HAKİKİ SEYYİD, ŞERİATIN VE SÜNNETİN MUHAFIZIDIR
Bediüzzaman Hazretleri Âl-i Beyt’in büyük şahsiyetleri ve temsil ettikleri seyyidler cemaatı Âlem-i İslâm’ın kemalat-ı maneviyesinde ve İslâm’a tarafgirlikte ve muhafazasında nümune-i imtisal olduklarını nazara verirken diyor ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm «Ümmet-i Muhammediye’de de (A.S.M.) vezaif-i azime-i İslâmiyet-te ve ekser turuk ve mesalikinde Enbiya-i Benî-İsrail gibi, Aktab-ı âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (A.S.M.) görmüş. Onun için
‚Ô‰Ú†‰«Ó†«Ó”Ú∆Ó‰Ô„ÔÂÚ†ŸÓ‰ÓÍÚÁ†«ÓÃÚΫ†«‰«ÒÓ†«‰ÚÂÓËÓœÒÓ…Ó†·È†«‰Ú‚Ô—Ú»ÓÈ
demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş. Bu hakikatı teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: “Size iki şey bırakıyorum, onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beytim. Çünki: Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyt’tir.» (Lem’alar sh:21)
«Evet Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünki İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten tarafdardırlar. Cibillî tarafdarlık; zaîf ve şansız hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatlı, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikata tarafdarlık; ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zat, hiç tarafdarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle Din-i İslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünki fıtrî tarafdardır. Başkası ise, kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.» (Lem’alar sh:22)
NETİCE
Kur’anda; kâfir, münafık, fâsık ve onlara benzer insanlara bakan: (4:89), (9:23, 73), (58:22), (60:1, 2) ve emsali pek çok âyât vardır. Bu âyetler mezkûr evsaftaki insanlara dostluğu yasakladığı gibi makamlarına göre onlara muhalefet etmeyi de ihtar eder. Yani dinimizde memduh olan müsamaha ve afv, liyakata göredir, mutlak değildir. Bu liyakatı da ancak büyük imamlar tayin ederler ve etmişlerdir. fiahsî anlayışve meyillere göre ve tevillerle hareket edilemiyeceği de zâhirdir.
Mevzumuzu tenvir eden ve her zaman ve mekânı irşad ve ikaz eden bir âyetin mana-yı münevviriyle hâtime veririz. fiöyle ki:
·ÓÂÓ«†‰Ó„ÔÂÚ†·È†«‰ÚÂÔÊÓ«·‚ÍÊÓ†·∆Ó ÓÍÚÊ (4:88, 89)
Siz o münafıklar hakkında neye iki fırka oluyorsunuz?
ËÓ«‰‰ÒÁÔ†«Ó—Ú„Ó”ÓÁÔÂÚ†»ÂÓ«†„Ó”Ó»ÔË«
Halbuki Allah onları kesb ettikleri küfr ü maasî sebebiyle terslerine çevirip reddetmiştir.
«Ó Ô ÍœÔËÊÓ†«ÓÊÚ† ÓÁÚœÔË«†ÂÓÊÚ†«Ó÷Ó‰ÒÓ†«‰‰ÒÁÔ
Siz Allah’ın dalalet verdiğine hidayet vermek mi istiyorsunuz?
ËÓ†ÂÓÊÚ†ÍÔ÷Ú‰‰†«‰‰ÒÁÔ†·Ó‰ÓÊÚ† ÓÜӆ‰ÓÁÔ†”ӻ͉«Î
Halbuki Allah her kime dalalet verirse, yani her kimde dalalet halk ederse ya Muhammed, sen bile artık ona bir yol bulamazsın.
ËÓœÒÔË«†‰ÓËÚ† Ó„Ú·Ô—ÔËÊÓ†„ÓÂÓ«†„Ó·Ó—ÔË«†·Ó Ó„ÔËÊÔËÊÓ†”ÓËÓ«¡Î
Onlar kendileri nasıl kâfirlerse siz de öyle küfr etseniz de hepiniz kâfirlikte müsavi olsanız diye arzu etmektedirler.
Binaenaleyh
·Ó‰«Ó† Ó ÒÓŒ–ÔË«†ÂÊÚÁÔÂÚ†«ÓËÚ‰ÍÓ«¡Ó†ÕÓ ÒÓȆÍÔÁӫ×ÔË«†·È†”ӻ͉†«‰‰ÒÁ
onlar fisebilillah hicret edinceye, bu suretle imanlarını isbat eyleyinceye kadar içlerinden dost tutmayınız.» (Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri’nden)
Demek hakikî mü’minler, fâsık ve münafıklara muhaliftirler. Onlara dost olacak ayrı bir fırka teşkil etmezler. Samimi mü’minler, hepsi birden Kur’ana ittiba ederler.
Bahsimiz münasebetiyle, birkaç hadîs meallerini, zamanımızın bid’atkâr hâdiselerine çok ciddi baktığı cihetle; ibret, teyakkuz ve lâkaydlıktan kurtulmakla, vazife şuuru ve mes’uliyetine sahib olmak makamında aşağıya alıyoruz:
«Sizden kim (sünnetimize uymayan) bir münker görürse (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse, lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı, imanın en zayıf mertebesidir.» [Ebu Davud; Melahim 17, (4340); Müslim, İman 78, (49); Ebu Davud; Salât-ül İydeyn 248, (1140); Tirmizî, Fiten 20, (4013)]
«Benden önce Allah’ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarileri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler, emirlerini de yerine getirirlerdi. Sonra bu peygamberlerin ardından öylesi kötüler zuhur etmişti ki; yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla, eliyle mücahede ederse mü’mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse, o da mü’mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse, o da mü’mindir. Bunun gerisinde, artık zerre miktar iman yoktur.»
Açıklama: İşlenen bir kötülük (münker) karşısında, mü’min, şartlara göre mutlaka bir tavır alacaktır. Eliyle müdahale ettiği taktirde halledebileceği, müessir olabileceği bir durumsa eliyle; sözle faydalı olabilecekse diliyle müdahale edecektir. Her ikisi de fayda vermeyecek bir durumda ise, kalben buğzederek tarafdar olmadığını belirtecektir. Bunu da yapmazsa, o münkeri hoşgörüyor demektir. Bu, elbette imanla bağdaşmaz. [ Müslim, İman 80, (50)]
«Yine İbnu Mes’ud (Radıyallahu Anh) anlatıyor. Hz. Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) buyurdu ki: “İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca, âlimleri onları bu işlerden men’ettiler. Ancak onlar dinlemediler, vazgeçmediler. Zamanla âlimler de onlarla oturmaya, dayanışmaya ve beraber içmeye başladılar. Allah da bunun üzerine, berikinin dalaletini öbürüne katarak, biriyle diğerinin küfrünü artırdı. “Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle onları lanetledi…» (Maide 78)
Sonra ayakta bulunan Resulullah (Aleyhissalâtü Vesselâm) oturarak sözünü tamamladı: “Hâyır, nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin ederim, onları hak adına kötülüklerden men’etmezseniz (siz de rızaya eremezsiniz.)”» [Ebu Davud, Melahim 17, (4336); Tirmizî, Tefsir, Maide (3050), ibnu Mace, Fiten 20, (4006)]
Kays İbnu Ebî Hâzım anlatıyor: «Hz. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) Cenab-ı Hakk’a hamd ü senadan sonra buyurdu ki: “Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor ve fakat yanlışanlıyorsunuz: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz, sapıtan kimse size zarar veremez." (Maide 105). Biz Hz. Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm)ın: "İnsanlar, zâlimi görüp elinden tutmazlarsa (mani’ olmazlarsa), Allah’ın, hepsine ulaşacak umumi bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittik.” Keza ben, Resulullah (Aleyhissalâtü Vesselâm)ın: "İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse, Allah’ın hepsini saran umumi bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittim.”» [Ebu Davud, Melahim 17, (4338); Tirmizî, Tefsir, Maide (3059), Fiten 8 (2169); İbnu Mace, Fiten 20 (4005)]
Urs İbnu Amîre el-Kindî (Radıyallahu Anh) anlatıyor: «Hz. Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) buyurdular ki: “Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şâhid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu teyid ederse), o kötülüğü görmemişgibi zararından kurtulur. O kötülüğe şâhid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şâhid olmuşgibi manen zarar görür.”» [Ebu Davud, Melahim 17, (4345).» (Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve fierhi, c:2 sh:375-380, Akçağ Yay., 1988 Ankara)]
Bu beyan olunan hakikatlar gibi pek çok şer’î ölçüler müvacehesinde: Fâsıkların fısk u sefahetlerine müsamaha namı altında yapılan onlarla ihtilat ve lehte telkinlerin neticesi, oldukça düşündürücüdür...
Dostları ilə paylaş: |