TİKB’nin sözü geçen makalesinde şöyle deniliyor: "Devrimci proletarya, sosyalizm için mücadele adına yalnızca kapitalizme karşı mücadele ile kendisini sınırlayıp, esasında tekelci burjuvazinin kapitalist boyunduruğu ile içiçe geçen emperyalizmin ve feodal toprak ağalığının boyunduruğuna karşı mücadeleye uzak ve ilgisiz kaldığı takdirde ‘ordusuz general’ durumuna düşmekten kurtulamaz." (Aynadaki Yüz Kimin?, s.92)
Bu bize yöneltilmiş bir eleştiri. Ama siz öncelikle tekelci burjuvazinin kapitalist egemenliğiyle içiçe geçmiş olan ve Türkiye’nin kırlarına hakim karakterini veren bir feodal toprak ağalığı boyunduruğunu ortaya koymalı, bunu iddia edebilmelisiniz ki, bu eleştiri ya da savunmanız nesnel iktisadi bir temele oturabilsin. Siz bugün Türkiye’nin kırlarına feodal toprak ağalığının egemen olduğunu söyleyebilir misiniz? Bunu söyleyemiyorsunuz ve söyleyemezsiniz. Bunu söylemeye kalkmak, TİKB’nin kendi ideolojik geçmişini inkar etmesi anlamına gelir. Zira o, daha ‘70’li yıllarda, Türkiye’de feodal kalıntıların önemsiz olduğunu, devrimin özünün toprak devrimi olmadığını, toprak sorununun tali hale geldiğini, Türkiye devriminin anti-feodal anti-emperyalist değil, anti-faşist anti-emperyalist bir devrim olduğunu, devrimin demokratik içeriğinin siyasal sorunlardan, faşizmin varlığından geldiğini savunuyordu.
Ama gariptir, geri bir kalıbı, burjuva demokratik bir önyargıyı savunmak ve gerekçelendirmek kaygısıyla, kalkıp komünistlere karşı o eski kalıplara sarılabiliyor. Tekelci burjuvazinin kapitalist boyunduruğunu kabul ediyor. Emperyalizmin bununla içiçe geçen boyunduruğundan sözediyor. Böylece(171)emperyalist egemenliğin temelinin kapitalist ilişkiler olduğunu da bir biçimde kabul etmiş oluyor. Ama tutup bir de bunlarla içiçe geçen “feodal toprak ağalığı boyunduruğu” kategorisini ekleyerek, böylece, güya burjuva demokratik devrime bir temel kazandırmış, bir dayanak bulmuş oluyor.
TİKB’nin sözkonusu makalesi “iki sapma”yı ele alıyor. Halkçı-milliyetçilik ve sosyalist devrimcilik. “Halkçı-milliyetçilik” geleneksel hareket, “sosyalist devrimcilik” sapması ise biz oluyoruz. “Halkçı-milliyetçilik” anti-emperyalist mücadeleyi halkçı bir bakışla ele alıyor ve kendi içinde mutlaklaştırıyormuş Buna karşılık “sosyalist devrimcilik” sapması ise, emperyalizme karşı mücadeleyi küçümsüyorınuş, onu önemsiz bir taktik sorun, tali bir sorun olarak ele alıyormuş. Bizim sorunu ele alışımızdan çıkarılan derin sonuç bu!
Kendimizle ilgili kısmı geçelim. Öteki sapma, “halkçı-milliyetçilik” hakkında söylenenlere ise daha yakından bakalım. Bu sapma hakkında şunlar söyleniyor: “Halkçılık daha çok keskin bir demokratik devrim savunuculuğu olarak kendini gösterir. (...) Emperyalizme karşı mücadeleye yaklaşım ise özünde milliyetçidir. Yerli burjuvazi ve toprak ağalarına karşı mücadeleden çoğu kez kopartır, salt bir ‘milli mücadele' olarak görür.”
Türkiye’deki halkçı devrimci hareket devrim sorunlarına gerçekten böyle mi yaklaşıyor? TİKKO’nun ya da herhangi bir halkçı grubun emperyalizme karşı mücadeleye yaklaşımı salt “milliyetçi” midir? Onlar bunu yerli burjuvaziye ve toprak ağalarına karşı mücadeleden kopararak mı ele alıyorlar? Türkiye’de var mıdır böyle bir halkçı devrim stratejisi? Bu soruları yanıtlamaya kalkmak bile abestir. Peki o halde TİKB neden böyle iddialar ileri sürmek ihtiyacı duyuyor? Çünkü öteki halkçı akımlara böyle uydurma ideolojik zaaflar atfetmeden onlarla kendi arasına sınır çekemiyor. Bu zorlama iddialar çerçevesinde kendi farkı ne oluyor? Doğal olarak kendi farkı, emperyalizme karşı(172)mücadeleyi yerli burjuvazi ve toprak ağalığına karşı mücadeleyle birleştirmek oluyor. Ama Türkiye’de geleneksel akımların toplamının demokratik devrim stratejisi zaten bu değil midir? Bu ta 1966’dan itibaren “milli demokratik devrim” başlığı altında Mihri Belli’nin teorisinin yaptığı şeyin kendisi değil midir? Türkiye’de devrimci halkçılık, hiç değilse teorik formülasyonlar çerçevesinde, mücadeleyi her zaman emperyalizme, işbirlikçi tekelci burjuvaziye ve toprak sahiplerine karşı birleşik bir mücadele olarak ele almıştır.
TİKB’nin makalesinde tanımladığı “halkçı milliyetçilik”, özünde burjuva milliyetçiliğidir. İçte işbirlikçi burjuvazi ve toprak sahiplerine karşı mücadeleden koparılmış bir anti-emperyalist strateji Yön ve benzeri akımların stratejisidir. Ya da bugün Perinçek’in temsil ettiği stratejidir. Yani TİKB’nin tutup halkçı devrimci harekete atfettiği strateji, gerçekte burjuva reformist ya da milliyetçi akımların stratejisidir. Halkçı devrimci hareketin milliyetçiliği buradan doğmuyor. Halkçı devrimci hareketin milliyetçiliği, toplumumuzda artık kapitalist temeller üzerine oturmuş, burjuva demokratik boyutunu kaybetmemiş olsa bile esas içeriği yönünden anti-kapitalist bir karakter kazanmış anti-emperyalist mücadeleyi, hala bir “milli mücadele”, hala bir burjuva kurtuluş mücadelesi, hala burjuva uluslaşma sürecine ilişkin bir sorun olarak ele almasından kaynaklanıyor.
Emperyalizme karşı mücadele, içte komprador kapitalizme ve feodalizme yöneldiği bir durumda, nesnel mantığı bakımından, burjuva kapitalist ilişkilerin önünü açan bir mücadele olacaktır. Yani feodal toprak mülkiyetinin tasfiyesi ve toprakların geniş köylü yığınlarının eline geçmesi, burjuva demokratik bir adımdır ve özü itibarıyla kapitalist ilişkilerin gelişmesidir. Feodal toprak mülkiyetinin dağıtılması, toprakların köylülerin eline geçmesi, köylülerin küçük mülk sahipleri haline gelmesi süreci, özünde burjuva demokratik bir süreçtir. Yani bu özünde kapitalist ilişkilerin gelişmesine, burjuvalaşma dediğimiz olguya tekabül eder. Lenin, bu ülkelerde ulusal kurtuluş hareketi(173)nin esas gücü köylülüktür ve köylülüğün de burjuva ilişkilerin temsilcisi olduğunu biz marksistler biliriz, der.