Gaybet-i Suğrâ Dönemi:İmâmiyye ulemâsı, Muhammed b. Hasan el-
Askerî’nin beklenen mehdî ve kaybolduktan sonra ortaya çıkıp dünyayı ıslah
edecek kişi olduğu konusunda, kendi anlayışına göre Kur’ân, sünnet ve
imamların sözlerinden birçok delil ortaya koymuştur. Mehdî’yi, onun dört
sefîrinin dışında hemen hemen hiç kimsenin görmediği ifade edilmektedir.
Gaybete girmenin peygamberlerin sünneti olduğunu belirten İmâmiyye’ye
göre, Mehdî’nin gaybetinin gerekçeleri olarak şu hususlar zikredilmektedir:
Muhammed’in başta amcası Cafer tarafından olmak üzere öldürülme
endişesi; gaybetin Şîa için bir imtihan vesilesi olması; açıklanmasına izin
verilmeyen bir sebebe bağlı olması; insanların Allah’ın yolundan sapmaları
sebebiyle Allah’ın onlara gazap edip huccetini aralarından çekip alması ve
bâtıl esaslar üzerine kurulmuş bir idarî sistemde gizli imama uymanın zâhir
imama uymaktan daha üstün bulunması. Onlara göre gaybet hali, Şîa için
ilahî bir lütûftur.
Gaybet-i Suğrâ döneminde sefîr (çoğ. süferâ), nâib (çoğ. nüvvâb), yahut
vekîl (çoğ. vükelâ) diye adlandırılan görevliler, imamla toplum arasında
irtibat kurmuşlar, ortaya çıkan problemleri imama arzederek onun emir yahut
yasaklarını topluma ulaştırmışlar, imama gelen humus ve diğer gelirleri imam
adına toplayıp muhafaza etmişlerdir. Altmış sekiz yıl süren bu dönemde
(260-328/874-940), sefirlik iddiasıyla ortaya çıkan başka kimseler de olmakla
birlikte, İmâmiyye’nin kabul ettiği dört sefirin İmam’dan getirdiği yazılı emir
ve tavsiyeler (tevkî’ler), Şîa için bir hareket noktası olmuş, sefirler de imamın
yegane temsilcileri olarak telakki edilmişlerdir. Dört sefir sırasıyla aşağıdaki
isimlerdir: