Altıncı Bölüm Sevinç ve Neşenin Beyanı Hakkındadır.
Güzel neticelere yol açan, ondan da öte bazı kapıların açılmasına ve bazı ibadetlerdeki sırların keşfedilmesine neden olan namazın ve diğer ibadetlerin kalbi bir adabı da sâlikin ibadeti, kalp sevinci ve neşesi içersinde ve de ferahlık ve genişlik ile yerine getirmeye özen göstermesi ve ibadet vaktinde nefsin üşenmesinden ve pasifliğinden şiddetle kaçınmasıdır. O halde sâlik, ibadet etmek için, nefsin ibadete yöneldiği, sevinç ve canlılık taşıdığı ve de yorgunluk ve gevşeklikten yoksun olduğu bir zamanı seçmelidir. Zira sâlik, üşenme ve yorgunluk vakitlerinde nefsi ibadete zorladığı taktirde, onda kötü eserlerin oluşmasına neden olabilir. İnsanın ibadet etmekten bıkması, zorluk çekmesi ve sıkıntısının artması ve yavaş yavaş nefsin doğasının nefretine neden olması, bu eserlerden bazılarıdır. Bunlara ek olarak, insanı tamamıyla Hakk’ı zikretmekten vazgeçirmesi ve ruhu bütün saadetlerin kaynağı olan ubudiyet makamından incitmesi de muhtemeldir. Böyle bir ibadetten kalbi nuraniyet hasıl olmaz, nefsin batını ondan etkilenmez ve ubudiyet sureti, kalbin batın sureti haline gelmez. Oysa ki ibadette ideal olanın, nefsin batınının ubudiyet suretine bürünmesi olduğu bundan önce zikredilmişti.
Ve şimdi diyoruz ki, ibadet ve riyazetin esrar ve neticelerinden biri de nefis iradesinin, beden mülkünde etkili olması, memleketin baştan sona nefsin yüceliği altında kahır ve yok olması, beden mülkündeki yayılmış ve dağılmış kuvvet ve orduların isyandan, başkaldırmadan, bencillikten ve dikkafalılıktan alı-konmaları ve kalbin batınının melekutuna teslim olmaları, bunun da ötesinde yavaş yavaş bütün kuvvetlerin melekutta fani olmaları, melekut işinin mülkte cari ve etkili olması, nefsin iradesinin kuvvetlenmesi, memleket egemenliğini şeytandan ve nefs-i emmareden alması ve nefis ordularının imandan teslime, teslimden rızaya ve rızadan fenaya intikal etmeleridir. Bu halde nefis, ibadetlerin sırlarından bir parça anlar ve fiilî tecellilerden bir parça hasıl olur. Bu zikredilenler, ancak ibadetin sevinç ve neşe ile yerine getirilmesi ve eziyet çekmekten, sitem etmekten ve üşenmekten tamamen kaçınılması ile gerçekleşir. Böylece Hakk’ın zikrine ve ubudiyet makamına yönelik sevgi ve aşk hali meydana gelir ve huzur ve istikrar hasıl olur. Hak ve O’nun zikri ile huzur bulmak, marifet ehlinin oldukça özen gösterdikleri ve seyr-i sülûk ashabının hakkında birbirleriyle yarıştıkları çok önemli konulardandır. Doktorların yemeğin sevinç ve neşe ile yenildiği taktirde daha çabuk hazmolunduğuna inanmaları gibi, ruhani tıp da insanın ruhani yemekleri neşe ve iştah ile yemesi ve üşenme ve meşakkatten kaçınması halinde, eserlerinin kalpte daha çabuk oluşacağını ve kalbin batınının kendisi ile daha erken temizleneceğini ifade etmektedir.
Bu kurala ilahi yüce kitapta ve rububi gerçek sayfada Allah’ın kafir ve münafıkları yalanlayıp şöyle buyurduğu yerde işaret edilmiştir: “(Onlar), namaza ancak isteksizce gelirler ve istemedikleri halde infak ederler.”1
“Sarhoş iken namaza yaklaşmayın”2 ayet-i şerifesi ise bir hadiste üşenme olarak tefsir edilmiştir. Hadislerde bu kurala işaret edilmiştir ve biz onlardan bazılarını zikrederek bu sayfaları bereketli kılmaya çalışacağız.
Muhammed b. Yakub’un Ebu Abdullah (a.s)’a isnat ettiği bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Kendinizi zorlayarak ibadet etmeyiniz.”3
Ebu Abdullah (a.s) şöyle buyuruyor: Allah Resulü (s.a.a) buyurdu ki: “Ey Ali, bu din metin bir dindir, ona içtenlik ile eğil ve Rabbine itaat etmeyi kendine nefret edilecek bir şey haline getirme”4
Ve İmam Hasan Askeri (a.s)’dan nakledilen bir hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Kalpler neşeli olduğu zaman, onlara emanet bırakınız ve üşenir olduğu zaman ise onları serbest bırakınız.”5
Bu, kalplerin sevinç ve neşeli olduğu zaman kendilerine emanet bırakılmasını ve sıkıntı ve üşenme vaktinde ise onların rahat bırakılmasını buyuran genel bir emirdir. O halde, marifet ve ilim tahsilinde de bu kural göz önünde bulundurulmalı ve kalpler zor ve nefret ile tahsile mecbur kılınmamalıdır. Bu ve diğer hadislerden riyazet babının önemli öğelerinden olan diğer bir kural daha istifade edilmektedir. Ve o da “gözetme”den ibarettir. Gözetme, ister ilmî, ister nefsani ve ister ameli riyazet ve mücahadede sâlikin bulunduğu her mertebede kendi halini gözetmesi, nefis ile yumuşak ve dostça geçinmesi ve güç ve kapasitesinden fazlasını ona yüklememesi anlamındadır. Özellikle gençler ve işe yeni başlayanlar için bu, önemli konulardandır. Eğer gençler, nefis ile yumuşak ve dostça geçinmezlerse ve tabii istekleri ihtiyaç ölçüsünce helal yollardan gidermezlerse, telafi edemeyecekleri büyük bir tehlikeyle karşılaşabilirler. Bu tehlikenin nedeni şudur: Bazen nefis, aşırı zorlama ve ölçüsüz kısıtlama sebebiyle kontrolden çıkar ve irade dizginini eline alır. Böylece sıkışan tabii gereksinimler ve ölçüsüz baskıların altında riyazete maruz kalan şehvetin yakıcı ateşi zorunlu olarak alevlenir ve memleketi yakar. Ve eğer Allah korusun bir sâlikin kontrolü elden çıkarsa veya bir zahit iradesiz kalırsa, ebediyyen kurtuluş yüzü görmeyecek ve saadet ve felah yoluna hiçbir zaman dönmeyecek şekilde uçuruma düşecektir.
O halde sâlik, mahir bir doktor gibi sülûk günlerinde kendi nabzını ölçmeli, hallerin gereklerini ve suluk günlerini baz alarak nefse iyi davranmalı, gençlik gururu olan şehvet ateşinin yandığı günlerde tabii istekleri hazlardan tamamen mahrum kılmamalı ve meşru yollar ile şehvet ateşini söndürmelidir. Zira şehveti ilahi emir yoluyla söndürmek, hak yolundaki sülûka tam bir yardım eder. Öyleyse sâlik, ilahi büyük sünnetlerden sayılan buna ek olarak, insan türünün bekasının başlangıcı olan ve ahiret yolu sülûkunda da büyük bir etkisi bulunan nikahlanmayı ve evliliği yerine getirmelidir. Bundan dolayı Allah Resulü (s.a.a), “Evlenen kimse, dininin yarısını kurtarmıştır.”1 diye buyurmuştur.
Allah Resulü (s.a.a)’den nakledilen bir hadiste ise“Her kim ki Allah ile temiz ve arınmış olarak görüşmek istiyorsa, evlenmelidir”1 buyurulmaktadır: Hakeza: “Cehennem ehlinin çoğunluğu bekarlardır.”2
Bir hadiste İmam Ali (a.s), şöyle buyuruyor: “Sahabelerden bir grup; kadınları, gündüz yemek yemeyi ve gece uyumayı kendilerine haram kılmışlardı. Ümmü Seleme, bunu Hz. Resul-i Ekrem’e haber verdi. Hz. Peygamber (s.a.a) onların yanına geldi ve şöyle buyurdu: “Sizler kadınlardan kaçıyor musunuz? Oysa ki ben onların yanına gidiyor, gündüz yemek yiyor ve gece uyuyorum. Her kim ki, sünnetimi yerine getirmekten kaçarsa, benden değildir ve yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helal ve temiz olarak yiyin.”3
Ahiret yolu sâlikinin nefsin yöneliş ve yüz çeviriş hallerine riayet etmesi zorunludur. Sâlik, büyük kötülüklerin kaynağı olan mutlak anlamda hazların önünü almaktan kaçınmalı, sulukta ibadet ve ilmî riyazet açısından nefsi zorlamamalı ve onu baskı altına almamalıdır. Bu, özellikle gençlik devresinde ve sülûkun başlangıcında öfkeye ve nefsin nefretine neden olur ve bazen insanı Hakk’ı zikretmekten vazgeçirir. Hadislerde bu manaya bir çok kez işaret edilmiştir; tıpkı İmam Sadık'ın (a.s) Kafi’de yer alan bir hadis-i şerifte şöyle buyurması gibi: “Ben, gençlik döneminde ibadet etmede ciddiyet ve çaba gösteriyordum ve babam bana şöyle dedi: Ey oğul! Bundan daha az ibadet et; zira Allah azze ve celle, bir kulu sevdiğinde, az bir ibadet ile kendisinden razı olur.”4 Diğer bir hadiste de bu içeriğe yakın bir ifade vardır.5
Kafi’de yer alan bir hadiste İmam Muhammed Bakır (a.s), Hz. Resul-i Ekrem’den (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Bu din sağlam bir dindir; ona içtenlik ve yumuşaklık ile yönel ve kulları Allah’a ibadetten nefret ettirme. Ne yol kat eden ve ne de bineğine binilecek bir sırt bırakan aşırı bir binici gibi olmayın.”1 Bir başka hadiste ise şöyle buyurulmaktadır: “Nefsini, Rabbin ibadetinden nefret ettirme”2
Gözetme (muraat) babındaki ölçü, insanın nefsin hallerine dikkat etmesi ve onunla kuvveti ve zaafı oranında sülûk etmesidir; öyle ki nefis, ibadet ve riyazette güçlü olduğu ve direniş gücü taşıdığı taktirde, insan ibadette çaba sarf etmeli ve ciddiyet göstermelidir. Gençliğin gururlanma dönemini atlatan ve şehvet ateşinin kendilerinde bir ölçüye kadar sönen şahısların, nefsi riyazeti bir miktar daha fazlalaştırmaları ve mertçe bir ciddiyet ve çaba ile sülûka ve riyazete girmeleri gerekir. Bunlar, nefsi riyazete alıştırdıkları ölçüde onun için bir başka kapıyı fethederler. Böylece nefis, yavaş yavaş tabii kuvvetleri aşar ve tabii kuvvetler nefs-i kibriyanın egemenliğine girer. “İbadette ciddiyet ve çaba gösteriniz” diye hadislerde zikredilenler, ibadet ve riyazette çalışan ve çabalayan şahısların methedilmesi ve hidayet imamlarının (a.s) ibadet ve riyazetleri ile ilgili olarak nakledilenlerin, ibadette ılımlı olmayı metheden bu hadis-i şeriflerle farklılığı, ehli sülûkun ihtilaflarından, derecelerinden ve nefsin hallerinden kaynaklanmaktadır. Tümel ölçü, nefsin sevinç ve kuvveti ile onun nefret ve zayıflığıdır.
Dostları ilə paylaş: |