‘80’li yılların karşı-devrim döneminde yaşadıkları ağır yenilgi, devrimci-demokrasinin bu iki kanadını yeni süreçlerle yüzyüze bıraktı. Sağ kanat neredeyse tümden liberal-tasfıyeci bir evrime girdi. Sol kanat ise kendi içinde yeni bir iç ayrışmanın sancılarını yaşamaya başladı. Temelde küçük-burjuva olarak kalan ideolojik ve toplumsal kimlik bunu şiddetle zorladı. Yeniden toparlanma çabasına bağlı ve bunun bir önkoşulu olarak, yenilgi döneminin ve bundan hareketle yakın geçmişin muhasebesi sorunu gündeme girince, iç ayrışma kendini kaçınılmaz biçimde dayattı. Yenilginin sonuçlarına devrimci ve oportünist yaklaşım, bu iç ayrışmanın ana kutuplarının oluşmasının ilk temel etkeni oldu.
EKİM; devrimci hareketin o güne dek biriktirdiği devrimci mirasın sahiplenilmesi temeli üzerinde, geçmiş hareketin küçük-burjuva ideolojik sınıfsal yapısının köklü bir eleştirisi tutumunun(237)temsilcisi olan eğilimin şekillenmesiyle ortaya çıktı. Geçmişin mirasına ve yenilginin sonuçlarına bu tür bir devrimci yaklaşımın, yeni dönemde, devrimci kimliği koruyabilmenin ve daha ileri bir düzeyde onu yeniden üretebilmenin olmazsa olmaz koşulu olduğunu, sonraki gelişmeler daha iyi gösterdiler. Dün küçük-burjuva bir sınıfsal özün yansıması olan geçmiş devrimci-demokrat kimliği sürdürmek tutuculuğu gösterenlerin, bugün devrimcilikten demokratlığa nasıl bir düşüş yaşadıklarını ibretle izlemek mümkündür.
Bu bizim için ne şaşırtıcıydı, ne de beklenmeyen bir gelişmeydi. Tersine komünistler, ‘80’lerin ikinci yarısındaki iç ayrışmada, sözde geçmişi savunmak adına, geçmiş hareketten ileriye doğru bir kopuşa karşı tutucu bir direniş gösterenlerin bugün içine düştükleri bu durumu, yeni dönem tasfiyeciliğini çözümleyen yazılarda şöyle tanımlanmışlardı:
“Dün geçmişle hesaplaşmanın önünü tıkayanlar, bugün o geçmişin de gerisine düşmenin başını çekiyorlar. Dünün eskide direnme tutuculuğu, yeni iç ve uluslararası koşullarda, bugün legalist reformist bir kimliğe dönüşüyor. Dün geçmişi devrimci bir temelde aşmaya ayak direyerek, böylece geçmişin liberal eleştirisine girişenlerin işlerini kolaylaştıranlar, bugün kendileri de aynı liberal platforma sürükleniyorlar.” (Solda Tasfiyeciliğin Yeni Dönemi, s. 13)
Fakat dikkate değer bir başka olgu, bu gerçeği tamamlamaktadır. Bu aynı geçmişin tüm devrimci mirasını ve mevzilerini korumak ve savunmak görevi de, bugün, tam da bu geçmişe proleter sosyalizmi platformundan en sert ve kapsamlı eleştirileri yönelten komünistlere kalmıştır. Bu objektif olgu, tümüyle mantıksal bir sonuçtur. Zira geçmiş devrimci mirası savunmanın ve sürdürmenin bu geçmişi ileriye doğru aşmaktan başkaca bir yolu yoktur.
Geride kalan yılın sol hareket açısından ilk göze çarpan özelliği, çeşitli grupların yaşadığı nispi güçlenmedir. Bu güçlenme nitelik değil, nicelik planındadır ve kitle ilişkilerindeki bazı ilk adımlardan ibarettir. Bu güçlenmeyi besleyen gelişmeler, tersinden de, bu grupların ideolojik ve örgütsel zayıflıklarının görülmesini kolaylaştırıcı bir rol oynamışlardır.
‘95 yılı kitle hareketinde önemli gelişmelere sahne oldu. Fakat, ani bir patlama olan Gazi direnişi sayılmazsa, devrimci ve reformist kanatlarıyla bir bütün olarak sol hareket kitle hareketindeki bu gelişmeye müdahalede herhangi bir kayda değer rol oynayamadı. Dolayısıyla kitle ilişkilerindeki bazı ilk adımlar da bu tür bir müdahale içinde sağlanan bir etkinliğin ürünü değildir. Bu ilişkiler daha çok Gazi direnişinin yarattığı uygun atmosfer ve sağladığı itkiyle girişilen semt faaliyetleri içinde sağlanmış şekilsiz ve istikrarsız bağlardan ibarettir. Yine de, yıllardır kitle(239)dışılığın, sözü edilebilir bir kitle tabanından yoksunluğun sıkıntılarını yaşayan sol gruplar için kitle ilişkilerinde sağlanan bu ilk adımların moral açıdan belli bir anlamı ve önemi vardır. Bu gelişme özgüven yoksunluğunu bir ölçüde kırmakta ve sol grupları bu ilk ilişkiler üzerinden daha etkin bir siyasal çalışma yönünde cesaretlendirmektedir. Aynı şekilde, bu ilk adımlarla sağlanan güven, çeşitli iç sıkıntıları da hafifletmektedir. Fakat tersinden olarak, bu iç sıkıntıların gerçek kaynakları olan ideolojik ve örgütsel plandaki yapısal zaafları örterek, yarınki daha büyük sıkıntıların da zeminini hazırlamaktadır. Daha da önemlisi, kitle desteğindeki bu ilk başarıların esas alanı olan semtlerin sosyal ve kültürel özellikleri bu yapısal zaafları ayrıca beslemekte, güçlenme ölçüsünde ise, mevcut zaaflı kimliğe (popülizme ve demokratizme) belli bir rasyonalite kazandırmaktadır. Bunu geleneksel harekete mensup bazı devrimci grupların ‘70’li yıllarda kendilerini yeşerten ve besleyen toprağa yeni bir yönelimi de sayabiliriz.
Fakat daha çok belli bazı gruplara özgü olan bu olguyu, ‘95 yılı içinde genel sol hareket bünyesindeki daha genel plandaki gelişmelerin bir parçası olarak ele almak daha açıklayıcı olacaktır. Daha genel planda ele alındığında, geride kalan yılın sol hareket açısından en önemli olgusu, iç saflaşmalarda yaşanan yeni gelişmeler ve ulaşılan yeni açıklıklar olmuştur. Bu öncelikle sosyalizm iddiası taşıyan genel sol hareketin devrimci ve reformist kutupları arasında yaşanmıştır. Sol hareketin devlet ve düzen karşısındaki konumlarıyla iki ana kesimini oluşturan devrimci ve reformist akımlar, bugün artık birbirlerinden gitgide daha açık çizgilerle ayrılmış durumdadırlar. Bu saflaşma yalnızca olayların akışıyla ve baskısıyla kendiliğinden yaşanmakla kalmıyor. Daha da önemlisi, özellikle devrimci saflarda, gitgide daha çok bilince çıkarılıyor ve bilinçli bir tutumun konusu haline getiriliyor. Bu son nokta, devrimci siyasal mücadele açısından ‘95 yılının en önemli kazanımlarından biri sayılmalıdır.