Önce, gerekçelendirmelerini halkçı akımların klasik argümanlarına dayandıran 1990 tarihli makaleden başlayalım. Programatik bir kapsamı ve iddiası olan sözkonusu makale, konuya halkçı anlayış çerçevesinde tipik bazı ön kabullerle giriyor ve böylece kendi elini-kolunu daha en baştan bağlıyor. Bu kabullerden ilki, emperyalizme karşı mücadelenin “burjuva demokratik nitelikte bir görev” olduğudur (s.88). İkinci ön kabul bunun mantıksal bir uzantısı olarak ifade ediliyor. Buna göre, emperyalizme karşı mücadele burjuva demokratik nitelikte bir mücadele olduğu için, burjuva demokratik devrim aşamasının geride kaldığını söylemek, “sosyalizm için mücadeleye bağlılık adına” kaçınımaz olarak emperyalizme karşı mücadeleye “uzak ve kayıtsız kalmaya” yolaçar (s.89) Üçüncü kabul ise, bu ikincisini temellendiriyor. Buna göre, Türkiye’de burjuva demokratik devrim perspektifinin aşıldığını ileri süren bir hareket, “hangi nesnel tarihsel, siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullar zemininde mücadele yürüttüğünü gözardı ettiği için devrimin temel dinamiklerinden birini yok sayan idealist bir konuma düşer” (s.89).
Program sorunları üzerine konferansların gerek demokrasi sorununa ilişkin olanı, gerekse dosdoğru konumuza, anti-emperyalizm/bağımsızlık sorunu üzerine olanı, bu ön kabullerde ifadesini bulan geleneksel önyargıları çok çeşitli yönleriyle ve fazlasıyla irdelediği için burada yeni bir şey söylememiz gerekmiyor. Şu kadarını söylemekle yetinebiliriz. Emperyalizm(279)çağında emperyalizme karşı mücadeleyi her tarihsel durumda burjuva demokratik kapsam ve karakterde görebilmek, ancak burjuva ulusal kurtuluş perspektifi içinde sıkışıp kalanlara özgü olabilir. Böyleleri, bir devrimin, emperyalizmle cepheden karşı karşıya geldiği ölçüde proleter devrim karakteri kazanabileceğini, dolayısıyla da, sosyalizm eksenine oturmuş bir mücadelenin, emperyalizme karşı mücadeleyi önemsizleştirmek bir yana, onu mutlak biçimde gerektirdiğini bilmiyorlar demektir. Yine böyleleri, emperyalizme karşı bir mücadelenin burjuva demokratik karakter taşımasının anti-emperyalist devrimin bu sınırlar içinde kalmasının, onun siyasal bağımsızlıkla sınırlı kalması ile aynı anlama geldiğini bilmiyorlar demektir. Bunları bilmeyenlerin ise emperyalizme karşı mücadelenin sorunlarına doğru açıklamalar ve çözümler getirmeleri zaten beklenemez.
Devam edelim. Anti-emperyalizm konulu makale, bu ön kabullerin peşinen sıralanmasının ardından, anti-emperyalist mücadelenin salt burjuva demokratik bir kapsam ve karakter taşıdığına ilişkin savını teorik açıdan gerekçelendirmeye geçiyor ve buna şu sözlerle başlıyor. "Türkiye proletaryası, sosyal kurtuluş mücadelesini, ulusal bağımsızlık sorununun yanı sıra, siyasi demokrasi ve köylü-toprak sorunu gibi esasında burjuva demokratik devrime ait sorunların çözümlenmemiş olduğu nesnel tarihsel ve siyasal koşullarda yürütmek durumundadır.” (Aynadaki Yüz Kimin, s.89)
Bu sözler, tarihsel açıdan çözümlenmemiş burjuva demokratik sorunlara işaret etmek çerçevesinde, ilk bakışta sorunsuz görünüyor. Ama buradaki asıl amacın, burjuva demokratik devrim aşamasına tarihsel bir temel resmetmek ve anti-emperyalist mücadeleyi de bu çerçevede burjuva demokratik bir karaktere indirgemek olduğu gözönüne alındığında, karşımıza gerçek bir sorunlar alanı beliriyor. Bu açıdan bakıldığında yukarıdaki pasaj, Türkiye’nin sosyo-ekonomik gelişme düzeyine ilişkin görüş farklılıkları ne olursa olsun, tüm geleneksel akım(280)ların ortak programatik temelinin bir tablosudur.
Nitekim TİKB’nin bu tabloyu gerekçelendirmesi de işin özünde aynı klasik halkçı argümanlara dayanıyor. Birinci dayanak “feodal kalıntıların boyunduruğu” ve bu çerçevede köylü-toprak sorunu oluyor. Bu nispeten kısa makalede döne döne “feodal kalıntıların boyunduruğu” ve işbirlikçi burjuvazinin iktidar ortağı bir sınıf olarak “toprak ağaları” ya da “feodal toprak ağalığı” tanımlamaları kullanılıyor. Devrimin genel tablosunu geleneksel halkçı şemadaki gibi çizenler için bu bir zorunluluk olarak ortaya çıkıyor. Bu durumda, çizilen karşı-devrim tablosunda da o bilinen klasik üçlü kendini zorunlu olarak gösteriyor: Emperyalizm, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve feodal ya da yarı-feodal toprak ağaları.
Örneğin, bugünün Türkiye’sinin emperyalizme bağımlılığının sosyo-ekonomik temelleri hakkında şunlar söyleniyor: “Emperyalist sömürü ve bağımlılığa karşı mücadele, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ve toprak ağalarının sömürü ve baskısına karşı mücadeleden ayrılamaz. Çünkü, emperyalizmin Türkiye'deki sosyal dayanağını bu sömürücü ve işbirlikçi sınıflar oluşturur. Bunlar aynı zamanda ülke içinde siyasi iktidarı ellerinde bulunduran sınıflardır." (s.90)
Doğal olarak buradaki “toprak ağaları” kategorisinde emperyalist egemenliğin bugün içte hala aynı zamanda feodal, yarı-feodal ilişkilere dayandığı anlatılmak isteniyor. Nitekim daha ileride, “egemen kapitalist boyunduruk” ile "içiçe geçmiş bulunan emperyalizmin ve feodal kalıntıların boyunduruğu” (s.91) ya da “tekelci kapitalizmin boyunduruğu ile içiçe geçen emperyalizmin ve feodal toprak ağalığının boyunduruğu” (s.92) deniliyor ve bunları, bugünün Türkiye’sinde “köylülüğün önemli bir kesiminin hala serflik ve yarı-serflik bağlarının kıskacı altında bulunduğu” iddiası tamamlıyor (s.99). Bu örnekler artırılabilir.
Bu tanımlamalardan çıkan ikili bir sonuç var. Bunlardan ilki, bugün hala Türkiye’de emperyalist egemenliğin aynı za(281)manda feodal, yarı-feodal bir sosyo-ekonomik temele de sahip olduğudur. Emperyalist egemenliğe böyle bir temel bulundu mu, onun neden burjuva demokratik içerikte bir ulusal kurtuluş mücadelesi olduğu, olması gerektiğine de böylece temel önemde bir nesnel neden bulunmuş olur. İkinci sonuç ise, doğal olarak köylü-toprak devrimine ilişkindir. Eğer Türkiye kırına feodal kalıntıların boyunduruğu egemense, eğer “köylülüğün önemli bir kesiminin hala serflik ve yarı serflik bağlarının kıskacı altında bulunduğu” bir toplumda yaşıyorsak, bu durumda elbette ki köylü-toprak devrimi gibi temel önemde bir burjuva demokratik devrim sorunu ile de karşı karşıyayız demektir. Dahası, bu durumda köylü-toprak devrimi, burjuva demokratik karakterdeki devrimimizin özü ve temeli olur. Öte yandan, bu sorunun sosyal dayanağını oluşturan “feodal toprak ağalığı” temel iktidar güçlerinden biri olduğuna göre, burjuva demokratik devrim argümanına bir de bu olgu üzerinden, yani aynı gerçeğin öteki yüzü üzerinden temel bir dayanak bulmuş oluruz.