salt bireysel hayatın dışına çıkamayan bir şeye bu haliyle hukuk denemez, çünkü nerede hukuk varsa orada toplum vardır ( ubi ius ibi societas ). Tabii, içerisinde hukuk olgularının cereyan etmediği beşeri bir ortam gerçek anlamda bir toplum değildir çünkü rnerede bir toplum varsa orada bir hukuk da vardır ( ubi societas ibi ius ). Bu bağıntı dolayısıyladır ki, hukuk kavramı " toplumsal düzen " fikrini içermektedir. Gerçekten, toplumsal düzen fikri, maddi veya salt keyfiliğe, yani düzenlenmemiş kuvvete götüren her unsuru gidermeye yaramaktadır. Öyleyse, her toplumsal tezahür, sadece toplumsal olduğu için, toplumun üyeleri bakımından bir düzenlemedir.
Hukukla gelen toplumsal düzen, normla sınırlı kalmaz. Gerçekten, hukuk, daha norm olmadan, basit bir ilişkiyi veya toplumsal bir ilişkiler serisini içermeden önce, bir yapıdır, bir kurumsallaşmadır. Acıkçası, hukuk, içinde devindiği toplumun bir durumudur. Öyleyse, hukuk düzeni, normlar ve toplumsal ilişkilerden ötürü değil, kendiliğinden, bir kurum /müessese oluşturmaktadır. Bu demektir ki, hukukun müessese teorisinde hukukun kurucu unsurları, varlığını içinde kazandığı maddi ortam olarak toplum, yöneldiği amaç olarak düzen ve düzeni gerçekleştirme aracı olarak örgünleşme, yani kurumsallaşmadır.
Müessese teorisi, “çete” denen suçluluk olgusunu açıklamakta başarısız olmakla birlikte, hukukun çoğulcu bir anlayışını getirmede başarılı olmuştur. Hukukun müessese teorisi, hukukun normatif teorisini geçersiz kılmamyı başaramamıştır. Gerçekten, iddasının aksine, örgünleşme norma tekaddüm etmemekte; aksine, norm örğünleşmeye tekaddüm etmektedir, çünkü normlaşma olmadan örgünleşme olmaz. Bkz. Hafızoğulları, Ceza normu, s. 19 vd.; Bobbio, Teoria della norma, s. 10 vd.
2. Hukukun kişiler ( süjeler ) arası ilişki teorisi, hukuku, kişiler arası bir ilişki düzeni olarak algılamaktadır. Teori, kaynağını, 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinde bulmaktadır. Hukukun kişiler arası ilişki teorisi, sadece hukuk normunu ahlak normundan ayırma konusunda değil, aynı zamanda hukuk normunun, daha özel olarak ceza normunun öznelleştirilmesi ( sübjektifleştirilmesi ) konusunda da özel bir önem taşımaktadır.
Hukuku kişiler arası bir hukukî ilişki olarak nitelendiren ilk düşünür Kant olmuştur. Kant, hukuku, evrensel bir hürriyet kuralı gereğince, herkesin keyfiliğinin başkalarının keyfiliği ile bir arada mevcut olabilmesini mümkün kılan koşulların tümü olarak tanımlamaktadır. Bu tanım esas olmak üzere, Kant, hukukun, karşılıklı bir yükümlülük ifade ettiğinden, bir kişiden bir başka kişiye olan dış ilişkilerle, açıkçası pratik ilişkilerle ilgili olduğunu düşünmektedir. Ancak iki kişi arasındaki bu türden bir ilişkinin hukukî bir ilişki sayılabilmesi için, bu ilişkinin, bir kimsenin ihtiyarı ile diğer bir kimsenin herhangi bir isteği arasında değil, iki ihtiyar arasında olması gerekmektedir. Böylece, Kant, hem hukuku iki süje arasında karşılıklı bir ilişki olarak tanımlamakta, hem de hukuku bir bir şey ile bir süje arasında bir ilişki olarak algılayan düşünceleri reddetmiş olmaktadır.
Hukukun kişilerarası karşılıklı ilişki olduğu düşüncesini günümüzde genellikle yeni Kançılar savunmaktadır. Hukukun kişilerarası karşılıklı ilişki olduğu düşüncesini inkar etmek mümkün değildir. Ancak, hukukun süjeler arası karşılıklı ilişki olması, yani bir kişiye bir hak veririlirken karşılığında diğer bir kişiye bir borç yüklenmesi ve bu kez borç yüklenen kişiye bir hak verilirken karşılığında hak sahibi kişiye bir borç yüklenmesi, mutlaka bir normun varlığını zorunlu kılmaktadır.
Böyle olunca, hukukun süjelerarası ilişki olması, esasında hukukun beşeri bir davranış normu olmasını geçersiz kılmamaktadır.Gerçekten, bunların her biri, yani hukukun kuralsallığı, kişilerarasılığı ve kurumsallığı, hukuk deneyinin temel bir yönünü ifade etmektedir. Bkz. Hafızoğulları, Ceza Normu, s. 26 vd.; Bobbio, Teoria della norma, s. 23vd.
|