Bunları neden hatırlatıyorum? Sözkonusu makale, bazı halkçı akımların emperyalizme karşı mücadeleyi milli kapitalizmin önünü açmaya çalışan bir mücadele olarak görebildiklerine işaret ederek, böylece küçük-burjuva milliyetçi bir çizgiye düşüldüğünü belirtiyor. Türkiye gibi bir ülkede emperyalizme ve onun içteki dayanaklarına karşı mücadelenin, burjuva ilişkileri geliştiren bir mücadele olarak ele alınmaması, kuşkusuz ki doğru bir tutum. Fakat bu durumda cevaplanması gereken yeni bir soru var? Bu böyleyse eğer, anti-emperyalist mücadele neden hala burjuva demokratik bir karakter taşıyor? Eğer burada kendi nesnel mantığı bakımından burjuva herhangi bir içerik yoksa (bunu elbette siyasal iktidar açısından ele almayacaksınız), yani geliştirdiği iktisadi-sosyal ilişkiler bakımından eğer bu esası itibarıyla bir burjuvalaşma süreci değilse, eğer bu noktada burjuva demokratik içerik taşıyan milli öğenin gelişmesine yol açmıyorsa, peki o halde bu devrim neden burjuva demokratik devrim? Siz hem emperyalizme karşı mücadele burjuva demokratik bir nitelik taşır diyorsunuz, hem de emperyalizme karşı mücadelenin içte feodalizmi ya da komprador kapitalizmini tasfiye etmiş olmasının milli ya da demokratik kapitalizmin gelişmesinin zeminini düzlemesi anlamına geldiğini söyleyenlere itiraz ediyorsunuz. Burada bir tutarsızlık var. Emperyalizme karşı mücadeleye burjuva-demoratik içeriğini veren iktisadi-sosyal-siyasal unsurları açıkça ortaya koyamadığınız sürece, bu tutarsızlığı aşamazsınız.
Bu öyle kesintisiz devrim mantığı içerisinde izah edilebilinir bir tutarsızlık da değil. Kesintisiz devrim teorisinin bir yeniliği yok ki, daha 1905’den beri formüle edilmiş bir teori. Bu teoriyi formüle edenler, buna rağmen, devrimin ilk aşamasında, burjuva demokratik devrim sınırları içerisindeki görevlerin gerçekleştirilmesinin özünde burjuva ilişkilerin gelişti(174)rilmesine tekabül ettiğini apaçık söylüyorlar. Lenin’in kendisi bunu net bir biçimde söylüyor. Üstelik sadece “İki Taktik"te ve sadece 1905’te de değil. Ta 1920’de, Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi’nde sömürge ve yarı-sömürge ülkelere ilişkin tezlerinde de aynı şeyi ifade ediyor. Sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki kurtuluş hareketleri özünde burjuva kurtuluş hareketleridir diyor ve ekliyor; zira bu mücadelenin esas gücü köylülüktür ve köylülüğün de burjuva ilişkilerin temsilcisi olduğunu (küçük meta üretimi ilişkisi anlamında) biz marksistler biliriz...
Devrim ilk aşamada durmayacaktır, derhal yeni bir aşamaya, sosyalist devrim aşamasına geçecektir demek sorunu çözmüyor. Bu kesintisiz geçiş, toprak devrimiyle yaygınlaşan küçük-burjuva ilişkiler gerçeğini ortadan kaldırmaz. Kaldı ki Türkiye’de halkçı çizgideki herkes aşamalı ve kesintisiz devrimi savunuyor. Herkes feodalizm, komprador ya da işbirlikçi kapitalizm ve emperyalizm tasfiye edildikten sonra yarı yolda durulmayacak, sosyalizme geçilecek diyor. Sizin onlardan farkınız ne? Siz onlardan farkınızı açık bir biçimde gerekçelendirmek ve tanımlamak durumundasınız. ‘70’li yıllardan itibaren onlarla aramızdaki fark. Türkiye’deki feodal kalıntıların abartılması, devrimin özünün toprak devrimi olarak tanımlanmasıydı, diyebilirsiniz ve diyordunuz nitekim. Ya da Türkiye’deki kapitalizmin komprador kapitalizm olarak görülmesiydi diyebilirsiniz ve diyordunuz nitekim. Ama eğer siz feodal ilişkiler ya da kalıntılar artık son derece önemsizleşmiş ve esas olarak da Kürdistan’dakinden ibaret hale gelmiştir diyorsanız, eğer toprak devrimi devrimin özü ve temeli değildir diyorsanız, eğer Türkiye’de gelişen kapitalizm komprador acentacı bir kapitalizm değildir diyorsanız; peki o zaman siz neden hala Türkiye devriminin burjuva demokratik bir aşamada bulunduğunu iddia edebiliyorsunuz? O zaman neden böyle bir ülkede anti-emperyalist mücadeleyi burjuva demokratik bir karakterde tanımlıyorsunuz?(175)
Belirtmek gerekir ki, TİKB’nin çizgisi bu açıdan, eklektizmi en üst noktaya vardırmak anlamında, en tutarsız çizgidir. ‘80 öncesi TDKP’nin çizgisi bir yere kadar kendi içinde yine de tutarlıdır. TDKP eleştirisinde bunu nedenleriyle birlikte ortaya koyduk. Tutarsızlık nerede? TDKP’de tutarsızlık, Türkiye’nin gerçekleriyle aradaki uçurumda. Kendi teorik sistemi içerisinde TDKP’nin mantığı tutarlıdır bir yerde ve bir yere kadar. Bir yere kadar diyorum; zira eski TDKP çizgisi de temelde eklektik bir karakter taşımaktadır. Ama yine de TDKP, örneğin Kuruluş Kongresi Belgeleri'nde net bir biçimde der ki, emperyalizmden kurtuluş burjuva ulusal kurtuluştur, onun burjuva demokratik bir içerik taşıması buradan gelir. TİKB ise soruna böyle bakmanın milliyetçilik olduğunu söylüyor. Ama eğer soruna böyle bakılamazsa, o zaman anti-emperyalist mücadele de burjuva demokratik bir içerik taşımıyor demektir. Siz halkçı devrimci akımlarla farkınızı hiçbir zaman, “biz yarı yolda durmayacağız, biz bu mücadeleyi sosyalizme bağlayacağız” biçiminde koyamazsınız. Çünkü bunu onlar da böyle söylüyorlar. Onlar da bu aşamadan sonra sosyalizme geçeceğiz diyorlar. Türkiye’nin küçük-burjuva devrimci akımlarının salt burjuva demokratik hedefler uğruna mücadele ettiğini kim iddia edebilir? Hepsi gerçek sosyal eşitlik ve gerçek özgürlük için, bu çerçevede sosyalist idealler için mücadele ediyorlar. Ama o kendi küçük-burjuva konumları ve mantıklarının kaçınılmaz bir sonucu olarak, devrimin sorunlarına tutarlı bir biçimde yaklaşamıyorlar. Kapitalizme karşı mücadelenin sorunlarını tutarlı bir biçimde ortaya koyamıyorlar. O küçük-burjuva konum, beraberinde düşünsel tutarlıksızlar ve bunun politik mücadelede yansımalarını ve sonuçlarını getiriyor. Politik amaç ile ideolojik kavrayış bu noktada çelişiyor.(176)