.

Otman Baba’nın Tekkesini Malkoçoğlu’nun yaptırdığı rivayet edilmektedir.

Otman Baba ve Abdallarının, yedi terekli (dilimli) Taç giydikleri hakkında kayıtlar mevcuttur.

Terek: Tac’ın dilimleridir. İki parçalısına Elif-i veya Elif-i Horasani, dört dilimlisine, Adem’i; on iki dilimlisine, Hüseyin’i Tac denir.

Otman Baba’nın Türbesi, Bulgaristan’ın Haskova Vilayeti’nde bulunan Akpınar Mahallesine yakın Hızır-İlyas tepesinin üzerinde kurulmuştur.

1979 yılında Kendisini ziyaret etmek bu fakir kuluna nasip olmuştur.

 Kaynak: OTMAN BABA VE VELAYETNAMESİ, Türkçe Hazırlayan ve Düzenleyen: Hakkı SAYGI, Birinci Baskı : Nisan 1996,İSTANBUL

  

OTMAN BABA OSMANLI’YA KARŞI !..



 

  https://i0.wp.com/www.alevikonseyi.com/hay.jpg

   Tırnavi ( Trnova ) kadısı, Otman Baba’dan bir abdalı tarif etmesini istediğinde, ondan şöyle bir yanıt alır :
“Abdal, Allah dışında her şeyden vazgeçmiş kişidir..”

   Otman Baba’nın müritleri Abdalan-ı Rum diye adlandırılır. Abdalan-ı Rum; Anadolu toplumunda, göç edip gelenler arasında, bir grup olarak anılır. Onların çoğunlukla Horasan Erenleri veya Azerbaycan’dan göç eden gruplar arasında anılmaları dikkate değer. Genellikle, Türkmen/Yörükler arasında Orta Asya Şamanları gibi, din ve toplum hayatını yöneten kutsal kişiler gibi yorumlanmışlardır. Gerçekte, 14. ve 15. yüzyıllarda köylerde yerleşik hayata, şehir hayatına geçmiş, Sünniliği ve yaşam tarzını benimsemiş Türk nüfusu karşısında onlar, Türkmen göçebe Yörüklerin kültürünü, toplum değerlerini ve yaşam tarzını temsil etmişlerdir.

   Abdalların beyler tarafından kutsal kişiler olarak onurlandırıldıkları beylik döneminden sonra abdallar, resmen toplumdan dışlanmış duruma düşerler. Medrese, devlet ve şehirliye karşı şiddetli bir çatışma ve siyasi otoriteye meydan okuma durumuna gelirler. Bektaşilik ve vefaiyye dervişleri gibi, siyasi otoriteye itaatkar, devletten vakıf alan, zaviye kuran dervişlerden farklı olarak, abdallar devlete karşı açıkça cephe alırlar..

   O zaman, abdallar, Doğu Rumeli Uc gazi beylerinin yanına sığınırlar. Mihaloğulları gibi uc beyleri Otman Baba’yı sayıp korurlar.

   Fatih Sultan Mehmed’in son derece bürokratik, merkeziyetçi devletinde abdallara yer yoktur…

   Otman Baba’nın yaşamı, Yörük toplumu ile yerleşik Sünni toplum ve bürokratik devlet sistemi arasındaki çatışmanın dramatik bir öyküsüdür..

 

     Abdalların en önemli inanç ve etkinliği, baskı altında ezilen, evini yurdunu bırakıp şurada burada gezen işsiz güçsüz çaresiz garib miskinlerin yardımına koşmaktır. Otman Baba, bu dünya malı için zulüm yapanlara karşı olduğunu ilan eder..



   Fatih Sultan Mehmed, eşi görülmemiş başarılarıyla, İslam tarihinde gelmiş geçmiş hükümdarların en güçlülerinden biri olduğundan ve kendi imparatorluk ve fetih planları uğruna uyruklarına, özellikle de Yörüklere ağır yükümlülükler getirip baskı uyguladığından Otman Baba, Kutb-i Alem olarak onun karşısına çıkmayı ödev bilmiştir. O, Kutbu’l-aktab ( Kainatın ekseni ) olarak, devrinin siyasi-sosyal yaşam ve olayları üzerinde de kontrol kurma iddiasındadır..

   Baba’nın sık sık ziyaret ettiği Yanbolu Kasabası, zamanla önemli bir aba üretim merkezi haline gelmiştir. Ucuz ve sağlam bir halk giysisi olan Yanbolu Abası’na ülkenin her tarafındaki tereke defterlerinde rastlanır..

   Kayda değer bir nokta da şudur : Otman Baba Edirne’ye geldiğinde, şehre kasaplık koyun getiren bir Yörüğün yanına gelip onun abdalı, müridi olmuştur. Edirne kasaplarının koyunları bacaklarından asıp sergilemesine kızan Baba, koyunları alıp yola, çamur içine fırlatmış ; kasaplar onu kadı huzuruna çıkartsalar da sonunda Baba’ya karşı bir şey yapamamışlardır..

   Otman Baba’nın müritleri, çoğunlukla Vize’den Tuna ağzına kadar uzanan Doğu Balkan Yörükleri arasından çıkmıştır. Yörükler bu bölgenin düzlüklerinde yerleşik hayata geçmişler, basit ve fakir köylerde yaşamaya başlamışlardır..

   Dobruca ve Deli Orman Yörükleri, aynı zamanda bir geçim olanağı olarak, Mihaloğlu Ali Bey gibi ünlü Tuna uc beylerinin yanında gazi/akıncı olarak hizmet etmektedirler..

   Fatih, merkeziyetçi/bürokratik hükümdarlığını kurarken, karizmatik kişiliğiyle uc beylerinin bağımsız durumunu büyük ölçüde kısıtlayabilmiş ; onların I. Mehmed ve II. Murad dönemlerinde, devletin genel siyasetinde oynadıkları kesin role son vermiştir..

   Evvelce Şeyh Bedreddin’in bu bölgede, dünyayı adalete kavuşturmak iddiasıyla uc beylerine, Yörüklere ve fakir uc sipahilerine dayanarak çıkardığı isyan, devleti temelinden sarsmış, onun 1416’daki idamından sonra Bedreddinliler, bölgedeki abdallar arasında yüzyıllarca varlıklarını korumuşlardır.

   Dikkat edilmesi gereken bir nokta da şudur : Şeyh Bedreddin yandaşlarıyla, Saruhan-İzmir bölgesi Türkmenleri arasında yakın ilişki vardır.. Bilinmektedir ki, Balkanlar’a 14. yüzyılda akıp gelen Türkmenler, başlıca Saruhan-İzmir bölgesinden göç etmişlerdir. Yıldırım Bayezid’in 1389-1402 yılları arasında Rumeli’ye sürdüğü Saruhan Yörükleri, güçlü uc bölgelerine yerleşmişlerdir..

 

https://i1.wp.com/www.alevikonseyi.com/bektasi.jpg   https://encrypted-tbn3.google.com/images?q=tbn:and9gcqrqqukqa8sa9wkxv99tnmrw9a51vm2hkr2dacidjp7r80uhng1ca

 

   Otman Baba’nın müritlerinden Küçük Abdal tarafından yazılan Velayetname-i_Sultan_Otman'>Velayetname-i Sultan Otmanadlı menakıbnameye göre ; Otman Baba, ilk kez Azerbaycan’da ortaya çıkar, oradan Batı Anadolu’ya geçer ve sonunda Doğu Balkan Yörükleri arasına geçerek orada karar kılar. Onun etkinlik merkezi ; Misivri, Zagra ve Babadağ’dır. Bu bölgedeki Tanrıdağı, onun dolaştığı merkez bölgedir. Sonunda, tarikatı ve tekkesi de bu bölgede kurulmuştur. Otman Baba’nın, toplumsal ve dini bakımdan hangi çevrenin insanı olduğu sorusu ; onun Doğu Balkan Yörükleri ile yakın ilişkisi ile yanıtını bulmaktadır..



   Otman Baba gibi devlete karşı çıkan dervişler, halk direniş ve tepkilerini korkusuzca temsil etme cesaretini gösterdikleri için, hükümdarlar özellikle onlardan çekinirler. Onlar, günün şartları içinde, kamuoyunu oluşturmakta son derece etkindirler. Bu yüzden hükümdarlar, onlara yaranmaya, onları cami hatipleri yaparak, Şeyhlere vakıflar verip zaviyeler kurarak yandaş yapmaya çalışırlar. Hükümdarı destekleyen, para ve vakıf kabul eden böyle işbirlikçi şeyh ve dervişlere karşı Otman Baba, ateş püskürür… Baba’nın iki yüzlü yalancılar olarak suçladığı böyleleri arasında ulema, sufiler, danişmendler, vakıf ve zaviye yöneten meşayih sayılmıştır.. Otman Baba ve abdalları, baş düşman ilan ettikleri bu kişilere karşı, hükumet sorumlularının sert önlemler almasını isterler..

   Bu şeyhlerden birçoğu gerçekten  çok zengindir. Arşiv kayıtlarından anlaşılmaktadır ki, şeyhler yönetiminde birçok zaviye, vergiden muaf olarak miri topraklardan önemli bir bölümünü ellerinde tutmaktadırlar. Fatih, birçok zaviyenin vakıflarına el koyarken, kuşkusuz halk arasında böyle şeyhlere karşı beslenen olumsuz duygulardan cesaret almıştır..

   Velayetname‘nin verdiği bilgilere bakılırsa, Otman Baba, Fatih’in sultanlık otoritesini tanımamazlık ve ona karşı çıkma durumuna gelmemiştir. Fakat Otman Baba, öteki dünyada olacak şeyleri belirleyen tek güç olarak kabul edildiğinden, Fatih’in tüm zaferlerinden sorumlu sayılmıştır. Yani Otman Baba, Gazi Sultan’a “benim bilgim ve desteğim olmadan hiçbir şey başaramazsın” demektedir !.. Fatih, böyle iddialara yabancıdır. İstanbul’un fethinden sonra Akşemseddin, fethin evliyanın eseri olduğunu söylediğinde, Fatih, şehri kılıcıyla aldığı yanıtını vermiştir..

   1474 yılı sonlarında Otman Baba, iki üç yüz abdalıyla birlikte Edirne’dedir. Şehir halkı arasındaki fakir ve alçak gönüllü kimseler, bu değişik giysili ve garip hareketler sergileyen abdallara korku ve saygıyla bakarken ; yukarı sınıftan seçkin kişiler düşmanlıklarını gizlemeyip şehirden atılmalarını istemektedir. Ulema, kendilerine ters düşen rafızi inançlarını halka açıkladığı için dehşet içindedir ve bu sözleri söyleyenin kafir durumuna düştüğünü ilan ettiği için şehrin kadısı, Edirne’yi terk etmelerini yoksa onları hapse atıp Sultan’a durumu arz edeceğini bildirir..

   Otman Baba önce Doğu Balkan’a doğru yola çıkarsa da, sonra fikrini değiştirip Kırk-Kilise (Kırklareli)’den tekrar Edirne’ye gelir. Yolda İstanbul tarafına bir nazar atmış ve yukarıdan emir almıştır.. Asıl neden ise, Sultan’ın Baba ve abdallarının tutuklu olarak İstanbul’a gönderilmesini emrettiğini öğrenmiş olmasıdır..

   Bu noktada Baba, Sultan’ı bile karşısına almaktan çekinmez. Sultan’ın gönderdiği kul, onu tutuklu olarak bir araba içinde İstanbul’a götürme emrini bildirince Baba, kütüğünü havada sallayarak, “Kimdir o Mehemmed dedüğün..” diyerek karşı çıkar.. Böylece abdallarının korkusunu da dağıtır ve onların başına geçip İstanbul’a yönelir. Babaeskisi Kasabasına geldiklerinde halk ellerini öpmek için koşuşur, onun için kurbanlar keserler..

   Baba ve abdalları İstanbul’a girince kalabalık bir halk kitlesi onları seyre çıkar. Kimisi onları tuhaf ve garip bulsalar da, bazıları da kutsal kişiler olarak karşılar. Yönetimdekiler onları Atmeydanı’nda kazığa oturtmak, çengele takmak için hazırlanmışlardır bile. Fatih’e son emrini almak için gittiklerinde Sultan’ın fikrini değiştirdiğini hayretle görürler. Sultan, Baba’nın ve abdallarının Silivri Kapı’da Kılıç Manastırında yerleştirilmelerini emreder. Abdallar, bunun Otman Baba’nın bir kerameti sonucunda olduğuna inanırlar. Fakat bu değişikliğin nedenini anlamak güç değildir. Fatih, böyle bir katliamın ülkede halk arasında doğuracağı tepkiyi son anda, belki de vezirlerin uyarısıyla, anlamış olmalıdır..

   Manastır bir asker takımı tarafından çevrilmiş olup abdallar ölüm tehdidini her an duymaktadırlar. Ulema, hiç olmazsa bazılarının idamını istemektedir. Halkın tepkisi ulemanın umurunda bile değildir..

   O sıralarda İstanbul’da halk arasında son derece gergin bir hava esmektedir. Veziriazam Mahmud Paşa’nın idamının üzerinden az zaman geçmiştir ve herkes onun haksız yere idam edildiğini düşünmektedir..

   Sonuçta Fatih, Veziriazam Sinan Paşa’yı, kadıasker ve kalabalık bir maiyetle manastıra gönderir. Otman Baba hepsine karşı “heybet ve celalini” göstermekten geri kalmaz ve abdallarıyla birlikte şehri terk eder..

   Otman Baba 5 Ekim 1478’de ölür. Onun arkada bıraktıklarını, onun ölümüyle sona eren Velayetname‘den değil, anonim bir halk tarihi olan Tevarih-i Al-i Osman’dan öğrenebiliriz..

   Örneğin 1492’de, Manastır civarında, 2. Bayezid’in üzerine yalın kılıç yürüyen bir abdalın suikast girişimi..

İki yıl sonra, Papa tarafından, Osmanlı ülkesindeki Cem Sultan taraftarlarına güvenerek yapılan Haçlı seferi hazırlıkları ve nihayet Fransa Kralı 8.Charles’ın aynı amaçla İtalya’yı istilası, Osmanlı üzerinde büyük kaygı yaratır. Bunun üzerine 2. Bayezid, Edirne kadısına gönderdiği bir fermanla, Rumeli’de Filibe ve Zagra doğusundaki bölgede ne kadar abdal ve derviş varsa toplanmasını, soruşturma ve muhakemeden sonra, küfür niteliğinde sözler söyleyenlerin cezalandırılmalarını emreder.

   Ferman gereğince Edirne kadısı soruşturma yapar, “Otman Dede”nin adamlarından bazılarını tutuklayıp işkence ile idam eder. Kırk elli kişilik başka bir derviş grubu da işkenceye konur ve onlardan, Şeriata göre suçlu bulunan, iki derviş asılarak idam edilir. Kalanları da Anadolu’ya sürülür.. Fakat halk arasında bunlar yine de ermiş ve kutsal kişiler olarak anılmaya devam ederler..

 

https://encrypted-tbn2.google.com/images?q=tbn:and9gcrisvhvfppa1czkps7uh71c_qosqkb_xgrvnfl3i-iwqntsu4fcjg 

 

  Doğu Balkanlar’daki abdallar, bütün baskı ve temizlemelere rağmen orada yüzyıllarca yaşarlar. Şah İsmail’in halife ve dai‘leri, 2. Bayezid’in son kargaşa yıllarında burada, bu dervişler arasında yandaşlar bulmuşlardır..



   19 yüzyıl sonlarında Trakya Yörükleri arasında Bedreddinli adı altında bir grup, Otman Baba’yı,“gökte bulut gibi gezen, yağmur yağdıran” bir veli olarak benimsemiştir. O, zamanla halk arasında Hızır’ın kerametleriyle anılır olmuştur…

 

( HALİL İNALCIK’IN YAZILARINDAN  DERLEMEDİR.. )    



http://tarihtenanekdotlar.blogspot.com.tr/2012/11/296-otman-baba-osmanliya-karsi.html

*****


ODMAN BABA VELÂYETNÂMESİ VELÂYETNÂME-İ ŞÂHİ GÖ’ÇEK ABDAL

Yüklə 436,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin