163
Müslümanlığı kabul ederek Lâleş manastırında İslam ile Nasturîliği
birleştiren bir din ya da dinî anlayış oluşturmuştur. Ardından Yezidîler’in
kutsal kitabı hüviyetinde Kitabü’l-Cilve ve Mushaf-ı Reş’i yazarak
düşüncelerini yaymaya çalışmıştır. Her ne kadar bu şahıs 1224 yılında
Moğollar tarafından idam
edilerek öldürülmüş ise de, şartlar düzeldiğinde
takipçileri tarafından kutsal kitaplar yeniden devreye sokularak Yezidîlik
devam ettirilmiştir.
Daha yaygın olan ikinci görüşe göre ise Şeyh Adî’nin ölümünden sonra,
kurduğu tarikat yeni müritler kazanarak bilinen çizgisini sürdürmüştür.
Ancak 652/1254 yılında vefat ettiği bilinen Şeyh Hasan b. Adî zamanında
farklılaşmaya başlamıştır. Şiîler’in Yezid b. Muaviye’yi lanetlemelerine karşı
önce onu savunma sonra da kutsallaştırma yönüne gidip aşırı görüşler ortaya
koymuşlardır. Fırka giderek öteden beri bölgede ciddi kalıntıları olan İran
dinleri ile İslami unsurların içiçe geçtiği bir yapıya dönüşmüş ve bugünkü
mahiyetine bürünmüştür.
Yezidîler’e göre Şeyh Adî evlenmemiş olup Şeyh Ebû Bekir, Şeyh
Abdülkadir, Şeyh İsmail ve Şeyh Abdülaziz olmak üzere dört kardeşi vardır.
Başka bir görüşe göre Adî’nin Sahr isminde bir erkek kardeşi vardı ve soyu
onun üzerinden devam etmiştir. Sahr’ın Ebû’l-Berekât isminde bir çocuğu
olmuş, bunlardan Musa ve Adî isminde iki çocuk dünyaya gelmiş, Musa’nın
soyundan gelenler Sünnî yolu
takip ederken, Adî’nin ise Hasan ve Şerafeddin
adında iki çocuğu olmuş, bugünkü Yezidîler’in din adamları Hasan’ın
soyundan gelmiştir. Hasan’ın Ebû Bekir ismindeki çocuğundan gelenler
Katanîler’i; diğer oğlu Şemseddin’in soyundan gelenler Şemsanîler’i, diğer
oğlu Şerafeddin’in torunu Alaeddin’den gelenler ise Adanîler’i teşkil
etmiştir.
Alt zümrelere bölünerek büyük kısmı yerleşik, kalanları göçebe olarak
yaşayan Yezidîler başlıca Musul’un Lâleş ile 160 km. batısında Sincar
dağları civarı, Dicle’nin kuzeydoğusu ve Fırat’ın batısında ve Tiflis civarında
yaşamışlardır. Fırkanın tarihi seyri, sözü
edilen bölgelerdeki siyasi
dalgalanmalara paralel olarak geçmiştir. Bunlardan bazılarına şöyle işaret
edilebilir:
Abbasiler’in son zamanlarında, Yezidîler güçlenip bölgede siyasi
faaliyetler gerçekleştirmeye başlaması üzerine özellikle bundan zarar görüp
Moğollar’a sığınan keşişler onlardan yardım istemişlerdir. 1220 yılında
Moğollar bölgeye birlik göndermiş, Yezidî lider Şeyh Adî b. Ebi’l-Berekât
öldürülmüştür. Yine 1246 yılında Yezidîler’in siyasi ve dini faaliyetlerinin
artması üzerine Musul valisi Bedreddin Lülü bölgeye bir birlik sevketmiş ve
Yezidî şeyhi Ebu Muhammed Şemseddin ve yakınlarını bertaraf etmiştir.
Abbasiler’in yıkılması ve Selçuklular’ın bölgeye hakim olmasından
sonra
Selçuklu idarecileri Yezidîler’den yararlanmak istemiş, ancak kimi zaman
bazı Yezidî zümreleri bu yardıma olumlu karşılık verirken kimi zaman da
aksi istikamette tutum sergilemiş, Selçuklular yönetimi gelişmelere göre
genellikle Yezidîler’e karşı sert politikalar izlemek zorunda kalmıştır.
1280’lerden sonra Yezidîler Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde
yayılmaya başlamışlardır. Diyarbakır ve Siirt dolaylarında dağlık bölgelere
yerleşmiş ve varlıklarını sürdürüşlerdir. Buralarda genellikle Türkmenlerle
birlikte hareket etmişlerdir. Yezidîler, yaşadıkları geniş bölgede hakimiyet
kuran Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safevîler ve Osmanlılar’ın
yönetimi
altına girerek tarihi seyirlerini devam ettirmişlerdir.
164
15. yüzyılın ilk çeyreğinde Yezidîler’in aşırı giderek Şeyh Adî’nin
kendilerine rızık verdiği, beş vakit namazı kaldırdığı gibi aşırı görüşler ortaya
koyup etrafta yaymaya başlamasıyla, Şiraz hükümdarı ve Karakoyunlular’ın
Isfahan valisinin desteğinde büyük bir ordu teşkil edilerek Yezidîler’in
üzerine gidilmiştir. Saldırıda Lâleş ele geçirilmiş, Şeyh Adî’nin türbesi
yıkılmış, hatta kemikleri çıkartılarak yakılmıştır.
Karakoyunlular ve Akkoyunlular’dan sonra Yezidîler çoğunlukla
Safevîler ve Osmanlılar arasında hudut bölgelerinde kalmışlar, kimi zaman
Safevîler’i kimi zaman da Osmanlılar’ı desteklemişlerdir. Yezidîler’in
açıktan veya gizli olarak Safevîler’i desteklemeleri karşısında Osmanlı
şeyhülislamları onların küfür içinde bulundukları doğrultusunda fetva
vermişlerdir.
Kısaca değinmek gerekirse 1715’lerde Yezidîler’in silahlanarak bölgede
kendileri gibi olmayan Müslüman ahaliye büyük zarar verdikleri, bunun
neticesinde takibata maruz kalıp dağlara çekildikleri görülmektedir. Bu
tarihten itibaren Yezidîler 1830’lara kadar isyan faaliyetlerinden uzak kalmış,
vergilerini vermişlerdir. Bundan sonra ise Yezidîlerin Osmanlı yönetimini
uğraştırdığı, birçok mahalli isyana kalkıştıkları görülmektedir.
Sultan Abdülaziz döneminde “kura kanunu” gereği askere çağrılan
Yezidîler, inançlarını gerekçe göstererek mazeret beyan etmiş ve “bedel”
ödeyerek bundan uzak kalmışlardır.
1890’larda II. Abdülhamit’in ıslahatçı tutumları çerçevesinde eğitim
almaları planlanmış, okullar açılmış, ancak sınırlı orandaki gelişmeler dışında
sağlıklı sonuçlar alınmamıştır.
Bölgede İngilizler’in faaliyetleri karşısında onların yanında
yer alan
Yezidîler, Birinci Dünya Savaşı sonunda Sincar dağları ve Lâleş bölgesinin
Irak sınırları içinde kalmasından sonra bu idare altında yaşamaya
başlamışlardır. 1935 yılında mecburi askerlik kanunu dolayısıyla kayıt
yaptırmayıp hükümete karşı ayaklanmışlar, hükümet kuvvetlerinin sert
mukabelesi karşısında ağır kayıplar vermişlerdir. Sonunda silah bırakmaya
mecbur olmuşlar ve Irak ordusunda ayrı bir bölükte askerlik görevini
yapmaya başlamışlardır. 1980’lerden sonra yeniden baskı ile karşılaşan
Yezidî liderleri, bazı Batı ülkelerine kaçmak zorunda kalmışlardır.
Bugün başlıca Irak ve Suriye ile çok küçük oranda Türkiye, Gürcistan ve
Ermenistan’da yaşayan Yezidîler’in nüfusları ile ilgili olarak nihai
istatistikler yoktur. Ancak tahmini olarak Irak’ta 20-30 bin, Suriye’de 5-6 bin
dolayında Yezidî yaşadığı sanılmaktadır. Türkiye’de Siirt, Hakkari, Mardin,
Urfa gibi illerimizde vaktiyle daha kabarık sayıda Yezidî yaşarken bunların
büyük çoğunluğunun Avrupa’ya göç ettiği ve ancak birkaç bin Yezidî
vatandaşımızın kaldığı bilinmektedir.
Dostları ilə paylaş: