AHDE VEFA
Alm. Pacta sunt servanda, Fr. Pacta sunt servanda, İng. Pacta sunt servanta. Devletlerin katıldıkları milletlerarası antlaşmalara uyma mecburiyetinde olduklarını ifade eden hukuk kuralı. Bu antlaşmaya Latincede “Pacta Sunt Servanda” adı verilir. İç hukukta olduğu gibi devletler hukukunda devletleri bağlayıcı ortak bir müeyyide bulunmadığı için, devletler hukukunda, pozitif hukukun kaynağı olarak bu kaideyi kabul edenler vardır.
Bu kurala karşı bir diğer kural daha vardır ki, buna da Latince’de “Rebus Sic Stantibus” denir. Bu kural ise, antlaşma imzasındaki şartların sonradan değişmesi sonucu antlaşmanın da hükümsüz olması veya değiştirilmesi anlamındadır.
Ahd; iki tarafın sözleşmesi demektir. Bir taraf söz verirse vad olur. Buna göre ahde vefa, verdiği sözü yerine getirmek olur ki, bu, İslam hukukunda dini bir emirdir. Kur’an-ı kerimde İsra suresinin otuz dördüncü ayetinde mealen; “Ahdi yerine getirin. Ahdi bozanlar sorumludur.” buyrulmaktadır.
Herhangi bir konuda verilen sözün yerine getirilmesi güzel bir huydur. Sözünde durmak insanın şerefini artıran iyi huyların başında gelir. Verdiği sözünde durmamak da çok çirkin bir hareket olup, Müslümanlara yakışmayan en kötü bir davranıştır. Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde; “Gadr eden (ahdini bozan) kimse, kıyamet günü kötü şekilde cezasını görecektir.” ve “Münafıklık alameti üçtür; yalan söylemek, vadini yerine getirmemek, emanete hıyanet etmek.” buyurarak ahde vefanın önemini bildirmiştir.
AHDİ
Osmanlı tezkirecisi ve şairi, hattat. Aslen Bağdatlı olup, doğum tarihi belli değildir. Babasının adı Şemseddin’dir. Şemsi mahlası ile şiirler yazmıştır. Öğrenimini memleketinde tamamlayan Ahdi, Hüsrev adlı bir arkadaşı ile seyahate çıkmış, pekçok memleket gezmiş, devrin şairlerini görüp tanımış, arkadaşının yolculuk esnasında ölmesine rağmen, gezisini sürdürerek sonunda İstanbul’a ulaşmıştır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelen Ahdi, uzun müddet burada kalmış ve payitahtın büyüleyici havası içinde dolaşmıştır. Bu zaman zarfında ilim erbabı ve şairlerle tanışmış, toplantılara katılarak bilgi ve görgüsünü arttırmış, İstanbul’un güzelliklerini görmüştür. Bütün bunlar onun tezkiresi için temel teşkil edecek bilgileri hazırlamasına ve şairleri yakından görmesine sebeb olmuştur. Ayrıca İstanbul'un güzelliklerine alim ve şairlerin çokluğuna şahid olmuş bunlara eserinde övgü ile geniş yer vermiştir. Ahdi’nin İstanbul’daki mühim kazançlarından biri de Şehzade Selim’le yakınlık kurmasıdır. Bu yakınlık sayesinde onun yardımlarını görüp toplantılarına katılmıştır. Ahdi’nin seyahatı on yılın üstündedir. Daha sonra Bağdat’a dönen şair, hayatının sonunu memleketinde geçirmiş ve 1593 yılında vefat etmiştir.
Şiirleri ile de şöhret bulan Ahdi’nin divan teşkil edecek kadar şiirinin bulunduğunu Sadıki, Mecma'ül-Havas adlı tezkiresinde kaydetmektedir.
Manzumelerine çeşitli şiir mecmualarında rastlanmaktadır. Bağdatlı Ruhi’nin takdirini kazanan Ahdi, şiirlerinde Mehdi mahlasını kullanmıştır. Sülalece şiirle meşgul olan ailesinden başta babası, amcası ve kardeşleri olmak üzere tezkiresinde yer verdiği şairler bulunmaktadır. Asıl ününü Ahdi Tezkiresi diye anılan Gülşen-i Şuara’sı ile yapmıştır. Latifi Tezkiresi’ne zeyl yani ek gibi görülen ve üç ravza (bölüm) olarak ilk şeklini 1564 (H. 971) yılında alan Gülşen-i Şuara, Şehzade Selim’e sunulmuştur. Ahdi, ömrünün sonuna kadar boş durmamış, tezkirenin ilk şeklinde otuz yıla yakın zaman içinde, eserine eklemeler yapmış ve kendi çevresinde yetişen şairlere de yer vermiştir. Ahdi, başlangıçta üç ravza (bölüm) olarak ele aldığı Gülşen-i Şuara’yı dört ravzaya çıkarmıştır.
Tezkirenin birinci ravzasında devrin padişahına; başta Şehzade Selim olmak üzere öteki şehzade ve devlet büyüklerine yer verilmiştir. Bu kısımdaki şair sayısı on sekizi bulmaktadır. İkinci ravza, Kanuni devrinde şiir yazan yirmi beş ilim adamına ayrılmıştır. Bunların başında İbn-i Kemal gelmekte ve Derviş Çelebi ile son bulmaktadır. Tezkireye sonradan eklenen üçüncü ravza, Kanuni devrinin sancak beyleri ile defterdar efendilerine ayrılmıştır. Dördüncü ravzada 318 şaire yer verilmiştir. Ahdi bu şairlerden bir kısmı ile bizzat tanışıp, görüşmüştür. Bir kısmını da Sehi ve Latifi tezkirelerinden faydalanarak yazmıştır. Tezkirenin içindeki şairlerin toplamı 384'ü bulmaktadır, bunlardan 102 adedini sonradan eklemiştir.
Ahdi tezkiresinin en mühim tarafı, Bağdat civarında yetişen şairlerden haber vermesidir. Bunların çoğu diğer tezkirelerde bulunmamaktadır. Dili ağırdır. Bu ağırlık ele aldığı şairlerin mensub olduğu sınıflara göre değişiklik gösterir. Bilhassa devlet büyükleri ile tanınmış şairlerden bahsederken süslü sanatlı ifadelere yer verir. On beş yazması ile Gülşen-i Şuara edebiyat tarihimiz için mühim bir kaynak teşkil etmektedir. Fakat bu nüshaların bazısı üç ravzaya yer vermektedir. En iyi nüshası Fatih Millet Kütüphanesinde bulunanıdır. AE tarih 757 numaradaki bu nüsha, dört ravzalı olup, 377 şairi ihtiva etmektedir.
AHD-İ ATİK
Alm. Altes Testament (n), Fr. Ancien Testament, İng. Old Testament. Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen ve Kitab-ı mukaddesin ilk bölümünü teşkil eden Tevrat’tan alındığı bildirilen parçalar ile bazı Beni İsrail peygamberlerine isnad edilen hikayeler kısmı.
Kitab-ı mukaddes tek kitap değildir. Ahd-i Atik ismindeki kısmı Tevrat’tan alınan parçaları ihtiva eder. Ahd-i Cedid denilen ikinci kısmı ise, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna’nın yazdığı İncil kitaplarını ve Luka’nın Resullerin İşleri kitabı ve Havariler ile Pavlos’un yazdıkları mektupları ihtiva etmektedir. Ahd-i Atik üç kısımdan meydana gelmiştir. Birinci kısım; Musa aleyhisselama indirilen Tevrat zannedilen beş kitab olup, Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye’dir. İkinci kısım; Neviim yani peygamberlerdir. Bu kısım da, ilk peygamberler ve son peygamberler olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar; Yeşu’, Hakimler, Samuel, Melikler, İşaya, Yeremya, Hezekiel, Hoşea, Yoel, Amos, Obadya, Yunus, Mika, Nahum, Habakkuk, Tsefanya, Hafgay, Zekeriyya ve Malaki’dir. Üçüncü kısım Ketuvim yani kitaplar, yazılardır. Bunlar; Davud aleyhisselam tarafından yazıldığı zannedilen Mezmurlar ile Süleyman’ın meselleri, Neşideler neşidesi, Vaiz, Rut, Ester, Eyub, Yeremyan mersiyeleri, Daniel, Ezra, Nehemya ve Tarihler gibi kitaplardır.
Günümüzde Tevrat’ın üç nüshası mevcud olup, Yahudiler ve protestanlarca kabul edilen İbranice nüsha, katolik ve ortodoksların kabul ettikleri Yunanca nüsha ve Samirilerce kabul edilen Samiri dilinde yazılmış nüsha. Bunlar Ahd-i Atik’in en eski ve en itimatlı nüshaları olarak bilinmelerine rağmen gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında çok konularda tezatlar (çelişkiler) vardır. Hiç bir ilahi dinde bulunmayan, insanlara zulüm telkinleri, peygamberlerden bazılarına karşı çok çirkin ve şanlarına yakışmayacak isnatlar bulunmaktadır. Bu durum Tevrat ile İncil’in tahrif edilmiş oldukları hususundaki Kur’an-ı kerimin hükmünü teyit etmektedir. Allahü teala buyurdu ki:
Yahudiler içinde okuma-yazma bilmeyenler vardır ki, Tevrat’ı anlamaz cahillerdir. Ancak bir takım kuruntu yığını uydurmalar düzer, sadece şüphe ve zanda bulunurlar. Artık büyük azab o kimseleredir ki, Tevrat’ı kendi elleriyle yazarlar da sonra biraz para almak için; “Bu Allah tarafındandır” derler. Ellerinin yazdıkları yüzünden büyük azap onlara. Kazanmakta oldukları günah yüzünden yazıklar olsun onlara (Bakara suresi : 78-79).
Dostları ilə paylaş: |