OTMAN BABA VE VELÂYETNAMESİ
Hazırlayan ve Düzenleyen:
Hakkı SAYGI
Bismillahirrahmanirrahim
İlâhi yarabbi, sana şükürler olsun ki, bu yüce evliyânın “Velayetnamesi” ni Türkçe olarak yazmayı ve onun menkıbelerini, günümüz insanına ulaştırmayı ben fakir kuluna müyesser eyledin.
Elimizdeki Velâyetname’nin içerisinden bir kesitte şöyle denmektedir:
“Ma’rifet sahibinin amacı, evliya sözlerini anlatmaya araç olmaktır, “
Evet sayın okuyucularım; Otman Baba, Ma’rifet sahibinin, “Evliya sözlerini anlatıp ve halka duyurmaya bir araç olduğunu söylüyor. Bu doğrudur, eğer ben de bu görevi kısmen de olsa yapabildimse, bu benim için büyük bir mutluluk sayılır.
Yine Velâyetname’nin içerisinden bir başka kesitte şöyle denmektedir:
Ma’rifet sahibi, evliyanın görebildiğini göremez, bilebildiğini bilemez. Ancak evliyâ da görüp bildiklerinin tümünü kitaba yazamaz. Evliya öyle bir mertebeye erer ki, onda dil söylemez olur. Evliyada bütün beden dil ve göz olur.
Evliyânın görüp ve bildiklerini, ancak bunları kendilerinden sonraki kuşaklara anlatamadıkları içindir ki, ma’rifet sahipleri devreye girmektedirler.
Elimizdeki “Otman Baba” Velayetnamesi, Otman Baba’nın Hakk’a yürümesinden beş buçuk yıl sonra; yani Hicrî, 838 /Miladî, 1483’te onun sadık bendelerinden “Köğçek Abdal” tarafından kaleme alınmıştır.
Ben fakire de bunu, bu günün insanının anlayabileceği bir lisanla siz sayın okuyucularıma ulaştırmak nasip olmuştur.
Yine bu Veiâyetname’nin Türkçeleştirilmesi ve Türkçe olarak kaleme alınmasında, büyük emekleri geçmiş ve onu kıymatli bir hazine gibi bu güne kadar saklamış bulunan Bulgaristan’ın Kırcaali Vilayeti’ne bağlı Karaalar Köyün’den Taki COŞKUN’a teşekkürü burada bir borç bilirim.
Hakkı SAYGI
Nisan 1996 İstanbul
GİRİŞ
Osmanlı Devleti’nin Anadolu ve Rumeli’de giderek güçlendiği bir sırada, Asya’nın ortalarından; yani “Horasan’dan kalkıp “Rum Diyarına” bir eren geldi. Tarih, Hicri: 833 Milâdî: 1430 idi. O zamanın evliyası ona “Hüssem Şah Gani” derdi. Halk arasında ise“Otman Baba” Lâkabıyla anılırdı.
Evliyâlar evliyâsı olan Otman Baba, uzun boylu, geniş omuzlu, kızıl: yüzlü, oldukça iri yapılı ve yakışıklı biriydi. Güçlü ve kuvvetli olmasının yanı; sıra, çok cesur biriydi. Oğuz lisanıyla konuşurdu.
Abdallarına şöyle dediği söylenirdi:
— Benim sırrıma ve gücüme, sultanlar dahi erişemezler.
Sözlerine şöyle devam ederdi:
— Eğer benim gücümü öğrenmek isterseniz, varın yerden göğe demir ok saplayabilen bir pehlivan bulun; o pehlivan bile benden bir yonga’ (parça) koparamaz.
Buradan da Otman Baba’nın nasıl güçlü biri olduğu anlaşılmaktadır.
Aslında Otman Baba’nın yeri yurdu belli değildi. Kâh dağda, kâh taşta, kâh harabelerde, kâh viranelerde, kâh imarethanelerde yaşardı. Kimse onun halinden bir şey anlayamazdı. Tek bilinen bir yanı vardı, o da fiziki bakımdan güçlü kuvvetli ve çok yakışıklı biriydi.
Kürsi mesciddir içre görünür
Kamu eşbabla mevcud görünür
Eğer katra ve zerre dolubdur
Senin sırrın gedalar nice bilsin
Üzerine sensizin can ne kılsın
Eğer vaslün irüb etmese derman
Dirinavü ahü efgan.
“Ö bir görünmez mescit kürsüsüdür ki, onun sırrına kimse vakıf olamaz. O hep hikmetlerle dopdoludur ve o, aynı zamanda İlâhi damlalar ve zerrelerle yüklüdür. Senin sırrını zavallılar nasıl ve nereden bitsinler ve sensiz canı neylesinler. Eğer sen gelmeseydin ve derde derman olmasaydın bu insanların hayatı ne olurdu ahü figân.”
Rivayet edildiğine göre; Timur, Doğu’dan Rum diyarına geldiği zaman , evliyâlar evliyası Otman BaBa onunla Anadoluya gelmiştir.
“”Kendi ifadesine göre; “Timur’la birlikte Anadolu’ya gelen o yetişkin yiğit ve şerefli koca (ihtiyar) bendim” derdi,
Rum diyarına ayak bastığında, yörenin evliyaları ve yerli halk; kendi yörelerine bir erenler erinin geldiğini duymuşlardı. Yöre halkı ve eşrafı kendi bölgelerine gelen bu âlp ereni görmek için can atıyorlardı. Ne var ki, Olman Baba’yı görenler; onda pek fazla bir özellik görememişlerdi. Onun sıradan birisi olduğunu görmüşler ve pek fazla önemsememişİerdi.
Otman Baba’nm sırrına vakıf olamayan bu kimseler, kısa bir süre sonra; onun kerametleriyle karşılaşmaya başladılar. Yöre evliyaları ve halk, gün geçtikçe Otman Baba’nın gerçek kişiliğini anlamaya başladılar. Onun için kurbanlar kesiyorlar ve onun önünde yerlere kapanarak, onun hayır duasını almaya çalışıyorlardı.
Otman Baba, II. Murat’ın oğlu Sultan Mehmet padişah oluncaya dek; Kerman, Bursa ve İznik taraflarım dolaştı, Sık sık kerametler göstererek, davasını yaymaya devam etti.
II. Murat’ın oğlu Sultan Mehmet Manisa’da iken, bir derviş görür Heybetinden ve gücünden kimse bu dervişin yüzüne bakamaz. Bunu fark eden derviş, Sultan Mehmet’in yanına varıp :
—Sen benim kim olduğumu biliyor musun ?
Sultan Mehmet:
— Hayır bilmiyorum.
Derviş :
— Bana erenler arasında Hüssem Şah derler, ben seni Rum diyarına padişah yapmaya geldim. Kim olduğumu sana göstermem gerektir. Eğer beni bildinse bildin, genellikle bilemesin; bununla da zarara uğrarsın.
Derviş bu sözleri söyledikten sonra ortadan kaybolur.
Zehi hükm issi kim şah-ı kadimin
Kömür gözlüm ise hayyü alimin
Kimse kılsın nazar sen ey kadim şah
Olur ol devlet issi sahibi cah
Beya hazyek irer sultan-ı kul
Kimi zar ağlaya ve kimi güle
Şu can kim lüîfuna mahzar düşer ol
İdinmez kahrı şirket milkîne yol
Cemâlinden gedalar şah olubdur
Nitekim gün katında mah olubdur
Yine bir rivayete göre, Otman Baba bir gün Karadeniz kenarında görünür. Oradan geçmekte olan akılsızın biri, derhal atından inip Otman Baba’nın ellerini bağlayıp; boynuna da bir ip atıp köyüne götürür. Köylüler o kişiye :”Bu deliyi nereden buldun ?” diye sorarlar.
Bu kişi: “Hayır o deli değil, bir kaçkındır” diye cevap verir.
Bu durumu hiç ses çıkarmadan izleyen Otman Baba, köylüler arasında bulunan bir kişiye, nazar eyledi; yani evliyalık gücüyle bakar. O vakit, o kimsenin gönül gözü açılır ve derhal koşarak Otman Baba’nın eline ayağına sarılıp ağlamaya başlar. Bu hali gören diğer köylüler, Baba’yı bağlayan köylüye; derhal Otman Baba’yı serbest bırakmasını söylerler. Köylü Otman Baba’yı serbest bırakır ve ayaklarına kapanarak af diler.
Otman Baba, bu kişinin oğlunu yanına çağırarak, arkasını sıvazlar ve şöyle der:
— Sırtın yere gelmesin kardeş!
Daha sonra bu delikanlı, Sultan Murat Han’ın cihan pehlivanı olmuştur. Batı’dan, Acem diyarından ve Çin’e kadar bu pehlivanın sırtını yere getirecek bir pehlivan çıkmamıştır.
Kuvvetiyle kırar her dem yezidin küreğini
Ta ki ola âlemin adliyle her dem sakini
Her kime kıldı nazar ol serveri şah-ı cihan Oldu ışık şavkile âlemde her dem dasitan
Eğer cihan rüstemleri kast ide anın çengine
İlinde diz çöküben kabil ola ninginene
Bir gün Otman Baba buradan da kaybolur ve Azerbaycan’ın Ağrı Dağı eteklerinde “Said çukuru” denilen bir yerde görünür. Bir müddet o diyarda Eren Hacı’nın hanesinde konuk kalır. Bir gün Hacıya : Ben tekrar Rum’a gidiyorum” der. Bulutlara binip, yıldırımı kamçı eder ve ortadan kaybolur.
Bir müddet sonra, İstanbul’un karşısında bir tepede zâhir olur; yani görünür. İstanbul’a nâzar edip; yani bakıp:
— Ben bu şehri almaya geldim ve bu şehirdeki büyük kiliselerde nöbet beklemeye geldim.
Diye söylenir ve yüzünü İstanbul’a çevirip, kırk gün o tepeden ayrılamaz.
Rum’a çok heybetli ve güçlü bir Erenin geldiği, bu yörenin gözcüsü olan “Şah Kulu Babaya” malum olur.
Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin, Hz. İsa aleyhisselâmın, Hz. Musa aleyhisselâmın ve Hz. Adem aleyhisselâmın yoldaşı, eşsiz bir erenin gökten Rum’a indiğini haber verir.
Bütün yöre halkı, merak içinde Otman Baba’yı görmek için akın eder.
Zehi sahibi velayet hem nübüvvet
Ki mirası oldu sana nübüvvet
Hakk’ın sen mazharısın her dü âlem
Senin emrinle oldu rücu Adem
Felekler encam-i seyyar-u mehtab
Muti benden oldu ra’di sahab
Veliyyü ve ger nübüvvetin sırrı oldun
Çünkü milkiye âleme seyr ide geldin
Velâyet-i zâhir itsin ey güzel can
Nübüvvete muciz olur ol ey can
“Enel Hak” Ben Hakk’ım demek küfür olduğu halde, Otman Baba’nın bu sözü ne için söylediğini merak edip, soranlara, onun cevabı şu idi:
—Yerde ve gökte Tanrı’dan gayri Tanrı yoktur.
Otman Baba bu sözleriyle, Tanrı’nın onun gönlünde oturduğunu anlatmak istemiştir. ;
Otman Baba: “Eğer beni helâk etmek isterseniz, hiç bir şekilde bunu yapamazsınız. Çünkü Tanrı bendedir” demiştir.
Bunu şu hadise dayandırırdı: “Çünkü, Allah benim cübbemin içindedir” denilmektedir. Bu cübbe, dünya ziyneti için giyilen cübbe değildir. Tanrı’nın günde yetmiş kere nazar ettiği; yani baktığı cübbedir.
Otman Baba, bazen : “İki cihanın güneşi benim vücudum içindedir”derdi.
Yine Otman Baba: “Gönlü ve canı devamlı Tanrı ile olanın, canına kast eden; kendi canına kast etmiş ve kıymış olur. Hatta dünya ve ahiret Hakk’a asi olur ve onu inkâr etmiş sayılır” derdi.
Daha sonra denizin beri yakasına; yani Avrupa yakasına geçer ve bu yere “Terkos” derlerdi. Burada gece ve gündüz atlarını otlatan bir kaç yiğit onu görürler.
Kendi aralarında:
— Şu karşıdan gelen var ya, bu kişi kaçkındır
İçlerinden aklı başında olan birisi şöyle der:
— Ey zâlimlşr, bu gelen kişi bir erene benziyor. Onun şu heybeti ve gücünü görmüyor musunuz ?
Ve hemen gidip Otman Baba’yı karşılar, elini ayağını öper ve evine götürüp onu konuk eder.
Daha sonra Otman Baba’ya : “Nereden gelirsin ey iki cihanın güneşi” diye sorar.
Otman Baba:
Denizin karşı yakasından geldim.
Ev sahibi bu defa daha da çok meraklanır ve tekrar sorar:
— Peki bu denizi nasıl geçtiniz?
Otman Baba;
— Aarık çobanın sırtına binerek geçtim. Bu gördüğün deniz var ya, arık çobanın topuklarına bile çıkmadı; çünkü evliyâya göre güçlük yoktur. Bu âlem evliyanın parmağında bir yüzük gibidir!
Otman Baba’nın “arık çoban” dediği, “Koyum Baba Otmancık” tır. O da erenlerdendir.
Otman Baba, buradan da kaybolur ve birkaç gün sonra Babaeski de görülür. Bir zamanlar buraya “Sarı Saltık” gelmiş ve bu şehirde bir çırağı (mumu) yanarmış. Bu fitil halâ onun kendi mübarek (uğurlu) eliyle yaktığı fitildir.
Otman Baba, bu çırağa bakınca, çerağ derhal dile gelmiş, Bunu gören oranın ileri gelenleri, hayrete düşerler ve:
— Bu nasıl birisidir ki, böyle bir keramet gösterdi ?
O zaman Otman Baba, onlara: “Bu çırağı yakan Sarı Saltık aslında benim” der. Tekrar o çırağa bakar ve biraz önce dile gelen o çırağ hemen yanar. Bu durumu yakından gören oranın ileri gelenleri ve halk, Otman Baba’nın önünde yerlere yüz sürüp; ondan hayır himmet dilerler. O zaman onun büyük bir evliya olduğuna inanırlar.
Zehi dava ki kıldın ey kadim ü şah
Zehi maini eya lütfü issi ağah
Sen evvelsin, sen ahirsin hakikat
Zira ayin durur şart-u tarikat
Sıfata Hakk’a bazigâr idersin
Bu ne’a halkiyle bazar idersin
Ne gamze-ı şive ehlisin ne mekâr
Libasın levn-ü ievnen sun-u setar
Senün vasfun virilmez akile çün
Dahi aşkın havasından döter gün
Otman Baba, bir müddet sonra oradan da kaybolur ve Ağaç Denizindeki (Orman) “Ulusu Kesriye” denilen şehirde görünür. Şehrin yakınında bir mağara vardır. Şehir halkı Otman Baba’yı bir kaçkın veya deli sanarak alaya alırlar.
Ancak Otman Baba, onlara şöyle der ve ikaz eder:
— Şu mağarada çok büyük bir yılan yaşıyor; bu yılandan kendinizi sakının.
Fakat şehir halkı Otman Baba’nın bu sözlerine inanmaz ve onu alaya alırlar. İçlerinden bazıları da :”Sen herhalde rüya görüyorsun” diyerek onunla eğlenirler.
Ancak Otman Baba’nın oraya gelişinin dördüncü günü, yağmurlu ve sisli bir günde; bir ejderhanın göğe doğru çekildiğini görünce akılları başlarına gelir. Hemen Otman Baba’yı aramaya başlarlar, fakat hiç bir yerde onun izine rastlayamazlar. Ona karşı yapmış oldukları hareketlerden çok utanırlar, ancak iş işten geçmiştir. Onu alaya aldıklarına çok pişman olurlar.
Zehi sırrı velayet şahı merdan
Ki sensin cümle sırra aşina aman
Kamuya remzini söyler virirsin
Çü her gayib işi insan bilür bildirirsin
Senin yoktur nazirin devr içinde
Zira sensin bu berr-u bahr içinde
Daha sonra Otman Baba “Mesevri” denen bir diyarda görünür ve burada da bazı kerametler gösterir. Onun bütün kerametlerini anlatmaya kalksak, kitaplar yetmez. Bir müddet sonra oradan da kaybolur.
Daha sonra Otman Baba, Balkan Dağı’nda (Balkanlarda) görünür. Avcılar, ıssız ve korkunç bir dağ başında Otman Baba’yı görürler. Mecnun biri sanarak, elini ayağım bağlayıp; boynuna bir kement takarlar ve “Tırnova” şehrine getirirler ve burada Otman Baba’yı, kadının önüne çıkarırlar.
Kadı Otman Baba’ya:
— Kimin kulusun ?
— Otman Baba:
— Ya sen kimin kulusun ?
Diye kadıya sorunca, kadı onun erenlerden olduğunu anlar ve Otman Baba’nın elini ayağını bağlayarak getirenlere öfkelenir. Derhal serbest bırakmalarını emreder.
Kadı Otman Baba’ya ;”Ey dünyanın serveri! Mübarek ismin nedir” diye sorar.
Otman Baba, şu cevabı verir:
— Benim adım Somun Abdaldır.”
Abdal; bu dünyadan elini eteğini çekmiş ve dünya nimetlerinden vaz geçmiş ve kendisini tamamen Hakk’a tevcih etmiş biri demektir. Otman Baba bu sebeple, kendisini bir Abdal olarak tanıtmıştır.
Kadı, Otman Baba’yı derin bir saygı ile ağırlar ve onun bir müddet bu şehirde kalmasını sağlar. O günlerde, Sultan Murat (II. Murat) Han vefat eder ve oğlu Şehzade Mehmet, padişah olur.
Sultan Mehmet, Karaman’ı feth ettikten sonra; bütün hazırlıklarını
tamamlayarak İstanbul üzerine yönelir. Bu sırada o iki cihan güneşi ve evliyâlar evliyası Otman Baba, bir Cuma günü sabahın erken saatlerinde; Tırnova Şehri köprüsü başındaki kayanın üzerine çıkar ve Allahü Ekber, İstanbul’u aldık diye haykırır.
Gerçekten de o gün kuşluk saati ile öğlen arası, Sultan Mehmet İstanbul’u fetheder.
Evliyâ, Levh-i Mahfuz’daki (Tanrının ta ezelden kıyamete kadar olacakları yazdığı levha) yazıyı okur. Olanları ve olacakları görüp, insanlara bildirir. Yani evliyâ bir anda cihanı seyreder ve muhtaçların yardımına koşar.
Nitekim Otman Baba, bazen şöyle derdi:
— Muhtaçlara imdat edici, insanlara doğru yolu gösterici ve dertlerine derman verici Tanrı’nın sırrı kudretli eli benim.
İşte Otman Baba, böyle bir evliyâ idi. Onun nasıl biri olduğu, baştan beri anlatılanlardan anlaşılmış olmalıdır. Çünkü, arif olan anlar. Söz anlayanın, yol yürüyenin demişler.
Zehi kadir ki nutku gele cihanı
Götürdün küfür şirkle gümanı
Nübüvvet oldu çün ayinesi velâyet
Sen oldun zulmete avn-ü hidayet
Düşüp Sultan Mehmet kâl’a sebine
Helâk irdi o küfran nağmesine
Senin Allahü ekber nutkun ile
Zafer buldu o sultan Lütfün ile
Sana insan kamu müşkül ne kim var
Ki senden gayri dahi leys’e fiddar
Otman Baba, bu defa da tek başına uzun zaman Balkanlarda gezip v dolaştı. Daha sonra Balkan eteğinde bulunan “Akça-Kızanlık” ta görüldü.
Orada bir kişinin hanesinde bir yıl kadar konuk olarak kaldı. Ora halkına ücretsiz hizmet etti.
Otman Baba’nın Rum diyarında ayak basmadığı ve yardım etmediği hiçbir yer kalmamıştır.
Otman Baba şöyle derdi:
— Peygamberlikle evliyâlık arasında pek fazla bir fark yoktur. Peygamberlere Tanrı buyruğunu Cebrail ulaştırır. Evliyâya ise Cebrail’in aracılık yapmasına gerek yoktur. Evliyalık doğrudan Tanrı’nın emriyle olur. Yani Tanrı doğrudan evliyanın gönlüne dolar; açıkçası Tanrı, evliyada zuhur eder. Evîiyânın her sözü ve hareketi, Tanrı emri, Tanrı sözü ve Tanrı işidir. Evliyanın sözünü, işini ve haline inkâr eden, Allah’ı ve peygamberliği inkâr etmiş olur.
Otman Baba, Rum diyarında; özellikte Balkanlarda o kadar çok keramet gösterdi ki her birini yazıp anlatmaya imkân yoktur. Bizim amacımız az da olsa Otman Baba’nın nasıl birisi olduğunu anlatmaya çalışmaktır. Otman Baba’nın bu âlemden gelip geçtiğini, nasıl ulu bir evliya olduğunu ve onun yaşantısını bir yadigar olarak; geriden gelecek olan nesillere ve tâliblere bildirmek istedik.
Otman Baba, bir gün İstanbul’da görülür. Onun buraya gelişinin esas nedeni ise, bu şehrin alınmasında onun da evliyâlık gücüyle büyük bir katkısı bulunmasıdır.
Otman Baba, İstanbul’un imaretini, harabeliklerini gezip gördükten sonra; şehir idarecisine şöyle der:
— Şehrin harap olan yerlerine evler yapın ve hisarlarını sağlamlaştırın. Zira bu şehir İmam Hasan ve İmam Hüseyin şehridir; o Hüseyin dedikleri benim ki, kanımı dava etmeye geldim.
Otman Baba’nın isteği yerine gelir. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u imar eder. Bayındır duruma getirir ve onarır. Otman Baba uzunca bir süre bu şehirde kalır. Kâh hamamlarda, kâh tekkelerde oturur.
Bir gün hamam Mustafa’sı dedikleri bir derviş, Otman Baba’ya: “Tanrı’nın velisî ve evliyalar evliyası, şimdi sizsiniz” deyip; can-ı gönülden secdeye kapanır ve hayır duasını dileyerek coşku içinde şöyle der:
Zehi sahib-i kadem nutku mübarek
Sana kıldı tecelli Hakk’ı tebarek
Çün fethettik ol şehr-i nutkunla
Kadem bastın mübarek cisminle
Bu milk-î esfel ve alâ şenindir
Hakikat ilmine zaman şenindir
Çün erdik sırrına keşf-i hüdanın
Ol şehir içre ayan oldu nihânın
Tecellâ-î hakikat kutbu cansın
Velî gâh aşikâr gâh-ı nihansın
Fatih Sultan Mehmet, şehri fethedip, büyük şenlikler yaptıktan sonra, gidip Belgrad’ı da feth etmek için niyetlenmişti. O sırada Otman Baba, İstanbul’da bulunuyordu, Bir gün o, İstanbul’un Silivri Kapısı önünde otururken, Fatih Sultan Mehmet, veziri Mahmut Paşa ile çıka geldi. Sultanla veziri Belgrad seferi hakkında konuşuyorlardı.
Otman Baba’ya yaklaştıkları zaman, Otman Baba onlara dönerek:
— Sakın Mehmet Han, o Belgrad kalesine gitme. Yoksa çanına ot tıkarlar.
Bu sözleri duyan Sultan, gazaba gelerek hemen kılıcına davrandı.
Mahmut Paşa:
— Gafil olma sultanım! dedi. Bu kişi öyle alelade biri değil, o erenlerdendir. Fatih Sultan Mehmet bu sözleri işitince, kılıcını kınına sokup: saraya doğru yoluna devam etti.
Bir müddet sonra bu dervişin sözlerini tamama tutmayan padişah, gücüne ve kuvvetine güvenerek Belgrad üzerine sefere çıktı. Kaleye vardı fakat kaleyi fethedemedi. Evliyânın dediği gibi çanlarına ot tıkılıp, İstanbul’a geri döndüler.
Bu olay Otman Baba’ya çok daha evvelden malum olmuştu. Çünkü bu zaman evliyâların zamanı idi. Zira evliyalar, peygamberliğin, çobanı; yani koruyucusu ve devam ettiricisidir. Evliyalar, peygamberliğin halifesi ve şeriatın ulemasıdır. Bunu bilmeyenler veya buna önem vermeyenler, gafillerdir. Evliyalık deryası, sınırsız ve gizli bir denizdir, ona erenler, görünüşte viran ve nişansızdır; ta ki, o evliyâ kendisini bildirmeyince, onu kimse fark edemez.
Dü cihandan içredir evliyâ
Hak ile Hakk’tır hakikat evliyâ
Evliyâsız sana yol yok mevlâya
Arşı kürsî-i hudadır evliyâ
Evliyâdır merkezi zatı sıfat
Evliya nutkun için bulur hayat
Evliyanın nutku Hakk’tır bi mekân
Ol sebepten bildirir halka iman.
Yine günlerden bir gün Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u gezerken bir sokak başında Otman Baba’ya rast gelir. Olman Baba , hemen Sultanın önüne geçerek sordu:
— Sultan sen misin yoksa ben miyim?
Fatih Sultan Mehmet, dönüp Mahmut Paşa’ya:
— Silivri Kapısı’nda bana Belgrad’a gitme, orada senin çanına ot tıkarlar diyen kimse bu değil miydi ?
Mahmut Paşa:
— Evet Sultanım o aynı kişidir.
Fatih Sultan Mehmet, hemen atından inip, evliyanın elini öptü ve ona şöyle dedi: “Padişah sensin ve sen bir Tanrı sırrısın ben ise senin gibisine yardımcıyım babacığım” deyip atına binip yoluna devam etti.
Fatih Sultan Mehmet, saraya dönünce de Otman Baba’ya bir miktar altın gönderdi. Fakat Otman Baba, Sultan bu “boku” (insan pisliği) bana neye göndermiş, bunlar benim işime yaramaz diyerek altınları kabul etmemiştir.
Otman Baba’nın altınları kabul etmediğini duyan padişah, onun gerçek evliya olduğuna tamamen inandı.
Zehi sultanı kâmil lütf-u ihsan
Senin sırrına ermez kulu sultan
Eğerçe bi nişansın her gönülde
Velî arifi nişan buldu sözünde
Sana her giz çün aklın yolu yoktur
Pes imdi zatının pâyanı yoktur
Çün gizli sırrın halk-ı cihana
Nihân oldu nihân içre nihâna
Seni görmez kamu hayvan-ı tabiat
Dahi eyh-u kabihünü başaret
Fatih Sultan Mehmet, bazı geceler, tebdili kıyafet ederek sokakları ve tekkeleri dolaşırdı. Amacı halkın, öncelikle de dervişlerin kendisi hakkında neler konuştuğunu öğrenmekti. Bir de bu kıyafet içinde kendisini tanıyıp tanıyamayacaklarını denemekti.
O zamanlar Otman Baba, İstanbul’da eski saray altında bulunan bir tekkede kalıyordu, O gece tekke sahibi, tekkeye gelen birkaç konuğu önlerine yemek koyarak ağırlıyordu. Bu konuklar padişah ve maiyeti idi. Ancak onları kimse tanıyamamıştı. Yemekten sonra sohbet edilirken, Otman Baba, hemen yerinden kalktı ve bir köşede dayalı olan derviş bastonunu alarak; Sultan Mehmet’in üzerine yürüdü ve sordu:
— Söyle çabuk Otman sen misin yoksa ben miyim ?
O zaman Fatih Sultan Mehmet:
— Otman sensin, ben değilim Babacığım.
Otman Baba:
— Evet öyle, Otman benim sen benim oğlumsun.
Böylece Sultan onun ermişliğine bir kez daha inanmıştı. Padişah sessizce oradan çıkıp, sarayına gitti. Sabah olunca, Otman Baba’ya bir kese akçe gönderdi.
Otman Baba eline bir sopa alıp, paraları sağa sola dağıttı. Orada bulunan dervişler dağılan paraları topladılar.
Bu durumu öğrenen padişah, buna akıl erdiremiyorum diyerek; Otman Baba’nın nasıl biri olduğunu anlamaya çalıştı.
Otman Baba’nın Fatih Sultan Mehmet’e : “Otman sen misin yoksa ben miyim” diye sorması ve padişaha “sen benim oğlumsun”demesi; halkın dilinden düşmez olmuştu. O günlerde herkes Otman Baba’dan söz ediyordu.
Zehi zatı mutahher nur-ı yezdan
Sensin sırrına erilmez kulu sultan
Ruhun bağında âlem bir varaktır
Gülüstan-ı onun şah-ı araktır
Cemâlin heybetine kimse duramaz
Cemâlin şevketine nesne eremez
Kamusu hükmüne ferman oluptur
Çün gönlün beytine sübhan doluptur
Çün yoktur kıymeti dünya özünde
Cihangirler zebun oldu sözünde
Bu evliyânın “Otman” olarak anılmasının asıl nedeni Fatih Sultan Mehmet’tir. Bir de kendisi sohbet sırasında “Otman şöyle, Otman böyle diyerek bu ismi sık sık söylemesindendir. Ona çoğu zaman Otman oğlu diye de hitab edilmiştir. “Otman” onun dünyalık adıdır. Onun ahiretlik adı ise “Hüssem Şah Gani” dir.
Onu genel olarak Otman ismiyle çağırırlardı. Onun başka adları da vardı : Ona “Kerbel’â Şahı”, “Sadet Seyyid” ve “Fukara Mecnun”derlerdi, ” Zira onun evliyalık sırrı ve şahlığı sınırsızdır. Bundan dolayı da yukarda anılan adlar ona lâyık görülmüştür.
Şah Hüseyin senedinde , “Osman Baba” diye (yazılıdır) yazıp, çizip hükmettiler. O dergâh, bu dergâhtır ki, ve o tarik, bu tariktir ki, şeyh ve meşayihten ve emirül ümerdandan (beylerbeyi) her kim; Osman Baba’nın tarikatına ve erkânına girmese, Allah’ın zalim kavminden olur ve onun lanetine uğramış olur dediler. Şeyh ve meşayihlerden her hangisi, sofra, çırağ ve âlem benimdir deyip, evliyâlık sahibidir demese; bir hadise göre, onun şeyhi şeytandır.
Hal böyle olunca, evliya olana şeyh ve meşayihlik, tarikat hutbesi ve meşayih erkânı gerekli değildir. Zira peygamberliğe, evliyalıktan daha yakın bir yüksek mertebe yoktur. Bütün yaradılmışın ve tanrı yolunu tutanların muradı peygamberlik ile evliyâlıktır,
Demek ki ma’rifet hırkada ve tac’ta değildir. Zira ma’rifet çalışılarak elde edilir. Evliyâlık ise bir Tanrı ilhamıdır. Ma’rifet mertebesine çok çalışarak ve okuyarak bilgi sahibi olmakla ulaşılabilir. Fakat evliyâlığa ancak Tanrı iradesi ile kavuşulur.
Öyle insan vardır ki, bir harf bile yazıp okuyamadığı halde evliyâlık mertebesine ulaşabilmişlerdir. Muhakkak ki, eğer Tanrı isterse ve dilerse, okumuş ve yazmış insanlarda evliyâ olabilirler; yeter ki Tanrı o kimseden razı olsun ve o kimse de bu hal mevcut olsun.
Bazı kimseler çok okuyup ve büyük eserler meydana getirirler. Bir çok kimse de bu eserleri okuyup, yararlanırlar. Evliyalık hakikattir. Mâ’rifet ise ilimdir, âlimliktir.
Evliyâya, göre, mâ’rifet sahibi; bildiklerini anlatan ve bildiren kimsedir. Evliyâ sözlerini söylemekle velî olunmaz. Mâ’rifet sahibinin amacı, evliyâ sözlerini anlatmaya araç olmaktır.
Mâ’rifet sahibi, evliyânın görebildiğini göremez, bilebildiğini bilemez. Ancak evliyâ da görüp bildiklerinin tümünü kitaba yazamaz. Evliyâ öyle bir mertebeye erer ki, onda dil söylemez olur. Evliyâda bütün beden dil ve göz olur. Evliyâlık ibadetle elde edilen bir şey değildir.
Evliyâlar kendilerinden sonra gelecek kemâl sahibi kişilerin kendilerinden önce Tanrı’nın ne gibi serverleri gelip geçtiğini görüp; bilmeleri için şunu veya bunu söyler ve yazarlar.
Evliyâ kitabını gelecek evliyâya miras bırakır. Ancak halk arasında rivayet olsun diye bırakmaz. Evliyâ ganidir. Elindekinden fazlasını istemeyen evliyâya göre, mürid-i makbul birdir; iki değildir. Ancak yedilerden olanlarda da mürid vardır ve meşayih gibi hadisle rivayet değildir.
Demek ki mâ’rifet sahibinin kendisini velî ve keramet sahibi göstermesi asla doğru değildir. Peygamberlik ve evliyâlıktan başka, bunlara benzer bir şeyler olduğuna inanmak büyük günahtır.
Zira üçlenn. birisi ”Kutuptur” ikisi tanıktır. Bu ikinin birisi mürid-i makbuldür. Kutuptan sonra tahta o geçer. Üçlere, kırkların birisi mürid’dir.
Yedilere üç yüzlerin birisi mürid’dir. Kırklara, binlerin birisi mürid’dir. Binlere bu âlem halkından birisi mürid’dir. Evliya terbiyesi budur ve bundan başkası olamaz.
Ey zahid zühd-ü takvadan muradın
Velâyettir velâyettir velâyet
Sanırsın tevhid tahkik edersin
Kesir okursun ve onu tastik edersin
Velâyet sırrına erersin ey cahil
Olurdu nefesin şirketi zahil
Gel endiş-ü aklı fikri terk et
Dahi aşkı hakika ömrü bereket
Ki ire sırrı velâyet onun çün
Medet kıf visali zatı pebcün
Acaip bir latife vardır. Kimileri evüyâya hasret çekerler fakat ne var ki özlemine kavuştuklarında, evliyâyı inkâr etmeye kalkışırlar. Kendilerini evliya ile bir tutarlar, kendilerini şeytan gibi büyük göstermeye çalışırlar. Onlar ma’rifet satar ve ma’rifet sahipliğini evliyâlık sanırlar. Böylece de imanlarından olurlar. Onların böyle düşünüp, böyle söylemeleri, evliyâya lâtife gelir.
Böyle evliyâlık davası güden şeyhler, yalancı duruma düşerler. Onlar Allah indinde de büyük günah işlemiş olurlar. O şeyhler, nasıl kimselerdir ki, yalana baş vururlar. Bunun sebebi şudur:
Onlar, birer tarikat şeyhidirler ve kendilerinden üstün kimselerin olduğuna inanmazlar. Ancak bir kişinin hakiki Şeyh veya Mürşit olabilmesi için her türlü üstün vasıfları kendisinde toplamış ve bütün erdemlere sahip bir kişi olması gerekir… Ancak böyle bir kimse Mürşid olabilir.
”Müritse, kutupluk mertebesinin altındaki mertebeye sahip olan kişidir. İşte bu sebeple bazı Şeyhler kendilerini “Mürşit” saymaya kalkarlar. Bu halleri de onları yalancı duruma düşürür.
Bazı Şeyhler de kendilerini Halife olarak göstermeye kalkışırlar. Onlar ancak kendi çıkarları için halkı aldatıp bundan bir kazanç elde etmeye çalışırlar. Bu Şeyhlerden bazıları, kendilerini bilmem hangi Halife olarak tanıtırlar. Bazıları da filan oğlu filan “Çelebi” olarak ortaya çıkıp, halkı başına toplarlar.
Böylece hem şan şeref kazanırlar, hem de halkı soyup soğana çevirirler. Eğer onlar Hakiki hak bilselerdi bu yola baş vurmazlar ve Mürşitlik davası gütmezlerdi.
Aslında onlar evliyâ atına binerek, tazılarla, kopoylarla av peşinde koşan kişilerdir. Veya çok şık giyinerek sallana saltana yürür ve topladıkları dünyalıkları, kölelere, cariyelere, güzel atlara verirlerdi. Böylece ebedi lezzeti geçici lezzete değişen evliyâlardan olurlardı. Böylelerinden Allah saklaya, onlar bilmezler mi ki peygamberimizin mal olarak sadece bir abası ile eski bir hasırı vardı. O bu dünyada Hakk’tan başka hiç bir nesne kabul etmemişti.
Peygamberimiz bir gün otururken parmağındaki yüzüğü döndürüyordu. Hemen Cebrail gelerek ona:
— Ya Muhammed, Tanrı sana selâm etti ve dedi ki, “ben seni dünyaya oynamaya mı gönderdim?”
Hz. Peygamber bunu duyunca, hemen tövbe ve istiğfar etti. Tanrıdan günahının bağışlanmasını diledi.
Eğer bir peygamber, bu kadar ufak bir hata için, Tanrı tarafından böyle karşılanıyorsa, alelade bir kimsenin hâlinin nasıl olacağını düşünün bir kere.
Velî’dir mazharı envar-ı vahadet
Velî’dir cümleye irşad-ı rahmet
Velayet âleme iman ve kıble
Değildir dirmegil değil ki eyle
Velî’nin sanma hırka tacı vardır
Ya âlem halkına ihtiyacı vardır
Velî’nin cümle suret hırkasıdır
Bu âlem çün veli’nin hırkasıdır
Velî gerçektir kelâm içinde
Değil dilenç ol âlem içinde
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, irşad kutbun ve evliyânın Hakk’ıdır. Eğer sorulursa, kutup evliyâlık kudret ve tararruf sahibi olmak ne demektir.
Meselâ Hacıbektaş ve İbrahim bin Ethem ve emsali “kutub’lar, Kutub olarak bu âİemden gelip geçtiler. Bunlârın müridleriyiz diyenlerin hali ve mertebeleri nedir. Bunlar “Mürid” değilse acaba nedir ? Bütün bu soruların yanıtı şudur: Onlar, o kutuplara benzeyenler zümresindendir ve o kimseler tâlibtirler; onlarda kendi hallerince evliyâlığa hizmet edenlerdendirler. Böylece onlarda, evliyalığa ve kutuplar kutbunun irşadıyla Hakk’a yakın olmak isterler. Onlar tâlibler ve aşıklardır ve evliyâlık davası etmeye hakları yoktur. İrşad etmeye güçleri yetmez. Ancak, önlerine gelen aşıklara, sadıklara ve yol ortasındaki yeganlara “ulu kardeş” derler. Bu sadık aşıklarla, yeğanlardan sonra gelenlere “geçi” kardeş derlermiş.
Nitekim rahmetli Kara Samit Abdallarına ve aşıklarına şöyle dermiş :”Ulu gözce güder ve ulu kardeşi gözüm” onun gibi bir evliyâ böyle deyince geri kalanına ne demek düşer. Sadık aşık kendine dert ile mihneti ve hakiki aşkı reva gören lâyık uygun kişidir.
Halife yerde gökte hakim olur
Elinde olur onun her kim olur
Bu yolda maşallah ehli çife
Kim ola halk üstüne halife
Bunların kizbine vardır alâmet
Ki değildir yolu selâmet
Ki korkarlar bu dünya beylerinden
Çıkarmazlar bu havfi önlerinden
Kılarlar Hak yoluna halkı davet
Mürid-i kimi oğlan kimi avret
Kamu hangame giru zerk sana lûa ,
Ne bunlarda edep vardır ne namus
Dırrağa görü ger çoban olubdur
Oyunlar ona sergardar olubdur
Ey sadık tâlibler ve kâmil insanlar! Bu kadar söze aslında gerek yoktur. Ancak insanlar arasında kendilerini evliyâ gibi ve hakiki Mürşit gibi göstermeye çalışan birçok sahtekârın da olduğunu anlatmaya çalıştık. Maksat gerçek erenler ile hakiki Mürit ve irşadçıların kimler olduğunu bilinmesini istedik.
Herkes kendi gücü ve kuvvetini bilirse, kendisini olduğundan fazla göstermeye çalışmasa, o kimse Hak Tealâ katında makbul kişidir. Ondan kimseye zarar gelmez. Ancak, kendisini olduğundan fazla gösterip, din kurallarını çiğner ve halkı kandırmaya kalkarsa; o kimse Allah’a asi olur.
Evliyadır bi dert sanma derdi var
Derdü mend olgil dilersen itib
Lezzetin derdi ebu dert bilür
Derdi olmayan kişi namert olur
Derdi hasıl kıl ger istersen deva
Derd ile olur kamu hacet reva
Âlem kutbunun serveri ve ufukları Sultan Otman Baba, İstanbul’dan da kayboldu. Önce “Ağaç Denizi” nde (ormanda) ve daha sonra da “Vize” şehrinde göründü. (Vize)halkı, onu büyük bir sevgi ve hürmetle bağrına bastı. Otman Baba Bir müddet Vize’de bir değirmende kaldı ve yaşamını burada sürdürdü. Bu değirmende halkın buğdaylarını öğütüyordu.
Değirmen yakınlarında bir tekke vardı. Bu tekke dervişlerinden birisi, Otman Baba’yı görmek için büyük arzu duyuyordu. Bir gün kalkıp değirmene geldi. Fakat gördü ki, değirmenin her tarafı nura gark olmuş; dervişin aklı başından gitti. Derviş hemen secdeye kapanıp yere niyaza vardı. Fakat, başını kaldırıp baktığı zaman, değirmen oluğundaki suyun donmuş olduğunu gördü. Tekrar secdeye kapandı ve başını kaldırdığı zaman; Otman Baba’nın ortadan kaybolduğunu gördü.
Bu hali gören derviş kendisine gelince, dışarı çıktı ve Otman Baba’yı derenin karşı tarafında üç kurt ile birlikte gördü. Otman Baba, bu kurtlara ayrı ayrı üçer parça et verirdi ve “Yürüyün yolunuza gidin!” dedi. Kurtlar yollarına devam ettiler.
Derviş bu olanlar ve âlametler karşısında kendinden geçerek şunları söyledi.
Zehi nûr-i velayet pâkî yezdan
Zehi ilm-i hakikat derde derman
Senin vasf-i cemâlini çü devran
Beyan ider dahi fürkan-ı âyat
Visalin âşkın sıdk-ı sefası
Cefasıdır onun lütf-ü vefası
Hadis-i nakli ispat-i şehadet
Ayan eyler bu yüzün nûr-i tamamiyet
Gel ey münkir olan kâlu ezelden
Sücud eyle Hakk’a kurtul zelilden
O vakit Vize;şehrinde iki velî vardı. Ahmet Baba ve Kara Koçak Baba, bu velîler bîrgün Otman Baba’nın yanma geldiler ve hep birlikte; Ağaç Denizi’ne (orman) gezmeye gittiler. Ormanda avlanan birkaç avcı, bu üç veliyi yeşil çimenlikler üzerinde; ateşsiz kebap pişirirken görünce çok şaşırdılar.
Otman Baba, avcıları çağırıp, pişirdikleri kebaplardan ikramda bulundu ve avcılar karınlarını doyurup; bu kimselerin göstermiş olduğu kerameti anlata anlata bitiremediler.
Ancak, bu evliyalardan Ahmet Baba, sonraları kendisini içkiye kaptırıp ; perişan bir vaziyete düştü. Kara Koçak Baba ise, harabeler arasında yaşamını sürdürmeye devam etti. Halk onların sırrını tam olarak anlayamamıştı.
Ey nice küfür vardır ey Müslüman
Heman dem doğar ondan nur-i iman
Yürü hız ile tac ya deyever
Dil-i cananı tez saza deyiver
Onun küfründe ol gil kim bakadır
Ki dir-i o petek nur-i hüdadır
Sana tesbih-i zikrin feyz-i yoktur
Çü mutlak secde put önü değildir
Asasın pes riyanın yere çal gil
Diyar-ı yere pak safi vargil
Otman Baba o serverleri, Vize şehrine uğurladıktan sonra; Mesevri’de göründü. Kâh viranelerde, kâh imarethanelerde yatıp kalkarak; o bölgeyi gezip dolaştı ve birçok kerametler gösterdi. Otman Baba, bu bölgeden de kaybolarak; Niğboluda görüldü. Şehir halkı, onu deli ve saralı sanarak ona gerekli saygıyı göstermedi.
Bir müddet sonra şehir halkından birisi, Otman Baba’yı tanıdı. Otman Baba ile alay edenlere:
— Siz ne yapıyorsunuz onun adı Otman Baba’dır, o büyük bir evliyâdır. O İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet’e bile kafa tutmuş keramet sahibi bir evliyâdır!
Diyerek ona sahip çıkmıştı.
O vakit şehir halkı onun iki cihan sırrı ve serveri olduğunu anladılar.
Otman Baba’ya yaptıkları hakaretlerden çok pişman olup, ona gereken saygıyı gösterdiler. Niğbolu halkı ve şehirde bulunan dervişler, Otman Baba’ya sahip çıktılar ve ona büyük saygıda bulundular. Otman Baba’da bu yörede pek çok kerametlerle halkın saygısını kazanmıştı.
OTMAN BABA İLE BAYEZİD BABA ARASINDA GEÇEN OLAYLAR
Otman Baba, bir müddet sonra Yanbolu’ya gitti. Burada Nakkaş Sİnan adında birinin evinde kalıyordu. Bayezid Baba dervişlerine ait tekkenin sahibi bulunan “Derviş Mümin” yanında pek çok dervişiyle birlikte, büyük bir gösterişle “Yanbolu” ya gelerek tekkeye yerleşti. Derviş Mümin, Otman Baba’nın niteliklerini ve kerametlerini öğrenmiş ve müritlerinden birkaçını göndererek; Otman Baba’yı tekkeye davet etmişti.
Otman Baba, büyük bir hiddetle gelen dervişleri kovdu. Ancak derviş Mümin, aynı kişileri tekrar Otman Baba’ya göndermiş ve muhakkak surette getirilmesi için tâlimat vermişti. Ancak Otman Baba, gelenleri yine kovdu. Çünkü Otman Baba, Derviş Mümin’in ve müridlerinden hiç birinin insanları irşad edebilecek ve doğru yola davet edecek güçte olmadığını biliyordu. Hatta herhangi bir keramet gösterecek güçte dahi değildiler. Bunları bilen Otman Baba, gelenleri kovuyordu.
Bunu fark eden Derviş Mümin, bu defa müridlerine; Otman Baba’ya saygı ile yaklaşmalarını ve ona gereken hörmeti gösterip; niyazda bulunmalarını tembih etti.
Bu defa Otman Baba, kendisine büyük bir saygı gösteren ve bin bir naz ve niyazla yaklaşan dervişleri, kovmayıp; onlarla birlikte Derviş Mümin’in bulunduğu tekkeye geldi. Derviş Mümin, Otman Baba’yı büyük bir saygıyla tekkenin bahçesinde karşıladı ve elini öpüp içeri davet etti.
Derviş Mümin, sohbet ederken bir ara; Otman Baba’yı kızdıracak bir söz etti. Bunu duyan Otman Baba, çok öfkelendi ve büyük bir heybetle elindeki değneği birkaç defa yere vurarak Mümin Dervişe baktı. Bunu fark eden Derviş, ezilip büzüldü ve neye uğradığını bilemedi.
O vakit orada bulunan diğer dervişlerin araya girip, Otman Baba’dan af dilemeleri üzerine Mümin Dervişi bağışladı.
Mümin Derviş, bir müddet Otman Baba ile sohbet ettikten sonra; Otman Baba’yı kendi bulunduğu tekkeye götürmek istediğini söyledi. Otman Baba önce kabul etmedi fakat Mümin Dervişin yalvarıp yakarmalarına dayanamayıp gitmeyi kabul etti.
Mümin Derviş ve müridleri, Otman Baba’yı bir ata bindirerek; Mümin Derviş’in; Zağra yöresindeki tekkesine hareket ettiler. Otman Baba, bir müddet Mümin Dervişin tekkesinde kaldıktan sonra, ikisi birlikte Hacı Bektaş-ı Velîyi ziyaret etmek için yola çıktılar.
Otman Baba! bu yolculuk esnasında pek çok kerametler gösterdi.
Yola çıktıktan sonra ilk önce, yollarının üzerinde bulunan Bayezid Baba’nın tekkesine uğradılar. Bayezid Baba, bütün dervişleriyle birlikte; Otman Baba’yı karşıladı ve ona çok büyük izzet ve ikramda bulundu. Onun yüce bir evliyâ olduğunu öğrenmişti.
Ancak Bayezid Baba, Otman Baba ile dervişlerinin ve halkın önünde sohbet etmeye cesaret edememiş ve bir yolunu bulup, Otman Baba’yı ayrı bir yere götürüp orada sohbet etmeyi uygun görmüştü. Otman Baba ile uzun uzun sohbet eden Bayezid Baba, Mümin Dervişi çağırmış ve kendisine: “Bu yalçın kayayı nereden getirdin benim başıma, derhal bunu al ve geldiğin yere git ve beni bu yalın kılıçtan kurtar1′ diye çıkıştı.
Mümin Derviş, Bayezid Baba’nın bu sözlerine karşılık şöyle cevap verdi: ”Ben onun çok kerametlerini, evliyalık ve devlet visalini gördüm. Ululukta kimseye rağbet etmeyen gayet heybetli ve güçlü bir evliyadır. Benim ona müdahale edecek bir gücüm ve kuvvetim yoktur” dedi.
Bayezid Baba ile Mümin Dervişin bu acizliği çok bilgisiz ve yeteneksiz olduklarından değildi. Onlarda kendi yörelerinde saygıdeğer kimselerdi ancak, Otman Baba’nın karşısında pek aciz kalmışlar ve dervişlerinin önünde onunla konuşmaya cesaret edememişlerdi. Çünkü Otman Baba, bir kutuplar Kutbuydu) ve Otman Baba’nın bu kişiliği göstermiş olduğu pek çok kerametleriyle kanıtlanmıştı.
Bayezid Baba ise, Tanrı’dan korktuğu için dinin yasak ettiği şeylerden çekinerek perhiz eden; kendini ibadete vermiş ve henüz zühd-ü takva mertebesinde olan biriydi. Onun evliyalık mertebesi, henüz Otman Baba’nın ulaştığı evliyalık makamına ulaşamamıştı. O henüz evliyalığını kanıtlamaya çalışıyordu.
Zehi galip erince veliye
Döner hemen deliye
Eremez sırrına kimse onun
Bilinmez aklına zatı hudanın
Ne şeyder ki göre yüzünü ezelden
İşi ikrar olur onun
Gel elden kadim zat-ı münevver levh-i yezdan
Yüzündür sözünle nur-i iman
Yeniden kisüvir ar-u ahmak
O şeydir ki sana demedi saddak
Bayezid Baba, Otman Baba’dan kurtulmak için bir sabah erkenden; Hacı Bektâş-ı Velî’yi ziyaret etmek üzere dervişleriyle birlikte tekkeden ayrıldı.
Güneş birkaç adam boyu yükselmişti, Otman Baba kalkıp tekkeden dışarı çıktığında; ortalıkta kimsenin olmadığını fark etti. Hemen o da ayni yolu takip ederek Serez’e geldi. Bayezid Baba, dervişleriyle birlikte; Serez’de bulunan “Mecnun Tekkesine” yerleşmişti. Bayezid Baba ve dervişleri henüz gelmişlerdi ki, Otman Baba’da ayağının tozuyla ayni tekkeye geldi.
Otman Baba, bir köşeye çekilmiş dinleniyordu. Otman Baba’yı gören Bayezid Baba’nın huzuru kaçtı. O sırada Bayezid Baba’nın dervişlerinden “Kara Abdal” adındaki yaşlı bir derviş, Otman Baba’nın yanına sokularak :
— Senin bizimle ne alıp veremediğin var be “sümsük” biz senden kurtulamayacak mıyız ?
Diye Otman Baba’ya sert çıkıştı. O vakit Otman Baba, gazaba gelerek şu cevabı verdi:
— Ey çenesi kırılası herif! sen benim keyfimin kahyası mısın? Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun ki, işime karışmaya kalkıyorsun.
Otman Baba, henüz sözlerini bitirmemişti ki, Kara Abdalın çenesi yamulmaya başladı ve sesi kısıldı. Bu kerameti gören diğer dervişler ne yapacaklarını şaşırdılar. Kendilerini bir telaş aldı. İçlerinden biri eline bir
değnek alıp, Kara Abdal’ın çenesini açmaya çalışîı. Fakat başaramadı.
O vakit Otman Baba:
— Hiç uğraşma, ben Allah’ın izni ile onun çenesini kapattım; sen onu nasıl açabilirsin be herif!
Çenesi bir türlü açılmayan Kara Abdal, akşama varmadan öldü. Ona yardım etmeye çalışan diğer dervişin de sabah kuşluk vakti öldüğü öğrenildi.
Böylece Otman Baba’nın iki cihanın sırrı ve serveri olduğu bir defa daha anlaşılmış oldu. O iki dervişe gelince, onlar; evliyayı inkâr ettiler ve onun bedduasına uğrayarak bu âlemden gittiler. Ancak evliyayı inkâr ettikleri için, cehennemlik oldular. Bu durumları yakından izleyen Bayezid Baba, Otman Baba’nın büyük bir Kutub olduğuna iyice inandı ve Otman Baba’ya karşı büyük bir saygı duymaya başladı. Böylece Otman Baba, Bayezid Baba üzerinde de büyük bir hakimiyet kurdu.
Ancak Bayezid Baba, Otman Baba’nın yanında rahat edemiyordu, Bir müddet sonra, gece yarısı dervişleriyle birlikte bulunduğu yerden ayrıldı. Bunu fark eden Otman Baba da onun peşinden yola düştü.
Karasu Keçisi yakınlarında bulunan “Akpınar Tekkesi” ne varınca, Bayezid Baba’nın dervişlerinden yedisi daha öldüler.
Otman Baba, şöyle derdi.:
— Benim sihirli oklarım vardır. Onlardan birini atacak olursam, o ok candan ve cihandan öteye geçer!
Buradan şu anlaşılıyor ki, Bayezid Baba, Otman Baba’yı çok kızdırmış ve gücendirmişti.
Bunun farkına varan Bayezid Baba, sabah erkenden, arkalarından Akpınar Tekkesi’ne gelmiş olan Otman Baba’yı bulup; eline ayağına kapandı ve ondan af diledi.
Ona: “Ey soylu evliya! Benim yapmış olduğum bu kusurları bağışla ve bu tekkede istediğin kadar kal ve dinlen” dedi.
Bayezid Baba’dan bu sözleri duyan Otman Baba, onu af etti ve altına birkaç tane koyun postu sererek; Bayezid Baba Hacı Bektâş-ı Velî’yi ziyaretten dönünceye kadar uzun bir süre bu tekkede kalıp dinlendi.
Bayezid Baba, Hacı Bektâş-ı Veli’yi ziyaret edip geldiği zaman, Otman Baba ona :
Dostları ilə paylaş: |