Beşinci Bölüm
Kur’an’ın kıraatinin adaplarından biri de kalp huzurudur. Bu kitapta kalp huzurunu, ibadetlerin mutlak adabında zikrettiğimiz için yeniden açıklamanın gereği yoktur. Kur’an kıraatinin önemli adabından biri de tefekkürdür. Tefekkürden maksat ise ayet-i şerifelerden maksadı ve hedefi araştırmaktır. Çünkü Kur’an’ın maksadı bizzat bu nuranî sahifenin de belirttiği gibi esenlik yollarına hidayet etmek, zulmetin tüm mertebelerinden nur alemine çıkarmak ve doğru yola iletmektir. İnsan, ayet-i şerifeler üzerinde tefekkür sayesinde, mülk güçlerine ait olan en düşük mertebesinden, selim kalbin hakikati olan son aşamasına kadar tüm esenlik mertbelerini –Ehl-i Beyt’ten nakledilen yoruma göre ise Hakk’ı, Hak’tan gayrisinin olmayacağı bir şekilde mülakat etmeyi-2 elde etmelidir. Mülkiye ve melekutiye güçlerinin esenliği, Kur’an okuyan kimsenin yitiği olmalıdır, bu semavi kitapta insanın yitirdiği şey mevcuttur ve insan tefekkür ederek onu elde etmelidir. İnsani güçler böylece şeytanın tasarrufundan salim olur, selamet yolunu elde eder ve uygulamaya geçirirse, hasıl olan her esenlik mertebesinde bir zulmetten kurtulur ve ister istemez ilahi parıldayan nur onda tecelli eder, böylece evveli tabiat aleminin zulmetleri olan zulmetlerin tümünden, tüm boyutlarıyla ve kesrete teveccühten ibaret olan zulmetin en sonundan bütün boyutlarıyla kurtulur, mutlak nur kalbinde tecelli eder, bu makamda rabbin yolu olan dosdoğru insanların yoluna hidayet olur: “Şüphesiz Rabbim doğru yol üzeredir.”1
Kur’an-ı Şerif’te tefekküre davet ve tefekkürü övmek bir çok yerde mevcuttur. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: “Sana da, insanlara gönderileni açıklayasın diye Kur’an’ı indirdik. Belki düşünürler.”2
Bu ayet-i kerimede tefekkür hakkında büyük bir övgü vardır. Zira, semavi büyük kitabın ve nuranî büyük sahifenin nüzul hedefi, tefekkür ihtimali olarak taktir edilmiştir. Bu da tefekküre gösterilen şiddetli itinadandır. Bu yüzden tefekkür ihtimali bile, böylesine büyük bir yüceliğe sebep olmuştur. Başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır: “Sen onlara bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler.”3 Bu türden veya buna yakın ayetler oldukça mevcuttur. Tefekkür hakkında bir çok rivayetler de nakledilmiştir. Nitekim son Peygamber’in (s.a.a) “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır.”4 ayeti nazil olduğunda şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bunu okuduğu halde hakkında tefekkür etmeyen kimseye eyvahlar olsun.” 5
Bu konuda başlıca mesele insanın övülmüş tefekkürün hangisi olduğunu anlamasıdır. Yoksa Kur’an ve hadiste tefekkürün övüldüğü hususunda hiçbir şüphe yoktur. Tefekkür hakkında en iyi tabir ise hacı Abdullah Ensari’nin (kuddise sırruhu) buyurduğu şu ifadedir: “Bil ki şüphesiz tefekkür maksat ve neticeye –ki nihayeti onun kemalidir- ulaşmak için basiretin –ki kalp gözüdür- arayış içinde olmasıdır. Açıkça bilindiği gibi maksat ise ilmî ve amelî kemal ile hasıl olan mutlak saadettir.”
O halde insan ilahi kitabın ayet-i şerifelerinde, kıssa ve hikayelerinde, saadetten ibaret olan maksadı ve insanî sonucu elde etmelidir ve saadete, mutlak esenliğe, nur alemine ve doğru yola ulaşmaktan ibaret olduğu için de insan Kur’an-ı Şerif’ten esenlik yollarını, mutlak nurun madenini ve doğru yolu talep etmelidir. Nitekim önceki ayet-i şerifede de buna işaret edilmişti. Kur’an okuyan kimse hedefe ulaşınca da onu elde etmek hususunda basiret sahibi olur, kendisine Kur’an’dan istifade etme yolu açılır, Hakk’ın rahmet kapıları yüzüne açılır. Böylece kısa, ama aziz ömrünü ve kendi saadetini elde etme sermayesini, risaletin hedefi olmayan işlerde harcamaz, önemli bir işte gereksiz konuşmalardan sakınır.
Bir müddet kalp gözünü bu hedefe diker ve diğer işlerden sarf-ı nazar ederse, kalp gözü açılır, keskinleşir, Kur’an’da tefekkür, nefis için sıradan bir iş haline gelir, istifade yolları açılır, şimdiye kadar açık olmayan kapılar yüzüne açılır, ve Kur’an’dan asla elde etmediği konuları ve öğretileri elde eder. Böylece de Kur’an’ın bütün kalbi hastalıkların şifası olduğunu anlar. Bu durumda ise “Kur’an’dan iman edenlere rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır”1 ayet-i şerifesinin anlamını ve Müminlerin Emiri’nin (a.s) “Kur’an’ı öğreniniz, şüphesiz Kur’an kalplerin baharıdır. Kur’an’ın nurundan şifa arayınız. Şüphesiz Kur’an gönüllerin şifasıdır.”2 sözünün anlamını idrak eder, Kur’an-ı Şerif’ten sadece cismani hastalıklarının şifasını talep etmez, asıl hedefini Kur’an’ın da hedefi olan ruhani hastalıkların şifası olarak karar kılar. Kur’an, cismani hastalıkların şifası olmak için nazil olmamıştır. Gerçi cismani hastalıkların şifası da Kur’an ile hasıl olur. Nitekim peygamberler (a.s) de her ne kadar şifa verseler de cismani şifa için gelmemişlerdir. Onlar nefislerin doktorları, kalp ve ruhların şifa vericisi idiler.
Altıncı Bölüm
İnsanı bir çok sonuçlara ve sayısız istifadelere eriştiren Kur’an kıraatinin önemli adabından biri de tatbiktir. Bu da insanın tefekkür ettiği ayet-i şerifelerde, o ayetlerin anlamını kendi haline tatbik etmesidir. Böylece insan eksikliğini bu vasıtayla ortadan kaldırır, hastalıklarını onunla iyileştirir. Örneğin insan Hz. Adem (a.s) kıssasında, şeytanın bütün secdeler ve uzun ibadetlerine rağmen kutsal dergahtan kovuluşunun sebebinin ne olduğunu görürse, kendini ondan temizler. Zira ilahi yakınlık makamı temiz kimselerin yeridir. Şeytani ahlaklar ve sıfatlarla da o kutsal dergaha adım atmak mümkün değildir. Ayet-i şerifeden de istifade edildiği üzere İblisin secde etmemesinin sebebi, bencillik ve kendini beğenmişlikti. O, “Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan yarattın”1 davulunu çalıyordu. Bu bencilliği kendini büyük görmeye ve gösterişe ve o da emre isyan ve kendi başına buyruk olmasına neden olmuş, böylece de ilahi dergahtan kovulmuştu. Biz ömrümüzün başından beri şeytana lanet etmiş ve onun ilahi dergahtan kovulduğunu dile getirmiş olduğumuz halde, kendimiz o kötü sıfatlara sahip durumdayız. Kutsal dergahtan kovulma sebebinin herkimde olursa, onun ilahi dergahtan kovulmuş olduğunu düşünemedik bile. Şeytanın ayrı bir hususiyeti yoktur. Onu yakınlık dergahından kovan şey, bizim de o dergaha yakınlaşmamıza izin vermez. Dolayısıyla da şeytana ettiğimiz lanetlere, bizzat ortak olmaktan korkuyorum.
Hakeza bu değerli kıssa hakkında tefekkür edelim. Adem’in üstünlüğünü ve Allah’ın meleklerinden üstünlük nedeninin ne olduğunu görelim. Sonra da gücümüz oranında o sıfatlara sahip olmaya çalışalım. Baktığımızda bu sebebin, isimleri bildirme olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim şöyle buyurmuştur: “Adem’e bütün isimleri öğretti.”2
İsimleri öğretmenin yüce mertebesi Esmaullah makamında tahakkuk etmektir. Nitekim rivayet-i şerifede yer alan, “şüphesiz Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Herkim onları sayarsa cennete girer.”3 İsimleri saymanın yüce mertebesi de insanın, esmai cennete nail kılan isimlerin hakikatiyle tahakkuk etmektir.
İnsan, kalbi riyazetlerle Allah’ın isimlerinin mazharı ve ilahi büyük bir ayeti haline gelebilir. Böylece, vücudu rabbani bir vücud olur. Vücud memleketinin tasarrufu, ilahi cemal ve celalin eline geçer. Nitekim şu hadiste de buna yakın bir anlam ifade edilmiştir: “Şüphesiz müminin ruhunun Allah-u Teala’ya olan ittisali, güneş nurunun güneşe ve nura olan ittisalinden daha şiddetlidir.”1 Sahih bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Kul nafilelerle bana yaklaşınca, onu severim, onu sevdiğim zaman da kendisiyle işittiği kulağı, kendisiyle gördüğü gözü, kendisiyle aldığı eli olurum.”2
Başka bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Ali Allah’ın gözü ve Allah’ın elidir”3 vb. bir çok hadisler. Bir hadiste ise şöyle yer almıştır: “Biz Allah’ın güzel isimleriyiz.”4
Bu hususta bir çok akli ve nakli şahitler de mevcuttur. Özetle Kur’an’ı Kerim’den çok nasiplenmek ve lezzet almak isteyen bir kimse, ayet-i şerifelerden her birini kendi haline uyarlamalıdır ki ondan kamil bir şekilde istifade edebilsin. Örneğin Enfal suresinde bir ayet-i şerifede şöyle buyurulmuştur: “İman edenler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, ayetleri okunduğu zaman bu, onların imanlarını artırır ve Rablerine güvenirler.” 5
Seyr-u sülûk eden bir kimse bu üç sıfatla uyum içinde olup olmadığına bakmalıdır. Acaba Allah’ın adı anılınca kalbi titremekte ve korkmakta mıdır? İlahi ayet-i şerifeler kendisine okunduğunda kalbinde iman nuru artmakta mıdır? Hak Teala’ya tevekkül ve itimat etmekte midir? Yoksa bu mertebelerin her birinden yoksun ve bu hususiyetlerin her birinden mahrum mudur? Eğer Hakk’tan korktuğunu ve kalbinin Allah korkusuyla tepindiğini anlamak istiyorsa, amellerine bakmalıdır. Allah’tan korkan bir insan, yücelik dergahında mukaddes ilahi makama küstahlıkta bulunamaz. Hakk’ın huzurunda ilahi hürmeti asla çiğneyemez. Eğer ilahi ayetlerle imanı güçlenirse, iman nuru zahiri iklimine de sirayet eder. Kalp nuranî olduğu taktirde; dil, söz, göz, bakış, kulak ve dinlemenin nuranî olmaması mümkün değildir. Nuranî insan bütün mülki ve melekuti güçlerinin nur saçtığı kimsedir. Böyle bir kimse, bizzat saadete ve doğru yola ulaştığı halde, diğerlerine de nur saçar, onları da insanlık yoluna hidayet eder. Nitekim eğer bir kimse Allah-u Teala’ya tevekkül ve itimat ederse, başkalarının elinden ümidini keser, ihtiyaç ve fakirlik yükünü mutlak gani olan Allah’ın dergahına sunar, diğerlerini de kendisi gibi fakir ve yoksul görür, onları sorun halleden kimse olarak kabul etmez. O halde Allah’a doğru seyr-u sülûk eden kimsenin görevi, kendisini Kur’an-ı Şerif’e sunmasıdır. Nitekim bir hadisin doğru olup olmadığını ve muteber olup olmadığını anlamının ölçüsü, o hadisi Allah’ın kitabına sunmaktır. Eğer hadis, Allah’ın kitabına muhalif ise, batıl ve boş sözdür. O hadisi batıl ve boş bir söz olarak kabul etmelidir. Doğruluk, eğrilik, mutsuzluk ve saadetin ölçüsü de Allah’ın kitabının ölçüsüyle doğru ve uyum içinde olmaktır. Nitekim Resulullah’ın (s.a.a) ahlakı Kur’an idi. İnsan ahlakını Kur’an ile uyum içinde kılmalıdır ki, kamil velinin ahlakıyla da uyum içinde kılabilsin. Allah’ın kitabına muhalif olan ahlak, boş ve batıl olan ahlaktır. İnsan bütün öğretilerini, kalp hallerini, batın ve zahir amellerini, Allah’ın kitabına uyarlamalı ve Allah’ın kitabına sunmalıdır ki, Kur’an’ın hakikati tahakkuk etsin ve Kur’an onun batınî sureti haline gelsin.
“Sen apaçık bir kitapsın ki,
Harflerinle gizli aşikar olmaktadır.”1
Bu makamda diğer bir takım adap da vardır ki onlardan bazısını bu kitabın başlangıcında, ibadetlerin mutlak adabı konusunda zikrettik. Onların bazısı ise bu adapta mevcuttur. Diğer bazısı ise uzadığı için onlardan sarf-ı nazar edilmiştir. Şüphesiz bilen Allah’tır.
Dostları ilə paylaş: |