Bu Önsöz'den yalnızca dört ay sonra okura sunulmuş Kesintisiz Devrim ve Oportünizm başlıklı kitaba (ki TİKB'nin yeni dönemde devrim sorunlarını irdeleyen temel belgesi durumundadır) geçiyoruz. Bu kitap, geri ve ilkel görüşlere sahip bir muhatap (TKP-ML Hareketi) üzerinden yürüttüğü uzun polemikte, anti-emperyalist mücadelenin kapsam ve karakteri konusunda Türkiye’nin modern gerçeklerini hesaba katan herhangi bir yeni görüş ortaya koyamıyor, ileriye dönük çeşitli vurguları, geleneksel harekete ait o bildiğimiz genel kalıplar üzerinden gerisin geri boğuyor. Kitabın temel görüşlerini (dolayısıyla da onun uç noktaya vardırılmış eklektizmini) en iyi özetleyen pasajlardan biri olan ve bu nedenle olacak, arka kapağa da konulan şu sözler, bu konuda yeterli bir fikir veriyor:
“Hemen belirtelim ki, biz, Türkiye'nin mevcut sosyo-ekonomik(289)ve politik sisteminden, halk sınıf ve tabakalarının nesnel ve öznel durumlarının değerlendirilmesinden hareketle devrimimizin bugünkü adımının anti emperyalist demokratik halk devrimi olması gerektiğini söylüyoruz. Bu koşullar devam ettiği sürece, anti emperyalist demokratik görevlerin üstünden atlayıp geçilemeyeceğini de söylüyoruz. Ama öte yandan, Türkiye devriminin, sadece zaman bakımından değil ülkenin ekonomik ve sosyal gelişme düzeyi, proletaryanın ve yarı proleter unsurların toplum içindeki nicel ve nitel gücü ve sınıf çelişkilerinin derinliği bakımından kendinden önceki birçok demokratik devrimden farklı yönler taşıyacağı da bir gerçektir. Ayrıca, Türkiye'de demokratik görevler görece daha dar bir kapsamda olduğu gibi, emek-sermaye çelişkisi de daha derindir. Buna, tekelci sermayenin iktidarın asıl sahibi olmasını ve bu sermayeye karşı mücadelenin ön planda yer almasını da ekleyebiliriz.” (B. Barkal, Kesintisiz Devrim ve Oportünizm, Devrimci Proletarya Yayınları, s. 118)
Bu son vurguların anlam ve kapsamının daha iyi anlaşılabilmesi için aynı konuda bir başka pasaj daha aktaralım: "... Peki devrim proletarya hegemonyasında zafere ulaşıp tekelci burjuvaziyi siyasi bakımdan tasfiye ettiğinde sosyalist karakterde bir görevi yerine getirmiş olmayacak mıdır? Bu, iktidarı elde ettikten sonra başlatacağımız kapitalizmin tümüne karşı mücadelenin bir ilk halkası değil midir? Bizce, anti emperyalist demokratik halk devriminin zaferiyle birlikte tekelci sermayenin önce siyasi egemenliğinin, sonra da ekonomik temelinin tasfiyesi anti kapitalist, yani sosyalist karakterde bir görevdir. Devrimin sivri ucunu feodal toprak sahipliğine yönelten 1905 Devrimiyle, devrimin sivri ucunu tekelci burjuvaziye yönelten Türkiye devrimi arasındaki farklardan birisi de budur işte.” (age., s. 110)
Bu pasajlarda yeni, doğruya bir hayli yakın bir içerik, eski kalıp ve formüller içine hapsedilmeye çalışılıyor. Bunu TİKB’nin geleneksel hareketin formüllerinden (önyargılarından) kurtulamaması olarak da tanımlayabiliriz.(290)
Yukardaki pasajla, TİKB’nin, devrimin karakterine ve stratejisine ilişkin görüşlerinin Türkiye’nin nesnel koşullarına dayandırıldığı iddiasında. Bu nesnel koşulların ayırdedici özelliği ne peki? Aynı pasaja göre, “tekelci sermayenin iktidarın asıl sahibi olması” ve “bu sermayeye karşı mücadelenin önplanda yer alması”... “Anti-emperyalist demokratik devrim” üzerine eski kalıplar bu tespitlere dayandırılabiliyor. Anlaşıldığı kadarıyla bunu diyenler, bir devrime asıl karakterini veren, tüm öteki sorunların çözüm eksenini belirleyen bir temel olgudan sözettiklerinin farkında bile değiller. Eğer farkında olsalardı, devrimimizin proleter karakterinin temel dayanaklarını oluşturan, bu olgulara rağmen, kalkıp burjuva demokratik karakterde bir “anti-emperyalist demokratik devrim”den sözedebilirler miydi?
Bir sonraki pasajda, bunun 1905 Rus Devrimi’yle Türkiye devrimi arasındaki “farklardan birisi” olduğu belirtilirken, önemsiz bir husustan sözediliyormuşçasına bir dil kullanılabiliyor. Bir devrimin feodal karakterde bir sosyal sınıf egemenliğini hedeflemesi ile tekelci burjuva karakterde bir sosyal sınıf egemenliğini hedeflemesi arasındaki temelli farkın ancak iki ayrı sınıfsal karakterde devrimde ifadesini bulabileceği, başka türlüsünün düşünülemeyeceği yazarın aklına bile gelmiyor. Tekelci sermayenin salt “ekonomik temeli”nin değil, fakat “siyasal egemenliği”nin tasfiyesinin de “anti-kapitalist, yani sosyalist karakterde bir görev” olduğunu bizzat kendi söylüyor da, buna rağmen dönüp Türkiye devriminin hala burjuva demokratik karakterde olduğu önyargısını yineleyebiliyor. Eklektizmin bu kadarını anlamak gerçekten güç. Bu eklektizmi yaşayanlar, “sivri uç” ya da “asıl sahibi” gibi ifadelerin burada durumu bir parça dengelediğini sanıyorlarsa, bununla yalnızca kendilerini aldatıyorlar. Kaldı ki bu ifadeler, hakim karakteri dile getirdikleri ölçüde, tersinden bir işlev görür, gerçekte bunlara sığınanları boşa çıkarmış olurlar.
“Türkiye devrimi çözmekle yükümlü olduğu ulusal bağım(291)sızlık, Kürt ulusal sorunu, toprak reformu, faşizmin yıkılması vb. gibi temel önemdeki görevler nedeniyle anti-emperyalist demokratik bir karakter taşıyacaktır.” (s.93-94)
Kesintisiz Devrim ve Oportünizm kitabının devrimin karakterine ilişkin tanımlaması böyle. Bu, geleneksel halkçı akımların o bildiğimiz temel argümanıdır. Oysa, kendi başına bu sorunların varlığı bir devrimin genel karakteri konusunda gerekli açıklığı sağlamaz. Önemli ve belirleyici olan, bu sorunların hangi iktisadi temel üzerinde ve hangi temel sınıf ilişkileri içinde varlıklarını sürdürdükleri ya da yeniden ürettikleridir. Türkiye’nin kapitalizm tarafından belirlenen modern iktisadi ve sosyal gerçeklerini, bu çerçevede egemen sınıf iktidarının burjuva karakterini açıklıkla kabul eden bir akımın, sayılan sorunların çözümüne de bu temelde yaklaşması, dolayısıyla devrimimizin karakterini de buradan giderek saptaması gerekmez mi?