Program sorunları üzerine konferanslar (Not 2: Dipnotlar yazıda kullanılan yere parantez içinde küçük puntolarla eklenmiştir.)



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə49/52
tarix26.07.2018
ölçüsü1,06 Mb.
#58884
növüYazı
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   52

Fakat bu durumda bu görüşlerin sahipleri payına yanıtlanması gereken bir soru çıkar karşımıza. Terminolojik farklılıklar bir yana koyulacak olursa eğer, bu durumda bu görüşlerin ‘70’li yıllara egemen genel halkçı çizgiden, örneğin somutta ‘70’lerin TDKP’sinin görüşlerinden bir farkı var mıdır?

Sorunun yanıtını, burjuva demokratik devrimin gerekçelendirilmesine ilişkin öteki temel sorunu, “nasıl bir kapitalizm?” sorununun sonrasına bırakalım. Fakat buna geçmeden önce sorulması gereken bir ek sorumuz daha var. “Burjuva demokratik karakterdeki” bir anti-emperyalist mücadele anlayışını gerekçelendirmek çabası içinde “feodal kalıntıların boyunduruğu” üzerine edilen bunca söz, TİKB’nin geneldeki görüşleriyle ne kadar tutarlıdır? Bu konuda şimdilik yalnızca bir ilk fikir edinmek üzere, örneğin “Popülist Sosyalizmin Eski bir Modeli/TDKP Eleştirisi” başlıklı kitaba Ocak 1991 tarihinde yazılmış Önsöz'e bakmamız yeterlidir. Burada net cümlelerle; “büyük(282)toprak sahiplerinin burjuvalaşmaları süreci Türk bölgelerde hemen hemen tamamlanırken, Kürdistan'da da önemli bir mesafe kaydetmiştir" deniliyor, (s.26)

Peki eğer bu böyleyse, “feodal kalıntıların boyunduruğu", “feodal toprak ağalığının iktidar ortaklığı”, “köylülüğün önemli bir kesiminin hala serflik ve yarı-serflik bağlarının kıskacı altında bulunduğu”na ilişkin tanım ve tespitler neyin nesidir? Düşününüz ki bu iki makale arasında, dolayısıyla bu temelden farklı tanım ve tespitler arasında, yalnızca üç aylık bir zaman dilimi var. (Ekim 1990-0cak 1991) Fakat tutarsızlıktaki ölçüsüzlüğü görebilmek için üç ay ötesine gitmeye bile gerek yok. Bu konuda bizzat önümüzdeki makalenin 99. sayfasına bakmakla da yetinebiliriz. Burada, “kapitalizmin Türkiye kırlarında da genel olarak egemen hale geldiği” belirtiliyor.

Feodal kalıntıların boyunduruğu” üzerinden çok bilinen halkçı argümana sarılan TİKB, ardından bunu bir başka temel halkçı argümana sarılmakla birleştiriyor. Bu o çok iyi bildiğimiz “kapitalizm olmasına kapitalizm de, peki ama nasıl bir kapitalizm?” sorunudur. Doğrudan hareketimizi hedef alan ciddiyetten yoksun bazı ithamların ardından, klasik ve çağdaş tüm halkçıların o ünlü ortak argümanına TİKB de sarılıyor.

Bu konuda şunlar söyleniyor: “Keskin bir 'sosyalizm savunuculuğu’ pozlarında boygösteren ‘sosyalist devrim’ciliğin, bu oportünist yaklaşımın temel dayanağı, Türkiye’de kapitalizmin görece gelişmişliğidir. ... Bu genel ve soyut doğruya sarılan ‘sosyalist devrim’ savunucularını gerisi hemen hiç ya da fazla ilgilendirmemektedir. Türkiye'de egemen üretim biçimi kapitalizm olmasına kapitalizmdir, ama bu nasıl bir kapitalizmdir, hangi somut özelliklere sahiptir, nasıl şekillenmiş ve hangi düzeyde gelişmiştir? ‘Sosyalist devrim’ciler için bütün bunların fazla bir önemi yoktur.” (s.98)

Eklemek gerekir ki, “köylülüğün önemli bir kesiminin hala serflik ve yarı-serflik bağlarının kıskacı altında bulunduğu”na(283)ilişkin TİKB payına o çok dikkate değer tespit de hemen bu sözlerin ardından geliyor. Bu doğaldır; zira “nasıl bir kapitalizm” sorununu eksen alan tüm akımların bundan türettikleri temel sonuçlardan biri her zaman bu olmuştur.

Bu sözleri irdelememiz gerekmiyor. Zira bu sorun komünistler tarafından değişik akımlar (TDKP’den TKP-Kıvılcım’a kadar) vesile edilerek yeterince tartışılmıştır. Burada bizim için önemli olan; hangi kendine özgü konumda bulunuyor olursa olsun, hangi gelenekten geliyor olursa olsun, halkçılığın, tüm temel noktalar üzerinden ortak bir düşünüş tarzına sahip bir akım olduğunu örneklemektir. Bir başka ifadeyle, bu akımın tüm temsilcilerinin, Türkiye için burjuva demokratik bir devrim aşamasını gerekçelendirirlerken, benzer hareket noktalarına sahip olduklarını somut biçimde gösterebilmektir.

TİKB’nin anti-emperyalizm konulu makalesi “nasıl bir kapitalizm?” sorusunu şöyle yanıtlıyor; "Özellikle Afrika ve Asya’nın bir çok yarı-sömürge ülkesi ile kıyaslanacak olursa, Türkiye’de kapitalizmin göreceli olarak daha gelişkin olduğu ve egemen üretim biçimi haline geldiği doğrudur. Ama buna rağmen, birincisi, Türkiye hala emperyalizmin boyunduruğu altındaki yarı-sömiirge bir ülkedir. İkincisi de, Türkiye'de egemen olan kapitalizm, bir taraftan emperyalizme bağımlılıkla, diğer taraftan da feodal toprak ağalığı ile örtüşen, her iki taraftan bunlarla sınırlı bir kapitalizmdir.” (s.99)

Bağımlı bir ülkede kapitalizmin gelişmesi ve egemen üretim sistemi haline gelmesi, emperyalizme bağımlılığı azaltmak bir yana, tersine ona daha geniş ve daha sağlam bir iktisadi temel kazandıracağına göre, “birinci” etkene işaret etmek bizi bir santim ileri götürmez. Asıl önemli olan yanıtın “ikinci” şıkkıdır ve bu yanıt, örneğin TDKP’nin ‘70’li yıllardaki yanıtı ile tıpa tıp aynıdır. Bu yanıtın daha açık, dolayısıyla daha cesur biçimde dile getirilen anlamı ise şudur: Gelişen ve egemen hale gelen bu kapitalizm “milli” değil, emperyalizmin uzantısı ve(284)dolayısıyla “gayrı milli”dir. Aynı şekilde bu, feodalizmi tasfiye eden bir gerçek sanayi kapitalizmi değil, feodalizmi çözen ama onunla içiçe geçerek yaşamını onunla yanyana sürdüren türden bir çarpık kapitalizmdir. Böyle olduğu içindir ki, bu türden bir kapitalizme karşı mücadele, burjuva demokratik devrim kapsamına girer. Bu türden bir kapitalizmin temsil ettiği ilişkilerin tasfiyesi, toplumun burjuva demokratik gelişmesinin bir parçasıdır. Ve nihayet, bu türden bir kapitalizme ve onunla içiçe yaşayan yarı-feodal ilişkilere dayanan bir emperyalist boyunduruğa karşı mücadele de, bu durumda doğal olarak burjuva demokratik karakterde bir ulusal kurtuluş mücadelesi olabilir ancak.


Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin