Şaban akbaba


Midas'ın her tuttuğu altın oldu



Yüklə 1,24 Mb.
səhifə7/9
tarix23.01.2018
ölçüsü1,24 Mb.
#40496
növüYazi
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Midas'ın her tuttuğu altın oldu.

Kişi ile mekân arasındaki süren romantik ilişkinin farklı mekâna göç etmekle yarattığı kopuş, bazen, zaman içinde mekânın değişmesiyle de yaşanır. Asırlardır Bursa'da yaşayanlar Bursalılar bile, son 30-40 yılda şehre yabancılaştı… Orta yaştaki Bursalılar için, çocukluk yıllarındaki şehrin hızla değişmesi, başka kent ve kasabalardan kopup gelen göçmenlerde yarattığı kadar, belki de daha fazla etki yapıyor. Belki de bu nedenle, son yıllarda yayınlanan eski Bursa fotoğrafları bu kadar ilgi görüyor.

Eski Bursalıların istisnasız tümü, değişen Bursa için üzülüyor. Ama ne yazık ki, Bursa'nın bu değişmesinin de sorumlusu bizatihi kendilerinin olduğunu biliyor. Rant ve para için o tarihi evleri, mevsimine göre her tür meyve ağacının bulunduğu bahçelerimize apartmanlar diktik…

Frigya kralı Midas’a, oğluna yardım ettiği için, "dile benden ne dilersen" demişti tanrı Dionisos. Aç gözlü kral Midas da "her tuttuğum altın olsun" demişti ya... Sonra da her tuttuğu altın olunca Midas'ın, çevresindeki çocuklarına, sevdiklerine bile dokunamamıştı, buz gibi soğuk ve cansız altın olacağı için. Bursalılar hep bizim evlerimiz bahçelerimiz ne zaman imar planına alınacak, beş kat, altı kat verecek diye diledi, bekledi yıllarca. Dileğim gerçek oldu sevgili Bursalılar, her köşe para, rant oldu. Ovamız yağmalandı, tarihi evleri yakıp yerine apartmanlar yaptık. Şimdi de, dokunacağımız her şey ranta dönüşeceği için, yıkımdan kurtulmuş Bursa'daki bazı değerlere dokunmaya korkuyoruz.



Şehir terbiyesi ne demektir?

Bir süre önce, üst kat komşularımızdan biri, çöplerini pencereden apartman boşluğuna atmıştı. İlk aşamada çok kızıp köpürmüştüm. Ancak çıkıp bu kadınla konuştuğumda, kadının hiç de kötü niyetli olmadığını gördüm. Çünkü kadın, geldiği köyünde de, çöplerini penceresinden atıyordu. Ortadaki tek sorun, bu ailenin yeni yaşam mekânı olan şehir kültürünü tanımamış olmasıydı.

Yerel yöneticiler, Bursa'ya kırsal alandan gelen yeni hemşerilerine, sadece bu kenti sevdirmek için çaba göstermemeli, onlara şehir terbiyesi ve kültürünü de öğretmelidir. Kırsal kesimden şehre gelen göçmenler için en önemli yabancılaşma unsuru da, köyden getirdiği terbiye ve kültürüyle şehirde var olan terbiye ve kültür arasındaki çelişkidir.

Ancak her şehrin terbiyesi ve kültürü de farklıdır. İşte kent kültürü denilen unsur da budur. Eski Bursa'da yaşayan şehir kültüründe, diğer şehirlere göre oldukça farklı özellikler bulunmaktaydı. Örneğin evden eve akan Pınarbaşı suyu nedeniyle bir su kültürü vardır.

Hemen her evde bir müzik aleti bulunur, evlerde özellikle sanat müziği fasılları sık sık yapılır. Bursalılar dinlerine çok bağlı, ama asla tutucu değildir. zengin bir hamam kültürü ve yemek kültürü vardır.

Bursa'nın özellikleri

Bursa'nın değerleri sürekli yitip gitmekte. Belki yeni yeni değerler üretilmekte olsa Bursalılar değerlerini istiyor. Bir asır önce Bursa'nın semtleri ve bazı yakın köylerinin özellikleri şöyleydi.
İnkaya'nın fasulyesi, ayısı
 Atpazarı'nın Çingenesi
 Atranos'un kayağı
 Ulucami'nin yazısı ve sufisi
 Apolyont'un gölü
 İlbese'nin kömürü
 İznik'in yeşil madeni
 Ulucami'ın şadırvanı,

Çatalfırın'ın Yahudisi                                                                                                                           Çekirge'nin hamamları...


 Hisar'ın çirozu
 Hamzabey'in çakalı
 Zeyniler'in evliyası
 Setbaşı'nın Ermenisi,
 Soğanlı'nın soğanı
 Samanlı'nın samanı
 Somuncubaba'nın fırını
 Dobruca'nın kalası
 Kızıklar'ın kestanesi
 Karamazak'ın Yörüğü
 Kuruçeşme'nin Yahudisi
 Gemlik'in tersanesi
 Kelesen'in baklası
 Şeyhali'nin nektarı
 Mollaarap'ın Tatarı
 Misi'nin pekmezi, üzümü
 Maksem'in kazı
 Mihaliç'in peyniri
 Nilüfer'in odunu
 Yıldırım'ın Gürcüsü
 Yenişehir'in dolabı

Değişen Bursalılık

Bursa'nın hızla kentleşmesi ve yoğun nüfus artışına karşın, kimliğini her şeye karşın korumasında yerel yönetimlerin fazla bir katkısı yok… Bursa'nın en önemli şansı, gelen nüfusun önemli bir bölümünün Rumeli'nden gelen göçmenler olmasıydı.İki hafta önce katıldığım İstanbul'daki Göç Sempozyumu'nda, bazı kent ve semtlerde, özellikle Güneydoğu Anadolu'dan gelen göçlerin yarattığı sorunlar tartışıldı. Rakamsal istatistiklerle, bu bölgelerden yaşanan göçle söz konusu semt veya şehirlerde gasp, kap-kaç başta olmak üzere suç oranının birkaç misli arttığı vurgulandı.

Oysa Bursa, çok daha şok edici yoğun göçler yaşamış olmasına karşın, İstanbul'a, kırsal kesimlerden gelen göçmenlerin yarattığı sorunları hiçbir zaman yaşamadı. Bu açıdan Bursa çok şanslı sayılabilir. Ancak son günlerde Kapalıçarşı önünde, turistleri bıktırırcasına mendil satmaya çalışan, ya da orada-burada boyacılık, satıcılık yapmaya çalışan, hatta kandil günleri sokağımızı kapatıp adeta zorla para toplamaya çalışan çocuklar türedi. Oysa, bu çocukların yasal olarak çalışmaları yasak değil mi, bu çocukların okullarda olması gerekmiyor mu?

Yine bazı sokakları işgal eden ve zabıtanın bile dokunamadığı işportacılar, köprü altlarında yatan balici gençler de çoğaldı… Sanırım yerel yöneticilerimiz, bu gelişmelere, İstanbul'laştığımız için sessiz kalıyor…

Prof. Dr. İlber Ortaylı, Göç Sempozyumu’nda yaptığı konuşmasında İstanbul için ilginç bir saptama yaptı: "Türkiye'deki hemen tüm kırsal alanlarda altyapı sorunlarının çözülmüş olmasına karşın, kentlerde yaşanan onca işsizliğe karşın yine de kırdan kente göçün yaşanması anlaşılır gibi değil. Altyapısı tamamlanan yüzlerce köy, bugün boşalmıştır. İstanbul'a göçler, kitaplarda okutulan o klasik tabirle "Kırın itmesi, kentin çekmesiyle" gerçekleşmiyor. Bugün İstanbul'a gerçekleşen göçün temelinde yatan en önemli gerekçe şu: Talana, yağmaya, yasa dışılığa, gasplara olan duyarsızlık. Kırsal kesimdeki aileler için İstanbul, kısa sürede ranta dönüşebilecek sonsuz işgal alanlarının bulunduğu, fethedilecek topraklar olarak görülmekte...

Ortaylı'nın İstanbul için ileri sürdüğü bu senaryo umarım Bursa için gerçekleşmez. İstanbul'da yaşanan deneyimi, yerel yöneticilerimiz iyi takip etmeli ve zamanında önlem almalı. Bursa kültüründe, asırlarca yaşamak gayesiyle kentimize gelen her hemşerimize kucağını açmak vardır. Onlara yardım ederiz. Ama bizim kültürümüzde asla, yağmacılık, gasp ve işgalcilik yoktur. Bursalılar, her zaman yasalara ve yerleşmiş değerlere saygı duyar…


EK-E:

BURSA’YI

YAPITLARINA

KONUK EDEN

ŞAİRLER

AHMET HAMDİ TANPINAR
BURSA'DA ZAMAN
Bursa’da bir eski camii avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su,
Orhan zamanından kalma bir duvar
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarilerin en ilahisi
Bir zafer müjdesi burda her isim
Sanki tek biri anda gün,saat mevsim
Yaşıyor zihnini geçmiş zamanın
Hala bu taşlarda gülen rüyanın
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası
Muradiye sabrın acı meyvası
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer
Türbeler camiler eski bahçeler
Şanlı hikayesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengamelerin
Nakleder yadını gelip geçene
Bu hayalde uyur Bursa her gece
Her şafak onunla uyanır güler
Gümüş aydınlıkta serviler güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin
Başındayım sanki bir mucizenin
Su sesi ve kanat şıkırtısından
Billur bir avize Bursa'da zaman
Yeşil türbesini gezdik dün akşam
Duyduk bir musiki gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümle
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu
Bu hayal içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya bu renk
Havayı dolduran uhrevi ahenk
Bir ilah uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette
Belkide rüyası eski cedlerin
Beyaz bahçesinde su seslerinin.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU
MERHABA YEŞiL

Yeşil'e de deli gönül yeşil'e

Kara sevda katmer katmer açıla

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Yeşertmiyen ateş alev tutuşa
Yeşil'e de deli gönül sımsıcak'

Içimde bir ciinbüş koptu kopacak'

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Bir yeşil kıyamet geldi gelecek.


Yeşil'e de deli gönül uçalım

Tepeden tırnağa, çiçek açalım

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Yeşertmiyen yerden yardan geçelim.


Yeşil'e deli gönül gözüne

Karışalım ak gürgenin hızına

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Canım kurban katibinin sözüne


Yeşil'e deli gönül hıncinen

Başıboş bedava bir sevincinen

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Ister kağıt kalem, ister vincinen.


Yeşil'e de deli gönül tümümüz

Yeşil bizim diinya ahret düşümüz

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Yeşil tütün gibi tütsün canımız


Yeşil'e de deli gönül merhaba

Erikler, vişneler, dutlar, merhaba

Muhabbet bir ekin alıp yeşertmek

Sahibsiz yoncalar, otlar,merhaba



RIZA TEVFİK BÖLÜKBAŞI:

BURSA'DA

YUNUS EMRE'YE ARMAĞAN
Yüce dağlar ardından

Deniz aşıru geldim;

Evliyalar yurdundan

Selam tapşuru geldim


Ulu bir şara vardım,

Dosta armağanım var;

Erenlerin bağından

GülIer devşiru geldim.


Busbulanık bir çaydım,

Aşk iline baş urdum;

Çalkanıp sara buldum,

Süzülüp duru geldim...


Yunus'un toprağına

Vardım yüzüm sürmeğe;

Sildim gönül pasını,

Yunuben aru geldim...


Cuşa geldim, çağlarım;

Aşık oldum, ağlarım;

Canda coşan esrarı

Döküp taşıru geldim.


Rıza Tevfik Allahtan

Ayrılma ol dergahtan

Ben kurtuldum günahtan.

Eğriyim, doğru geldim...

(1914)


MUZAFFER HACIHASANOĞLU

GAZEL
“Ne gelir akla Bursa deyince

renkler yeşil, minareler ince


Doruklar ak, enginler mavi

Şaşırır insan bahar gelince


Dut yaprağını işler bir böcek

Unutulur böcek, kızlar giyince


Bursa’da bu dünya, öteki dünya

Yaşayıp gidiyor, kişi gönlünce



BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR

BURSA DÜŞÜ

Tırtıl tırtıl kımıldardı kavaklar,

Sisten kozasında mavi zamanın

Mekik mekik minareler uzakta

Örerlerdi ipeğini semanın!

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...


Servi servi' uğultusu çevrede

Ezan seslerine boğuk avanın.

Her çeşmede kirkit kirkit su sesi

Sonsuz tezgâhında yeşil ovanın;

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Bu sonsuz gergefin birer ucunda,

Kızlar ki kaderi iğne avcunda;

Omuzları üzre tutardı ışık

-Mavi ipek gömlek, yeşil ot aba­-

Emir Sultan yahut Geyikli Baba

Alnı katmer güller gibi karışık,

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre..
Bu kat kat halıda emsalsiz bir su;

Hışır hışır kıvrım kıvrım Nilüfer.

Velhasıl bir an ki her zevk, her hüner

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...


Kıvrılıp dikilen ezan sesinde

Yerden göğe büklüm büklüm bir arzu;

Bir bozkurt ağzında sarı bir kuzu

Dört köşe Kurdoğlu mahallesinde,

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre...
Bir tutam sırmaydı, her şimşek çakış;

Bir ince gümüş tel çizgi; her akış;

Her tüten dumanda bir silik nakış,

Nakşi Çelebi'nin modeli üzre…




ZEKİ ÖMER DEFNE

BURSA’M BENIM
Giyvermişler Bursa'ları buz gibi

Gelmiş güzellere yaz serin serin

Yollara dökülmüş yanıyor

Temmuz Geçiyor bir düzbeyaz serin serin.


Ramolmuş köpüğe ipek demişler

Suları dokuyup salıvermişler

Ben "Bursa" deyim de sen bak, seyreyle

Olmuyor mu için biraz serin serin.


Kar beyaz, süt beyazım, Bursa'm benim

Nilüfer çayı'na düştü yemenim

Üstünde zihnimden, gönlümden düşler

Akıp gitmekteyiz biz serin serin.


Kaç muradı varsa insanoğlunun

O kadar yeşili var burda onun

Dinle parklardaki maceramızı

Duy ne söyler avaz serin serin.


Maviliklere, dumanlara doğru

Belki de evvel zamanlara doğru

Uludağ denir adına, gidiyor

Bak yukarda bir pervaz serin serin.



İLHAN GEÇER
KUBBELER ŞEHRI

Yeşilin cümbüşünde cilveli oynak

Bir şehir tüter durur gözümde duman duman

Kubbeler serviler ve sokak sokak

Bir şadırvan bir türbe hatta bir sultan

Bir şehir tüter durur gözümde duman duman

Belki şimdi üstünde yağmur bulutlan dolaşır

Yıkanır avlularda bembeyaz güvercinler

Kaybolmuş sevgileri anlatır satır satır

Sır kutusu çınarların gövdesinde çizgiler


Mermer hamamlarında sedef vücutlu kızlar

Yıkanır türkülerle kuğular gibi

Geceleri öpüşür Nilüfer'le yıldızlar

Uludağ’ın sırtını mehtap kurular gibi


Yollar evler bahçeler boyunca hep

Uzar gider hatıralar kervanı

Dallarda hazdan çatlamış yemişler

Bu şehir sırılsıklam aşık eder insanı


Dağ yeşil ova yeşil türbe yeşil

Göklerinde tükenmez şarkılar gibi ezan

Kubbeler çeşmeler şehri Bursa'da

Yeşil duaların kanadındadır zaman




NİYAZİ AKINCIOĞLU

BURSA

Adını ilk defa

Yedibelâ Rasim’in hançerinde okudum.

Çocuktum.

Çatal geyik boynuzu kabzasında

İlk Bursalıyı tanıdım:

"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.

Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde

Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.

Bilek olursa

-Diyordu delikanlılar-

Nankör değildir Bursa hançerleri.

Ha!. demiye gör, dönmez geri.

Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.

Sonra büyüdüm,

Kartpostallarda resmini gördüm:

Gök mavi, zemin yeşildi.

Bir başka resimde:

Beş kurnalı şadırvan,

Şadırvan başında beş adam;

-Yeşil başlı ördekler gibi-

Beş yeşil sarıklı

Bursalı

Abdes alırken mürtesimdi.



Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.

Nihayet devran

Yolumu Bursaya düşürdü.

Üç aziz bahar,

-Bütün mevsimler dahil-

Üç uzun yıl,

Bursadan gayri cümle dünyada

Beni nâmevcut okudular.

Ve ben mektebinde okudum.

Bir rivayete göre adam oldum.

Bir rivayete göre kayboldum.

İkisi de ayni kapıya çıkar,

Mesele değil.

Mesele şu ki

Bursa eyi, Bursa güzel.

Bursa için destan yazılır,

Bursa için iğneyle kuyu kazılır;

Fakat yalan:

"Bursa'da zaman,

Billûr bir avize, gibi değil.

Değil ama,

Bir ölmemek arzusu veriyor adama.

Dünyayı bırakıp gitme hasreti,

Yaşamak hasreti,

Dünya sevgisi;

Yeşil yeşil yeşeriyor,

Mavi mavi gülüyor.

Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,

-Daha çok yatsı üstleri,

Yıldızlı gecelerde-

Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.

Zaman-ı evail kokuyor burcu burcu

Yaprak yaprak dökülüyor

İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.

Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;

Allahla konuşur müezzinleri,

Karşılıklı sâlâ verilir.

Bu saatte Bursa'dan

İki eli kanda olan insan,

Koltuk değneklerini unutan,

Dost elini kaybeden âma;

Ve herkes

Kaçıp gitmelidir.

Her şeye rağmen dünyayı

Dünyayı bilmelidir.

Bursa eyi, Bursa güzel.

Eminim ki ben bâsübadelmevt

Orda olurdu:

Yalan yazmasa kitap

Yıkılmasaydı mihrap!..



HALİT FAHRİ OZANSOY

BURSA'DAAKŞAM

Uludağ'ı yine sisler örtüyor,

Bir kuzu meliyor; bir kuş ötüyor.

Sonra perde perde ezan sesleri,

Bu anda bir rüzgâr gibi her yeri

İlahi, derin bir ses dolaşıyor.

Yamaçlar büsbütün koyulaşıyor;

Yıldızlar iniyor sarmaşıklara;

Şimdi Temenye'den ta Işıklar'a

Şu yolun indiği hududa kadar

Ruha râşe veren bir sessizlik var...

İçinden seziyor Bursa yasını,

Uzak asırlarm hatırasını.


OKTAY RIFAT

ULUDAĞ SOKAK SATICILARI

Girin satıcılar evimin bülbülleri

Girin girin aydınlık bahçemden içeri

Üzüm satın armut satın nar satın bize

İndirin tüy gibi küfeyi sırtınızdan

Dağlar görünürken kapıda ardınızdan

Bir elmada bir mevsim dolsun evimize


Ya sen ey karınca taciri gazeteci

Ağzının ucunda bir sap ebegümeci

Kaşlarında macera gözlerinde oyun

Şeytan gibi kaçan yollu bisikletinle

Yırtık çizmelerin kadife kasketinle

Getir o eski sevincini çocukluğun


Akşamla bacada mavileşince duman

Biten türkü gibi uzaklaşan kapımdan

Kayın ağır ağır gündüzden gecenize

Ey İstanbul ağzıyla mal satan simitçi

Çocukları eşeğine bindiren sütçü

Halil İbrahim bereketi kesenize



CEYHUN ATUF KANSU
BURSA'DA ONBİR TÜRBE

Ölmüşsünüz kiminiz zaferler içinde

Kosova Ovasında şafak! Sultan Murat

Ölmüşsünüz Kiminiz ıslak bir iple boğularak

Sultan Süleyman Oğlu Mustafa,

Emerken anası Şehzade küçük Ahmet.

Ölmüşsünüz kiminiz su sesleri, gül dalları.

Gülşah Hatun, Kamer Hatun, Bülbül Hatun

Aşlarınızda ağu, şarabınızda bir damla kan.
Bir gümüş hançer yarası Cem Sultan!

Örtüyor ölümünüzü bir yeşil gökyüzü


Bir bahar bulutu geçmiş gözyaşlarımızdan

Çınar uykusunda yağmur sonu on bir türbe


Ölümün güzelliğini ben burada anladım

Topraklarınızda gölge otları biterken

On ikinci türbe, o nerede?

Zaferlerinizde akan halkın kanı

Saraylarınız yükselirken taşınan taş!

Havuzlarınızda delip çıkardığım su

Hazinelerinizde parıldayan alın terim

Savaşlarınızı yöneten benim gücüm.

Bursa çarşısının aslan yürekli erleri

Kıl dokuyanlar, bir yanda kılıç dövenler

Demiri eğitenler, saraçlar, dikiciler

Mustafalar, testiciler, çiniciler,

Gülyağcılar, gül memeyi kokutanlar

Gümüşü kurtaran, soysuz kabalıktan

Dal bileklere layık kılan kuyumcular

Ekenler, toprağı sürenler, yemyeşil edenler

Şeftali ağaçlarını büyütenler çocuk gibi

Dut yapraklarından Bursa ipeği üretenler

Ölmüşler daha çok

Ölmüşler, öldükleri unutulmuş

Onlardan bir Kapalıçarşı kalmış

Yaşayıp geldiklerine belge,

Ya öldüklerine?

Nerede on ikinci türbe?



ATİLLA İLHAN

BURSA'DAN YAYLIMATEŞ

karadeniz boğazı'ndan mudanya körfezi'ne kadar

marmara denizi

çitlembik gözlü bir martı gibidir

saçları hep öyle perişan nilüfer çayı'nın

ve bulutlara tünemiş ihtiyar bir akbaba uludağ

kanatlarının altında bursa şehri yatar .

bu şehir yeşillikler meyveler sular şehridir


şimdi yine gözlerimde bursa şehri var

bursa şehri'nde sen varsın

ellerini kalbinin üstüne koyar camlardan bakarsın

ovada çırılçıplak melül mahzun kavaklar

biletçisi dumanlı bir otobüs

geçti muradiye'den

işte gece işçisi merinos fabrikası'nın

bir yağmur bulutu gibi asfalta dökülmüş

ezan sesleri dağıldı kanat kanat minarelerden

hiç bir müezzinin hiç bir surette şüphesi yoktur

bilirim bildiririm

tanrının elçisi muhammet'ten


ve bakarsın üflenir sokak lambaları şehrin

öksüz bir çocuk gibi sabah olur

açılmış bir dev yelpazesine benzer bursa ovası

uçsuz bucaksız

yudum yudum hürriyet damlar şehrin üstüne

cumhuriyet alanı insanlarıyla kaynaşır durur

Ulludağ gibi yine kalbine bakar büyür adam

zehra kardelin

sen siyah kehribar gözlü kız

rüzgarda savrulan kuşların kırmızı böceklerin

heyecanı bulut bulut dolar göğsüne

ve sana malum olur kirsiz çapaksız

sana malum olur bir ayna gibi devran
uludağ köpükler içinde gözlerine kar yağmış

iznik gölü'nden akıyor bir nehir gibi bu rüzgar

yelkenleri paramparça bursa şehri'nin

bursa şehri demir taramış

böyle kavgalı günlerde sen poyraza dönersin

küfreder küfür üstüne yumrukları sıkılmış dağlar

ineceikten bir zehir süzülür gönlüne

zehra kardelin .

hovarda bir çan sesi gibi genişlersin günden güne

ezberinde kınından sıyrılmış bütün mısralar

öyle bursa şehri'nden çıkar şehir şehir gezersin
gazi anadolu'm

gaziler gibi yaralıdır büyüktür

her köşesi bir çare bekler kendi.derdine

karnında sıtma göğsünde verem gözlerinde trahom

saz benizli köylülerimiz yaprak yaprak dökülür

yol bulunmaz iz bulunmaz köylerine

telgraf tellerimiz dile gelir karış karış

kimsesizlikten hekimsizlikten

ayaklarımızın altına yatmış memleket

seslenirler çağırırlar serik'ten siverek'ten

hayır nedim ahmed değil

değil sevgilim eskiden

fikret namına bir şair-i cihan varmış

gençler demiş bütün ümmid-i vatan sizdedir

lakin bir hayli dem geçmiş fikret öleli

yine günler takvimlerde harab takvimlerde sefil

alem yine ol alem devran yine ol devran

bir esmiş pir esmiş başımızdan kavak yelleri

biz genciz kahveler meyhaneler şahit

kanımız kararmış avuçlarımızda kadın memeleri

dilimizde ucuz şarkılar beynimizde kilit

yumruk yumruğa görüp hayran oldu bize stadyumlar

ama sıtmalar veremler trahomlar

karanlık salonlarda mihman

kilometrelerce film gördük

telgraf telleri

ya karış karış telgraf telleri

ya anamız avradımız ya unumuz buğdayımız

ya gazi anadolu?
işte bursa şehri secdeye varmış

dilsiz bir kar dökülür işte uludağ'dan

işte kış gecesi simsiyah bayrakları açılmış

yeşil'den süzülür kollarına bir kumru iner

sen akşamlar içinde şol kumru gibi mahzun

dağıtır hülyalarını bir tren sesi gelir uzaktan

gözlerin serseri saçların rüzgarda yorgun

çıldırsın bursa ovası çıldırsın bursa şehri

körkandil kavaklar çıldırsın boydan boya

işte şehrin ışıkları soğuktan tir tir titrer

işte kahvelerde kanlı bıçaklı mahalle türküleri

giymiş mor cepkeni süleyman durmuş ağlamaya


zehra kardelin

nasıl çıkmış bütün türkiye'yi gezmiş yüreğin

arapkir'de damarlarını kesip ağlamış kahrından

süphan dağı'nda pekmezle kar yemiştir

iki ellerinden öpmüş giresun'da fındık işçileri

erzurum'da üşümüş serçeler gibi titremiştir

artık uludağ'ı silkip atmak ister alnından

şöyle bulutsuz açık denizler gibi genişlemek

şöyle rüzgarın gözüne işlemek

ne çare gazi anadolu bir türlü çıkmaz aklından

sen gülmek istersin ne çare kahrolur devran

İBRAHİM SERHAT CANPOLAT


KUBBELER AL TINDA BURSA'DA

bir çağlayan sesi kulaklarımda

ve gözlerim semaya uzanmış kubbelerde

bir tarihi arar gibi dolaşırken

kimler neler görüyorum karşımda birden
kubbeler altında bengisu dokunuşlarla

şadırvandan heybetle kanatlanan

devinen, çığıl çığıl inen sular

Mostar'da bir köprü ki nehre kemer

ve nehrin öte yakasında yükselen minareden

dedelerimin ilk okuttuğu ezan..

kubbeler altında bengisu etkili sözlerle

bir damarın, bir kılın tenden

ayrılmazlığı kadar bütün, dinle

şadırvandan gelen ses, müsiki mi

kubbeler arasında yankılanan ne?
ben bilmem bunları

yakın koldan akrabalarım, yeni bir kimlik taktılar bana

Bursa'da kubbelere yankıyan sesler

hangi çağlardan geliyor bana

Osman'ımın Söğüt'te attığı temel

Mostar'da Saraybosna'da Üsküp'te

Kosova'da yükselirken, güvercinler

severlerdi kubbeleri, kelebekler

kırmadılar kanatlarını, hararetli

ve devasa gelişirken inanç çiçekleri


akrabalarım ama

adımı koymayan dedelerime inat

bir kimlik taktılar bana

şimdi sırtımı verdiğim duvar

Bursa'nın ulu şadırvanı önünde

sırtımı yasladığım duvar

zihnim bulanık gezintilerde

Yıldırım Beyazıt'a hayır dualarım var


şuracıkta yatan Osman ve Orhan Gaziler

sizlerden helallik diliyorum

aldanışlara gelerek

unutarak


size ve bana yaptıklarını

kucakladığım için Yunanlıyı


kardeşlerim çoğalmışlar

şurada burada belki

adımız konulmadığından bizim

ne onlar beni tanıdı ne ben onları bildim

bildiğim şu ki

Mostar'da kalmış bir kardeşim

bir diğeri Üsküp'te öteki Kosova'da

ben ise Bursa'da

ulvi kubbelere sığınarak el açmışım

cihan sulhu için bilmem hangi dualara



ALİ NİHAD TARLAN
İKİNCİ MURAD'IN TÜRBESİNDE

Hurşid idi seririn eflak-i şan içinde;

Berk-i cihandı tigın ebr-i cihan içinde...

Çok dehre geldi sultan, Şehenşeh-i cihangir

Lakin haris ü zalim, tarihi kan içinde...

Pay-i feragatinle taht-ı sipihri ezdin;

Tac öptü hak-i-payın bin imtihan içinde...

Pür-vecd ü pür-tehalük gökten ine Kürsi;

Bir taht isteseydin sen asüman içinde...

Faniyi anladın sen; bildin nedir bu toprak;

Toprak... Değişmiyen şey devr-i zaman içinde...

Hak olsun istemişsin lahdinde en büyük süs

Toprak ne muhteşemdir kevn ü mekan içinde...

Her şey sonunda toprak... Encam-ı ömr toprak;

Toprak yaşar müebbet bu hakidan içinde...

Hikmet ile şecaat, evsaf-ı tıynetindir;

Devrin nasıl yazılsın bin dasitan içinde?...

Yat, ey Büyük Şehenşeh,"Sultan Murad-ı Sani",

Reyyan-ı ebr-i rahmet bağ-ı cinan içinde...
Yüz sürdüm Asitana, Tarlan, garik-i vecdim;

Yükseldi sanki arşa ruhum o an içinde...



AHMET KUDSİ TECER:
KAPLICADA İHTİYAR ASLAN

Burkulmuş, hummadan erimiş bir dil,

Yıllardır dökülen sular ağzından.

Geceler onunçün havuzda kandil.

Yaratır bin türlü oyun nazından.
Yıpranmış. dökülmüş artık yelesi.

Duvardan başını uzatmış, sinsi.

Seyreder ihtiyar aslan herkesi.

Gözleri ufalmış gibi hazzından.


Her el bu aslanın okşar başını,

Ilınmış bir yosun yalar taşını.

Geçmiş dilberlerin söyler yaşını.

Yıllardır dökülen sular ağzından..




NÂZIM HİKMET

ULUDAĞ’A DAİR

Yedi yıldır Uludağla göz göze bakışıp dururuz.

Ne o kımıldanır yerinden,

ne de ben,

Lâkin birbirimizi yakından tanırız.
Gerçekten yaşıyan her şey gibi gülmesini ve kızmasını bilir.

Bazan,


hele kışın, hele geceleri,

hele rüzgar kıbleden estiği zaman,

karlı senaberlikleri, yaylaları, donmuş gölleriyle

uykusunun içinde şöyle bir kıpırdanır.

ve orda, en yukarda, en tepede orturan keşiş, ­

uzun sakalı darmadağın

ve etekleri savrularak

Rüzgarın önünde haykıra haykıra iner ovaya


Sonra, bazan,

hele Mayısta şafak vakitleri,

masmavi, uçsuz bucaksız, koskocaman,

hür ve bahtiyar

yepyeni bir dünya gibi yükselir.
Sonra bazan, gün olur,

gazoz şişelerindeki resimlerine benzer.

Ve ben anlarım ki, görmediğim otelinde

kayakçı bayanlar kanyak içerek

kayakçı baylarla dalga geçmekteler.
Ve gün olur,

şalvarı sarı pırpıt bezinden, kara kaşlı dağlılarından biri

Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu

misafir gelir bize,

71'inci koğuşta on beş yıl yatmaya.

Hilmi YAVUZ
BURSA VE ZAMAN

Zaman balkıyor bursa'ya

bilinen budur

ve şiirdir adı...


Zaman yoldadır o şiirde

söz'ün yeşili, dilin mavisi

düzyazının en hârelisi

geliyor, her yerde zakkumlar vardı:

kar ezgileri duyuldu, ya da

evvelzaman

kadınları baladı...

hangisiydi bıldır yağanı kar 'ın

tanpınar mıydı? -ve yağmayanı

villon 'du, kimse anlamadı


şimdi ne kadar üzgünüz, belli

gemliğe doğru bir dize tadı

bak, ayağım mühürlü benim

ve aşkın balmumunu

kimdi, ansızın çekip kopardı?

bense ikisini birlikte tanımış

ve hiç şaşmamıştım;

şiiri ve abelard'ı.

gül yoktu hiçbir yerde,  ki

gül denilen neyse o

hiçbir zaman olmadı...
Zaman balkıyor bursa' ya

bilinen budur

ve şiirdir adı.

ÖMER BEDRETTİN UŞAKLI
BURSA'DA AKŞAM

Bugün de sonbahardan süzülüp doğdu akşam

Dağların yere indi koyu, serin gölgesi

Uludağ etekleri al ipekten bu akşam

Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi.
Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var ;

Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan

İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgâr

Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım'dan


Ovada ince yollar gölgeleniyor işte

Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor

Güneşin son nurundan bir damlacık içmiş de

Şu karışık kulübe bir saray görünüyor


Gözlerime vurunca kubbelerin gölgesi

Öz cenneti gönlümle seyrettim ben bu akşam

Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanad sesi

Uludağ etekleri al ipekten bu akşam



ARİF NİHAT ASYA:
BURSA
Çınarların elinden öp,

Saygıyla geç avluları:

Bu kemerler, bu kubbeler

Târihin kapuları.


Çeşmeleri kim akıtmış,

Kim doldurmuş kuyuların?

Çekirge'de hangi eller

Isıtır, böyle suları?

Leyleklerin, fıkır fıkır,

Nedir dedikoduları?


Söyleyin: şu yamacın da

Koza mıdır kuzuları?

Kozalar taşır göğsünde

Nilüfer'in kuğuların...

Kuğum, kuğum, yollarından

Alıkoyma yolcuları!

Âhûdudu,âhûdudu

Yetiş bardak doluları!
Nakışlardan, çinilerden

Gelir çiçek kokuları

Yeşilin, alın, mâvinin

Açıkları, koyuları...


Kestâneler, çıtırpıtır

Korları yavukluların…

Vişne, erik, dut, kiraz, nar,

Bâdem... cilve kutuları...

Şeftâliler, orucundan

Edecek oruçluları.


Yaramazlar, incitmeyin

İncitmeyin usluları!

Güvercinler sizin olsun

Bana verin kumrular!

Gelin odası olurdu

Döşeseniz kutuları.


Âhûdudu,âhûdudu

Yetiş bardak doluları!


Bursa’m, nasıl, gelinlik kız

Ettin dünkü yavruları?

Kıskanırım onlar için

Dokunduğun havluları.


Âhûdudu,âhûdudu

Yetiş bardak doluları!


Artık susalım… yolcunun

Burda kalsın duyguları…

Yeşil’den bir çağıran var

Baıtılıları, doğuluları…

Nerdeyse başlıyor tekbir

Ve Thlil uğultuları

Şadırvanda beni bekler

Târihimin uluları.



İHSAN ÜREN
BURSA’DAN…

Zafer Meydanı


1.

Zafer Maydanı’nda durdum;

yüzümü Tophane’ye,

sırtımı çağlayan sulara verip oturdum.

Önümde Tophane trverteninin

kat kat ağaçları; kimi yeni yırtmış kınını,

kimi de yüklenmiş yaprakları,

yarılamış baharı…

Ağaçları aşıyor çağlayan sarmaşıklar.

Sırtımdan itiyor güneşin sıcak okları,

Saat Kulesi üzerinden geçiyor lodosun ak bulutları…

Karşımdaki traverten mağarasında ibretlik zaman;

sarkıttan damlarken donmuş,

kurumuş havuzda bekleyen sabırlı derviş olmuş.

Al gözüm seyreyle âlemi;

Bu anlık donuş, kaç milyon yıllık bir oluş…

Gelip üstüne bir varmış bir yokmuş

Eski Bursa oturuş.


2.

Tophane…
Şimdi çıksam, Gümüşlü Kümbet’e

Tophane Parkında otursam:

Kırk yıl öncenin gencini yanıma çağırsam;

kızarık yüzüne baksam, terleyen ellerinden tutsam

sevgili bekleyen coşkusuyla dalga geçsem…

Şehâdet Cami’nin oradan; Pınarbaşı’nın

Buzlu suları gibi aziz bir kız alsam,

Öpüp başıma koysam; olsa kırk yıllık karım…

Nafile Bursa, nafile yaşam, yoruyor yıllar;

Ne kadar istemesem de araya giriyor,

zaman denen canavar

bu büyüde aksayan bir yön var.

Aldırmasam, bahar yürüse damarımda,

delikanlı gibi kükrese; şimdi çıksam,

Tophane Parkında olsam, otursam…

3.

Duaçınarı…


Duaçınarı’nda ilkyazdı

Aynı anda gördüm

yerde seli, gökte bulutu.

Ne olduğunu anlamadan, şaşkın

sel ortasında kaldım.

Dağın yamacı iniyordu ovaya;

Kayalar geçiyordu yanımdan, yöremden,

Kendimi yüksekçe bir yere attım…


Uçmüş gitmiş gençliğim;

Gömlek çıkarır gibi yılan,

Sessiz sedasız anlamadan,

Yirmi beş yıl geçmiş aradan.


Nuri DEMİRCİ
BURSA TAŞI

taş dünyadır, dedim ve sustum

ne kıvrımında uyuyan bir yılan gibi kabardı tenim

ne bakışlarıma kartallar kondu

bıraktım kendimi dümdüz, Misialı ustanın ellerine

dedim, canlanır bir gün keskiden bana bulaşan kan

taşa işlenmiş sesimle konuşur mirasım

bir mazgalın kuytusunda eklendim zamana

taşmadan aktım, bildim uslu bir nehir gibi kıyılarımı

uykusuz nöbetçiler geçti önümden. Bythinyalı prensesler

alınlarında yanan aşk ağrısını duydum

fırtına taşıdılar odalarına, gecenin değirmeninden

anne kız, baba oğul; ah, nasıl hızla yer değiştirdiler

taşındım kavmimin şen mezarlığına

satırlar yağdı üstüme, dizeler; uçuşan sözler

Romalı kızların ipek etekleriyle

silindi yüzümdeki mimikler

aynı ağıttaydı dua ve kahkaha

hep aynı parmak izi aktı saatin boğazından

bilge bir gülümsemeyle karşıladım alkışları

söküldüm

örüldüm sonra, bir manastırın karanlık duvarına

boyalı bezleri gezindi üstümde Bizanslı ressamların

kandiller yandıkça doğruldu içimdeki yoksul çoban

uzadı Meryem'in üzgün yüzündeki gölge; kutsaldım

kutsadım çarmıhı yeniden çizen, öpülmüş parmakları

zaman taşa ninni

uyandım şadırvanın sesiyle

mavi bir ayet, bir İznik çinisi asılı üzerimde

kurşun kubbeler koruyor şimdi beni



HİLMİ HAŞAL
BURSA’DA AŞK

Sana aşıladı bu aşk beni, bağladı özsuyuna, dalına an yıllara yürüdü; tutundum, tutuldum, filiz tuttum ne badem yadsıdı, ne kiraz, ne de elma; incir, dut öğrendim; hayatmış ağaçlardaki şölen, süreğen uç


kökleri üzerine diz çöktüm çınar, ilk mekanımdı yundum güneşi kıskandıran simli gölgesinde, teri görkemli nakışlarına iksirli mürekkepti; uyandım her çağın şadırvan şehrine, mucize değilmiş cevher
define tuzak bencileyin; ilkin şerbetine kandıydım meğer ki cennet atlasına doğmuşum ipek çığlıkla sonra Tophane taşıyla kesmişim göbeğimi, kalede ikbal mevsimi, koparmış zümrüt kabuğunu gülün
hicranında sınanmışım; zaman nerde Hannibal, iz başlangıcı hani, Prusias mıydı kutsanan, evreni mi ışığıyla sağaltırken, kül kanatlı Anka'yı göğünde

dün siluetleri miydi ilk anlam, tescilli sevinç harfi inmiş hüküm, Osman Bey'in işaret parmağından kaleye kurulmuş otağ, akıp süzerken surlar ovayı taht çizgileri ölümsüzlüğü dile dolamış, avlularda şimşir, sarmaşık ömürler, sinmiş ruhuna ebruların





Pınarbaşı erguvan şölenine sofraymış, sebil erzak

armağan hep; su sana, su bana, tarihin giz sarnıcı

türbe hatları, Hisar'a örümcek ağıyla işlenmiş zırh

Keşiş'le arşa çıkıyorken aşktaki sen, sendeki aşk...


güneş şevkle taradı yeşil yamaçlarını, Çekirge'den

sokuldu kozasına dünyanın; orada beyaz yalnızlık

hayat denen muamma, ipekte yakamoz zarıymış ve

kırışığı yokmuş düzeltecek, dünyevi sükut katında


sana aşıladı bu aşk beni, bağladı özsuyuna, dalına

an yıllarca sürdü; tutundum, tutuldum, filiz tuttum

ne badem yadsıdı, ne kiraz, ne de elma; incir, dut

öğrendim; zamanmış bağrındaki nektar, bengisu...



SÜREYYA GÜVEN

GERÇEK KIRMIZI

terimde yarınlara

şekillenirken emek

kirpiklerim konak

yağmurun yırtmacından

sızıyor ruhsatsız fikirler

ürküyorum gerçek kırmızı

eskiyen yüzüm Bursa sokakları

suçlarım iğde kokusu

dilim yasak meyve

madem ki gönül asi

dök nehrini denize



GÜNEY ÖZKILINÇ

RÜZGÂRGÜLÜ (I)
gölyazı’da bir gül,

rüzgâr gülü

yüzünde mübadele hüznü

salkım salkım tedirginlik

savuruyor gülü rüzgâr

gölyazı’da bir gül,

rüzgâr gülü

RÜZGÂRGÜLÜ (II)
zeytinlikler içinde bir gül,

rüzgârgülü

suyun yüzü vuruyor yüzüne.

rüzgârgülü.

şairin dediği:

siyah güller, ak güller.

benim dediğim:

siyah gül.

boyu uzun, narince,

bir siyah rüzgârgülü...




AĞUSTOS BALADI

gölün yüzüne zeytin dallarıyla

yazılan sesleriniz

göç yollarında gider gelir kuş kanatlarında

çığlığı çalınan bir kadın apollonya

kıyılarında bin yıllık

ağustos baladı

sabahlarında zeytin acısı

sessiz telaş

bir yakadan ötekine uzanan

gizil hayatlar

temmuz sıcağında

yiten rum ikindisi

apollonya kavuşamamanın baladı

gölün yüzüne zeytin dallarıyla

yazılan sesleriniz

göç yollarında gider gelir kuş kanatlarında


GÖLKADIN

binlerce yıl

keder örmüş

kırmızı kırmızı

gölkadın
kederini örmüş de

suya bırakmış

gölkadın
balık yüzlü

bir hiçseme

bakışında

gölkadın


çözülmeyen düğümleri

hüzünleri gibi

gölkadın
alınyazıları

göle yazılı

gölkadın

AHMET GÜNBAŞ

BURSA SARHOŞU

Yolların yalvacı gitmeye kalkar

İndirir dağını Bursa akşamı

Çünkü ipeğin de bıçağı var

Davranır tez elden işlerliğine

Gül şaşkınlığıyla yaralar adamı

Dört döner başında çinili kuşlar

Sürükler suları gök erimine


Bu kent ki benzersiz eşkıyadır

Şiiri kenet gibi kullanalı

Üç zamanlı kaftanıyla dolaşalı

Asla toz kondurmaz asiliğine

Tuğrası çiçekli erguvan dalı

Konuğu Nâzım'dır sevdası ağır

Anlatır hasreti son dirimine
Bir çınarla şenlenir yorgunluğun

Kolları upuzun anaç bir çınar

Yatarsın kucağında yüzükoyun

Fink atar gölgesinde binbir efsane

Bırak düşaynanı rüzgârın olsun

Anılara bakar bakar hışırdar

Külleri eklenir küllerine
Dost bahsinde durak Arapşükrü'dür

Bencileyin yıkılmaz Bursa sarhoşu

Kadehinden ne yağmurlar dökülür

Kıskanır gümbürtüsünü tophane

İncelir ossaat Maksem yokuşu

Bir aşk düşürürsün çimlenir büyür

Setbaşı'nda buluşmamız bahane

MUSTAFA EMRE
BURSA'DA SABAH

Gecenin kederinden dökülen gözyaşı

Günü ağartan pembe tel mavi tel

Her tel ayrı bir renkle ışırken

Kavakların gümüş sesiyle ezgileniriz

Şafağından buğusu ile tüter can ve ten


Sabahın mavi aydınlığı yürür

Güneş sessizce düşer bağlara bahçelere

Toprağın mührü açılır seher yeliyle

Yediveren güller alını pembesini toplar gibi

Nice geceden nice düşten yol alır zaman

Sabahın yemişini ararken kuşların sahibi


Bursa'nın yakutu Yeşil Türbe değil midir

Uyumamıştır geceler ve yeşiller boyu

Prizmasından geçerken bütün ışıklar

Zamanın sarnıcında saklar anıları

Renkleri sarar eflatun mor sarmaşıklar
Bursa'da sabah el değmemiş yalın güzellik

Bir yoksul evinde dumanı tüten çorba

Isıtır içimizi kekik kokan bir duygu ile

Çınarların gölgesi düşer düşlere

Minik eller dokunur Bursa'nın yüreğine

Aşkla savruluruz zamansız mekânsız kuşlara



AHMET UYSAL

BURSA'DA GECE

Orada, uzun bir sokakta

Unutur yolunu zaman,

Duyumsarım: Hüsnü Züber

Konağında saklı gömü,

Hüznün şiir sözlüğüdür.


Yosun rengi duvarlara

Dağılır suların ezgisi,

Bin yıllık ahşap evlerin

Dağladığı dudağımdan,

Erguvan harfler dökülür.
"Nâzım"a benzeyen sözler,

Güz yaprağıdır çınarlarda;

Sakin, nemli külliyeler,

Ürpertir tenimi birden,

Bilinmezin izi görünür.
Hala eser o eski rüzgâr;

Savurur tan pınarlarında

Yaz tülünü Kozahan'ın,

Orada, her gece avlular,

Bursa ipeğine bürünür.
KEMAL GÜNDÜZALP
İPEK’İN KENTİ/BURSA

Sesini incelterek sesime kat, gecenin hüznünü sar bana

Nasıl da ipek bir şal gibi geçtim yollarından gizlenerek
Tarihi kim süslemişti İpek Han'ının taştan duvarlarında? "Bir su içimi kal" dedi sevgilim, Bursa çarşısında ayrılık.
Mevsim su/yazdı ve ben kıyısından geçtim kentinizin İpek Dokunuşlarla perdeleri örtük bir güzelin uykusunu bölerek.
Hadi beni gözlerimden öp, aşk da yalnızlık gibidir ayrılıkla Artık senin gizemli kentindeyim: Bu çarşılar Bursa değil mi?
Ah, sevgilim de Bursa'da kaldı, dağ bir ayrılığı nakışlayarak Sen kaldın! Ben hangi kentin sığınağı olurum uzaklarında?

FATİH YILMAZ

TETİKLİ ŞEHİR

Göz çukurlarıma karşıcı bir silah vurdu beni

Gemliğe nişanlanan bir rıhtımın tetiğiyle:

Öldüm


Türbeler sardı her yanımı.

Ve dokumacılar, böcekli doğanın ipliğiyle...

Öldüm

Sırtına yaşamın çağıltısını yüklerken



Semeri altına gizlenmiş bir tarihin sessizliğiyle...

Sonra yine öldüm

İskenderin ayarttığı lezizle sevişen

Hemşehri bir gazozun fısıltı keyfiyle...

Öldüm

Düğüm düğüm oldu mavi



Çağladı kendini usul bir kaynağın iç-şivesiyle...

Öldüm


Hiç beklemedi beni kendim.

Tekrar tekrar öldü şehrin gelinliğinde...

Öldüm

Göğsümdeki bu çığlık dalganın köpüğü gibi



Özlüyorum Bursa'yı, özümün ölümsü rengiyle...

Öldüm


Nefesimdeki bu son gülümseme

Aşkla taçladığım şehrin güncesinde...

Ben hep iyi tarafından öldüm.

'Çünkü deli bir ırmağın ellerinden öperek büyüdüm.

Ne kül'e benzer, ne kan'a, ne kor'a;

O ırmağın ellerinde biter ancak, hayata düşkünlüğüm...'



ABDULLAH ŞEVKİ

BURSALI MIYDI BRUCE LEE

Setbaşı köprüsü ne kadar yüksekti

altındaki uçurumdan

ince bir çay akıp giderdi gözlerimin büyüdüğünü hissederdim

aşağıya bakarken

korkularım ard arda intihar ederdi


develer geçerdi tek sıra, kibirli ve ağır

hörgüçleri bir aşağı, bir yukarı

iner çıkardı, iner çıkardı

boyunlarındaki gri bakır çıngırakların

boş tok madeni sesleri vardı

tung tung tıngır, tung ungır

develer geçerdi caddeden kibirli ve ağır

mersedesti elli altıların belediye otobüsleri

heyecan olurdu kapıları benim için

Us tıs ederdi, tıs tıs ederdi

mersedesti elli altıların belediye otobüsleri

hala duyuyorum; belleğimdeki madeni seslerini

okuldan yorgun dönerdi annem

akşam, mor serin gölgelerini bırakırken Çekirg'ye

rüzgar; ağaçların yosunlu gövdelerine sürtünür, inlerdi

akardı Zeki Müren'in sesi gibi hüzünlü

parke taşlı, ruhların serildiği yollardan

şadırvanlardaki siyah-beyaz suyu

kanaya kanaya içerdi loş kuşlar

bir sükûtt, karanlık zencilere ten dikerdi

(adını duyduğumdan beri merak ederim hep)

acaba Bursalı mıydı

Bruce Lee?

YAŞAR FARUK İNAL

BURSA

Düşlerimin yıldızı Bursa,

Yüreğimin atışı.
Bursa, çocukluğumda

Uzun bir hastalık sonrası

Nekahatime karar verilen günde

Üftâde Camii sırtlarından

Doya doya seyrettiğim

Tahtakale 'yi

Leylek gagasında taşınıp

Tekrar dünyaya geldiğim andır.


Bursa, Havuzlupark'ta yüzdüğümüz

Kültürpark'ta el ele gezdiğimiz Candan özge, canandır.


Bursa havludur, tenimizi okşayan

Şeftalidir, şerbeti damlayan

Nar suyudur, bardaklar dolusu

Kestanedir, kış günlerinin sohbeti

Bursa ömür boyu örtündüğümüz

Yedi renkli yorgandır.


MURATHAN ÇARBOGA
HER ŞEY

"İçindeki gençlik aşktır"

diyor eskizlerde kan - revan

eskizlerde ölü doğan imgeler


günler ağulanıyor

çorak yokluklar açıyor

yavan gülüşümde,

aksak maceramdan dökülüyor

dönüp dolaşıp sorguya takılan imler

"Bursa'da eski bir cami avlusu"nda

hala zamanı söylüyor sular

ve arkaik bir dua gibi ketum

topraktan yükseliyor sesler
keder yayılıyor şehre

yitik aşklar üzre,

her şeyde boşalan bir zembereğin

hırıltılı telaşı

tükenen bir duyarlığın

alacanlı soluğu her şeyde


"Bursa'da eski bir cami avlusu"nda

hala zamanı söylüyor sular

ve yüreğimde geçmişin dilsiz kuyuları

yüreğimde su gibi aydınlık aşklar


ÖZGE DİRİK

FERMAN

Bursa ve siz

Bir çiçeğin ilk kökleri idiniz,

Zamanla uzaklaşıp, derinlere gömüldünüz


Sancılıydı tarihin doğurgan karnı,

Eteklere asılan gecekondularda yaşandı,

Betonun yasladığı yeşile hükmü.
Bursa ve siz

Dağın tanıklığında yüz sürdüğüm aşk,

Gölgelere bıraktığım kahkahalardınız.
Deva-sa sularınızda büyüttü içini

Yüreği lüle lüle kokan gençliğim,

Sırrını dağa bağırsa, şehir

Şehre bağırsa, dağ gücenirdi


Çınar altı umutlarımı toplayıp,

Dost fakiri kulaklarımı çınlatan

Bursa ve siz

Bir mısradan daha fazlaydınız.


Adınıza orta yollu teselliler düşlerdim

İçimdeki konuşma çizgilerinden

Beyaz bir eldivendi şarap lekeli kalbim

Çıkartıp, bu kente gömdüm.


Bursa ve siz

Aşka kurgulu üçgenin hipotenüsünde oynadığım,

Tehlikeli bir oyundunuz.
İLHAN ÖZKÜL
ŞEHİR

Sarmada usuldan şimdi her evi

Bir güz yangınının solgun alevi
Bu alevle tutuşmuş her yer

Hüznün deryasında yunmuş gibidir

Sanki Hızır Ab'ı-Hayat'ı

Bir billur kâseyle sunmuş gibidir


Seda bir alev, kor bu şehirde

Eve kapanmak, ah...zor bu şehirde


Su şiir, taş şiir ve hava şiir

Usulca ağına düştüğüm şehir


Donuk bir hüzündür Yeşil'de zaman

Düşmüş sakinleri havzına bir bir

Ebedi vuslatın sisi altında

Saatler apansız durmuş gibidir.


Zamansız bir aşkın düşüp içine

Keşfeder derinden zevkini yine

Uğrayan şi'rin bu taş mabedine

Ölümün sırrına ermiş gibidir


YUNUS KARA
SANA GELDİM

Nurdan bir el gibi alnıma koyup,

Her taşını bin defa öpmeye geldim.

Çalıp kapısını geçen zamanın,

Çileni sineye çekmeye geldim.
Uludağ'da yalnız esen rüzgâra,

Bulutla tüllenen sütten ak kar'a,

Gümüşlü'de anıtlaşan mezara,

Bin yıllık sevdamı dökmeye geldim.


Kızıla boyarken hazan, rüzgârı,

Dağların başı ak, eteği sarı.

Tarihin şahidi ulu çınarı,

Aşk diye gönlüme ekmeye geldim.


Gözlerimde sensizliğin korkusu,

Yüreğimde ayrılığın tortusu;

Dergahında Osman Bey'in uykusu,

Düşünden atiyi seçmeye geldim.


Dün gece rüyamda üç damla suyu,

Yeşile boyayıp kovdum uykuyu.

Ecdadımın gönlündeki coşkuyu,

Tophane'de sur'a dikmeye geldim.


Sevdanın arkından usulca geçer,

Orhan'ı bekleyen mahzun Nilüfer.

Kendime söz verdim Bursa bu sefer;

Bağrından acıyı sökmeye geldim.


Adını nakşedip şerefe şana,

İşte sana geldim, yalnızca sana.

Bir erguvan vakti Emir Sultan'a

Kapında gözyaşı dökmeye geldim.




ERTUĞRUL ŞAKAR

BİR ÇİÇEK VE KAR MEVSİMİDİR YAŞAMAK

Kalk, Uludağ gibi doğrulalım umutla

Bir çiçek ve kar mevsimidir yaşamak

NEDİM UÇAR
YEŞİL BİR SEVDADIR BURSA

Hisar Mahallesi, kaleyi gizler,

Saat kulesinde maziden izler,

Kapalıçarşı'da gülerken yüzler,

Dostluğa uzanır eli Bursa'nın
Mavi bir sevdadır İznik'te çini,

Birlikte yaşatmış onlarca dini,

Dört kapılı Sur'a döküp içini,

İlkbaharı bekler Gölü Bursa'nın.


Gürsu'nun eteği çamdır, meşedir,

Mesire cennetten kalan köşedir,

Çekirge akşamı huzur, neşedir,

Gün batımı eser yeli Bursa'nın



HALİME YILDIZ
GERÇEKTE EYLÜLDÜR BURSA
gözlerimden gözlerine bir ipek yolu akar

mistik ezgiler yağar iklimime

her ikindi

ay ışığı çıplaktır ipek mavi ezgi ürkek

kervanlar gibi çoğul ve doğurgandır gün

ıssız han gibi kuş uçmaz bir diyardır yüreğim

burda

gerçekte eylüldür Bursa



manastırların serinliği düşer kente

gölgeler yıkanır turuneularla

Anibal Prusa'yı çizer alın yazıma

gelincikler rengini soyunur

şehzadeler bir nefes daha diler

umarsızca

acı bir zeytin tadı kalır

son bakışlarda

gerçekte eylüldür Bursa

koca şair

uçmak dilerim gökyüzünde

aklım üşür

insan manzaraları öykümde ilk minyatür

oysa


doğduğum topraklardan

rumeli türküleri getirmiştim sana

tüketmiştim umudu

kaybetmiştim ilkyaz günlerini

sihirli bir eylül

belki bu yüzden

gerçekte eylüldür Bursa


Yüklə 1,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin